Uther’ın ucu açık cümlesinden sonra herkes yavaş yavaş dağılmaya başlamıştı; hava artık kararmak üzereydi. Hanae ve Griffith’in yanına doğru yanaştı Lowell. Griffith, Lowell ve Hanae’ye döndü, gülümseyerek “Eee, bu gecelik beraber kamp yapmaya ne dersiniz?” dedi.
Lowell: “Tek mantıklı seçenek şu anlık bu zaten. Bu ıssız adada tek dolaşmak istemezsiniz herhalde?”
Lowell elini kaldırdı, işaret parmağıyla yakınlardaki bir tepeyi göstererek, “Şurada konaklayabiliriz.” dedi. Üçlü, Lowell’in gösterdiği tepeye doğru yola koyuldu. Tepeye başına kadar çıktılar. Ağaçların arasından rahatça görülebilen ufuk çizgisinde, güneş ile okyanus ahenk içerisinde dans ediyor gibiydi; kırmızının ve morun tonları, okyanusun üstünde huzurun resmini çizmişti. Bu görsel şölen bitmeye yakın bir ateş yaktılar, etrafına oturup sohbet etmeye başladılar. Bir süre sonra uykuya dalmışlardı bile, ateş de sönmüştü. Ancak, gökyüzündeki yıldızlar ve ayın parlaklığı, ortalığı aydınlatmaya yetiyordu.
Sabah güneş ışıklarının yüzüne vurmasıyla uyanan Lowell, diğer ikisini de uyandırmak için kalktı.
Lowell: “Hadi, uyanın uykucular. Yaklaşık bir saat sonra falan, takımlar açıklanacak. Zaten hazırlanıp, tepeden aşağı inmemiz uzun sürecek; kalkın.”
Hanae ve Griffith uyandıktan sonra eşyalarını aldılar ve meydana doğru yola koyuldular. Uzun bir süre, tepedeki çayır ve çimenlerin arasında yürüdükten sonra, meydana vardılar. Göz kararınca daha yedi ila sekiz kişi eksikti. Onları beklerken Griffith “Acaba hangi takıma düşeceğim? Hanae veya Lowell ile aynı takımda olur muyum?” gibi sorularla kendini oyalıyordu.
Az bir vakit geçtikten sonra Griffith, tahminen Akin seviyesinde bir muhafızın, bunaltıcı güneşe doğru bakındığını fark etti. Dirseği ile Lowell’ı dürttü, Lowell’in dikkatini çekti ve konuşmaya girdi.
Griffith: “Hey, Lowell! Baksana, şu herif güneşe iyice odaklanmış, kafasına güneş geçecek şimdi.”
Lowell: “Hayır, güneşin yönüne bakarak öğlen oldu mu, olmadı mı ona bakıyor.”
Bu cümlesi üstüne Lowell da bir elini gözlerinin üstüne tutup, güneş ışınlarını azalttı ve güneşe doğru bakındı.
Lowell: “Öğlen olmasına 38 saniye gibi bir süre var.”
Griffith: “Ne?! Bunu sadece güneşe bakarak mı söylüyorsun?”
Lowell: “Evet? Aslında o kadar da zor değil.”
Griffith, nedendir bilinmez Lowell’in böyle saati anlayabilmesine, gereksiz bir şekilde hayran kalmıştı. Ağzı açık bir şekilde, Lowell’i alkışlamaya başladı. Lowell insanların içinde Griffith’in alkışlamasına utanmış olsa ki, hemen onu durdurmaya çalışmıştı.
Lowell, Griffith’i durdurmaya çalışırken, yanlarından saliselik gözüken biri geçti. Adamın hızıyla yarattığı rüzgâr, Lowell ve Griffith’i savurmuştu; ikisi de afallamıştı. Lowell bile kimin bu kadar hızlı olduğunu merak ediyordu. Öğretmen olmadığı kesindi; saliselik olarak görünse bile, neredeyse Lowell ile yaşıt birisi olduğu anlaşılabiliyordu.
Hızla gelen kişi, Lowell ve Griffith’in yanında durdu. Durduktan sonra eliyle, gümüş rengi saçlarını geriye atmıştı. Bu kişi kesinlikle Constatine’di! Etrafındaki insanlara hava atmaya çalışır gibi bir tavır sergiliyordu. Constatine’in bu tavırları üzerine Griffith “Umarım onunla aynı takıma düşmem…” diye içinden geçirmeden edemedi.
Ardından sadece karşısında durunca bile güçlü oldukları hissedilebilen altı kişi, öğrencilerin ortasına dikildi. Akin seviyesinde öğretmenler oldukları her hâlükârda anlaşılabiliyordu. O an öğrencilerden gelen hafif uğultu bile kesilmişti. Herkes pürdikkat altı kişiye doğru bakıyordu. Öğretmenlerden biri, bir adım öne çıktı. Göğüsleri ve kalçalarıyla direkt göze çarpan bir kadındı bu öğretmen. Ayrıca, buradaki tek kadın öğretmende oydu.
???: “Sustunuz demek…”
Kadın, kısa cümlesinden sonra hafifçe etrafına bakınmaya başladı. Birkaç saniye sonra tekrar konuşmaya girdi.
???: “Öncelikle benim adım Pandora. Biliyorsunuz ki, takımlara ayrılacaksınız ve eğitimize öyle devam edeceksiniz. Şimdi hızlıca hepinizin takımını açıklayacağım. Sonrasında herkes, takım evlerine dağılacak.”
Cümlesini bitirdikten sonra tam takımları açıklayacakken; ağzında maske olan, kahverengi ve dalgalı saçlı öğrencilerden biri söz istemek için yavaşça elini kaldırdı.
Pandora: “Sen, elini kaldıran... Dinadan’sın, değil mi?”
Adını bilmesine şaşıran Dinadan, “Evet.” diyerek cevapladı, Pandora’nın sorusunu.
Pandora: “Peki, sorunu sorabilirsin.”
Dinadan: “Takımların dağıtılması neye göre yapıldı? Merak ediyorum…”
Çocuk çok kadife sesliydi ve yavaş konuşuyordu. Dinlerken sizi uyutabilecek gibi bir ses tonu vardı. Pandora alaycı bir şekilde, “Kim bilir?” diyerek geçiştirdi, Dinadan’ı.
Pandora: “Hemen şimdi, takımları açıklıyorum.
Takım 1’in üyeleri: Clodrus, Hanae, Persant ve Stella…”
Griffith, Hanae’nin ondan ayrı bir takıma gittiğini duyunca üzüldüğü, yüz ifadesinden belli oluyordu. Adeta yıkılmış gibi bir ifadesi vardı. Hanae ise takımındaki kimseyi tanımadığı için, en azından Griffith veya Lowell gibi tanıdığı birinin olması içini rahatlatırdı. Pandora hızlıca takımları açıklamaya devam etti.
Pandora: “…Takım 2’nin üyeleri: Griffith, Laveyan, Pelleas ve Victoria…
…Takım 3’ün üyeleri: Gaheris, Dinadan, Urien ve Lowell…
…Takım 4’ün üyeleri: Constantine, Merlin, Timur ve Arthur…”
Constantine, kendi takımını duyunca nasıl insanlar olduklarını hemen merak etmişti. Aslına bakılırsa, tek merak ettiği ne kadar güçlü olduklarıydı. Ego ve güç meraklısı Constantine için önemli olan, sadece kendi dişine göre bir rakipti. Ayrıca, doğruya doğru, takım arkadaşlarına rakip de diyemezdi, daha çok kendi egosunu tatmin etmek için aralarında düello yapacağı “arkadaşlar”dı.
Pandora: “…Takım 5’in üyeleri: Ascamore, Minerva, Azrael ve Perceval…
…Son takım yani Takım 6’nın üyeleri: Dinas, Ginleo, Morgana, Jeanne.”
Pandora, takımları hızlıca açıklayıp bitirmişti. O sırada hiç durmadan, hızlıca tüm takımları ve isimleri söylemişti. Hızlı açıkladığı için, çoğu kişinin aklı karışmıştı. Bazıları hangi takımda olduğunu anlayamamıştı. Durumu fark eden Pandora, yavaşça ve teker teker takımları tekrar söyledi. Bu sefer herkes, hangi takımda olduğunu anlayabilmişti.
Pandora: “Herkes takımlarını öğrendiğine göre kendi takım evine gitsin. ‘Yerlerini bilmiyoruz ki nasıl gidelim?’ dediğinizi duyar gibiyim. Merak etmeyin her yolda tabelalar var, size hangi takımsanız onun yerini gösterir.”
Pandora arkasını dönüp gidecekken, Ginleo “Bize şu Xent şeysini öğretecek elemanlar kim? Neydi o, Akinler mi? Her neyse işte…" diye sordu. Pandora, Ginleo’ya döndü; hafif, yargıcı bir ses tonuyla konuşmaya girdi.
Pandora: “Güneş batmaya yakın ‘öğretmen’leriniz gelir. Olay çıkartmadan, sessizce bekleyin.”
Bu sözlerden sonra, herkes kendi takım evine doğru yol aldı. Bulmaları biraz vakit almış olmalıydı, çünkü tüm takımlar anca evlerine varabilmişti. Griffith ve takımının, takım evinin içerisinde bir şömine vardı, şöminenin etrafında tekli koltuklar vardı, evin her tarafına karanlık bir yer kalmayacak şekilde mumlar da yerleştirilmişti. Loş havası, şömine ile beraber çok rahatlatıcı bir ortam oluşturuyordu.
Takımdaki herkes oturmuş bekliyordu. Griffith hemen yeni kişilerle tanışmaya can atıyordu, ancak kimsenin ağzını bıçak açmıyordu. Sessizlik evi esir tutmuşken, aralarından biri ayağa kalktı. Sakız yaprağı renk saçı, koyu mor gözleri, beyaz gömlek giyimi ile zaten dikkat çekmesinin dışında; erkek olmasına rağmen bir kadın zarifliğine sahip, fazlasıyla feminen bir tipti.
???: “Böyle sessizce oturmanın faydası yok. Biz artık takımız, bence öğretmen gelene kadar kaynaşmamız iyi bir fikir olur. İtirazı olan var mı?”
İnsanın içini yumuşatan bir sesi vardı. Biraz beklese de kimse sorusuna yanıt vermemişti ama sessizlikleri “İstemiyoruz.” anlamında değil, “İtirazımız yok.” anlamında bir sessizlikti. Çocuk çok takmadan konuşmaya devam etti.
???: “Madem öyle kendimi tanıtayım, ben Laveyan. Siz?”
Laveyan’ın sorusuna yine yanıt gelmeyince, Laveyan’ın komik bir duruma düşmemesi için konuşmaya başladı Griffith.
Griffith: “Merhaba, ben Griffith. Tanıştığıma memnun oldum.”
Laveyan: “Ben de tanıştığıma memnun oldum Griffith, bende Laveyan.”
Laveyan iki kere kendini tanıttığını fark etti ve çaktırmamaya çalıştı. Griffith, Laveyan’a garip bakışlar attı, “Az önce zaten adını söylememiş miydi..?” diye düşündü. Sonrasında Griffith alaycı bir tavırla cümleye girdi.
Griffith: “Ben de tanıştığıma memnun oldum Laveyan, bende Griffith.”
Laveyan, Griffith’e garip bakışlar atıp “Az önce benim yaptığım yaptığım hatayı mı taklit etti o?” diye geçirdi içinden. Ardından Laveyan diğerlerine döndü, köşede sessizce oturan; sarı saçlı, koyu giyinimli kıza doğru “Merhaba hanımefendi, kendinizi tanıtmaz mıydınız?” dedi. Kız kafasını Laveyan’a doğru kaldırdı, biraz bakındı, kısık ama duyabilecek bir seste konuşmaya başladı.
