Bölüm 41: Aptallarla Uğraşmak!

avatar
813 18

Yüce Büyü Hükümdarı - Bölüm 41: Aptallarla Uğraşmak!


 


"Hm. Toplantı zamanı..." Altair mektubu dahi açmadan kışladan çıktı ve merkeze doğru yürümeye başladı. 


'Lucy'nin saf fikirli olması yüzünden bölük komutanları da toplantıya katılacak. Yarın ki savaşın kaderini belirleyecek... Ah, tanrıya şükür bağımsız bir bölük komutanıyım. En azından bir işe yaradılar.'


Bir süre sonra ışık taşlarından yapılmış lambalarla aydınlatılan büyük bir çadırın girişine geldi. Kapıda Büyük Usta seviyesinin zirvesinde olan bir kadın vardı. Mavi gözleri kartal gibi Altair'a dönüktü. İfadesiz suratı yüz yıllık bir buz kadar soğuktu. 


Altair girişe geldi ve mektubu kadına gösterdi. 


"Hm. Yüzbaşı Altair, lütfen maskenizi çıkarın..." kadın duygu içermeyen bir sesle konuştu. 


Altair hiç bir şey söylemeden yüzünde ki maskeyi çıkardı ve kadına dahi bakmadan içeriye girdi. 


Çadırın içi yirmi metreden daha genişti. Ortada büyük bir masa ve üzerine serilmiş bir harita vardı.  Masanın etrafında yirmi sandalye vardı. 19 tanesi Üstsubaylar tarafından doldurulmuştu. 


Altair içeri girdikten sonra figürü ve ünü nedeniyle dikkat çekmişti. Ordunun en zorlu bölüğünü evcilleştirmiş birisi olarak, ismi ağızdan ağıza dolanmıştı. 


Hm. Lucy ve Myler daha gelmemiş... Ayrıca...


Altair kafasını Büyük Usta seviyesinin zirvesinde olan erkek savaşçıya doğru çevirdi. Yirmi sandalyeden birisine oturuyordu. Yakasında rütbesini belli eden kırmızı bir rozet vardı. Saçları kısa ve dikti. Üzerinde kanla yıkandığını belli eden yeşil bir asker zırhı vardı. Yeşil gözleri bir su kadar dingin ve sakindi. 


'Binbaşı Bradley... Clyde'in casusu... Yazık oldu. İşimize yarayabilirdi. Sonrasında öldürsem iyi olur. Ama önce kullanayım. ' Bir casusun en büyük düşmanı 'Şüphe' idi. Ufak bir şüphe bile duyulursa casusun hareket alanı kısıtlanır, her daim izlenirdi. 


Altair yirmi sandalyeden sonuncusuna oturdu ve diğer kişilere baktı. On tane kadın, on tane de erkek yetkili vardı. Büyük ihtimalle Altair tek yüzbaşıydı. Bunu da kontrol ettiği bölüğe borçluydu. 


"Yüzbaşı Nobilis, sizi tebrik etmek isterim. Kimsenin başaramadığı bir şeyi başardınız.


Altair kafasını sese doğru çevirdi. Yeşil elbisesinin üzerinde okçulara özel zırh giyen, keskin ve delici gözlere sahip bir kadındı. Kahverengi saçları örülmüş ve siyah bir tokayla bağlanmıştı. Kahverengi gözleri, bir ok gibi keskin ve deliciydi. 


Bu kişi okçulardan ve toplardan sorumlu olan Yarbay Clytia'ydı. Kontrol ettiği tabur uzun menzil saldırılarda uzmanlaştığından ve önemli işlerden sorumlı olduğundan dolayı sözü geçen birisiydi. 


Üstelik taburda ki en güçlü okçu oydu. Sırtında Sert Kaplan'ın tendonu ve Alamantin Taşı'ndan yapılan bir yay vardı. Mor renkli bir taş olan Alamantin'in en çok kullanıldığı yer yayın gövdesiydi. 


Altair hiçbir şey söylemeden sadece kafasını salladı. Buraya sadece Lucy için gelmişti. Burada ki hiç kimse umurunda değildi. 


'Hm?' Altair gözlerini Clytia'dan çekti ve ondan üç sandalye uzakta oturan cüppeli kişiye baktı. Yüzü ve hatları belli olmasa da kadın olduğunu belli eden ince bir figürü vardı. Derisi hiçbir şekilde gözükmüyordu. Ayrıca diğer insanlardan daha boğucu bir aurası vardı. 


