Bölüm 55: Küçük Fare

avatar
776 14

Yüce Büyü Hükümdarı - Bölüm 55: Küçük Fare



***


Clydita gereksizce konuşmadı ve sesi duyar duymaz kafasını onun söylediği yere çevirdi. Onun boylarında bir kadın çevreyle kamufle olmuş bir yayı ona doğrultuyordu. Clydita'nın ona baktığını fark edince yayının kirişini saldı. Clydita bunu görünce kalbinin birkaç saniyeliğine atmadığını fark etmişti. Ancak tereddüt etmeden o da kirişi bırakmış, ejderha gibi iki ok birbirlerine gitmişti. 


'Sıkıntı!' Clydita hızlıca okunu kirişe yerleştirdi ve ikinci oku destek olarak gönderdi. Clydita Puclhra'nın geleneksel okçu tekniklerinden birisini kullanıyordu. Geleneksel olmasına rağmen ustası olduğunda Aziz seviyeye dahi tehdit oluşturabilecek kadar güçlü oluyordu. 


İki ok havada çarpıştı ve birbirlerini yok ettiler. O kadar sessiz olmuştu ki çevrede ki askerler bile bunu fark edememişti. Ancak Clydita'nın gönderdiği ikinci ok onu takip etmiş ve kadına doğru bir ejderha gibi kükreyerek ilerliyordu. 


Clydita rüzgar niteliğine sahip, büyük usta seviyesinin ortasında olan bir büyücü-savaşçıydı. Bu yüzden attığı her ok gizli ve sinsiydi. Bir keskin nişancı için gereken ne varsa her şey Clydita'da vardı. Su gibi durgun bir zihin, acımasız keskin bakışlar ve en önemlisi odaklanma! 


Clydita okunun tekrardan parçalara ayrıldığını fark ettiğinde kaşlarını çattı ve koşmaya başladı. Önceden saf fiziksel gücüyle attığı oklara elementsel kuvvetleri de ekledi ve okların oluşturduğu tehdidi onlarca kat artırdı. 


Anında yayına üç ok yerleştirdi ve düşmanın keskin nişancısı indirmek için gönderdi. O kadar pürüzsüz bir akıştı ki ufak bir duraklama dahi yaşanmamıştı. 


Üç rüzgar oku bir ıslık sesi oluşturdu ve rakibin kalkanlarını deldi. Ancak onları parçalayan ikinci bir ok geldi ve onlar etkisiz hale getirdi. 


Ancak Clydita bununla durmadı ve hareketine devam etti. Attığı her ok kadını öldürmek içinken, parçalandığında ortaya çıkan enerji çevrede ki Gloria askerlerine hasar veriyordu. 


Savaş devam etti ve yaralıların sayısı gittikçe arttı. 


***


Wrogh!


O sırada bir ejderha kükremesi mesafeden duyuldu. Donuk ve güçlü nal sesleri köprüyü parçalayacak gibi şiddetli ve kuvvetliydi. Ağır ve güçlü auralar etrafı doldurmaya başlarken, Gloria askerleri tüylerinin havaya kalktığı fark etti. Bunun çevrede bulunan yıldırım elementinin yoğunluğundan dolayı olduğunu bilmediklerinden paniklemeye başladılar.


Bütün Gloria ve Pulchra askerleri etrafta yükselen kasvetli ölüm aurasını fark ettiler ve gerildiler. Herkes birazdan çok fazla kişinin öleceğini hissetmiş gibiydi. 


Gloria kampının etrafında beyaz boğaz simgeli siyah sancaklar havalandı ve heyecanlı kükremeler duyuldu. 


"Bu Yarbay Robin'in sancağı! Kurtulduk!" 


"Yeni formasyon deniyorlar galiba, yoksa böyle bir güç sergileyemezlerdi!" 


Savaşın kokusu yüzünden gerilmiş Gloria askerleri Robin'in sancağını görünce kükrediler ve heyecanla Pulchra askerlerini bastırmaya başladılar. Ancak bazı dikkatli ve zeki askerler anında bir yanlışlık fark etmişlerdi. 


"Neden Robin daha iri gözüküyor?!"


"Nedense huzursuz hissetmeye başladım!" 


"Bende bundan şüpheleniyordum!" 


Askerler şüphelerini doğrulamaya kalkacaktı ki gelen taburun çevresinde yıldırım arkları oluştu ve dehşetengiz bir yıldırım denizi ortaya çıktı. 


"Hahahaha! Saldırın ve kanla duş alın aslanlarım!" Kızıl Saç tükürükler saçarak bağırdı. Onların heyecanlı ifadesini görmek içini büyük bir keyifle doldurmuştu. Sonunda kötü adamların tatmaktan zevk aldığı 'umudu parçalama' keyfini tatmıştı. 