???: “Ben Victoria, tanıştığıma memnun oldum.”
Laveyan kıza doğru elini uzatarak, “Ben de tanıştığıma memnun oldum.” dedi ve gülümsedi. Sonrasında etrafına takımda başka tanışılmadık biri var mı diye bakındı, bakınırken birini daha görmüştü. Uyuyakalmış gibi gözüküyordu; başta yanına gidip onu uyandırmak istiyordu ancak sonra vazgeçti. Onun yerine ses çıkartarak onu uyandırmak mantıklı gelmişti. Ellerini havaya kaldırdı, tam alkış yaparak ses çıkartacaktı ki, uyuyan kişi “Ben Pelleas, tanıştığıma memnun oldum.” dedi. Laveyan afalladı ve sonrasında lafa girdi.
Laveyan: “Uyanık mıydın?”
Pelleas: “Sadece yorucu gecenin ardından, gözlerimi dinleriyordum.”
Laveyan: “Tabii, sen de haklısın. Rahat ve huzurlu bir ortamda, gözler otomatikman kapanıyor.”
Griffith: “Eee, madem tanıştık yeter bu kadar eğlence ne zaman geliyor bu hoca?”
Laveyan: “Senin kadar bilgiye sahibiz, sence biliyor olabilir miyiz?”
Griffith: “Hmm, yani… Sen de haklısın.”
Herkes bir köşeye geçip oturdu, kimse birbiriyle iletişim halinde değildi. Birkaç saat geçmişti ve karanlık bastırmıştı. Griffith öfleyip pöflüyordu. Sıkıldığını sanki yanındakilere duyurmaya çalışıyordu. En sonunda öfleme seslerinden rahatsız olmuş olacaklar ki, Laveyan ayağı kalkıp, “Kılıç kılıca düello yapmak isteyen var mı?” dedi. Bunu duyunca gözleri açılan Griffith hemen ayağa kalktı.
Griffith: “Düello güzel fikir ancak kılıcımız falan yok n’apacağız?”
Laveyan: “Hah, kılıç sorun değil! bi’ saniye…”
Laveyan ellerini arkasına götürdü ve sırtından dört adet tahta kılıç çıkarttı.
Griffith: “Nerene soktun lan onları? Nasıl dört kılıcı sırtına sakladın?”
Laveyan: “Hehe, benim ufak tatlı sırlarımdan birisi işte. Neyse, şimdi alın şu kılıçları sıra sıra düello atalım.”
Victoria: “Reddediyorum. Siz oynaşın aranızda…”
Laveyan “Hay hay, hanımefendi. Siz nasıl isterseniz!” diyerek, Victoria’ya doğru bir gözünü kırptı. Kılıçları dağıtan Laveyan, kılıcını tutup, Griffith’e doğru çevirdi.
Laveyan: “Griffith! Senle kapışmak istiyorum bakalım nasıl hünerlerin var.”
Gözlerini deviren Griffith “O kadar kişi varken, düello için beni mi seçtin?” diye geçirdi içinden.
Griffith: “Yani… Tamam, dışarıda mı olacak içeride mi?
Laveyan: “Eğer cidden iyi ve hassas kılıç kullanabiliyorsan, bir şeyleri kırmadan veya dökmeden içeride kılıç sallayabilirsin herhalde? Değil mi, Griffith?”
Griffith: “Hehehe, ayıpsın tabii sallarım.”
Griffith ve Laveyan düello için savaş pozisyonuna geçti. Yerlerinden fırladılar ve başladılar, kafa kafaya düelloya. Kılıçlarını çok sert vuramıyorlardı, kılıçlar tahta olduğu için hemen kırılabilirdi. Laveyan bir yandan kılıcı savururken, bir yandan da odaya göz atmaya çalışıyordu. Hamle yapmak için bir yer arıyordu. Aklına güzel bir fikir gelmiş olmalıydı, çünkü yavaşça gülümsemeye başlamıştı. Bu sırada hâlâ kılıçlarını savuruyorlardı. Tahta kılıçların çıkarttığı sert “tak tak” sesleri hızlanmaya başlamıştı. Laveyan kılıcını havaya fırlattı; Griffith gözünü kılıca diktiği için anlık olarak havaya doğru bakıp, gardını indirmişti. Bundan yararlanan Laveyan hızlıca sol eliyle Griffith’in kılıcını tuttu, sağ eliyle ise yüzüne yumruk atmayı denedi fakat Griffith yumruğu tutmuştu.
İkisi de çıkmaza girmişti, bu esnada Laveyan gözlerini kapattı, konsantre olmaya çalışıyor gibi bir havası vardı. Gözlerini tekrardan açtığında tuttuğu kılıç bir anda yanmaya başladı. Kılıç küle dönünce, boşalan sol eliyle de Griffith’e yumruk atmaya çalıştı. Onu da tutan Griffith’in zorlandığı belli oluyordu, Laveyan yakın dövüşte Griffith’in biraz daha iyi gibiydi. Laveyan, iki elini de Griffith tutuğu için bir nevi kilitlenmişti. Kurtulmak için diziyle Griffith’in hayalarına vurdu, Griffith yere yığıldı ve acıyla kıvranmaya başladı.
Griffith: “Ah! Köpek! Toplara vurmamalısın yazılı kural bu, şeref…”
Laveyan, savunmasız hâlde yerde yatan Griffith’i, yumruklayarak sözünü kesti. Griffith yediği yumruklara karşılık veremiyordu. O sırada odanın kapısının açılma sesi geldi. Griffith, Laveyan, Pelleas ve Victoria donakalmıştı, kapıya doğru bakındılar. Fakat kapı açıldığında orada kimse yoktu. Arkalarından bir alkışlama sesi geldi, arkalarındaki kişi sabah, takımları açıklayan Pandora’ydı.
Pandora: “İyi dövüştünüz, izlemesi eğlenceliydi. Birazcık yeteneklerinizi gözlemlemek istedim. Özellikle de Laveyan, Xentini bu yaşta böyle kullanman etkileyici. Ancak çaresizce yerde yatan birine durmadan yumruk atıp, neredeyse bilincini kapatacak hâle getirmek… Sence bir muhafızın ahlak kurallarına, uygun bir şey mi?”
Laveyan, Griffith’in üstünden kalkmıştı. Griffith ise hâlâ yerde yatıyordu. Yarım yamalak da olsa konuşabiliyordu.
Griffith: “Yaaani… Teşekkürler ama yüzüm gözüm dağılmadan gelemez miydin?”
Laveyan kalkabilmesi için elini Griffith’e doğru uzattı, “Üzgünüm, düello olunca kendimi tutamıyorum. Kin falan duymazsan sevinirim.” dedi. Yerden Laveyan’ın yardımıyla kalkan Griffith, “Düello kuralları gereği saldırdın; kural yoktu, bu yüzden istediğini yapabilirdin. O yüzden yaptıklarından kin duymuyorum.” dedi.
Pandora: “Neyse. Ben eğitim boyunca sizin öğretmeniniz olacağım. Bu ev bizim takımımıza ait. Şu an bulunduğumuz oda kalacağınız yer, erkek ve kız ayrımı yok.
Öğretmen odası ise hemen yandaki odada, bir şey olursa bildirebilirsiniz. Kalan iki oda da tuvalet ve mutfak. Herhangi bir sorunuz yoksa odama çekiliyorum.”
Victoria: “Şimdi bu üç erkekle aynı odada mı kalacağım yani?”
Pandora: “Ne kadar istemesen de evet.”
Pandora, odasının kapısını açtı, girecekken “Ha, unutmadan yarın sabah erkenden, dışarıda ki kumluk arazide bekleyin.” dedi ve içeri girip kapısını kapattı. Bu konuşmanın üzerine Griffith, Hanae’nin de başka erkeklerle aynı odada kalacağını fark etti. Herkes yatmıştı ancak bu düşünce Griffith’i yiyip bitirdiğinden gözüne uyku girmiyordu.
Sabah güneş doğarken uyanan Pelleas, kalktığı zaman, Griffith’i uyanık gördü.
Pelleas: “Bakıyordum da erkencisin?”
Griffith: “Erkenci mi? Uyumadım ki.”
Pelleas: “Ha? Tüm gece boş boş ne yaptın peki?”
Griffith: “Güzel soru…”
İçinden “Bütün gece Hanae’yi düşündüm diyemem ki? Bir şey sallasam iyi olacak.” diyen Griffith, Pelleas’a “Bir türlü uyku tutmadı ilk günün heyecanından olsa gerek…” gibi uyduruk bir cevapla karşılık verdi.
Pelleas: “Peki, öyle olsun.”
Ardından büyük ihtimalle, Griffith ve Pelleas’ın konuşmaları yüzünden uyanan Victoria ve Laveyan da kalktı. Herkes giysilerini giyip, kılıçlarını kuşanıp, eğitim yapacakları alana doğru yola koyuldular. Eğitim alanları denizin hemen yanında yemyeşil bir arazideydi. Neyse ki gidecekleri yer, kaldıkları takım evine yakın olduğu için gitmeleri uzun sürmedi. Ancak eğitim alanına vardıkları zaman öğretmenleri Pandora’yı göremediler.
Griffith: “Ee, bu kadın nerede? Yanlış zamanda mı geldik?”
Laveyan: “Nereden bileyim guguklu saate mi benziyorum oradan?”
Griffith, “Lowell olsaydı havaya bakarak saati söyleyebilirdi...” diye iç geçirdi. Aralarında birkaç dakikalık sessizlik hakim sürdükten sonra, Victoria bir anda “Şimdi fark ettim de, burası çok ıssız değil mi? Eğitim aletleri falan olması gerekmiyor mu?” diye çıkıştı. Griffith, Pelleas ve Laveyan etraflarına bakındı.
Griffith: “Şimdi düşündüm de haklısın, böyle bir yerde ne yapacağız ki?”
O esnada Pelleas hafifçe sıratarak, “Arkadaşlar yanlış anlamadıysam ders çoktan başladı.” dedi. Herkes Pelleas’a bakmaya başladı, kafaları karışmıştı.
Victoria: “Ne demek başladı?”
Pelleas: “Öğretmenler geç kalacak tipler değil, özellikle Pandora hocanın ilk derse geç kalmayacağını düşünüyorum.”
Griffith: “Yaani… Tam ne anlatmaya çalışıyorsun?”
Pelleas: “Pandora hoca dün geç kalmış gibi gözüküp sizin düellonuzu izledi, amacı sizin yeteneklerinizi gözlemlemekti. Büyük ihtimalle buradaki şey de yeteneklerimizi gözlemlemekle kalmayacak aynı zamanda ölçecek.”
Victoria: “Burada ne yeteneğimizi ölçebilir ki?”
Victoria cümlesini bitirdiği anda yanından çok hızlı bir ok geçmişti. Herkes savaş pozisyonuna geçti. Okun nereden geldiğini veya neden geldiğini anlayamamışlardı.
Griffith: “Hey, Victoria iyi misin?!”
Victoria: “Ben iyiyim size bir şey oldu mu?”
Laveyan: “Biz de iyiyiz de, ben galiba olayı çözdüm. Hislerimizi ölçüyor. Baksanıza dalgalı denizin ve kuşların öttüğü ağaçların dibindeyiz, onları sesi gelen okların sesini engelliyor.”
Griffith: “Tamam kimse panik yapmasın. Daha sadece bir tane ok geldi dahasının geleceğinden emin değiliz ki.”
Griffith’in cümlesiyle beraber, daha şiddetli oklar yağmaya başladı. Herkes Griffith’e onu öldürmek istercesine bakındı. Laveyan iç çekerek, "Harikasın, seni şom ağızlı..." şeklinde Griffith'e söylendi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..