'İnsan değil. Ejder-İnsan türlerinden mi? Oh, hayır... Kokusu önceden yediğim 9 Kuyruklu Cennet Tilkisi'ne benziyor. Yani bir Yarı-Tilki, hemde Çok Kuyruklu Tilki türünden. Fakat, onlar Droguidor adasında değiller mi? Anlaşılan çoktan kahramanları ortaya çıkmış ve kapıyı açarak, mührü kaldırmış.' 


Altair'ın söylediği şeyler kıtada ki en güçlü insanın dahi bilmediği bir şeydi. Çünkü Droguidor adası, kıtanın 15,000 kilometre kuzeyinde küçük bir adaydı. Fakat dışarıda görünümü öyleydi. 


Antik kahraman Dokuz Kuyruklu Tilki'nin soyu orada hâlâ devam ediyordu. Uzay-Yaşam büyülerinde olan ustalığı sayesinde oraya ayrı bir boyut açabilmişti. Gelecekte doğacak olan torunları ve çocuklarının hepsini oraya mühürleyerek gelecek olan savaşlardan korudu. 


Üstelik nüfusu oldukça az olan Çok Kuyruklu olduklarından, kahramanları 1,000 değil. 100,000 yılda bir ortaya çıkıyordu. Ve şuan da kahramanları diğer ırkların kahramanlarına göre daha erken doğmuştu. 


'Dokuz Kuyruklu Tilki'nin soyundansa... Umarım en az Altı Kuyruklu Tilki seviyesindedir. Yoksa, herhangi bir işe yaramayacak. Her ne kadar Aziz seviyesinde olsa da..' 


Evet! Gizemli gibi davranan kişi bir Aziz seviyeydi! Odada bulunan iki Aziz'den birisiydi. 


'Beyaz Alev taburunda en az 7 Aziz var. Leandre Orta aşamada... General Arya'da o seviyede...Fakat birisi savaşmakta ustayken, diğeri yönetmek ve hava saldırılarında usta... Yüksek Seviye Büyü Kristali olmadığından dolayı bir Gökyüzü Atı en fazla Aziz seviyesine dokunabilir. Ortak bir saldırı yapsalar dahi Orta Aşama'ya etki edemezler.' 


Altair geriye yaslandı ve gözlerini kapadı. Şuan da zihninde savaş alanını canlandırıyordu. Leandre'nin çocuklarını nasıl kullanacağından, nasıl onu öldüreceğini dahi planlıyordu. Kızıl Saç taburunun ani bir saldırıyla olaya dahil olmasını dahi planlamıştı. Maymun ve Ejderha Sütunları'nın estirdiği terörü de canlandırmıştı. 


'Beyaz Alev askerlerini engellediğim sürece savaşı çok zorlanmadan kazanabiliriz. Yarın öğlene doğru Olivia'yı göndermeliyim. Hızlı olmalıyız yoksa Leandre çocukların yerini değiştirecek. Olivia'nın gözünü ödüllerle kandırdığım sürece normalden çok daha hızlı yapacaktır. Üstelik beni kendisinden daha önemli gördüğünden dolayı, ufak bir acıma dahi göstermeyecektir. Ah... Makyavelist tarafım kabarıyor.' 


Çocukları ya da boş yere ölecek olan masumları en ufak bir şekilde umursamıyordu. Aklında olan tek bir şey vardı. 


'Zarara uğramadan onu öldürmenin tek yolu, çocukları en iyi şekilde kullanmak. Hehe hehe hehe' çoktan aklına bir plan yerleşmişti. Zihnin de gülmeye ve planın detaylarını oluşturmaya başladı. 


Altair önünde ki günleri tamamen detaylandırırken, dışarıda ki görevli yüksek bir sesle bağırdı. 


"General Lucy Pulchra ve Yardımcı General Myler Acorn teşrif ettiler!"


Boom!


Oturan herkes ayağa kalktı ve yüksek bir sesle bağırdı. 


"Hoş geldiniz!"


Fakat bir saniye sonra bütün gözler kapıya değil, hâlâ gözleri kapalı Altair'a çevrilmişti. Çünkü Altair ayağa kalkmamış ve generali selamlamamıştı. 


Bir askerin ilk vazifesi; itaattir!


Altair'ın ayağa kalkmaması; General'in iradesini umursamadığını ve takmadığını gösteriyordu. Kısacası itaat etmiyordu!


Clydita'nın kaşları çatıldı ve Lucy'nin daha içeri girmemesini fırsat bilerek Altair'ı uyardı. 


"Yüzbaşı Nobilis, lütfen ayağa kalkın ve saygınızı gösterin!" 


