O sırada Milius'un dövüşü başlamak üzereydi. Tabii ki de Çekirdekte savaşmayı seçmişti. Yöneticiler de pür dikkat onu izliyordu. 8. Yöneticinin kucağında bir patlamış mısır kovası bulunuyordu.
Yöneticilerin Milius'a karşı bir kini yoktu. Sadece eğlence amaçlı dövüşünün izliyorlardı. Eğer onu gerçekten merak etselerdi zaten onun kim olduğunu öğrenmeye çalışırlardı.
Milius alana ışınlandığında etrafına bakmaya başladı. 600 kişi etrafa salınmıştı. Herkes bir anda değişen bölge karşısında şaşkına uğramıştı. Sadece Milius ve bir kaç kişi umursamazlıklarına devam etti.
"Hahahaha bunu her gördüğümde gülüyorum. Nasıl da şaşırdılar bir baksana. O kadar şaşırdılar ki savaşmıyorlar bile."
A-30 Alanında insanlar karmaşadaydı fakat 12 yönetici buna gülüyordu. Çünkü böyle insanların yüzlerinde bu şekil ifadeler çok komik görünüyordu.
Tam o sırada kimsenin beklemediği bir şekilde Milius sırtındaki kılıcı çıkardı ve önünde ki gencin göğsüne derin bir kesik attı.
Bütün alanda sessizlik olurken sonunda insanlar nerede olduklarını fark etti ve birbirleri ile dövüşmeyi başladı. Milius ise önüne geleni kesip geçiyordu. Sağdan soldan her yönden kanlar fışkırıyordu ve insanlar kazanmak için hiç tereddüt etmeden birbirlerini öldürüyorlardı.
10 dakika geçti. 600 kişiden 400 kişi kalmıştı.
20 dakika geçti. 600 kişiden 300 kişi kaldı. Zamanla insanları etkisiz hale getirmek zorlaşıyordu.
1 saat geçti. 58 kişi kalmıştı. Milius yerde sakince oturuyordu. Ona saldıran kişileri ağır yaralayıp bırakmıştı. Gereksiz yere insanları öldürmeyi sevmiyordu.
3 saat geçti. Geriye sadece bir kaç kişi kalmıştı. Artık hepsi ormana dağılıyordu. Ama o sırada bir aura onları yerlerine kilitledi.
"Üzgünüm ama bir yere gidemezsiniz. Rakibiniz hala buradayken nereye gittiğinizi düşünüyorsunuz."
Milius bir anda olduğu yerden yok olurken kalan 4 kişiyi de tek kesişte öldürdü.
Bunu gören 12'li içtikleri şarabı birbirlerinin yüzüne püskürttü.
"Lanet!! Bu ne?!?"
"Biraz dikkatli Olun!!!"
"Her yerim ıslandı!!!"
12'li acı içinde yakınırken hepsi bir bez ile beraber yüzlerini sildiler. Ardından yeniden Milius'a baktılar.
"Bu nasıl bir canavar böyle. Az önce ben yanlış görmedim değil mi?" dedi 10 numara.
"Hayır. Yanlış görmedin. O hız bir güç ya da teknik değildi. Açıkçası doğaüstü herhangi bir şey değildi.
Bu tamamen ölümüne çalışmış birinin vücut gücü."
***
Yaklaşık 2 Yıl Önce
Milius ormanda bir odunun üzerinde düşünüyordu. Daniel yanında değildi. Tamamen yalnızdı fakat hiç de korkuyor gibi görünmüyordu. Evinden ayrılalı sadece 1 Hafta olmuştu. Daniel ile ayrılmaları gerekmişti. Şimdi ise Milius güçlenmek için ne yapması gerektiğini düşünüyordu.
"Geçen gün karşılaştığım Domuz az kalmıştı ki beni öbür dünyaya gönderiyordu. Sadece Karanlığın ve Aydınlığın gücünü geliştirirsem kesinlikle öleceğim. Ne kadar Ölümsüz olsam da bu gücü açmayı hala başaramadım. Gücümü nasıl açacağımı ise bilmiyorum. Ne yapabilirim acaba? "
Milius uzun bir süre bunu düşündü.
Sonunda Milius bir karara varamadı ve ayağa kalkıp ormandan uzaklaşmaya başladı.
" Sanırım şu tarafta bir kasaba vardı. Bir şeyler içersem kendime gelebilirim belki. " Milius üzerindeki başlığı kafasına geçirirken üzerini tamamen kapattı. Yaşını belli etmemeye özen gösteriyordu. Hele ki beyaz saçları ve mor gözleri onu tamamen ele veriyordu.
Milius aurasını saklamayı tamamen öğrenmişti. Ama bunu ormandayken saklamıyordu. Domuz ona saldırmak üzereyken aurası ile domuzu geri püskürtmüştü. Bu şekilde domuzdan rahatlıkla kurtulabilmişti.
Milius uzaktaki kasabaya vardığında muhafazların yanına ilerledi. Kasabaya girmek için sadece onların yanına gidebilirdi.
Muhafızların elinde mızraklar vardı. Üzerlerinde deriden yapılmış zırhlar vardı. Ve Yüzlerinde de katı bir ifade vardı.
Milius'un onlara doğru geldiğini görünce hemen mızraklarını Ona doğru tuttular.
"Kimsin?!? Başlığı çıkar!!" Milius onları böyle görünce başını kaldırdı ve gözlerini gösterdi. Onun gözlerine bakan muhafızlar dalıp gitmeye başladı.
"Hey! Kendinize gelin! Başıma iş açmayın!!" diye bağırdı Milius. Gözlerinin ne özelliği var bilmiyordu ama çoğu insana bakarken insanlar dalıp gitmeye başlıyordu. Buna daha bir çözüm bulamamıştı.
Muhafızlar ayrılırken hemen mızraklarını geri çektiler. Karşılarındaki çocuğun açıkça yaşını görebiliyorlardı. Böyle kişilerin bazı sorunları olabiliyordu.
"Kasaba da konaklamıyacağım. Sadece bir şeyler içip gideceğim. Bir sorun çıkarmayacağım." dedi Milius.
Muhafızlar biraz tereddüt içinde kalsada karşılarında ki kişinin istediği şekilde içeri girebileceğini fark ettiler. Bu genç sadece bunu onlara söylüyordu. İzin falan istemiyordu.
"Peki, geçebilirsiniz. Lütfen sorun çıkarmayınız."
Milius umursamadan uzaklaştı ve bir şeyler içebileceği bir yer buldu. Yavaş ve sakin adımlarla içeri girerken kimsenin gözü onda değildi. Direk olarak önündeki oturaklara otururken içecek bir şeyler söyledi. Ardından kendi halinde umutsuzluğa düştü. Zamanla gerçekten yapacak bir şey bulamamaya başlamış ve güçlenmenin yolunu kaybetmişti. Savaşlar ya da başka şeyler olması gerekiyordu. Bu şekilde güçlenebilirdi . Belki de savaşlara katılmalıydı.
Aradan bir kaç saat geçti. Milius'un bu zamana kadar sarhoş olması gerekiyordu ama hala sapasağlamdı ve sarhoş olmamıştı. Bedeni zehirleri yavaş bir şekilde arındırıyordu ve içkilerin de onu zehirlenmesi biraz zordu.
Tam o sırada binanın kapısı bir gencin içeri atılışıyla açıldı. Aslında açıldı demek yanlış olurdu. Kapının ortasında devasa bir delik vardı.
Milius başını çevirip yerde kanlar içinde yatan kişiye baktı. Ona biraz bakınca kendiyle yaşıt olduğunu fark etti. Göğsünde kocaman bir delik vardı.
"Seni böcek hahhah. Ne kadar kolay da öldü."
Milius başını kapıdan giren kişilere çevirdi. 3 kişilerdi ellerinde kılıçlar vardı. Yerde yatan çocuğun karnına böyle bir delik açmak için çok uğraşmışlar gibi görünüyordu.
Adamlar Milius'u fark ettiğinde ona baktılar. Milius'u yüzü gözükmediğinden dolayı tanıyamadılar.
"Hey! Sen, oradaki! Seni de öldürmemizi ister misin? Hahaha" dedi şişko olan.
Milius başlığını kaldırırken Karanlığın yoğun korkutucu aurasını saldı. Gözlerinin moru aurasını etkiliyor ve 3 adamın kemiklerine işliyordu. Sadece aurası bile Karanlıkla birdi ve acı anıları gün yüzüne çıkarabilirdi.
Auranın salınması ile binanın etrafında çatlaklar belirmeye başladı. Adamlar nefes alamadıklarını hissedince hemen mekandan kaçtılar. Görünürde tehlikeli insanlar gibi görünseler de bir avuç korkaktan başka bir şey değillerdi.
Milius aurasını geri bastırdığında bina çoktan çökmeye başlamıştı. Aurası 4 hafta öncesinden çok daha vahşiydi. Açıkça daha güçlüydü.
Milius oturduğu yerden kalktı ve yerde neredeyse ölmek üzere olan çocuğun yanına gitti.
Yavaşça çocuğun başının önünde eğilirken çocuğun yüzüne baktı. Yüzüne bakınca bile fazla yaşamayacağı anlaşılabiliyordu.
"Neden onları öldürmedin? Güçlerin yok mu senin?" dedi Milius. Yüzünde sıradan bir ifade vardı. Kendisine de bu şekilde sayısız kez öldürmeye çalışmışlardır. Fakat her biri aynı sonu ve aynı acıyı çekmişti. Bu şekilde Milius daha soğukkanlı biri olmaya başlamıştı.
Çocuğun yüzünde bir tebessüm belirdi. Milius çocuğun güldüğünü görünce şaşırdı. Hala nasıl gülebiliyordu?
" G-Güçlerim var. A-ama azmim yok. "
" B-benim sahip olduğum güç...... Vücudumun sınırlarını ortadan kaldırıyor. Öhöhö!! Zaten şu anda da bu yüzden hayattayım. Eğer gerçekten uğraşsaydım kısa sürede mükemmel bir güce sahip olabilirdim. Arğgh! Gücüm hala yetersiz. Fazla yaşayamam. "dedi çocuk. Şu anki hali ile konuşabilmesini geç yaşaması bile olağanüstü bir olaydı. Aynı zamanda çocuk neredeyse kusursuz bir konuşma sergiliyordu.
" Adın ne? "diye sordu Milius. Çocuk Milius'un adını sorduğunu duyunca yine gülümsedi. Ölmeden önce bu kadar rahat olabilen tek kişi belki de bu çocuktu.
" Xalion. "
"Seni kurtaramadığım için özür dilerim Xalion. Bunu yapacak yeteneğe sahibim fakat nasıl kullanmam gerektiğini bilmiyorum."
Milius gerçekten kötü hissediyordu. Şifa gücü vardı fakat kullanmasını bilmiyordu. Aydınlığın Efendisiydi o. Bütün şifanın ve Yaşamın kanunu ondaydı.
"Merak etme Karanlığın Efendisi." Milius Xalion'un ağzından duyduklarını bir an idrak edemedi.
"S-Sen benim kim olduğumu biliyor musun?" dedi. Xalion ise başını iki yana salladı.
"Bu benim diğer bir yeteneğim. Başkalarının güçlerini ve tekniklerini görebilirim. Gerçekten olağanüstü birisin. Senden bir şey isteyebilir miyim?"
Milius'un kalbi gerçekten karşısında ki çocuğa ısınmıştı.
"Ne isteyeceksin?"
"Basit bir şey. Beni öldürmeni istiyorum."
Milius duydukları ile ağzında ki şarabı geri çıkaracaktı. Bu çocuk Kendisini öldürmesini mi istemişti?
"Seni öldürmemi mi istiyorsun?"
"Yanlış anlama. Senin güçlerini görebiliyorum. Ölüm Tao'sunun Ruh Emicisinin özelliklerini de biliyorum yani. Eğer konsentre olursan beni öldürerek güçlerimden birini alabilirsin." dedi.
"Neden bunu istiyorsun ki? Senin bundan çıkarın ne?"
"Basit. Aslında yaşayabilirim Peter. Ama ben bunu istemiyorum. Bu halimle hiçbir şey yapamam. Ben bir strateji dehasıyım. Ama ordu beni bulana kadar bin kere daha ölürüm. Senin hakkında bazı şeyleri öğrenebiliyorum Peter. Sende benim gibisin. Bir Strateji dehasısın. Eğer ben hala canlıyken beni Ölüm Tao'sunun Ruh Emicisi ile öldürürsen senin içinde yaşamaya devam ederim. Sen bir gün benimle bağlantı kurmanın bir yolunu bulduğunda dostum olarak seninle sonsuzluğa geleceğim. Asla yalnız olmayacaksın Peter. Ben her zaman senin yanında olacağım. "
Milius hüzünle altında ölen gence bakarken gözlerini kapattı ve odaklandı. İçinde ki güce odaklanırken elleri kan kırmızısı bir renkle parlamaya başladı. Milius gözlerini açtığında göz akı da dahil bütün gözü Kan kırmızısı ve siyahtan oluşan bir şekilde parlamaya başladı.
"Hazır mısın Xalion?" Xalion'un yüzünde gülümseme genişledi.
"Ben her zaman hazırdım."
O gece gökyüzü tamamen kan kırmızısı renkle kaplandı. Milius elini Xalion'un bedenine sokmuş ve onu emmişti. Gözleri bu süreç boyunca şekil değiştirse de o buna fazla dikkat etmemişti ve neler olduğunu görmemişti
Milius'un gözleri en sonunda simsiyah olmuş ve sağ gözünün içinde sağ köşeden ufak bir çıkıntı ortaya çıkmıştı. Milius'un sağ gözünden Ölüm Tao'sunun gücü yayılıyordu.
"Ölüm Tao'sunun Ruh Emicisi 2. Evre!!!"
Milius bütün her şeyi tamamladığında Xalion'un bedeni toz olup rüzgar ile beraber uçtu gitti.
"Bitti mi Şimd- Arğgh" Milius bir anda yere düşerken vücudundan inanılmaz bir acı yayılıyordu. Bütün damarları açılıyordu ve temizleniyordu. Damarları soyuluyor ve yenileniyordu. Bedeninin içinde hissettiği kaşıntıya bir türlü dokunamıyordu Ama çektiği acı Etki günü olan acı ile neredeyse aynıydı. Çığlıkları korku filminden çıkma gibiydi. Ebeveynler çocuklarını evlerine kapatıp sesin geldiği yeri bulmaya çalışıyorlardı. Ses o kadar korkutucuydu ki onlar bile düzgün bir şekilde düşünemiyordu ve Milius'dan çevreye Ölüm Tao'sunun aurası yayılıyordu.
10 dakika sonra acı sonunda dindi ve Milius'un bütün damarları açıldı. Aynı zaman da bütün meridyenleri de açılmıştı. Bedeni tamamen temizlenmiş ve kirliliklerden arınmıştı. Milius kendini kutsanmış gibi hissediyordu.
Ayağa kalktığında vücudundan yayılan dinçlik inanılmazdı. Bir adım attığı anda binanın duvarını deldi ve dışarı çıktı. Hayır! fırlamıştı resmen.
Milius ellerine baktı. Gerçekten sınırlarını aşmıştı.
"Aşılmış Beden 1. Evre."
Milius gücü hissedince başardığını anladı. Hemen meditasyon kurup Xalion ile iletişim kurmaya çalıştı.
Saatler geçti. Yine de Milius vazgeçmedi. Devam edip onunla bağ kurmaya çalıştı.
Bir süre sonra bedeninin kontrol hissini kaybetti. Gözlerini açtığında Rüyasında girdiği yere geldi. Gökyüzü ve yeryüzünün siyah ve beyaz olduğu yere.
"Beni bu kadar merak edeceğini düşünmüyordum." dedi bir ses. Milius başını çevirdiğinde siyah saçlı çocuğu gördü. Kanlı hali gidince ne kadar yakışıklı olduğu ortaya çıkmıştı. Gamzeleri ve elmacık kemikleri özenerek yerleştirilmiş gibiydi. Yüzünde ki gülümseme kutsal bir varlığın gülümsemesi gibiydi.
"Xalion...."
"Seninle fazla konuşamam Peter. Eğer benimle daha fazla konuşmak istiyorsan beni mühürle. Nasıl yapacağını bilmiyorum. Ama benimle iletişim kurabileceğin bir yer bul. "
Xalion adım adım yaklaştı ve Milius'un önünde belirdi.
"Sen benimle bir süre iletişim kurmayacaksın Peter. Bu süre boyunca ben seni tanıyacağım. Gitmeden önce...... Tanıştığımıza memnun oldum Ortak."
Milius Xalion'un gülümsemesini görünce gülümsedi ve Xalion'un elini sıktı.
"Ben de Ortak."
O gün uzun yıllar sürecek bir dostluk kuruldu. Bir ruh ve insan arasında.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..