Assan Feyzaiyi yığma çuval gibi sürükleyerek Geniş ve dairesel bir koridora götürdü. Yuvarlak ve taştan bir zemin beş farklı kapıya çıkıyordu. Etraf ise duvarda asılı duran meşalelerle aydınlatılmıştı.
Assan bu beş kapıdan merdivenleri aşağı doğru gidene saptı. Halen Feyzainin gömleğinin ensesine yapışmış çocuğu sürüklüyordu. Feyzai merdivenlerden aşağı doğru hızla sürüklenirken her adımda topukları çarpıyordu.
Kendisinden çok daha kuvvetli bir güç tarafından çekilen FEyzainin duyguları karmakarışıktı. Kendisini köle olarak satan Tonmar ve Lomelyaya mı kızmalıydı? Yoksa içinde bulunduğu ve sonu meçhul olan durumdan korkmalı mıydı?
Feyzai daha neye üzülüp neye şaşıracağına karar veremeden Assan Onu top gibi fırlattı. Fırlatmanın etkisiyle yerde dönerek yuvarlanan Feyzai bir kafese çarparak durdu. Dev gibi bir oda ve içinde ondan fazla demir kafes vardı. Bu kafeslerin içinde ise köleler bulunuyordu.
Hallerini gören onları insandan çok lağam sıçanı sanırdı. Perperişan haldeki köleler kafeslerin içinde pislik içinde kaşınıp duruyorlardı. Kafese çarparak durduğu için halen sırtı ağrıyan Feyzai daha falza kendini tutamadı.
Ve avazı çıktığı kadar bağırıp ağlamaya başladı. ''Huwaaaa huwaaaa, ben Lomelya annemi istiyoruuuuum! Huwaaaa''
Daha durumun vehametini kavrayamamış olan minik Feyzai ağlarken Assan duvar dibine baktı. Orada hazır kıta bekleyen paralı askerlerden biri Assanın bir işaretiyle başını eğdi. Ve sonra hızla yerinden çıkıp Feyzaiyi yakaladı.
Çocuk daha yeni yeni ağlayarak içini boşaltmaya çalışırken paralı askerden okkalı bir tokat yedi. Yediği tokat o kadar şiddetliydi ki minik Feyzai ağlamayı kesti. Ve o anda kafasının içinde sallanan beyninin kontrolünü kaybedip yere kapaklandı.
Paralı asker Feyzaiyi kaldırıp hızla önündeki kafesin kapısını açtı. Ardından çocuğu bir paçavra gibi içeri sallayıp aynı hızla kapıyı kapattı. Assan şöyle bir etrafına bakındı. Ortada bir sorun olup olmadığını kontrol etmek istedi.
Paslı kafesler içinde orasını burasını kaşıyan, pislik içindeki kölelere göz attı. Çoktandır burnuna gelen kesif bok ve sidik kokusundan rahatsız olmuştu. DAha fazla burada durmak istemiyordu.
Arkasını döndü ve ağır adımlarla koridorun karanlığında kayboldu. O gittikten sonra Feyzai kafesin parmaklıklarına yapıştı. Gücünün yetmeyeceğini bildiği halde zorladı. Bir taraftan parmaklıkları itmeye çalışırken diğer taraftan yeniden ağlamaya başladı.
''Huwaaaa huwaaaa, lomelya anneeeee! Tonmar babaaaaa! Beni niye sattınıııııızzzz!?'' Zemini samanla kaplanmış kafesin içinde toplam 4 kadın ve iki genç köle kız vardı. Feyzainin cırtlak sesi kulaklarını tırmalarken kadınlardan biri sinirlendi. ''Eeehhh yeter be piç kurusu! Efila, kııız Efilaaa, rahat durmayanlara ne yaptıklarını göster şu piçe'' dedi.
Üstündeki elbisesi lime lime olmuş bir kadın arsızca sırıttı. Ayağa kalkıp sanki Feyzai minik bir tavşanmış da Onu yakalayacakmış gibi kollarını açtı. Sonra adım adım Feyzainin üstüne doğru yürümeye başladı.
Siyahi kadın sırıtırken bembeyaz dişleri adeta kafesin içini aydınlatıyordu. Feyzaiye yaklaşan kadın biraz eğildi ve kamburunu çıkardı. Açık kollarını Feyzainin üstüne saldı. Ve Feyzaiyi omuzlarından tutttu.
Feyzai çok korkuyordu. Kadının ne yapacağını kestirmeye çalışıyordu. Feyzaiyi omuzlarından yakalamış olan siyahi kadın bir anda ''Aaaaaaa'' diyerek ağzını açtı. O an bütün oda Feyzainin tiz sesiyle sallandı. Çocuk tiz ve ince sesiyle avazı çıktığı kadar çığlık attı. Çünkü ağzını açan köle kadının dilinin olması gereken yerde minik bir et parçası vardı.
Ve bu et parçası küçük bir solucan misali olduğu yerde kıvrım kıvrım kıvranıyordu. Çığlık atmaktan nefesi kesilen Feyzainin başı dönmeye başladı. Yüzü ise çoktan kireç gibi olmuştu. O anda tepki gösteren kadın ''Yaaa böğürmeye devam edersen işte böyle dilini keserler'' dedi.
Genç kızlardan biri o anda yerinden fırladı. Kafesin bir ucundan diğer ucuna uçarcasına geldi. HAlen Feyzaiyi omuzlarından tutan kadını ittirdi. Feyzai dilsiz kadının kıskacından kurtulunca tutmayan bacakları daha fazla vefa etmedi. Ve bir anda korkudan yere yığıldı. Köle kız yere yığılan çocuğu kaptığı gibi kucağına bastırdı.
Kızın o anda yaptığı şey ıssız arazi çölünde neredeyse unutulmuş bir şeydi. Merhametti bu. İnsanların, ama sadece insan olabilen insanların doğuştan gelen bir yetisiydi merhamet. Küçük bir çocuğun aklını kaçırtacak şekilde üstüne gidilmesine göz yumamamıştı genç kız.
Feyzai bu genç kızın kucağında tir tir titrerken sayıklıyordu. Bilinci yarı açık yarı kapalı olan Feyzai ''Nnnnooooluuurrrr nooolur dilimi kesmeyiiiin nooooluuuur'' diye inlercesine sayıkladı.
Çocuğun kucağında zangır zangır titremesini gören köle kız ''Siz ne biçim insanlarsınız be! Hiç kalıbınızdan utanmadınız mı el kadar çocuğu korkuturken?'' diye çıkıştı. Olayı başlatan köle kadın genç kıza yaklaştı.
''Yooo hiç utanmadık. Çünkü bizler insan değiliz. Bizler köleyiz kızım köle. Bizim efendilerin sofrasındaki yerimiz köpeklerden bile sonra gelir. Sen kalkmış ne biçim insanlarsınız diye soruyorsun'' dedi kadın.
Kendince hayat dersi vermeye çalıştı genç kıza. Ama köle kız bu kadından tiksinerek yüzünü çevirdi. Ardından halen titremekte olan Feyzainin başını okşayıp tatlı bir şarkı söylemeye koyuldu. Maksadı minik Feyzaiyi sakinleştirmekti.
Genç kızın yaptığı şey işe yaramıştı. Korkudan zangır zangır titreyen Feyzainin bedeni durulmaya başladı. Ağlaması kesildi. Ve genç kızın kucağında uyuya kaldı. Yüzünde çocukluğun getirdiği öyle bir masumiyet vardı ki, sanki bu çocuk gökyüzündeki cennetten inmiş bir melek gibiydi.
Minik Feyzai o gece karmakarışık bir rüya gördü. Önce yine bir türlü yüzünü seçemediği annesini gördü. Küçük bir evin içindeydiler. Ara ara dışarıdan insan çığlıkları geliyordu. Annesi bir ara perdeyi araladı.
Bir anda küçük odanın içi kırmızı bir ışıkla doldu. Gelen ışık dışardaki yangının yansımasıydı. Feyzai minik gözlerini pencereye dikti. Alev alan evlerin arasında kaçışan insanları görebiliyordu.
Annesi hemen pencereyi kapattı. Feyzaiyi kucağına aldığı gibi başka bir odaya doğru koştu. Ve sürekli ''Merak etme oğlum, baban bizi korur'' diyerek Feyzaiyi sakinleştirmeye çalıştı. Feyzai ağlayan gözlerle annesine bakıp ''Ölecek miyiz anne?'' diye sordu.
Genç kadın ''Hayır oğlum, baban ne yapıp yapıp bizi koruyacaktır'' dedi. Feyzai annesinin kucağında titrerken aklında kalan tek soruyu sordu. ''Anne, neden yüzünü göremiyorum? Yüzünü hatırlayamıyorum anne. Lütfen anne yüzünü göster bana'' dedi.
O anda FEyzaiye sarılmakta olan annesi yavaşça başını kaldırdı. Feyzainin anne diye sarıldığı şeyin gözleri oyulmuş, dudakları yanakları boyunca yarılmış bir ceset olduğunu gördü.
Garip rüya bir anda kabusa dönüşmüştü. Feyzai bağırarak oyulmuş gözlü kadın cesedini itekledi. Cesedin yere düşmesiyle ev ortamı bir anda yok oldu. Etraf alevler ve kaçışan insanlarla dolmuştu.
Kırmızı zırh giyen insanlar kaçan insanları birer birer öldürüyorlardı. Feyzai çok korkmuştu. Kırmızı zıhrlılardan kaçmak için elinden geleni yapıyordu. Ama nereye kaçarsa kaçsın karşısına mutlaka bir kırmızı zırhlı çıkıyordu.
Bu cehennem gibi yerden kaçamayacağını düşündüğü anda kendini çölde buldu. Uçsuz bucaksız bir çölde tek başınaydı. Yerde yatan yaralı bir adam gördü. Adamın üzerinde beyaz bir kıyafet vardı.
Yaralı adam ölmek üzere gibi görünüyordu. Feyzaiye elini uzatmış bir şeyler söylüyordu. Her nedense Feyzai bu adamdan korkmuyordu. Adamın ne söylediğini anlamak için Ona yaklaştı. Kulağını adamın ağzına yaklaştırıp pür dikkat dinlemeye başladı.
Sonunda adamın mırıltı gibi gelen sesini anlamlı şekilde duymaya başladı. Adam Feyzainin kulağına şunları fısıldadı.
''Sen ölmemelisin. Ne olursa olsun yaşamalısın. Son umut Sensin Feyzai.''
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..