Ama Altair onu duymuyordu. 


'Bana sağlam okçular gerekiyor... Olivia yanımda olacağından dolayı biri sıkıntı olmayacaktır. Ama aynı anda üç çocuğa ok atamaz. Bu büyülerle bile geçerli. Düzgün hedef alamaz ve kaçırma ihtimali olursa Leandre anında saldırıya geçecektir. Bu yüzden üç çocukta aynı anda tehdit altında olmalı.. Yoksa caydırıcı olmaz...'


Altair düşünceleriyle uğraşıyken, çadırın perdesi açıldı ve içeriye iki tane kadın girdi. 


Birisi gümüşün en açık renginde saçlara ve gözlere sahipti. Teni sıradan insanlardan daha beyazdı. Gümüş kaşları ve gümüş kirpikleri vardı. Dudakları ince ve yüzü mükemmeldi. Kelimelerin betimlemeye gücünün yetmeyeceği kadar güzel olan bu kişi Ella'nın kardeşi Tuğgeneral Lucy Pulchra'ydı. 


Yanındayssa, Altair'dan bile kaslı kollar ve bacaklara sahip bir kadındı. Mavi gözleri bir kılıç gibi Altair'a bakıyordu. Adeta derisini yüzmek istiyordu. Siyah saçları mavi bir tokayla at kuyruğu şeklinde bağlanmıştı. Zırhının kapatamayacağı kadar büyük göğsünün üzerinde ki yara izi, temiz teninin üzerini kirletiyordu. Bu kişi Yardımcı General Myler Acorn'du. 


Altair'ın düşünceleri birbirinden güçlü iki auranın içeri girmesiyle dağıldı. Gözlerini yavaşça açtı ve Myler'a bir kere bile bakmadan Lucy'nin iki göğsünün ortasına baktı. Parlayan gözleri  gümüş zırhı ve elbiseyi yoksaydı ve beyaz teninin üzerinde ki gümüş kanat dövmesine kilitlendi. 


'105. Sıra; Gümüş Melek. Özellikler; Beş formu olan ve başka özelliği olan bir Kutsal Kahraman Kalıntısı.. Gümüş renkli bir Stigma dövmesi ve Gümüş Göz Stigması veriyor. Antik zamanda bir meleğin kaybettiği kutsal silah... Kahraman kalıntılarından daha gelişmiş ve çok amaçlı. Orjinal hali ilk 50'ye girebilecek seviye de...' 


'[Birleştirme] sayesinde kalıntı ile tamamen birleşmiş. Bu yüzden bir melek gibi görünüyor... Fakat, göğüsleri daha olgunlaşmamış. Tsk tsk!'


Ayağa kalkmaya tenezzül dahi etmedi. Çünkü kendisi Evrenin gördüğü en tehlikeli ve güçlü büyücülerden birisiydi. Daha 20 yaşında olmayan bir kıza saygı duyabilecek seviyeye düşerse, diğer Yüce Büyücüler ona götüyle güler ve onu makamdan indirmek için yaptıkları her şeyi hızlandırırlardı. Şuan olmasalar bile duysalardı, yapacaklarından emindi. 


"Başka bir Gümüş Göz Stigması ile karşılaşacağımı düşünmüyordum. Ayrıca aramıza başka bir kahraman kalıntısı sahibi katıldı. Savaş gücümüzün arttığını söyleyebilirim..." Gümüş Melek Altair'ın keskin bakışlarından dolayı biraz utansa da havayı yumuşattı. 


"Mm. Seni takdir ediyorum. Güzel ve yetenekli insanlar seni takip ediyor..." Altair sakin bir şekilde söyledi. Gümüş gözleri eski durumuna dönmüştü. Artık dövmeye odaklanmıyordu. 


Gümüş Melek durumu biraz garip buldu. O sırada komutanların hâlâ ayakta onu beklediğini görünce utançla kızardı. 


"Oturabilirsiniz." Myler buz gibi sesiyle konuştu ve Lucy'le birlikte masanın başına geçti. 


Myler Lucy'nin koruması ve tek arkadaşıydı. Lucy sadece onun yanında rahat davranıyor, eğlenebiliyordu. Aynı şey Myler içinde geçerliydi. 


Myler insiyatif aldı ve konuşmaya başladı. "Bugün burada olmamızın nedenini bilen var mı?" 


"..." 


Hiç kimse cevap vermedi. Lily, Altair ve Binbaşı Bradley cevabı bilseler bile konuşmadılar. Sakince Myler'in açıklamasını beklediler.


Myler cevap gelmediğini görünce konuşmaya başladı. "Yakında Fırtına General Clyde ile savaşacağız. Bugün, hazırlanmanızı söylemek ve izleyeceğimiz yolu tartışmak için toplandık." 


Birkaç kişinin yüzü ekşise de bir çoğu bunu bekliyor gibiydi. Sonuçta ana komuta çadırında toplanıyorlardı. Festival planlamak için toplanacak halleri yoktu ya?


Her zaman sakin kalan Bradley kaşlarını çattı ve söz istedi. "Bir sorum olacaktı, Yardımcı General..." 


"Konuş, binbaşı Bradley..." Myler sakince izin verdi. 


"Bu toplantının sadece üstsubaylar arasında olması gerekmiyor mu? Bölük komutanı Altair'ın neden burada olduğunu sormak zorundayım?" Bradley gözlerini tekrardan kapatmış Altair'a bakıyordu. 


"Bu General Lucy'nin isteğidir. Normalde diğer subayları da çağırmak niyetindeydi, fakat tekrar düşündük ve sadece bir kişinin gelmesinde karar kıldık. Sonuçta bu kişi kimsenin başaramadığını başardı ve 3. Kışlayı kontrolü altına aldı." Myler sakin bir şekilde yanıtladı.


Bradley derin bir iç çekti ve tekrardan arkasına yaslandı. Fazla konuşmaması onun için iyi olurdu. 


"Başka sorusu olan?" 


"Benim var!" Clydita izin istedi. 


"Konuş..." dedi Myler Clydita'ya bakarak. 


Clydita ayağa kalktı. "Ne zaman savaşacağız? Ne kadar askeri var. Aramızda ki mesafe ne kadar? Savaş için uygun gördüğünüz yer neresi?" 


Myler kafasını salladı. "Bunları birazdan açıklayacaktık. Yarın gece Guinevere nehrinin kıyısına varacağız. Akşama doğru çıkarsak, at arabalarıyla hızlı bir şekilde varırız. İkinci soruna gelirsek; 4,000'i aşkın eğitimli asker var. Aramızda ki mesafeyse hızla kapanıyor. En son gelen gözcü raporlarında; Guinevere nehrine doğru ilerledikleri anlatılıyordu. Bu yüzden savaş için Guinevere nehrini kullanacağız. Köprüyü savunacak ve yıpratma savaşına gireceğiz..." 


Clydita kafasını salladı ve oturdu. Cevabını almıştı. 


Myler "Teknoloji bakımdan onlardan üstün olduğumuzu biliyorsunuz. Bizde Büyü Topları varken, onlarda yok..." dedi. 


"Aptal mısınız? Kaynak bakımından gerideyiz," dedi genç bir ses. Sesin sahibi Altair'dı.


Herkes kafasını gözlerini kapatmış Altair'a çevirdi. 


"Teknolojimiz olsa bile tam potansiyelini kullanabilmek için gerekli olan kaynaktan yoksunuz. Düşük Aşama Büyük Usta seviyesinde bir topun ateşlenmesi için gereken Büyü Kristali miktarı 4,000 Düşük Aşama Kristal'dir. Ve bu sadece Büyük Usta seviyesi için geçerli... Büyü Kristali miktarımız ne kadar? Fazla olsa bile toplar kaç kez ateşlenebilir? 3 mü? Belki de 4?" Altair ona bakan kimseyi umursamadı ve konuşmaya devam etti. 


"Demem o ki, gerekli olan teknolojiye sahip olsakta onu tam potansiyelinde kullanamayacağız. Pulchra zengin olsa da tek cephe burası değil. Doğu, Batı, Kuzey, Güney, Güney-Doğu,Güney-Batı, Kuzey-Doğu, Kuzey-Batı, Birinci Soylu Cephesi, Amarath Kalesi,  Yusra, Rosaire, Shena kontluk cephesi... Daha bir çok çarpışma yaşanıyor.


Gloria büyük bir imparatorluk. Nüfus, müttefik, kaynak ve asker bakımından onlarla karşılaştırılamayız. Yetenekli elemanlarımız onlardan katlarca fazla... Her bir subay, astsubay, üstsubay ve er hepsi yetenekli ama onları düzgün kullanamayacağız. Çünkü buna kalkıştığımız anda düşman birlikleri tarafından kuşatılacağız. Soylular ihanet etmeye başlamak üzere, subayların çoğu savaşı önemsemiyor. 


İzlediğiniz politika sayesinde subaylar arasında akıllı ve yetkin insan sayısı çok az. Kadın askerler makyaj yapıyor ve muhabbet ediyor. Yetenekli insanlar ama arkalarında ki soylulara çok güveniyorlar. Savaşta ölmeyeceklerini düşünecek kadar saf insanlar var?" Altair gözlerini açtı ve doğrudan Myler'in gözlerine baktı. Gümüş gözler duygusuz ve sakindi. 


"Bu yüzden diyorum ki Myler... Bizi boş vaatlerle doldurma ve gerçekleri söyle.. Etki etmeyecek güçleri saymana gerek yok. Övmeye kalkma... Karşılaşacağımız tugayı küçümsemeye kalkma! Yapabileceğimiz tek şey küçük çarpışmalarla onları oyalamak olacaktır. Yıpratma savaşına girersek, çok zarara uğrayacağız..." Altair en ufak bir şekilde onların duygularını umursamadan konuştu. 


Myler kaşlarını çatmıştı. Çünkü Altair ona en ufak bir şekilde saygı duymamıştı. Ayrıca onu aşağılamıştı. Şuan da Altair'ı öldürmesi için gereken bir çok sebebi vardı. 


"Hm? Beni öldürmek mi istiyorsun? Üzgünüm ama ölmek ve özür dilemek gibi bir niyetin yok. Çok safsınız. O kadar safsınız ki Celer gibi önemli bir şehrin sizin gibi insanlara bırakıldığına inanamıyorum..." Altair iç çekti. Burada önemli bir savaşa gireceklerdi ama birliğin en yetkili ikinci kişisi ona toplardan bahsediyordu. 


Boom! 


Myler'in mavi gözlerinde öldürme niyeti ortaya çıktı ve aurasını saldı. Altair'ı bastırmak için aurasını kullandı. 


Altair bıkkın bir şekilde Myler'a baktı. Saç teli bile auranın etkisiyle oynamamıştı. "Kelebek Ejderi Bitkisi toplarken, daha büyük bir öldürme niyeti sezmiştim. Bir insandan değil, zayıf bir bitkiden..." 


Myler elini savurdu ve Altair'a doğru bir alev dalgası gönderdi. İnce bir çizgi yolunda hiçbir yere hasar vermeden Altair'a gidiyordu. 


Altair saniyenin onda birinde gelen saldırıya bakmadı bile... Sadece ayağıyla masayı tekmeledi ve Myler'a çarptırdı. 


Tak! 


Boom! 


 Alev dalgası Altair'ın önünden sekti ve çadırı deldikten sonra gökyüzüne yükseldi ve hemen patladı. Saçları bile dalgalanmamıştı. Sadece sakince yere düşen Myler'a bakıyordu. 


"Büyü teorisi 52. kural. Saldıran büyücünün dikkati ne olursa olsun bozulmamalıdır. Eğer dikkati belli bir yere kadar bozulursa, büyü hedefine ulaşmaz. Ya başka yöne gider, ya da etkisiz hale gelir..." Altair sakince konuştu. Her şey kontrolü altındaydı. İsteseydi büyüyü özümser ve kendi gücüne katabilirdi. Fakat şimdilik ucube gibi gözükemezdi. Yoksa, Ella ve Lucy ondan uzaklaşırdı. 


Sherr!! 


Myler'ın öldürme niyeti patladı ve hiçbir şekilde saklamadı. Çadırın içinde soğuk rüzgarlar esmeye başladı. 


"Yardımcı General!!" Clydita ve Lily panikle bağırdı. Myler'in öldürme niyeti çok güçlüydü. Bazı kişilerin sınırını aşıyordu. 


Bugh! 


Zayıf zihniyete ve dayanıklılığa sahip komutanlar öksürmeye ve nefes alamamaya başladılar. Myler'ın öldürme niyeti o kadar büyüktü ki odada ki subaylar nefessiz kalmaya başladı. Sanki birisi onların boğazını sıkıyordu.


Ama Altair'ın gözlerinde en ufak bir dalgalanma yoktu. Her zaman ki sakinliği ile ağzını açtı. "Bir komutan ne olursa olsun sakinliğini kaybetmemelidir. Her zaman sakin olmalı ve mantıklı düşünmelidir. Açık fikirli olmalıdır. Dikkatli olmalı ve hemen parlamamalıdır. Eğer bunlar gerçekleşmezse, ordu ne kadar iyi olursa olsun. Yenilgiye mahkumdur..." 