Gloria'lı askerlerin kanı dondu ve arkalarından gelen askerlere korkuyla baktı. 


"Hassiktir! Takviye değil mi bunlar?!" 


"Oh... Yüce Tanrım! Aramızda hainler var!" 


"Bir dakika... Bu demek oluyor ki; Yarbay Robin öldü mü? Sancaklarına bakarsak bunları onlara vermiş olamaz!" 


Kızıl Saç bir mızrak çıkardı ve havaya kaldırdı. Sanki kimsenin göremeyeceğinden korkuyormuş gibi bağırıyordu. 


"Bu, genç patronun size hediyeleri! Hediyeler için General Clyde'a şükranlarımızı iletin! Tabi hayatta kalırsanız!" 


Mızrağın ucunda üç tane kafa vardı. En üstte yaşını almış gibi gösteren yaşlı bir erkek kafasıydı. Bu Albay Zachary'in kafasıydı. Onun hemen altında Yarbay Anderson vardı. Anderson Zachary'in sağ koluydu. Onu Mavi Sakal son anda yardım alarak öldürmüştü. En altta da Robin'in kafası vardı. Gözleri ölümü son anda görmüş gibi açıktı. Korku ve dehşet içinde kalmış gibiydi. 


Kafalardan akan kanlar Kızıl Saç'ın elini ıslattı. Çılgın gibi gülüşü sarı yıldırım arklarıyla onu bir tanrı gibi gösteriyordu. 


"Ah!"


"... " 


Kalabalık afallamıştı. Ansızın gelen bu tabura kimse tepki verecek zaman bulamamıştı. Üstelik çıkardığı kelleler bir alayı yok ettiklerini gösteriyordu. 


"Sıkıntı!" diye bağırdı akıllı bir komutan, onların amaçlarını anladı ve panikle harekete geçti, "Komutanların intikamını alın! İkiye ayrılın ve formasyonlara girin!" 


Afallayan Gloria ve Pulchra askerleri şaşkınlıklarından uyandılar ve savaşa devam ettiler. Gelen askerlerin kimin tarafında olduklarını bilmiyorlardı, bu yüzden Pulchra askerleri onlara karşı tetikteydi. 


Kızıl Saç taburu Sütun Formasyonu'nu çalıştırdı ve savaşmaya devam etti. Ejderha misali kıvrılan yıldırımlar korkutucu ejderha kükremelerine eşlik ediyordu. İndikleri yeri karartıyor, Kızıl Saç Taburu'nun askerlerinin gücüne güç katıyordu. 


Kızıl Saç atını mahmuzladı ve kılıcını savurarak bir askeri ikiye böldü. Kılıcının üzerinde titreyen yıldırımlar cesedi anında küle çevirdi ve rüzgarın etkisiyle uçuştular. 


"B... Bu da ne?!" 


İkiye bölünen askeri görenler panikledi ve tüm dirençleri kırıldı. Kızıl Saç Taburu'nun gücü herkesi dehşete düşürmüştü. 


Mavi Sakal iğrenç bir şekilde güldü ve konuşan askerin kafasını gövdesinden ayırdı, "Bu sizin ölüm emriniz! Buradan bir Gloria askeri bile ayrılamayacak!" dedikten sonra atından atladı ve Ejderha Nefesini kullanarak korkutucu bir güç sergiledi. Şuan da sadece formasyonun gücünü kullanıyordu, yani diğerleriyle ortak güçlerini sergilememişlerdi. 


***


Karagöz ve Gümüş Melek arasında ki savaş bir çıkmaza sürülmüş gibiydi. İkisi de güneş ışıklarının altında birbirine nefretle bakıyor, her saniye daha fazla saldırı yapıyorlardı. Ancak bir süre sonra ikisinin de Qi ve Mana miktarı düşmeye başlamıştı. Her ne kadar Mana ve Qi iksirleri ve hapları alsalar da anında yenilenmiyorlardı. 


İkisinin de yüzü solgundu. 


O sırada Karagöz Kızıl Saç'ın kükremesini duydu ve oraya odaklandı, "Hm? Bu da ne böyle? O kişi Robin değil!" Kızıl Saç'ın kafaları çıkardığını gördüğünde öfkeyle doldu ve tongaya düştüğünü anladı. 


"Altın Göz!!!" Karagöz öyle yüksek bir sesle bağırdı ki ses dalgaları Qi Dalgalanmasını bastırdı. Elinde ki İmparatorluk Hançeri isimli suikast kalıntısı harekete geçirdi ve Gümüş Melek'le kıyasıya savaşına devam etti. Hızlıca savaşı bitirmek ve Kızıl Saç'ın işini bitirmek istiyordu. 


