Fetih Takvimi: 554
‘’Düşün düşün düşün...’’
Rutubetli hücremde kendi kendime konuşurken bir ileri bir geri yürüyüp duruyordum ne yapmalıydım?
İçinde bulunduğum durumdan çıkmak için değildi bu düşünceler, sonuçta kendim etmiş kendim bulmuştum. Asıl sorun bu ‘’soruşturmanın genişletilmesi’’ olayıydı.
Yaptığım şey tek kelimeyle bencillikti. Evet, Konstantin için yaptım bir bencillik. Eğer bencilliğimin cefasını ben çekeceksem bir sıkıntı yoktu, ama bunun istemeden başka kişileri etkilemesi... İşte bu kabul edilemezdi.
Ne yapabilirdim? Konstantin’i oradan çıkararak aslında birçok kişiyi oradan kurtardığımı... İnanmazlardı ki, üstelik o raddeyi çoktan geçmiştik sanırım.
‘’Öfff!’’ kendimi yatağa bıraktım, normalde böyle bir durumda pişmanlık ve suçluluk duymam gerekiyordu ama bunun zerresini hissetmiyordum. Bir daha olsa bir daha yapardım ve bunu sadece arkadaşlarımı kurtaracak olmak ile açıklayamıyordum...
Yastığımın altına koyduğum küçük künyeyi çıkarıp incelemeye başladım. Tutuklandığım sırada ne pahasına olursa olsun (insanlık onuruna yakışacak bir şekilde elbette) saklamayı başarmıştım bunu. Bunu Konstantin vermişti bana, ne olursa olsun saklamalıydım. Ne olursa olsun...
Üzerinde okuyamadığım bir alfabeden ismi ve kan değeri yazılıydı, ne kadar olduğunu bilmediğin bir süre boyunca inceledim künyeyi, hiçbir şey anlamadığım yazılar içerisinde kaybolmuş, düşünüyordum:
‘’Ne yapmalı, ne yapmalı...’’
Konstantin’i düşündüm yine. Bana ne olursa olsun geri geleceğini, bana bir şey yapmalarına izin vermeyeceğini söylemişti. Gerçekten de böyle bir mücadele içinde olduğunu umut etmek güzel olsa da kendi kendimi kandırmaktan öte değildi muhtemelen. O gitmişti, muhtemelen bir daha onu göremeyecektim. Ve bu, şu ana kadar olan bir çok şeyden daha çok acıtıyordu canımı...
Acaba ne yapıyordu şu an?
…
Milattan Sonra: 2565
İsmini anmam ile Konrad bir anda duraksadı, bir süre hiçbir şey demedi. Odada olan tek ses radyoda çalan müzikti, müziğin hareketli ritmine çok tezattı bu durum...
Bir süre ikimizde birbirimize bakmadan durduk. Havadaki gerginlik aslında soruyu doğru bir yere sorduğumun kanıtı gibiydi. Konrad, aldığı sigaralardan birini yakıp gülerek konuştu:
‘’Baya da hiçbir şey olmamış.’’
‘’Sorumu cevaplar mısın...’’
’Bu ismi nereden duydun?’’ ben daha cümlemi tamamlayamadan konuştu. Yüzündeki alaycı ifade korkunç derecede hızlı bir şekilde ciddileşmişti.
‘’Arkadaşın mıydı?’’ sorusuna soru ile karşılık verdim.
‘’Bu ismi nereden duydun?’’ sigara ağzında karşıma geçti.
“Ne yapa...”
‘’Theslaff, sana bu ismi söyleyen kişi oydu değil mi?’’ dedi konuşmama izin vermeden.
O an az kala kalp krizi geçirecekmiş gibi olmuştum, hiç beklemediğim bir insandan bu manyak kadının ismini duymanın verdiği şoku anlatacak bir kelime yoktu.
‘’Ne oldu? Şiştin mi?’’ ben şaşkınlıktan hiçbir şey diyemeyince aşağılar bir şekilde konuşmuştu.
‘’O-onu nereden tanıyorsun.’’
‘’Sen bir şey biliyorsan ben on şey biliyorum Konstantin.” ardından açtı ağzını yumdu gözünü, “En başından beri dürüst olsan emin ol çok daha büyük ilerleme kaydederdik. Ve emin ol bu sadece Erdalılar ve Yuri ile alakalı da değil, kendimi bildim bileli aynı şeyi yapıyorsun!’’
Ardından iç çekti, sigarasından bir duman daha alıp yarım kalan bardağını bitirdi. Bir süre daha sadece arkadan çalan şarkının eşliğinde durduk. Haksız değildi, asla olmamıştı ki... Hiçbir zaman yakın bir ilişkimiz olmamıştı, bundan dolayı da hiçbir zaman kendimde ona ‘’her şeyi olduğu gibi’’ anlatmak gibi bir sorumluluk görmemiştim. Çoğu konuda onu geçiştirirdim veya farklı hikayeler uydururdum. Bunun tam sebebini ben de bilmiyorum, belki de onu hiçbir zaman dertlerimi anlatacak ve paylaşacak biri olarak görmediğimdendir...
Sessizliği bozan yine kendisi oldu, ‘’İlk sorunu cevaplamadan önce ikincisini cevaplamam lazım. Hayır, Yuri arkadaşım falan değildi. Kendisini tanımıyordum bile. Kendisi bir astsubay olarak sıradan bir astımdı sadece.’’
‘’Peki Theslaff?’’
‘’Onun cevabı da birinci sorunun cevabı ile birlikte gelecek.’’ ardından yeni bir tane sigara yakıp konuşmaya başladı:
‘’Bundan üç yıl kadar önceydi, yaşanan onca kanlı muharebeden sonra Alta’ya ulaşmayı başarmıştık. Oranın neresi olduğunu veya Cumhuriyetin ne derece bir öneme sahip olduğunu açıklamama gerek yok sanırım, Yuri’nin ve Theslaff’ın kim olduğunu biliyorsan bunu da biliyorsundur evvela.’’
Yalin Cumhuriyeti, gelişmiş eski kıtanın en güçlü ikinci devletiydi (birincisi malum). Alta ise bu devletin başkentiydi. Bu teknolojik ve askeri olarak oldukça gelişmiş olan devletin başkentinin ne kadar önemli olduğunu anlamak için dahi olmaya gerek yoktu.
‘’Tabii bu gerçekleri bizden daha iyi bilen biri varsa da o da düşmanın kendisiydi. O ana kadar Yeni Kıtanın içlerinde bile karşılaşmadığımız derecede bir direnişle karşılaşmıştık. Bu, kısıtlı olan imkanlarımızla da birleşince savaşın oldukça uzamasına ve adeta savaşın kitlenmesine sebep olmuştu. Bu olaylar yaşanırken ben orduda bir yüzbaşıydım. Görevim de öyle şaşalı bir şey değildi, General Maxim Ivankov’un, Yeni Kıta’daki Altı Gün Taarruzlarının muzaffer komutanı, yaveri ve müfettişiydim. İşim, ordu içerisindeki durumları teftiş ederek ona raporlar hazırlamak, herhangi bir firar veya taşkınlık olup olmadığını kontrol etmekti. İlk başlarda bunda sıra dışı bir şey yoktu. Herkes yerli yerindeydi, Uzay Kuvvetlerinde bulunan, özellikle de böyle bir yerde, hiç kimse firar etmeye veya taşkınlık çıkarmaya cesaret edemezdi. Yine bu teftişlerden birindeyken ilk kez ’bir’ kişinin son sayımda eksik olduğunu fark etmiştim. Bu bir ilkti çünkü o ana kadarki tüm sayımlarımda zayiatları saymazsak herkes tamdı. Bu firari arkadaşın adı Yuri Templar’dı, YSM pilotu olan bir astsubaymış kendisi. Durumu normalde direkt üstlerime bildirmem gerekiyordu ama onun yerine ’belki de bir sebebi vardır’ diye onu aramaya başladım. Tüm üssü dolaştım, onu bulamayınca da dışarı çıktım. Üs çevresinde de onu bulamayınca en sonunda ne düşman hatlarında, ne de bizim hatlarımızda olduğunu düşündüğüm ormanlık bir alan girdim. İçimden küfürler ederek ormanda dolaşırken en sonunda düşündükçe kafayı tırlatmama sebep olan o görüntüyle karşılaştım.” ardından ağzındaki sigarayı söndürüp devam etti:
“Yuri olduğunu düşündüğüm çocuk oradaydı, üstelik tek başına da değildi. Yanında bir Erdalı vardı! Yan yana oturmuş bir şeyler konuşuyorlardı. Ne yaptıklarını çözmek için yavaşça yanlarına yaklaştım, Yuri heyecanlı heyecanlı bir şeyler anlatıyordu yanındaki kıza, kulaklarına eski model çeviri araçlarından birini takmıştı ikisi de. İkisi de bir savaşta olduklarını unutmuş gibiydiler. Epey bir süre gizlice dinledim onları. En sonunda daha fazla dayanamayıp önlerinde dikildim. O anki tepkilerini dün gibi hatırlıyorum, gizlice okuldan kaçmaya çalışırken müdüre yakalanmış ki öğrenci gibiydiler. İlginç bir şekilde yanındaki kız kaçmaya çalışmadı, Yuri’nin yanında durmuş, öylece dikiliyordu. Yuri’den bana olanları açıklamasını talep ettim, dediği ilk şey ne oldu biliyor musun? Bir süre daha orada kalmak için izin istedi. Tek emrimle onu firari olduğu için kurşuna dizdirebilirdim. Peki ben ne yaptım? Yarım saat içerisinde üsse gelmesini söyledim ve çekip gittim. Yuri bir saate yakın bir süre sonra geldi, izin verdiğim için bana ne kadar minnettar olduğuna dair uzunca bir monolog attıktan sonra bana olanları anlatmaya başladı. Söylediğine göre bir aydır hiç kimseye gözükmeden bu ormanlık alana gidiyor ve adının ‘Theslaff’ olduğunu söylediği bu kızla buluşuyormuş. Bunun sebebini sorduğumda ise söylediği tek şey ‘onun iyi biri’ olduğuydu. Birçok şey diyebilirdim, bir savaşta olduğumuzu, onun sokakta karşılaştığı sıradan bir kız olmadığını, bu yaptıklarının sonucunda ikisinin de başının fena halde belaya gireceğini vesaire vesaire... Ama yine de dediğim tek şey ‘dikkatli’ olmalarıydı. O an merhamet ettiğim için az kala ayağıma kapanacaktı çocuk.’’
‘’Bu kadar sağ duyulu olduğunu bilmiyordum?’’ diye sordum alayla.
‘’Bilmiyorsun çünkü değilim.’’ diye yanıtladı basit bir şekilde..
‘’Peki o zaman tüm bunların sebebi neydi?’’
‘’Merak ve... Boş ver.’’
‘’Boş falan vermeyeceğim.’’
‘’Sen bana her şeyi anlatmaya başlarsan ben de onu anlatırım bir gün.’’
‘’...’’ bunun üzerine söyleyecek bir şeyim yoktu.
Başka bir sigara daha yakıp devam etti, ‘’Neden bilmiyorum, ama onu, daha doğrusu ‘onları’ engellemenin olması gereken bir şeyi engellemek olacağını düşünmüştüm. Ne olacaksa olmalıydı.’’
‘’Kadere de inandığını bilmiyordum.’’
‘’Hep böyle araya gireceksen devam etmeyeyim.’’
‘’Tamam tamam, özür.’’
İç çekti, ‘’Birkaç ay boyunca sırf o çocuğu korumak için bir sürü yalan rapor yazdım. Hayatımda asla söylemeyeceğim yalanlar söyledim. Tabii bunu olarak karşılıksız yaptığımı söyleyemem, çocuktan o gün neler yaptıklarına dair bana her şeyi anlatmasını şart koşmuştum. O da anlatıyordu elbette. Bundan sonrası ise tam da beklediğim gibi gelişmişti. Bu iki gerizekalı birbirine aşık olmuştu. Bunun bana dokunan bir tarafı yoktu tabii, sonuçta kendi düşen ağlamazmış.’’
Bu biraz düşününce garip gelmişti, Theslaff gibi bir kadına kim aşık olurdu ki? Gerçi bu çok da garip değildi çünkü... Çok benzerdi, çok tanıdıktı bu, çok...
‘’Konstantin?’’
‘’Ha, şey dalmışım.’’ toparladım kendimi.
‘’Çok mu sıkıcıyım?’’
‘’Yok yok.’’
‘’O zaman devam edeyim.’’ dördüncü sigarayı yakıp konuşmaya başladı:
‘’Ama şans onlardan yana değildi, tam da bu olayların olduğu sıralar çatışmaların şiddetlendiği günlerdi, yakın hava desteğine çok fazla ihtiyacımız oluyordu. Bu dönemlerde Yuri daha sık bir şekilde görevlere katılmaya başlamıştı. Söylediği kadarıyla Theslaff da YSM pilotuymuş ama onun neler ile uğraştığını bilmiyorum tabii ki. Ama şunu biliyorum, bu ikisi tüm bunlara rağmen buluşmayı sürdürdüler. Belki de aşkları savaştan güçlü gelmişti, kim bilir?’’
‘’Sonra?’’
‘’Acelen mi var?’’ dedi ve biraz daha içki koyup içti. Aslında haksız değildi, acelem vardı, çünkü onlarla alakalı her cümlesinde ‘’o’’ his daha da dayanılmaz bir hale geliyordu, saçma derecede benziyordu...
‘’Sonra o malum olay yaşandı. Savaşın artık ilerleyemez duruma gelmesinden dolayı ortaya bir plan atıldı. Kısıtlı ateş gücümüzü arttırmak için savaş gemilerimizden bir tanesini yörüngeden içeri sokacaktık. Bu sayede malum sebeplerden gezegende kullanamadığımız silahlar kadar olmasa da fark yaratacak bir ateş gücüne sahip olacaktık. General ve benle birlikteki birkaç düşük rütbeli subay bu plana daha ilk etaptan karşı çıkmıştı. Uzay Gemileri de normal suda yüzen gemilerden pek de farklı değildir, biri nasıl suda yüzüyorsa diğeri de uzayın boşluğunda yüzer. Her ne kadar yerçekimi reaktörleri sayesinde havada asılı kalabilseler de atmosfer içi şartlar uzay içindeki şartlardan çok farklıdır. Bunu yapmakla normal bir gemiyi karadan yürütmek arasında pek de bir fark yoktu. Tabii ki bizi dinleyen olmamıştı. Karada bulunan biri olarak tam olarak ne yaşandığını bende bilmiyorum, ama tek gördüğüm kulakları sarsan bir patlamayla gökyüzünün adeta alev almasıydı. Sonrasını zaten anlatmama gerek yok herhalde, Federasyonun en önemli gemilerinden biri olan UNSF Oğuz, resmi kayıtlarca ‘Tip 3’ bir medeniyet tarafından yok edilmişti. O zamanlar sen Dünya’daydın, genel kurmay başkanının ani istifası ve donanma komutanlığının toptan değiştirilmesini hatırlıyorsun değil mi? İşte hepsi bunun yüzündendi. Sonrası ise tam bir kaos. Hiçbir işe yaramayacağını bilsem de önce Generali görmeye gittim. Yaşanan kargaşaya rağmen yüzünde her zamanki sakin ve gururlu ifade vardı. Tek bir emir verdi; toplayabildiğim kadar çok kuvveti emrim altına alıp geri çekilmem, kendisi ise bu sırada bize zaman kazandırmak için ufak bir birlikle düşmanın dikkatini dağıtacakmış. Herhangi ekstra bir şey demeden dışarıya fırladım. Düşman telsiz bağlantımızı kesmişti, ordu gruplarına haber vermek içinse oldukça kısıtlı bir zamanım vardı. Kaybedecek herhangi bir vaktim yoktu. İşte tam bu sırada bir bina enkazının yakınında iki YSM gördüm. Biri Erdalılara, diğeri de bize aitti. Merakıma yenik düşüp baktığımda ise...’’ cümlesinin ortasında durup beşinciyi de yaktı, ‘’Theslaff adlı kız oradaydı, olduğu yere çökmüş ağlıyordu. Kollarında Yuri’nin kanlar içerisindeki cansız bedeni vardı. Biliyor musun? Hiç şaşırmamıştım, sadece silahı ona doğrultup beklemeye başladım.’’
Konrad’ın başkaları için travmatik olayları sanki hiçbir şey yokmuş gibi soğuk kanlılıkla anlatması çok ürkütücüydü ve bir o kadarda rahatsız ediciydi. İşin komiği, anlattığına göre Yuri’ye Theslaff’la buluşması için yardım eden de kendisiydi. Bu tezatlıklar can sıkıcı ve düşündürücüydü...
‘’Bir süre sonra bana döndü, gülmeye başladı, hem ağlıyor hem de gülüyordu. Ardından bağırmaya başladı, ilk dediği şey oldukça bozuk bir İngilizce ile “öldür beni” olmuştu. Ondan sonrasında ise o anlamadığım dilde bağırmaya devam etti.”
‘’Ve onu öldürmedin.’’
‘’Onu öldürmedim, neden bilmiyorum ama bağırmaya başlamasaydı onu öldürürdüm. Ama yalvarmaya başlayınca hiç yapasım gelmedi, sadece çekip gittim.’’ ardından ortama bir süre sessizlik çöktü.
‘’Kötü birisin.’’ dedim sadece, ağzımdan tek çıkabilen bu olmuştu.
Tüm bu yaşananları düşününce, bak sen şu kaderin işine...
Güldü, ‘’Bazen düşmanına ölümü bahşetmemek en iyisidir. Onlara daha çok acı çektirir. Yanlış anlama, sadist biri değilim, ama söz konusu savaş olunca düşmana ne kadar çok acı çektirebilirsen o kadar iyidir.’’ yine bir sessizlik oldu. Buna yapabileceğim bir yorum yoktu, ben bir asker değildim, savaştan asla anlayamayacak biriydim. Bunu özellikle esaret altındaki günlerimde fark etmiştim.
‘’Sonra ne oldu?’’ diye sordum, bir an önce her şeyi öğrenip defolup gitmem lazımdı buradan.
‘’Fazla anlatılacak bir şey yok. Bir anda emrime aldığım birliklerle geri çekmeye başladım, tabii bu konuda tamamen başarılı olduğumu söylemek zor. Alaylardan ve tümenlerden bazılarını tamamen kaybetmiştik mesela, hani şu senin ’yoktan’ var ettiğin sancak var ya, işte onun sahibi olan birliği kurtaramamıştık misal.”
‘’Sonra kahraman oldun, öyle mi?’’
‘’Elimde olan bir şey değildi. Terfiler, madalyalar, onurlar... Bunlar tamamen komuta kademesinin planları. Ama yine de memnun olmadığımı söyleyemem. Sonuçta üst taraflarda bulunursan değişiklik yaratman daha kolaydır.’’
‘’Değişiklik derken?’’ az da olsa merakımı cezbetmişti.
‘’Savaşı kazandıracak değişiklikler.’’
‘’Onlardan bahsetsene.’’
‘’Önce sorularımı cevaplaman lazım.’’
Buna vereceğim cevap belliydi. Yavaşça ayağa kalktım, ‘’Görüşürüz.’’
‘’Görüşürüz, anlatmaya karar verirsen...’’ son lafını dinlemeden kapıyı kapatıp odama yürümeye başladım.
Theslaff’ın söyledikleri aklıma geldi, ‘’ikinizde üzülürsünüz’’ demişti. Demek ki bir bildiği vardı da böyle konuşmuştu... Şu an Aliya ne yapıyor bilmiyordum, ama benim durumum onun tarif ettiğinden pek de farklı değildi... Hayır, bu artık bir boşluk hissiyatı değildi, sadece acıydı bu...
Asla olamayacak bir şeyin acısı, olması için belki de canımı verebileceğim bir şeyin asla ama asla gerçekleşemeyecek olmasının acısıydı bu... ‘’O’’ hissin ne olduğu çok açıktı, ama neden bilmiyorum ama ne olduğunu düşünmek, kabullenmeye çalışmak bile daha çok acı veriyordu bana...
En sonunda odama ulaştığımda tek yapabildiğim şey daha yatağıma ulaşamadan dizlerimin üzerine kendimi bırakmam oldu. Tüm bunları düşünmek ve kafa yormak o kadar büyük bir mental yorgunluk bırakmıştı ki üstümde...
Daha fazla düşünmek istemesem de başka bir yolu yok gibiydi, sadece unutmaya çalışmayı düşünmek bile kendime ve ona bir hakaret gibiydi...
Saçmalık saçmalık... Keşke buraya hiç gelmeseydim... Hayır, bu da ona bir hakaretmiş gibi hissettiriyor... Bu ne absürt bir durum böyle? Bile isteye acı çekmek, bu sürekli acı durumundan kendini kurtarmaya çalışmaya teşebbüs bile edemiyordum, istemeden bu acıya bağımlı mı olmuştum acaba?
O sırada masanın üzerindeki ufak bir cisim gözüme çarptı, bu Aliya’nın bana verdiği tokasıydı. Masanın üzerinde uyuklayan Paul’a aldırmadan hızlıca tokayı aldım, oradan döndüğümde bu tokayı çok da umursamamıştım, ama özellikle Konrad’ın anlattıklarından sonra oldukça değerli geliyordu. Sandalyeme oturup tokayı incelemeye başladım.
O an bir şeyi fark ettim, tüm bu acı ve boşluk hissinden kurtulamayışımın tek sebebi aslında yine bendim, kabullenmek istemesem de bu acıyı çekmek isteyen yine bendim. Bu acıyı çok sevdiğimden değildi elbette, sadece onu düşünmeyi asla bırakmak istemeyişimdendi... Bunun için acı çekmek de o ‘’aptal ruhum’’ için küçük bir fedakarlıktı.
Acaba ‘’o’’ hissin gerçek tanımı da bu muydu?
…
Fetih Takvimi: 554
Kaç saat olmuştu?
Kaç saattir olduğum yerde sabit bir şekilde durup onun künyesini inceliyordum? Belki de incelerken uyuya kalmıştım ama farkında bile olmamışımdır, kim bilir?
Yavaşça yerimden doğruldum, görünüşe bakılırsa ben adeta transa girmişçesine künyeyi incelerken giren çıkan olmamıştı, ne güzel...
‘’Acınası...’’ fısıltıya yakın bir ses duymamla kafamı kapıya doğru çevirdim, en az görmek istediğim kişi kapının arkasındaydı.
‘’Niye geldin?’’ diye konuştum.
‘’Bir sakıncası mı vardı?’’
‘’Olsa bile senin için bir şey fark etmez.’’
‘’Haklısın, her türlü suçluyu istediğim gibi görüp onlara istediğim muamelede bulunma hakkında sahibim. Özellikle senin gibi hainlere.’’
Bu sefer gülme sırası bendeydi, pek tabii bu olanları komik bulduğumdan dolayı değildi. Ağabeyimin bana hain demesinden ötürü sinirim bozulmuştu. Tabii içinde bulunduğum trajikomik durumunda bir etkisi vardı.
‘’Niye gülüyorsun?’’ bir anda ciddileşti.
‘’Komik çünkü.’’
Ardından hücre kapısının açılma sesini duydum, göz ucuyla baktığımda ağabeyimin içeri girmiş olduğunu fark ettim. Bir süre ikimizde olduğumuz yerde durduk, birbirimizin yüzüne bakamadık... Ardından ağabeyim yatakta yanıma oturdu. İç çekip konuşmaya başladı:
‘’Seni, pişman olacağın bir şey yapmama konusunda uyarmıştım değil mi?’’
‘’Pişman olduğumu kim söyledi?’’
‘’Dalga mı geçiyorsun benle? İçinde bulunduğun duruma bak.’’
‘’Bunlar hep göze aldığım şeylerdi.’’
Bir süre sessizlik oldu, göz ucuyla ona baktığımda yüzündeki ifadenin tek cümleyle ‘’hayal kırıklığı ve öfke’’ ile özetlene bileceğini gördüm. Bu empati kurması basit bir olaydı, yani sanırım...
‘’Yani diyorsun ki, her şeyi tamamen kendi iradenle yaptın.’’
‘’Aynen öyle, beni ilk karşılayan memur ve kurultaydakiler bunu anlamamak için epey diretmişti.’’
Yine bir sessizlik oldu. Onunla göz göze gelmemek adına gözümü odanın alakasız yerlerinde gezdirdim. O sırada göz ucuyla kapının orada bekleyen İyla’yı gördüm. Kendisi de ona baktığımı fark edince gülümseyip el salladı oradan. Oldukça iyi görünüyordu, onu en son gördüğüm Konstantin’le olan dövüşünden epey hırpalanmış bir şekilde çıkmıştı. O kadar kısa sürede böyle hızlı toparlanması ilginçti.
‘’Peki neden?’’ diye sordu.
Bu sorusu üzerine durdum, Konstantin’e duyduğum hislerin dostluktan öte olduğunu artık kabullenmiştim. Peki bunun ismi neydi? Aslında biraz düşününce bunun ismini çıkarmak zor değildi, aklı başında her insan için bunun adı tekti. Ama ben pek de aklı başında sayılır mıydım? Öyleysem bunu kabullenmekte neden bu kadar zorlanıyordum?
‘’Onun için.’’ ağzımdan çıkabilen tek şey bu olmuştu.
‘’Onun için mi?’’
‘’Evet.’’
‘’Gerçekten böyle bir şeyi sadece ‘onun için’ yapmış olamazsın?’’
‘’Sadece ‘onun için’ yaptım.”
‘’S-sen...’’ yüzünü ellerinin arasına aldı bir süre durdu ve devam etti, ‘’Sen aptal mısın?! Seni kandırmamış, sana bir teklifte bulunmamış ama sen yine de ona yardım etmişsin! Neden Aliya?’’
Diyecek hiçbir şeyim yoktu buna. Sorusuna cevabım oldukça basitti, ama cevabı açıklamak ise bir o kadar zor... Hayır, imkansızdı.
‘’Dedim ya, onun için yaptım.’’
‘’Ben de onu soruyorum işte, neden? Neden bu böcek için her şeyi bir kenara attın?’’
‘’Onun hakkında...’’ daha cümleyi tamamlayamadan kaşla göz arasında yastığımın üzerine bıraktığım künyeyi aldı.
‘’Bu ne?’’
Hemen geri almak için uzandım, ama boy farkı yüzünden başarılı olamadım.
‘’Ver onu!’’
‘’Önce ne olduğunu anlat!’’
Ben zıplayıp almaya çalışırken o konuşmaya devam etti, ‘’Yoksa...’’ ardından bir eliyle beni uzaklaştırıp künyeyi incelemeye başladı. ‘’Bunu sana o verdi değil mi?’’
‘’Seni ilgilendirmez!’’
‘'Tabii ki de beni ilgilendirir. Şu noktada şeyler gösteriyor ki yaptıklarınla yeteri kadar ilgilenmeyince olanlar ortada.’’
‘’Ver onu!’’ künyeyi geri almak için elimden geleni yapıyordum. Ağabeyimin diyebileceği her şeyi kaldırabilirdim; ama künyeyi, ondan bana kalan tek şeyi benden alması, işte bu kabul edemeyeceğim bir şeydi!
‘’Anlat bakalım, küçük arkadaşın seni bu duruma soktuktan sonra bir de onu unutmayasın diye bu küçük hediyeyi mi verdi? Olur da bir gün yeniden yolu düşerse ona ve onun şeytani emellerine hizmet et diye mi? Bir böcek tarafından bu kadar kolay...’’
‘’Ona böcek deme!’’ artık dayanacak gücüm kalmamıştı, tüm gücümle yüzüne yumruğu geçirdim.
‘’Leevy!’’ İyla bir anda aramızda bitiverdi, o dudağını tutan ağabeyimle oyalanırken ben de onun o sırada düşürdüğü künyeyi aldım.
Ortama adeta ölüm sessizliği çöktü. Sanki ağzını açacak olan ölecekmiş gibi duruyorduk üçümüz de. Sessizliği bozan ağabeyim oldu, patlayan dudağındaki kanı sildi ve konuştu:
‘’Bu savaşta iki taraf var Aliya, biz ve onlar. Görünüşe bakılırsa sen tarafını çoktan seçmişsin.’’ ardından başka hiçbir şey demeden odadan çıktı, İyla bir süre odada durdu, tam ağzını açacağı sırada ağabeyimin çekiştirmesi ile o da çıkmak zorunda kaldı.
Sonunda yalnızdım. Tam anlamıyla yalnızdım... Ağabeyim şu ana kadar benim en iyi dostumdu, doğduğumdan beri yanımda olan kişiydi. Sanırım az önce bu değişmişti, bir daha eskiye dönmemek üzere...
Kendimi
yatağa bıraktım, gözümden istemsizce birkaç damla yaş akarken künyeyi sıkıca tutup göğsüme bastırdım. Acı, sadece acı... Ama ne olursa olsun pişmanlık duymuyordum, Konstantin için yapmıştım sonuçta...
Ne kadar
aptalcaydı bu... Ağabeyim haklıydı, bu kelimenin tam anlamıyla acizceydi. Ama
yine de... Yapmam gereken tek şey başından beri buymuş gibi hissediyordum, en
ufak bir pişmanlık yoktu içimde, bir tek şu ‘’soruşturmanın genişletilmesi’’
durumu biraz canımı sıkıyordu o kadar. Başka da bir sıkıntı yoktu.
Bizler ve onlar, ağabeyime göre ben onların tarafını seçmiştim. Neden ikisini birden
seçemiyorduk? Neden böyle olmak zorundaydı ki? Bu çok... Çok zalimceydi...
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..