Altair'ın sözleri Myler'ın zihnine bir yıldırım gibi düştü. Ne yaptığının farkına varan Myler'in öldürme niyetini ve aurası geri çekti. Yanında ki Lucy'e baktığında ne olduğunun farkına varmaya çalışıyor gibi gözüktüğünü fark etti. 


Altair Lucy'e baktı ve derin bir iç çekti. "Bölüğümün toplara ya da teknolojiye ihtiyacı yok. Bana biraz altın verin, ben de onları güçlendireyim. Bana sadece ayak bağı olacaksınız." burada durduğu her saniye daha da yaşlanıyordu. Çünkü burada aptallarla konuşuyordu. 


"Seni küstah!


Cling! 


Bradley kılıcını çekti ve Altair'ın boğazına dayadı. O kadar hızlı yapmıştı ki dört kişi dışında kimse fark edememişti. 


Altair soğuk gözlerle önce parlak kılıca ardından Lucy'e baktı. "Bir ordunun en büyük sorunu  nedir biliyor musun?" 


Lucy sakinleşti ve Altair'a baktı. "Aptal subaylar? Ya da soylular mı?" 


"Yanlış değil. Ama şunu unutma... Önünden gelen bir mızraktan korunmak kolaydır fakat arkandan atılan oktan korunamazsın. Aptal subaylar ve soylular belirgindir. Bu yüzden onlardan kurtulmak zor olmaz." Altair'ın eli hafifçe parladı ve Draco ortaya çıktı. Ucu Bradley'in şahdamarına dayalıydı. Her ne kadar temas halinde olsa da Altair izin vermediği sürece kesmeyecekti. 


Hareketleri tamamen Bradley'i işaret ediyordu. Zihinsel engelli seviyesinde zekası olmayan herkes Bradley'i hain olmakla suçladığını anlayabilirdi. 


Lily elini masaya vurdu ve öfkeyle ayağa kalktı. Gözleri öfkeyle Altair'a bakıyordu. "Binbaşı Bradley, yirmi beş yıldır orduda hizmet veriyor! Öyle bir şey olamaz! İmkanı yok!" Lily askerliğe başladığında Bradley ile aynı takımdaydı. Bu yüzden uzun zamandır arkadaşlardı. Birlikte onlarca savaşa girmişlerdi. 


Bradley'in gözlerinde minnetle Lily'i destekledi. "Birilerinin aksine ben orduya yıllardır hizmet veriyorum.. Öyle bir şey asla yapmam.." dedikleri doğruydu. Çocukluğundan beri Pulchra ordusunda askerdi ve Altair daha iki gün önce askeriyeye katılmıştı. Üstelik kimse onu sevmiyordu. 


Altair ifadesiz bir suratla devam etti. "Zamanın başından bu zamana kadar  en iyi casuslar, güven kazanmış olanlardır. Kimse onlardan şüphelenmez ki bunun onlara kanat takmaktan farkı yok. Bradley; yetkili, güvenilir ve ağırlığı olan birisi.. Emrinde yüzlerce savaşçı var. Piyadelerin komutanı ve kilit birisi... Bir casus ve hain için bundan daha iyi bir profil olamaz..." 


Bradley'in gözleri Altair'a dönüktü. Hiç bir şey söylemedi. 


Altair'da sakince ona baktı. Onu gerçekten takdir etmişti. Bu zamanda dahi sakinliğini koruyabiliyordu.


"Ne yapmamızı öneriyorsun?" Lucy sordu. En başından beri hiç karşmamıştı. Altair'ın sözleri mantıklıydı. 


"Bana kalsaydı çoktan onu öldürmüştüm... Ama siz benim kadar emin değilsiniz. Bu yüzden onu ön saflara sürün. Kızıl Saç Taburu destek olarak Kuzey dağından saldıracak. Eğer bir Bradley bir casussa orayı Fırtına General orayı koruma emri verir." Altair ayağa kalktı ve Draco'yu geri çekti. Gözlerini Lucy'den ayırmamıştı. Burada daha fazla durmasının bir anlamı yoktu. Yapması gereken işler vardı. 


"Dur!" Bradley Altair'ın arkasından seslendi. 


Altair arkasını döndü. "Ne var, Bradley?" 


Bradley parmağında ki yüzüğü çıkardı ve masanın üzerine koydu. Ardından cebinden yeşil taş çıkardı ve masanın üzerine koydu. 


"Bradley! Ne yapıyorsun?" Lily şaşkın bir şekilde konuştu. 


Bradley'in yüzünde acı bir gülümseme belirdi. "Gururum hayatımdan daha önemlidir, benim. Böyle bir aşağılanmayı kaldıramam. Fırtına General, Kuzey Dağına karşı önlem alabilir. Sonuçta oradan bir saldırı yerse hazırlıksız yakalanmış olacaktır. Bunu önlemek için oraya dikkat ederse, ben hain konumuna düşeceğim." zırhını çıkardı ve kılıcını kılıfıyla birlikte masaya koydu. 


"Bu yüzden gözetim altına girmek istiyorum. Birisi beni izlediği sürece onlara haber veremem, değil mi? Hücreye girmeyi dahi göze alabilirim, yeter ki ismim temizlensin ve iftira atanlar bedelini ödesinler." kesinlik dolu bir sesi vardı. Söylediklerinden emin gibiydi. 


"Peki, lütfen Qi ve Mana kelepçelerini takalım ve arkadaşı Kırmızı Hücreye koyalım..." Myler sakin bir şekilde konuştu. Altair'a pek inandığı söylenemezdi ama riske atılabilecek bir şey değildi. 


Kırmızı hücre yüksek güvenlikli hapishaneler gibiydi. İçeriye sadece günlük olarak bir besin hapı atılırdı. Işık dahi görmez, içeriye rüzgar girmezdi. Üstelik içeride ki mana ve qi bir taş tarafından toplanır. Böylece kişi mana ya da qi toplamaya kalkamazdı. 


Altair kafasını salladı ve çadırdan dışarı çıktı. Ona garip bir şekilde bakan muhafızı aldırmadan  3. kışlaya doğru ilerlemeye başladı. 


'Maymun Sütunu'nu biliyorlar. Şimdi mühürleri dağıtacağım ve gerçek gücünü ortaya çıkartacağım.. Ayrıca Olivia'dan para almam gerekiyor. Şu ana kadar meditasyondan uyanmış ve şevkle beni arıyor olmalı...' 


Altair Olivia'yı sömürebildiği kadar sömürecekti. İster güç, ister para konusunda.. Sonuna kadar onu kullacaktı. 


'Aynı şey Anahita ve Adelaide için de geçerli... Adelaide Anastasia'yı gözlemlemek için biçilmiş kaftan... Bu yüzden onun zihnine hasar vermemeliyim. Fakat, Anahita için geçerli değil, bu... Yin ağırlıklı kanı benim Yang ağırlıklı kanımı besleyecektir. Onu kullanarak daha hızlı güçlenebilirim.' 


Altair düşman edinme konusunda bir ustaydı. Öyle ki Yüce Büyücüler arasında en çok düşmanı edinmiş kişiydi. Fakat, hayatta olan hiç düşmanı yoktu. Çünkü düşmanı olarak gördüğü kişileri anında etkisiz hale getiriyordu. 


Ya farkına bile varmadan ölüyorlar, ya da Altair tarafından kullanılıyordu. Gerçi erkekler Altair'ın işine yarasa bile çok geçmeden ölüyorlardı. Altair onların kadınlarını ya da çocuklarını kaçırıyor ve onları imkansız bir göreve gönderiyordu. Kadınlarda da benzer bir şey olsa da Altair onlara fazla yüklenmiyordu. 


Altair kışlanın girişine geldiğinde ay çoktan en tepeye yükselmişti. 3. Kışlanın girişinde erkek at dahi yoktu. Tamamen kızlara özel bir alandı ve tek erkek Altair'dı. 


'Ah... Miiyu en son dün 'ben gezeceğim' demişti. Çoktan bir gün geçti ama hâlâ ortalıkta değil.'


Miiyu artık kendi başına dolaşmak istiyordu. Altair onu her zaman kullanmadığından ona izin vermişti. 


Altair iç çektikten sonra maskesini suratına taktı ve kışlanın antrenman sahasına doğru ilerlemeye başladı. 


İki yüz metrelik büyük saha tamamen sakindi. Lyra'nın ve Thelma'nın başı çektiği iki yüz kız yerde oturmuş, lotus pozisyonunda meditasyon yapıyordu. Aldıkları her nefeste vücutlarından çıkan enerji havada toplanıyor, altın bir pus oluşturuyordu. Yeşim yüzleri hafifçe kızarmış ve vücutları terlemişti. 


Altair bunu görünce onları rahatsız etmedi ve çadırından bir şarap aldıktan sonra bir sandalyeye oturup onları sakince izlemeye başladı. Önünde güzel bir manzara vardı ve bunun keyfini çıkarmazsa, o gerçek Altair olamazdı. 


'Erkeklerde ki kadar samimi ve güvenilir olmasalar da; sıradan bir çakıl yaşına bakmaktansa, Florit taşına bakmayı tercih ederim. İkincisi daha zevkli...' önünde iki yüz kadar güzel kız sakin bir şekilde meditasyon yapıyordu. Ve Altair'ın sapkın kişiliği devreye girerek, onları kesmeye başlamış. 


'En son Alyssa'nın Savaş Meleği ordusunu keserken, gözümün oyulmasıyla tehdit edilmiştim. Fakat, burada her şey kontrolüm altında...' 


Altair gözlerini sakince kızların üzerinde gezdirmeye başladı. Hafif kırmızı yüzleri biraz buruşmuştu. Terden dolayı yapışmış kıyafetler, hatlarını ortaya çıkarıyordu. Bir uçurumda güneşin doğuşunu izlemekten daha zevkli ve huzurlu bir ortamdı Altair için...


Gözlerini sadece onları kesmek için kullanmıyordu. İçlerinde harekete geçen enerjinin hareket yönünü ve hızını dahi her şeyi takip ediyordu. Aralarında büyük bir uyum olsa da tam olarak değillerdi. 


'Hm? Ne yapmaya çalışıyor...' Altair'ın gözleri ortaya yakın bir yerde sakince oturan Adelaide'ye sabitlenmişti. Enerji dağılımı diğerlerinden farklıydı, bu yüzden pusun gücü ve saflığı düşüyordu. 


'Şimdiden sabote etmeye başlamış... Büyük ihtimalle yarın kendini ortaya çıkaracaktır ve Aziz seviyesine yakın olan gücüyle kızlara saldıracaktır. Ne yapsam... Hm hm. Bunu yapmam iyi olacaktır...' Altair elinde ki şarap bardağını bir kenara koydu ve ayağa kalktı. Maskesinin altında ki gümüş gözler anında mora döndü ve hafif bir şekilde parlamaya başladı. 


Elini Adelaide'ye doğru uzattı ve mırıldandı. 


"Ante..." 


Ejderha başlı büyü asası Altair'ın elinde belirdi ve ağzından görünmez bir iplik Adelaide'ye doğru fırladı. 


Tenine temas dahi etmeden direk çekirdeğine bağlanan iplik Savaş Çekirdeği'ne müdahale etmeye başladı. 


***


'Hm... Demek, herkes büyük bir uyum içinde olmalı. Ancak böyle formasyonun gerçek gücü ortaya çıkar...' Adelaide'nin meditasyon halindeyken, normalden farklı hareketler izleyerek, diğer kişilerle olan uyumunu bozdu. 


'Eğer tam tersini yaparsam, formasyonun gücü azalır...' dediği gibi formasyonun gücü %10 oranında düşüyordu. 


Kendisiyle gurur duyarken bir anda Qi'sinin kontrolünü yitirdiğini ve birçok enerji kanalının tıkanmaya başladığını fark etti. 


'Ne oluyor?! Neden sadece Maymun Nefesi için gerekli olan enerji kanalları açık kaldı? Ve oluşturulan Qi miktarını kontrol edemiyorum! Üzerimde ki mühür kırılmak üzere!' Adelaide paniklemeye başladı ve Qi'sini kontrol altına almaya çalıştı. 


Fakat işler istediği gibi gitmemişti. Qi'si kendi isteği dışında hareket etmeye başlamıştı. İstemeden de olsa diğer kızlarla uyum sağlamaya başlamıştı! 



'Nasıl?!' 


O sırada Savaş Çekirdeği'nde bir gariplik olduğunu fark etti. Bu yüzden ona odaklanmaya başladı. İradesini ve kontrol edebildiği küçük bir Qi'yi ipliğini çekirdeğe yönlendirdi. 


Bugh! 


Ohho! 


Altair'ın kontrolü Adelaide'nin gücünü ezmişti ve Qi'yi dengesiz hale getirip, bir kaos yaratmıştı. Bunun sonucunda Adelaide'nin vücudu dayanamamış ve kan tükürmüştü. 


Adelaide hızlıca kendi kanında boğulmamak için maskesini çıkardı ve Qi akışını duraklattı. Her zaman kapalı gözleri açıldı ve gözlerini keskin bir mızrak gibi onu delen bakışlara çevirdi.


Altair Lyra'dan dahi güzel olan kıza bakarken bin yıllık bir buz dağı gibi soğuktu. Mor gözleri parlarken en ufak bir duygu içermiyordu. 


Sadece bir şey söyledi. 


"Haddini bil, aptal." 


***






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44623 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr