Kısım 1: Genel Bakış
Bölüm 4: Okuyucunuzu Bağlayın
Sıkıcı bir kitap okuyucunun ilgisini çekmekte başarısız olan bir kitaptır, ancak bunu farklı bir şekilde ifade edersek, sıkıcı bir kitap okuyucunun bağlanamadığı bir kitaptır.
Bağlama fikri bir temeldir, bu yüzden anlamını bu bağlamda desteklemek istiyorum. Bağlanma bir okurun bir kitaba duygusal olarak yatırım yapmasıdır. Bir romanı bitirmiş olmanıza rağmen tekrar elinize almak için yanıp tutuşma hissini hatırlıyor musunuz? Evet mi? Eh, işte bu bağlanmadır. Peki sevdiğiniz bir karakter öldüğünde yaşadığınız şok duygusunu? Hepimiz sana bakıyoruz J.K.. Eh, tahmin ettiğiniz gibi bu da bağlanmadır.
Üzgünüm, burada jargonun eşiğindeyiz, bu yüzden her şey kontrolden çıkmadan daha derinlemesine inceleyelim diyorum.
Kitabınıza bağlanan bir okuyucu aktiftir.
Kitabınıza bağlanamayan bir okuyucu(sıkıcı bulan) pasiftir.
‘Aktif okuma’ konseptini açıklamanın en iyi yolu bir örnek üzerinden gitmektir.
Önemsiz bir suçluyla ilgili bir roman yazdığımızı farz edelim, adı John olsun. Kitabınızın ana karakteri olarak John’un detaylı bir arka plan hikayesi olmalı. John’un arka plan hikayesinin önemli noktalarından biri köpeklerden korkması. Köpek korkusu hikayenin doruk noktasında önemli bir yer oynayacak, bu nedenle önemli bir senaryo parçası.
Okuyucunun Jonh’un köpek korkusunu bilmesi lazım. Soru şu – John’un köpeklerden korktuğunu okuyucuya nasıl göstereceksiniz?
İki seçeneğiniz var, biri okuyucunun aktif olarak olaya bağlanmasına neden olacak; diğeri ise sıkılmış ve pasif bir okuyucu ortaya çıkartacak.
En kolay seçenek anlatıcının arka plan hikayesini okuyucunun üzerine kürekle atmasıdır. Bu süreçte anlatıcı okuyucuya arka plan hikayesini ANLATIR.
Bunu kitabınızın ilk bölümüne yazabilirsiniz:
'John hep köpeklerden korkmuştu. Ani bir havlama sesi bile onun soğuk terler dökmesine yetiyordu. Annesi bunun onun bebekliğinden kaynaklandığı konusunda ısrarcıydı. Anlattığına göre siyah bir labrador John’un bebek arabasına sıçramıştı ve dondurmasını çalarken onun elini ısırmıştı. John psikolojiden falan anlayan biri değildi. O sadece köpeklerden nefret ettiğini biliyordu.'
İYİ GÖZÜKÜYOR, değil mi?
Yukarıda, anlatıcı okuyucuya John’un köpeklerden korktuğunu ANLATIYOR. ‘Okuyucuya John’un köpeklerden korktuğunu anlat’ kutusuna tik attınız ve artık daha heyecanlı sahneler yazmak için tamamen özgürsünüz. Bu yaklaşımın problemi okuyucuyu pasif bir pozisyona sokması. Basitçe ‘arkalarına yaslanacaklar’ ve anlatını onların ağzına senaryoyu kendi verecek. İpucuları birleştirmeleri ya da olayları yorumlamaları ve hatta konuşmaların arasında satır aralarını okumaları da gerekmeyecek. Hepsi bu kadar, hiç kafa karışıklığı yok.
İkna olmadınız mı?
Tek bir örnekte göze güzel gözükebilir, ancak bu ‘tepeleme’nin bütün kitap boyunca sürdüğünü düşünün. Yazar okuyucuya önemli bir senaryo parçasını ANLATMAYA her ihtiyaç duyduğunda anlatıcıya yükleniyor ve kutucuğa tik atıyor. Bu şekilde her bir senaryo parçası ve arka plan hikayesi göbeğini kaşıyarak oturan okuyucuya hazır olarak verilecek.
Böylece romanınız hızla, şey... sıkıcılaşacak.
ESNEME SESİ…
Peki, arka-plan hikayesini öylece ‘tepeleyemezsek’, ne yapacağız?
İkinci seçeneğimiz okuyucuyu aktif bir şekilde bağlamak. Bu daha fazla çalışma, yetenek ve düşünme gerektiriyor, ancak ödülleri hayret verici. Bu yaklaşımda, yazar okuyucuya John’un köpeklerden korktuğunu ANLATMIYOR, bunun yerine okuyucuya bunun ipucularını bırakarak GÖSTERTİYOR. Okuyucuyu senaryo için çalışmaya, önemli senaryo kırıntılarını satır aralarında aramaya zorlamanız lazım.
Peki ne yapacaksınız?
Dostumuz John’a geri dönelim. Hatırlıyorsanız, John’un köpeklerden korkması önemli bir senaryo parçasıydı ve okuyucunun bunu bilmesine ihtiyacımız vardı. İlk olarak yeni bir sahneye ihtiyacımız yok. Sadece kitabınızın başından bir sahne alın ve yoldan geçmekte olan bir köpek ekleyin. Özel bir köpek değil, sadece normal bir bit torbası, gözünüzü kırptınız ve unuttunuz. John köpeği görecek ve tepki verecek.Yeni bir konuşma yazmanıza gerek yok, sadece John’un hayvanı görüp ondan sakınmak için caddenin karşısına geçtiği birkaç satır ekleyeceksiniz. Anlatıcının eylemi tarif etmesi ancak bununla ilgili açıklama yapmaması çok önemli. Anlatıcı kesinlikle Jonh’un neden bu şekilde hareket ettiğini ANLATMAMALI.
Şimdi, ileriye sıçrayalım.
Kitabın cikcikli yerinden bir sahne hayal edin, John yeni bir suç işlemiş ve polisten kaçıyor. John kestirme bir sokak biliyor. O sokağa dönüyor ve bir köpek görüyor. John’un adımları duruyor, arkasını dönüyor ve başka bir rota seçiyor. Bu sırada neredeyse yakalanacak duruma geliyor.
Yine sadece eylem var. Anlatıcı kesinlikle John’un neden böyle hareket ettiğini ANLATMAMALI, sadece onun hareketlerini tarif etmeli. John’un hareketleri haricinde köpekle ilgili hiçbir şey söylenmedi. John köpek gördü ve tepki verdi. Bu boşluğu doldurmak ya da doldurmamak okuyucunun kendi problemi.
Son olarak, yeni bir sahne yazıyoruz.
Bu sahnede John ve partneri bir arabanın içindeler. John yakındaki bir parkta bir köpek görüyor. Köpeğe bakıyor, kafasını sallıyor ve bir şeyler mırıldanıyor. Partneri soruyor, "Senin köpeklerle ne derdin var dostum?" Ve nokta... Şimdi John’un köpeklerden nefret ettiğinden bahsettiği güzel bir konuşma (konuşma olmak zorunda) patlatabilirsiniz. Belki de annesinin anlattığı ‘bebek arabası ve dondurma’ hikayesini anlattırırsınız, bu size kalmış. Kafanızda zaten bir arka-plan hikayesi var, bunun ne kadarını açık edeceğiniz size kalmış. Önemli nokta okuyucunun John’un korkusunu ANLATMA ile değil konuşma yoluyla öğrenmesi.
Burada yaptığınız şey arka plan hikayesini okuyucuya konuşma yoluyla anlatmak için güzel bir bahane üretmek. John’un arkadaşı onun köpeğe verdiği tepkiyi görür ve bu soruyu sorması çok normal bir hale gelir. Ardından bir konuşma başlar ve bu yolla arka plan hikayesini anlatırsınız.
Bir adım daha ileri gidiyorum.
Sizin, yani yazarın, John’un köpeklere olan korkusunu hiç açıklamamanız da oldukça kabul edilebilir bir durum. Konuşmayı tamamen yok edip sadece John’un köpeklere verdiği tepkileri romanın içinde bırakabilirsiniz. Önemli olan sizin, yazarın, John’un korkusunu anlamanız ve herhangi bir durumda nasıl tepki vereceğini bilmeniz.
Hiç Indiana Jones filmlerini izlediniz mi? Bir filmde Indy sık sık yılanlarla karşılaşıyor. Kutsal Hazine Avcıları’nda şöyle bir konuşma vuku buluyor:
Indiana: There's a big snake in the plane, Jock! (Uçakta büyük bir yılan var, Jock!)
Jock: Oh, that's just my pet snake Reggie. (Oh, o sadece benim evcil yılanım Reggie.)
Indiana: I hate snakes, Jock! I hate 'em! (Yılanlardan nefret ediyorum, Jock! Onlardan nefret ediyorum!)
Jock: Come on! Show a little backbone, will ya! (Hadi ama! Biraz omurga göstersen olmaz mı!)
İzleyiciye Indy’nin yılan korkusu hakkında asla bir neden verilmiyor. Sizce yazar, George Lucas, nedenini biliyor muydu? Belki de. Okuyucuya asla anlatılmayacaksa fark eder mi? Kesinlikle hayır, Indy’nin korkusu sadece izleyicinin gözünde onu insansılaştıran ve izleyiciyi bağlayan bir araç. Indy’nin arka plan hikayesinin bir parçası olan bu durum, yazara olayın içine yılanlar girince Indy’nin nasıl tepki vereceğini tahmin etmekte kolaylık sağlıyor. Yapmamanız gereken tek şey arka plan hikayesini anlatıcı ağzından ANLATMAMAK.
Wow... bu küçük ama önemli bir tespit.
//Derburos, sana Karen’in ilk bölümlerinde yaptığım yorumları hatırla, tabii burayı okuyorsan. O gün kendi kendime söz verdim insanlara doğruları anlatmadan önce Türk serilerine sert bir eleştiri getirmeyeceğim. Ama çevirdiğim/anlattığım mevzuları görürsem kırbaçlarım :D
Tüm bu çalışma için, beynimizin bir numarasına yaslanıyoruz. Günlük yaşantımızda insanların eylemler yaptığını görürüz ve konuştuklarını duyarız, ancak kimse bize nedenlerinden ya da motivasyonlarını anlatmaz. Beynimiz sözlerin ve eylemlerin ne anlama geldiğini çözmek konusunda çok iyidir. En basitinden, sinirli görünen bir adam büyük bir sopa taşıyarak ve bize doğru koşarak ‘geber’ diye bağırırsa, beynimiz neler olduğunu ışık hızında anlayacaktır.
Bu beynimizin gördüğü hareketleri ve duyduğu sözcükleri hemen anlamlandırmaya çalıştığını ve satır aralarını okumak istediği anlamına geliyor. Büyünün olduğu yer burası. Siz, yazarlar, kitabınızın popüler olması için insan beyninin bu alışkanlığını kötüye kullanmaya çalışıyorsunuz.
İnsanların ikna edici hareketler ettiği ancak eylemlerinin nedenlerinin açıklanmadığı sahneler yazabilirseniz, okuyucuların zihni geri kalan işlemi kendi yapar ve olayı anlamlandırır. Aynı şey konuşmalarda da geçerli. Okuyucuların zihinleri doğal olarak satır aralarını okuyarak anlamlandırmaya çalışacak. Doğru bir şekilde (insan doğasına uygun) yazabilirseniz, zihinler derindeki anlamı görecektir. İşte bu yüzden John köpekten kaçınırken, beyniniz nedenini anlamaya çalışıyordu.
Başka bir açıdan bakarsak yapmaya çalıştığınız şey okuyucu ile karakter arasında bir boşluk yaratmak.
John’un neden köpeklerden korktuğunu açıklamayarak, okuyucuyu boşlukları doldurmaya itiyoruz. Belki de okuyucu da köpeklerden korkuyordur ve John’un kendine benzediğini düşünür. Köpekten korkmasalar da, hepimiz bir şeylerden korkuyoruz. Beyininiz korkuyu gördüğü anda tanıyacaktır. Hepimizin hayatında bizi caddenin karşısına geçmeye zorlayacak bir şeyler vardır. Sonuçta, korku insan hislerinin en gerçeği ve en derinidir.
Peki... işte bir sonraki seviye. Okuyucuyu korkuyu tanımaya ve o duyguyu kendi hafizalarında aramaya zorlayarak, kelimelerle anlatamayacağımız derin bir gerçeği tetikliyoruz. Okuyucular John’un korkusunu görüyorlar ve gerçekten, bir seviyede, korkuyu deneyimliyorlar.
Buradaki püf noktası anlatıcı açıklamalarını eylemler ve konuşmalarla yer değiştirerek, okuyucuyu pasif moddan aktif bir moda sokmanız. Okuyucu ile karakterler arasında bir anlatım boşluğu oluşturacak şekilde yazmaya başladığınızda, okuyucu eserinizin ‘üzerine eğilecek’ ve kitabınıza bağlanacak.
En basit şekliyle:
Anlatıcı açıklamaları (arka plan hikayesini tepelemek) = ANLATMAK. Arka plan hikayesini konuşmalarla ve eylemlerle aktarmak = GÖSTERTMEK.
Buraya bir uyarı koymak istiyorum… Yaratıcı yazarlık bölümlerinde öğretilen her şeyin çok ötesindeki bir teknik olan ANLATMA, GÖSTERT yöntemini öğreneceksiniz. Bu şekilde yazmak sadece basit bir teknik değil, bu yeni bir yazma metodolojisi. Aslında GÖSTERT, ANLATMA sizin mantranız olacak. Bu kısa formülün uygulanması roman ve diğer düz yazı türlerinde yazdığınız her şeye okuyucunun adeta saldırmasına giden bir anahtar. Yazarken kendinize “Şu anda GÖSTERTİYOR muyum yoksa ANLATIYOR muyum?” diye sormanız romanınızı çıkabileceği en yüksek seviyeye taşıyacak.
Asıl mesele teoriyi siktir edip, yazdıklarınızın her zerresine GÖSTERT ANLATMA Metodolojisinin sinmesine yarayacak teknikleri öğrenmek. Kitabın teori kısmı bitti bundan sonrası uygulama. //BAM BAM BAM :D
Göstert Anlatma Metodolojisini romanızın her kısmına uygulamak için dört ana konuya odaklanmamız gerekiyor:
1) Karakterizasyon.
2) Diyalog.
3) Betimleme.
4) Anlatıcı Açıklaması.
Karakterizasyon’da karakterlerin herhangi bir durumla karşılaştıklarında verecekleri tepkileri belirlemek için arka plan hikayesini nasıl kullanacağınızı öğreneceksiniz. Diyalog’da size okuyucu ile karakter arasında nasıl anlatım boşluğu oluşturulur, onu öğreteceğim. Betimleme’de olayları anlatmanın en iyi yollarını anlatacağım. Son bölümümüz olan Anlatıcı Açıklaması’nda anlatıcının neleri okuyucuya söyleyebileceğini neleri söyleyemeyeceğine dair elinize bir yönerge vereceğim.
_______________________________
Ratel Notu
Selam GÖSTERT AMA ANNATMACILAR, bu bölümle birlikte teori kısmı sona erdi. Eğlenceli ve kafa açıcı bir kısımdı. Garry amca sonunda bıçağı kökledi ve biliyorum ki şu anda çoğunuzun içi daralıyor, ben ne yapmışım deyip ağlıyorsunuz içten içe. Silin göz yaşlarınızı GÖSTERTİCİ EMMİ geldi, ihtiyacınız olan her şeyi anlatmayacak GÖST3RT3C3K XD
Buraya kadar okuyan biri kalanını kesin okur. Sonraki bölümlerde görüşmek üzere, Yorum ve beğenilerinizi eksik etmeyin. :D
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..