Ancak yüzünü Gümüş Melek'e çevirdiğinde sadece Gümüş Kılıç Qi'sinin parıltısını gördü. Cennet'ten inen bir melek gibi duran Gümüş Melek'in gözleri duygusuz ve sakindi. Bilinci yerinde değil gibiydi adeta, kontrolü daha da fazlalaşmış ve gücünü daha da iyi kullanmaya başlamıştı. 


Karagöz kolayca saldırıyı atlattı ve karşı saldırısını yaptı. Siyah bir yılan gibi hançerden çıkan karaltı kolayca Gümüş Melek'in etrafını sardı. Karagöz ışınlanırmış gibi Gümüş Melek'in üzerinde belirdi ve hançerini savurdu. 


Gümüş Melek'in etrafında beliren ince şeffaf kalkanı kağıt keser gibi kestikten sonra onun ensesini kesti. Ancak Karagöz'ün yüzü gülmemiş, aksine anında geri çekilerek araya mesafe koymuştu. Kaçtığı anda Gümüş Melek'in sırtında dikenli kanatlar çıkmış ve Karagöz'ü hedefleyerek bir dizi saldırılar gerçekleştirmişti. Karagöz bir metre ilerlediği anda durduğu yeri dikenler kaplıyordu. 


Sürekli hareket halinde olması gerektiğini anlayan Karagöz dişlerini sıktı ve sakinleşmeye çalıştı. 


Düşük Seviye Aziz Savaşçı olmak zordu ancak orta seviye olmak çok daha zordu. Arada ki fark karşılaştırılamayacak kadar fazla ve derindi. Karagöz'ün Savaşçı seviyesi neredeyse oraya dokunmuştu. Ancak Lucy daha düşük seviyenin ortasındaydı. Arada bir mini alem vardı. 


Mantıken Karagöz'ün onu bastırması gerekiyordu. 


'Kalıntısı kutsal elementlerin ikisini de içeriyor; Yaşam ve Işık... Benim Gölge ve Karanlık elementlerimin üstünlüğü yok oluyor! Kutsal savaşçılardan nefret ediyorum!'


Karagöz duraklamadı ve bir anda yönünü değiştirip askerlere doğru saldırdı. 


'Bire birde ona karşı şansım yok! Ancak kalabalık alanlarda gerçek gücümü sergileyebilirim!' diye düşündü ve askerlerin arasına karıştı. 


Lucy'nin duygusuz ifadesi bozuldu ve güzel kaşlarını çattı. "Seni korkak! Askerlerin arasından çık ve karşıma gel! Yoksa Binbaşı Karagöz, savaşmaktan korkan bir fare mi? Gloria'nın askerleri adına üzüldüm!" 


***


"Haa~" Altair askerlerin arasına karışmış, üzerine gelen tüm saldırılardan kolaylıkla kaçıyordu. Gözleri Gümüş Melek'in üzerindeydi. 


"Hala çok safsın, sen istedin diye çıkacak değil ya!..." Altair kafasını salladı ve ona kılıcıyla saldıran bir Pulchra askerini tokatladı. Ardından taraflar eşitlensin diye arkasında onunla birlikte savaşan beş kişinin bacaklarını kırdı. 


"Ne oluyor?"


"Şu piçi öldürün! O yaptı!" 


"O mu? Onu tanıyorum, asteğmen Jule değil mi?" 


Gloria askerleri kimliğini çözdüğünde Altair görünüşünü bozdu ve ortadan kayboldu. 


"Kayboldu! Bir hain olmalı!" 


"Oraya odaklanacağına savaşa odaklan! Safı yarmaya çalışan şu gerizekâlıyla ilgilen!" 


Altair yüzünden şaşırsalar da böyle şeyler yaşanıyordu. Bu yüzden çok zaman kaybetmeden ilgilendikleri işlerin başına geçtiler. 


Altair ise bu sefer Gümüş Melek'in altında ortaya çıkmıştı. Kırmızı kıyafeti, göz bandı ve elinde ki yelpazesiyle asil bir ailenin genç efendisi gibi gözüküyordu. 


Ortalık savaş alanı olmasına rağmen kimse Altair'ı fark etmiyor gibiydi, Altair yavaşça yürüdü ve tam olarak uçan Gümüş Melek'in altına geldi. Uzun savaş eteği dalgalanıyordu. Uzun ve ince bacakları sanat eseri gibi gözüküyordu. 


"Pembe mi? Zevklerin hiç hoş değilmiş..." Altair kafasını salladı ve alaylı bir şekilde konuştu. 


Ancak sözleri Gümüş Melek tarafından şans eseri duyulmuştu. Hiç bozuntuya vermese de altında bir sapık olduğu düşüncesi kaşlarını çatmasına yetmişti. 


"O tenin üzerine siyah yakışabilirdi, daha olgun ve güzel gözükürdü. Yare yare... baldızım olmasaydın, seninle ilgilenebilirdim. Şansına küs." Altair yelpazesiyle kendini yellerken, bir kadın savaşçının yanında durdu. Yüzünde zarif bir gülümseme vardı. 


"Sen... de kimsin? Lan?!" Lucy'nin her zaman utangaç yüzünde öfke dolu bir ifade belirdi. O kişinin çevresinde ki askerlerin neredeyse hepsi Gloria askeriydi, bu yüzden kılıcına topladığı Qi'yi savurmakta en ufak bir tereddüt hissetmedi. 


Lucy'nin onu öldürmek için saldırdığını gören Altair'in gülümsemesi yüzünden silindi ve bir adım geri çekilerek kadın savaşçının arkasına saklandı. 


"Karagöz'üm... sana saldıran bir saldırgan var. Böyle bir şeye izin veremezsin değil mi?" Altair'ın hoş sesi sıradan bir asker gibi savaşan kadın savaşçının hareketlerinin duraklamasına neden oldu. Derin bir şekilde iç çekti ve sıradan aurası bir anda patladı ve üzerine doğru gelen gümüş kılıç qisi ile çarpışarak iki saldırının da yok olmasına vesile olmuştu. 


Kadın savaşçı Lucy'e bile bakmadan ona dokunan Altair'a baktı. 


"Amanın... 'Karagöz'üm' demek? Ben de tam olarak bir eş adayı arıyordum." 


Altair'ın aklına önceki hayatında ki azgın yaşlı iskeletler geldi ve elini sallayarak reddetti, "Üzgünüm canım.. Başım bağlı, bir septilyon yıl sonra belki aynı yatakta yatabiliriz." dedi ve oradan bir hayalet gibi kaçtı. Her ne kadar kadınları sevse de azgın sürtükleri sevmiyordu. Birkaç kere onların eline düşmüş ve korkutucu zamanlar yaşamıştı. Tüm Yang Enerjisi'ni sömürmek için onu yatağa atan kadınlar vardı. Korkutucu yaraları tekrardan deşmek istemiyordu. 


Kadın savaşçının görünüşü değişti ve Karagöz'ün birebir aynısı ortaya çıktı. Altair'ın kaçtığı yere ilgiyle baktı ve Lucy'i umursamadan onu kovalamaya başladı. 


"Gel buraya küçük fare! Ablacık sana iyi davranacak!"


"En son öyle dediklerinde 3,000 yıl boyunca kelepçelendim! Güveneceğim son insansın. Bakışların beni çıplakmış gibi hissettiriyor." Altair ustaca manevralar yaptı ve Gloria saflarını karmaşaya sürükledi. Kaçarken bazı askerleri tek hamlede öldürüyor, ya da onları tokatlıyordu. 


"Yang Enerji'nin taştığını görebiliyorum!" Karagöz'ün yüzünde açgözlü bir ifade ortaya çıktı ve Altair'ın sürekli kaybolan silüetini kovalamaya devam etti. Altair'ın saf yangını yemek istedği belliydi. 


"Onun talibi çok ama sadece birkaç kişiye gidiyor... Bir sonraki hayatında gel." 


Karagöz Altair'ın söylediklerini umursamadı, "Benim için sıkıntı yok. O birkaç kişiyi genişletebiliriz!" 


"..." ciddiyetle Karagöz'le savaşmayı bekleyen Lucy. 


"..." Karagöz'e saygı duyan Gloria'lı askerler. 


"..." Karagöz'den korkan Pulchra askerleri.


"Onlar bu ciddi ortam da flört mü ediyorlar?"


"Nedense aklımda ki korkutucu kaltak imajı silindi." Karagöz'den ölümüne korkan bir Gloria askeri omuz silkti. Ancak yanında ki adamın eli ile bir yeri işaret ettiğini görünce korkuyla dondu.


"Aileme onları çok sevdiğimi söyle." dedikten sonra kafasını patlatan karanlık mızrakla yere yığıldı. 


Karanlık mızrağı fırlatan Karagöz'ü gören Altair'ın yüzündeki flörtöz gülümseme yerini tereddüde bırakmıştı. Her zaman biraz saldığı aura bir anda yok oldu ve ortadan kayboldu. 


"Hm? Çok kolay kaçtı. Güzel çocuktu..." Karagöz'ün yüzündeki gülümseme silindi ve omuz silkti. Savaşta eğlenmek onun için bir kuraldı. Bu yüzden Altair'ın ortaya çıkması onu sevindirmişti. Onunla eğlenmek istemeye cüret edenler neredeyse ölüydü. Altair bir istisnaydı. 


Karagöz'ün elinde karanlığın sözlük anlamıymış gibi bir kılıç belirirken, Lucy'e döndü. Siyah maskesi yüzünden sadece gözleri gözükse de, soğukluğunu belirtmek için yeterliydi.  "Şimdi kaldığımız yerden devam edebiliriz." 



***
1877





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr