Bölüm 139
Parça 1
Hafızası geri dönen Vel hiçbir şey yapmadan kaldığı eve döner ve yatıp uyur. Sabahın ilk ışıkları camdan içeri süzülürken Vel gözlerini araladı. Yatakdan çıktıktan sonra ilk iş olarak yüzünü yıkadı ardından saçları düzeltti. Biraz su içtikten sonra bir elma alıp dışarı çıktı. Elmayı yerken ılık güneşin altında sallanarak yürüyordu.
Tavşan çalıların arasından birden fırladı ve kendi tarzında bir şeyler mırıldanarak Vel'e yaklaştı. Dibine kadar gelip paçasından çekiştirerek evi işaret etti.
'Hayır artık çalışmıyorum, işi bıraktım.'
Tavşan endişeli bir şekilde Vel'i tekrar çekiştirdi.
'Fikrimi değiştirmek istiyorsan Alice'yi buraya getir.'
Tavşan biraz düşündükten sonra hızla çalılara doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada Vel sinsi bir şekilde gülüp yediği elmadan geriye kalan yemeyeceği parçayı tavşana fırlattı. Tavşan inanılmaz bir reaksiyon göstererek ani bir hareketle arkasını döndü ve üzerine doğru gelen elma parçasına sert bir tekme attı.
Elma parçası Vel tam suratına doğru geri dönüyordu. Vel sağ elinin dışıyla elmaya vurup parçaladı. Tavşan kendini beğenmiş bir gülümseme atıp tekrar yoluna koyulduğu sırada kafasına çarpan elma çekirdeği ile sırt üstü yere düşmüştü.
Tavşan yavaşça yerden kalkarken Vel'e baktı ve onun yüzünde ki şeytansı gülümsemeyi gördü. Birkaç saniye olduğu yerde durduktan sonra ağlayarak çalıların arasına daldı ve gözden kayboldu.
'Ha ha ha ben kazandım seni sinsi tavşan fırlattığın o havuçların bedelini ödemiş oldun.'
'Neden tatlı küçük bir tavşana zorbalık ediyorsun ki?'
'Alice oldukça hızlısın'
'Buraya neden çağırdığını biliyorum'
'Bende bildiğini biliyorum, benim merak ettiğim şey neden? Neden bana yardım edip hafızamı düzelttin ?'
'Öyle mi yaptım? Farkında bile değilim hem benim amacım seni buraya iyice bağlamaktı.'
'Şimdi düşününce oldukça açık olan bir şeyi yeni fark ettim.'
'Neymiş o?'
'Sen ve Aria aslında aynı kişisiniz. Sen daha çok onun kurtulduğu bir yanısın öyle değil mi?'
'Haklısın ben sadece istenilmeyen bir parçayım'
'Bu kadar tarafsız ve bu kadar acımasızca düşüncelerinin olmasının nedeni sensin yani'
'Evet'
'Neden beni şapkacı yapmak istedi?'
'Tesadüf'
'Peki öyle olsun, şimdi beni onun yanına götür bende her şeye bir son vereyim'
'Sana yardım ettim çünkü buradan kurtulmanı istedim. Sana öyle gelmeyebilir ama sen benim yüzyıllardır eğlenerek konuştuğum ilk kişisin onun yanına gitmek yerine buradan çıkmayı istemelisin'
'Bu işe bir son verdiğimde buradan zaten çıkabileceğim yani sorun yok ayrıca sakın bana onun yanına gidemiyorum muhabbeti yapma bunun yalan olduğunun farkındayım. Gidemiyorsun değil gitmek istemiyorsun.'
'Sen acımasız birisin öyle değil mi?'
'Gerektiğinde evet ama şu an da seni de düşünerek bu karara vardım bu yüzden lütfen beni onun yanına götür.'
Alice bir anlık şaşkınlık ardından kendini topladı.
'Peki beni takip et seni canavarın karnına götüreceğim'
'Hey bu nasıl bir benzetme'
'O zaman seni Kara Kapılara götüreceğim ve orada son savaşımızı verip umudumuzu bağladığımız kişinin görevini başarmasını bekleyeceğiz.'
'Son savaş mı? Neden hemen final veriyoruz? Hem başlangıç nerede?'
'hahaha başlangıç hikayesi epey uzun ama anlatmaya gerek yok. Kim sonrasını gördükten sonra öncesini merak eder ki? En azından ben etmiyorum'
Kendileri has konuşmalar eşliğinde yürüdüler ve sonunda vardılar. Bulundukları yer de hava biraz kararmıştı. Şimşekler çakıp duruyordu ve bu tıpkı savaş için çalan çanlar gibiydi. Etkili ve rahatsız ediciydi. Vel'in karşısında korku romanlarından fırlamış simsiyah bir şato vardı. Pembe camlarını ve yatan kedi şeklinde ki çatısını saymazsak oldukça korkunçtu.
'Alice bu yer beni ürpertiyor.'
Alice Vel'in sırtına bir tane vurdu.
'Korkma yanında ben varım'
'Bu daha da korkutucu'
Vel kafasını çevirdiğinde Alice orada olmadığı gördü, etrafına baktı ama kimse yoktu. Ne olduğunu düşünüyordu.
'Böööööööööööö'
'Aaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaaa !!!!'
'Ahahahahahaha nasıl çığlık attın ama'
Vel aniden arkasında belirip onu korkutan Alice öfkeyle baktı.
'Yaptığın şapkaları sana yedireceğim ve ardından seni şapka şelalesine atacağım'
'Burada öyle bir şelale yok'
'Endişelenme yakında olacak'
'Beni korkutuyorsun Vel'
'Sen de beni'
'Puhuhuhuhu hadi gidelim Vel sanırım bu kadar eğlence yeterli'
'Evet yeterli'
Gök bir kez daha şiddetlice kükredi.
'Ya da geri mi dönsek? Bugün hava kötü Vel'
'Endişelenme Alice bir şey olmayacak'
Tam ilerleyecek cesareti topladıkları zaman şatonun üçgen şeklinde ki büyük kapısı büyük bir patırtı ile açılmaya başladı. Kapı aralandığında içinden bir sürü yarasa çıkıy---- bir dakika o şeylerde ne? Yarasa olması gerekiyordu onun yerine uçan şapkalar çıkıyor.
'Hey Alice neden kapı açıldı ki tam kendimden emindim şimdi ise fikirlerim değişti.'
'Sana katılıyorum tam da yüzleşme için cesaretimi toplamıştım ama şimdi gitmek istiyorum.'
Kapı tamamen açıldıktan sonra Aria asil bir şekilde ortaya çıktı. Gözleri gökyüzü kadar mavi ama bir o kadar da gökyüzünün rengi kadar aldatıcıydı.
'Demek benim isteğim dışında ona yardım ettin Alice'
'Üzgünüm'
'Şimdi Vel amacın ne? Beni öldürmek mi? Yoksa daha farklı bir şey mi?'
'Tabii ki de seni öldürmek istemiyorum kim senin kadar güzel bir varlığı öldürmek ister ki? Ne kadar bu güzelliğin mükemmel olduğu kadar sahte olsa da'
'Gerçekten mi? Bu yüzden mi beni öldürmek istemiyorsun?'
'Elbette ama sadece bu değil aynı zamanda sen doğru yönlendirilirsen çok büyük işler başaracağına inanıyorum bu yüzden seni tekrar bir yapacağım bu sayede artık o sahte yanın kaybolacak'
'Vel benim tatlı şapkacım eğer bir olmak isteseydim onu kendimden hiç ayırmazdım.'
'Sen sadece gerçeklerden kaçıyorsun Aria'
Aria elleri bir kez birbirine çarptı ve şatonun içinde tavşan bir yemek arabasını iterek getirdi. Üzerinde hazırlanmış çay, şeker, tuz, kedi şeklinde bardaklar ve kedi patisi şeklinde çay kaşıkları vardı.
'Çay içer misin Vel?'
'Elbette'
'Peki şeker mi tuz mu?'
'Hmmm ikisinden de biraz atarsan güzel olur'
'Aynı an da ikisi de olamazsın'
'Olabilir örnek olarak şu an hem senin çılgın şapkacınım hem de dünyanın en büyük büyücüsü olacak Vel'im'
'Yani ben de hem şeytan hem de melek olabilir miyim?'
'Senin gibi biri ne isterse o olabilir Aria, ister bir şeytan isterse bir melek ya da ikisi birden tamamen sana kalmış bir şey'
'Yani tekrar eski ben olsam da şu an ki beni de koruyabilir miyim demek istiyorsun?'
'Evet aynen öyle'
'Neden beni kurtarmaya çalışıyorsun Vel?'
'Çünkü bu yer senin duygularından oluşmuş o gülen kedi, sürekli endişeli olan o tavşan, sürekli başarısız olduğunu düşünen o tırtıl hepsi seni temsil ediyor bütün bu olumsuzluklara rağmen burası eğlenceli, renkli, fantastik ve barış dolu bir yer, sen tüm dünyayı burası gibi yapmak istiyorsun her ne kadar güzel bir hayal olsa da fazla çocukça'
'Çocukça mı?'
'Evet aynen öyle çünkü savaşlar her zaman olmasa da gereklidir çünkü uğruna savaşmamız gerek şeyler vardır. Bir savaşta her zaman kötü bir taraf olmaz bazen iki tarafta iyidir ama işte o uğrunu savaşmaları gerek şey onları buna zorlar.'
'O zaman uğruna savaşılacak her şeyi yok ederim.'
'O zaman yaşamanın ne anlamı kalır ki?'
'Bir anlamı olmak zorunda mı ki?'
'Elbette bir anlamı olmak zorunda yoksa neden yaşayalım ki?'
'Benim için bir anlamı yok, ben neden yaşıyorum o zaman'
'Muhtemelen bir anlam arıyorsun ve bulman da yardım edeceğim.'
Vel'in sözlerin de sonra Aria gerçek anlam da ilk kez içten gülümsedi. Vel adeta büyülenmişti ama bu sırada bir şey hissetti ve kafasını arkasında olduğunu düşündüğü Alice çevirdi.
Ama Alice'nin olması gereken yer de kimse yoktu. Bir an içinde bir acı hissetti fiziksel değildi ama yine de çok acıtıyordu. Bu sırada Aria ona seslendi.
'Nereye bakıyorsun tam karşında duruyorum'
Vel şaşırdı ve gülümsedi.
'Şimdi sana ne diye seslenmeliyim?'
'Aria tabii ki'
'Peki o zaman, Aria'
'Şimdi ne yapıyoruz? Vel'
'Sanki bir şeyi unutuyor gibiyim'
'Arkadaşını olmalı'
'Evet Berlin'de benleydi. O nerede şu an?'
'Uyuyor geldiğinden beri onu uyutuyorum.'
'Ooo demek öyle sevindim çünkü o burada gerçek anlamda delirirdi.'
'Sen de delirdin'
'Hayır hayır ben iyiyim'
'Tavşana elma çekirdeği fırlatıyordun'
'Çünkü o tavşanın gerçek kimliği bir şeytan'
'Hayır hayır o gayet sevimli bir tavşandı.'
Vel'in ve Mavi Cadı Aria'nın arkadaşlığı işte böyle başlamış oldu...
Parça 2
'Aria her şey düzeldiğine göre bu yer yok olmayacak mı?'
'Tabii ki hayır neden yok olsun ki?'
'Bilmiyorum sadece öyle bir hisse kapıldım.'
'Peki şimdi seni arkadaşının yanına götüreceğim bana tutun.'
'Neden sana tutunmam gerekiyor?'
'Soru sorma sadece koluma dokunsan yeterli olur.'
'Peki öyle yapacağım.'
Vel Aria'nın koluna tutunur tutunmaz kendi başka bir yerde buldu. Bir odadaydılar ve Berlin'de yerde öylece yatıyordu.
'Hey nasıl buraya bir an da geldik?'
'Işınlanma ile'
'Öyle bir büyü duymamıştım.'
'Oldukça nadirdir zaten hem de oldukça ama ona ışınlanma büyüsü demek yanlış olur çünkü bu büyü ile aynı zamanda harikalar diyarını yarattım.'
'Nasıl bir büyü harikalar diyarı gibi bir yeri yapmanı sağlayabilir ki?'
'Hmmm küçükken yapmaya başlamıştım ama o zamanlar sadece ışınlanabiliyordum tabi sadece kısa mesafelere sonra zaman geçti ve ben kendimi geliştirdim. Böylece daha uzun mesafelere ışınlanmaya başladım zamanla o kadar güçlü bir hale geldi ki bir şehirden başka bir şehre gitmek sadece birkaç saniye sürer oldu. Bende senin gibi bu büyünün sadece ışınlanma olduğunu düşünmüştüm aslında düşüncem doğruydu en azından bir süreliğine öyleydi. '
'Ne demek istiyorsun?'
'Şu an ki ben sonsuz büyü miktarına ve sonsuz gençliğe sahibim sence bunu nasıl elde ettim.'
'Ağaç?'
'Hayır ağaçla anlaşmaya yapan kişi Aiko'ydu.'
'Aiko?'
'Doğru sen onu Mor Cadı olarak tanırsın.'
'Evet şimdi anladım demek ağaçla anlaşması olan bir cadı vardı.'
'Vardı değil hala var.'
'Demek yaşayan tek cadı sen değilsin'
'Asıl sorman gereken soru ölen cadı var mı ki?'
'Var mı?'
'Hayır, hepimiz yaşıyoruz.'
'Peki bunu başka zaman konuşalım sonsuz büyü miktarı mevzusu ilgimi çekiyor. Ayrıca büyü miktarın sonsuzsa bu seni yenilmez yapmaz mı?'
'Hadi ama sen zeki birisin Vel, büyü miktarım sonsuz olsa da gücü belirleyen şey büyünün seviyesidir. Evet belki hiç durmadan büyü yapabilirim ama bu herkesten güçlü olduğum anlamına gelmez. Gri Cadı ve ben aynı miktarda büyü kullanıp birbirimize saldırsak onun büyüsü benim büyümü, beni ve etrafımı yok eder. '
'Evet ne demek istediğini anlıyorum peki bunu nasıl elde ettin?'
' Teyton'lar hakkında bir araştırma sırasında bir zindan buldum, zindanın sonunda biri vardı. Kendisinin bir Teyton olduğunu söyledi, ben de heyecanlandım ve ona sorular sormaya başladım ama o sorularıma aldırış etmeden bana bir soru sordu 'Teyton'ların gücünü mü merak ediyorsun?' dedi. Aslında asıl merak ettiğim şey onlara ne olduğu ve nerede olduklarıydı. O an bunu söylemek yerine evet cevabını verdi. Teyton yanıma yaklaştı, işte o zaman ne kadar yaşlı olduğunu görmüş oldum, gözlerinin de kör olduğu belli oluyordu. Neredeyse ince bir dala dönmüş kolunu bana uzattı elini kafama koydu ve birkaç saniye bekledi. Sonra elini çekip konuşmaya başladı.
'Sana asıl gücümüzü gösteremem çünkü bunu kaldıramazsın ama sana gücümüzün küçük bir parçasını göstereceğim' bunları söyledikten sonra yaşlı adamın vücudu bir anda toza dönüştü geride ise beyaz bir büyü yumağı kalmıştı. Elimi yumağa uzattım ve büyü içime akmaya başladı. Bütün bedenimi dayanılmaz bir acı kapladı ama oldukça kısa sürmüştü. İşte bu şekilde bu gücü kazandım yaşlı adama neden bunu yaptığını soramadım ne yazık ki, belki de ömrünün sonu geldiği içindir. Ya da o yaşlı bir adam falan değildi sadece ödül için konulmuş bir büyüydü, kim bilir?'
'Bu oldukça inanılmaz bir hikaye peki bunun ışınlanma büyüsü ile ne alakası var?'
'Işınlanma büyüsü dediğimiz büyünün aynı zamanda bir boyut büyüsü olduğunu öğrenmemi sağlayan şey sonsuz büyü miktarımdı, eğer sonsuz büyü miktarına sahip olmasaydım asla bu büyüyü keşif edemezdim çünkü bir şeyi yaratmak ve onun varlığını sürdürmesini sağlamak için her saniye büyü gerekiyor.'
'Şimdi anladım o zaman bu tarz bir büyü sonsuz bir büyü miktarına sahip olmayan birinin elinde sadece ışınlanma için kullanılabilir.'
'Ben öyle düşünmüyorum çünkü bu büyünün daha keşfedelimemiş birçok yanı olabilir.'
'Evet olabilir.'
Bu konuşmadan sonra Aria Berlin'i uyandırdı. Vel olan biteni kısaca Berlin'e açıkladıktan sonra Aria onları harikalar diyarından çıkardı ve bulundukları yerin aslında Aria'nın gökyüzüne yükselttiği bir ada olduğunu öğrenip şoka uğradılar. En çok şoka uğrayan Berlin'di. Vel böyle şeylere oldukça alışmıştı sonuçta.
Vel Berlin'le beraber başkente geri dönüp uzun yokluklarını arkadaşlarını anlatmalıydılar. Vel bunu Aria'ya söyledikten sonra Aria'da onlarla gitmek istedi. Aria'nın söylediğine göre ada Aria olmadan da dört tam gün uçabilirmiş. Vel içten içe bunun kötü bir fikir olduğunu düşünse de Aria'nın isteğini kabul etti.
Beraber başkente ışınlandılar. Anlaşılan Aria daha önce bulunduğu her yere ışınlana biliyor. Berlin onlardan ayrılıp Siyah Merasimden Azul isimli kılıcım sahibi Kazeru'yu görmeye gitmişti. Vel ve Aria şehirde beraber dolaşıyordu, Aria meraklı bir şekilde her şeyi inceliyordu.
'Sanırım artık bu şapkadan kurtulmalıyım bana yakışmıyor.'
Bu sözlerinden sonra Aria endişeli bir şekilde Vel'in önüne geçti ve onu omuzlarından tuttu.
'Hayır sakın çıkarma o şapka sana çok yakışıyor.'
'Hey hey sakin ol neden panik yaptın'
'Çünkü onu çıkartırsan sanki şu an ki sen kaybolacakmışsın gibi hissettim.'
'Peki peki çıkarmıyorum eğer sen yakıştığını söylüyorsan'
Aria gülümsedi.
'Evet yakışıyor.'
Şehir meydanına gelmişlerdi oldukça kalabalıktı ama bir bağırtıyla bütün insanlar meydandan uzaklaşmaya başlamıştı.
'Neler oluyor?'
'Bilmiyorum.'
Dağılan kalabalığın arasından Berlin koşarak yanlarına geldi .Nefes nefeseydi.
'Ne oldu Berlin?'
'Kazeru ve diğerlerine ne olduğunu anlatıyordum cadıdan bahsedince hepsinin ifadesi değişti ve şu an buraya geliyorlar.'
'Çoktan geldiler Berlin, her neyse sorun değil zaten birinin anlatması gerekecekti beni bu dertten kurtardın sağol'
Genç Kazeru ve yardımcısı Reynold karşılarında duruyordu. Genç Kazeru öne çıktı ve konuşmaya başladı.
'Vel o gerçekten bir cadıysa ne yapmamız gerektiğini anlıyorsundur onlar yüzünden ne kadar kişinin öldüğünü biliyorsun'
'Evet biliyorum ama bu hikayenin sadece bize aktarılan kısmı ne kadarı doğru ne kadarı yanlış bilmiyoruz.'
'Eğer onu koruyacaksan konuşmamıza gerek yok.'
Kazeru cebinden bir eldiven çıkartıp Vel'e fırlattı.
'Anlıyorum teke tek bir düello kazanan istediğini alır'
'Evet aynen öyle'
'Aria endişelenme şu kendini beğenmiş velede bir ders vereceğim sonra senle gezmeye devam edebiliriz.'
'Peki sana güveniyorum.'
Berlin üzgün bir şekilde Vel'a baktı ve konuşmaya başladı.
'Vel üzgünüm benim aptallığım yüzünden böyle oldu eğer bir şey söylemeseydim böyle olmazdı.'
'Sorun yok Berlin zaten onunla savaşmak istiyordum herkes onun en güçlü olduğunu söyleyip duruyordu.'
İkisi de öne çıktı diğerleri çatılara çıkmışlardı. Kazeru Azul'u kınından çıkardı. Azul adeta kan açlığı çeken bir vampir hissi veriyordu. Vel Azul'u görünce gülümsedi.
'Demek canavar kılıç o pek de ahım şahım bir şey değilmiş.'
Kazeru cevap vermedi.
'Anlaşılan konuşmayı sevmiyorsun o zaman başlayalım.'
Vel'in ve Kazeru'nun ilk aynı zamanda son karşılaşması böyle başladı...
Devam Edecek
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..