8. Ejderin kanlı hükmü - Nitsu


Üç küçük çocuk bir aydır günde bir kum saati olmak üzere Assandan ders alıyorlardı. Assan zaman zaman dinlenmek için odadan çıkıyordu. Bazı günler Duvarda zincirlenmiş olan adam da oluyordu. Assanın olmadığı zamanlarda duvara zincirlenmiş adam sürekli konuşuyordu.


Çocuklara sürekli kaçmaktan bahsediyordu. Ancak bunu yapamayacağını, zamanı gelince onların yardımına ihtiyacı olacağını söylüyordu. Bu durum küçük çocuk ve Feyzaiyi korkutsa da uzun boylu çocuk adamın her dediğini onaylıyordu.



Nihayet bir gün geldi ki Assan dinlenmek üzere odadan çıkar çıkmaz zincirli adam seslendi. ''Heey, çocuklar, sabahleyin burda nöbet tutan asker şu masanın çekmecesine bir bıçak koydu. Ve orda unuttu. Eğer o bıçağı bana verirseniz Assan denen piçin icabına bakarım. Sonra anahtarları aldığımız gibi özgür kalırız. Burdan kaçarken sizi de yanımda götürürüm'' dedi.


Feyzai ve küçük çocuk tereddütlüydü. Hatta Feyzai başının belaya girmesini hiç istemiyordu. Ama uzun boylu çocuk kararlıydı. Hemen adamın gösterdiği masaya gitti. Çekmecesini açtı. Gerçekten de orada bir bıçak vardı. Bıçağı aldığı gibi adama verdi. 



Zincire bağlanmış olan şişman siyahi adam '' Güzel. Şimdi sırtını bana daya. Ben de sanki senin boğazını sıkıyormuş gibi yapacağım. Siz ikiniz de yardım isteyip Assanı çağırın. Assan güya seni kurtarmak için bana yaklaştığında Onu tam kalbinden bıçaklayacağım. Assandan kapı anahtarlarını aldık mı bu iş tamam''



Plan bıçağı veren çocuğun hoşuna gitmişti. Sonuçta çocuk köle olmak istemiyordu. Dahası  kendisini bir çok kereler döven Assanın ölmesi fikri ayrıca hoşunagitti. 



Çocuk sırtını köle adamın göbeğine dayadı. Adam hafifçe çocuğun boğazını tuttu ve sanki sıkıyormuş gibi yaptı. Plan gereği diğerlerinin de yardım etmesi gerekiyordu. Küçük çocuk plana uydu ve zayıf sesiyle bağırmaya başladı. ''İmdaaat imdaaat köle adam bizi öldüyüyoy imdaaat''



Feyzai ise hala korkudan titriyordu. Neler olacağını bilmiyordu. Ama bir şeylerin ters gideceğini hissediyordu. Korkak ve titrek adımlarla geri geri yürümeye başladı. Uzun boylu çocuk '' Seni aptal! Yardımcı olsana, imdat isteyip bağırsana '' dedi. 



Feyzai korkuyla duvar dibine kadar çekilmişken Assan hızla odaya girdi. '' NE oluyor orda?! '' Mahsustan boynu sıkılıyormuş gibi olan çocuk elleriyle siyahi kölenin ellerini tuttu. Sanki nefes alamıyormuş da çırpınıyormuş gibi. 



İmdat isteyen küçük çocuksa korkuyla kenara çekildi. Assan kızgından daha ziyade acıyan gözlerle uzun boylu çocuğa yaklaştı.   '' Demek Onun aklına uydun ve kaçmak için itaatsizlik ettin öyle mi? Yazık! Halbu ki o kadar uyarmıştım sizi ''



Uzun boylu çocuk bu sözlerle neye uğradığını şaşırdı. Assanın planı bir şekilde öğrendiği belliydi. Ama nasıl?  Çocuk tam bunu düşünmeye başladığında duvarda zincirlenmiş olan adam gerçekten çocuğun boynunu sıkmaya başladı.



İri ve kaslı eliyle öyle sert sıkıyordu ki daha iki nefes geçmeden çocuğun gözleri pörtlemeye başladı. Çocuk bağırmak için kendini zorladıkça boğazından kurbağa vıraklamasına benzer acı sesler çıkıyordu.



Feyzai ve küçük çocuk neler olduğunu anlamıştı. Hepsi bir oyundu. Kimin sadık kalacağına dair hazırlanmış basit ve sinsi bir oyun. Uzun boylu çocuk ters dönmüş hamam böceği misali deli gibi kollarını ve bacaklarını savuruyordu.



Ama o güçlü elden kurtulması imkansızdı. Çocuk zıplamaya çalışır gibi bir kaç kez çömelip kalktı. Ve sonunda ince boynundan '' Çıtırt '' diye bir ses geldi.



Zavallı çocuğun boynunu kıran şişman ve kalın dudaklı adam doğrulup ayağa dikildi. Duvara zincirlenmiş olan kolunu hızla salladı. Bir çırpıda koca demir zincir yerinden söküldü. Adamın gözleri dehşet saçıyordu. Belli ki hala hıncını alamamıştı.



Abdora--  Assan ! Hani lan bunlar itaatkardı? Daha ilk fırsatta kaçmaya çalıştılar. 


Assan-- Onları yeterince iyi eğitemedim efendimiz. Beni affedin.


Abdora-- Neyse, tam bir başarısızlık . Sonuçta Feyzai kaçmaya kalkmadı. Yardımcı bile olmadı. Kuzu kuzu bir köşede bekledi. Ama şu piç yardım etti. Gel bakalım buraya seni minik yılan.



Köle rolü yaparak sermayelerini yakından gözleyen kişi efendi Abdoraydı. Abdora bir zamanlar köle olarak yaşamış biriydi. Üstelik hayatının çoğunluğunu kölelere işkence yapmaktan zevk alan psikopat efendilerin yanında geçirmişti. 



KRaliyet ailesinden ve soylulardan olan Laheyl Sekasen ve karısı Haresa Chanka'nın himayesindeydi. Sekasen ve Chanka karı koca ruh hastasıydı. Buldukları her fırsatta kölelere işkence edip delice zevk alırlardı. 



Bir köle Laheyl Sekasenin evine girdiği zaman en fazla altı ay dayanabilirdi. Öyle ki cesaretini toplayabilen bazı köleler Laheyl Sekasene satıldıktan sonra ilk fırsatta intihar ederlerdi. 



İşte böylesine cani olan karı kocanın yanında Abdora tam 10 yıl geçirmişti. Tanrılar Abdoranın bünyesine inanılmaz dayanıklılık bahşetmişti.



Ancak kendisine bahşedilen bu dayanıklılık Ona hiç bir zaman mutluluk getirmedi.

Tam tersine. İnanılmaz dayanıklı olduğu için Sekasen ve Chankanın işkencelerine diğer bütün kölelerden daha çok maruz kaldı. Sabah gün doğumundan aşkam gün batımına kadar türlü türlü acılardan geçirirlerdi Abdorayı. Bazen göğsünü ıslak ve cam kırıklarıyla dolu bir bezle şamarlarlardı. Bazen etine mil sokup inlemesini izlerlerdi. Bazen ayağının altını kırbaçlatırlardı.



Köle Abdoranın durumunu bilen Osirian halkı Ona daima acırdı. Abdora gençlik yıllarında bir kez kaçmayı denemişti. Ama bu Ona pahalıya maal oldu. Bir daha kaçmaması için sol ayağının bütün parmaklarını kestiler. 



Üstelik bu parmak kesme işi keskin bir bıçakla da yapılmadı. Tam tersine, kör ve tırtıklı bir bıçakla saatlerce süren bir işlemle yapıldı. Kaçış şansının olmadığını gören Abdora iki kez de intiharı denedi. 



Bir kez kendini asmaya kalktı. Ve bir kez de zehir içti. Her iki girişiminde de başarısız olan Abdora ağır şekilde cezalandırıldı. ilk intihar girişimi için sırtındaki derinin bir kısmı yüzüldü. 



İkinci girişimindeyse ağzının içine kancalı bir demir sokuldu. Ve o şekilde tavana asılıp günlerce aç susuz bekletildi. Artık Abdora yılmıştı. Ne ölebiliyordu ne de kaçabiliyordu. Tam her şeyden ümidini kesmişken bir akşam ilginç bir şey oldu.



Laheyl Sekasen ve Karısı Haresa Chanka Onu da yanlarına alıp saraya gittiler. O gece bir davet vardı. Dönemin Kralı Arimet eğlence olsun diye köleleri dövüştürmek istemişti. 



Ve Kral Arimet tüm kölelere bir söz verdi. Dövüşün galibi olan kişi özgürlüğüne kavuşacaktı. Bunu duyan köleler sevinçten kendinden geçti. Genç Abdora da bu sevinçe kapılanlardandı. Kral diğer hiç bir efendiye benzemezdi. Pek ala yalan söylemeyen efendi yoktu. Ama Kral yalan söylemezdi. Söz verdiyse yapardı.



Abdora diğer kölelere göre daha cılız ve daha ufak tefekti. Ama o gece TAnrıların yardımıyla rakiplerini tek tek devirdi. Son rakibe geldiğinde ise fena dayak yedi. Efendisi laheyl Sekasen Abdoraya öfkeyle bakıyordu. Ve çaktırmadan bulduğu her fırsatta pes etmesi için el işareti yapıyordu. 



Ama Abdoranın yenilmeye niyeti yoktu. Diğer köle uzun boylu ve kaslı bir köleydi. Ayrıca adam özgürlük şansını kaçırmak istemiyordu. Abdorayı defalarca kafa üstü yere çaktı. Abdoranın karşı koyacak gücü yoktu. Ama mükemmel bir dayanıklılığı vardı.



Bir kaç kemiği kırılmış olmasına rağmen her seferinde ayağa kalkmayı bildi. Dövüş öyle bir noktaya geldi ki Herkesin kesin kazanır dediği adam yorulmaya başladı. Özgürlüğü için mücadeleyi bırakmak istemeyn adam iyice sinirlendi. 



Abdorayı yere yapıştırıp üstüne oturdu. Yumruklarını var gücüyle Abdoranın kafasına indiriyordu. Abdoranın ağzından burnundan kan gelirken bir anda işin seyri değişti. Yumruk atan adam kendini çok zorlamıştı.



Zavallı köle bir anda titremeye başladı. Kalbini tutup nefes almakta güçlük çektiğini gösteren bir poz verdi. TAm da o anda Abdora adamın altından kurtulmayı başardı.



Zaten son nefesini vermekte olan adamı yumruklamaya başladı. Adam bir kaç nefes sonra kalp krizinden ölmüştü. Ama hızını alamayan Abdora hınçla adamın suratına vurmaya devam etti. Çünkü o surata atılan her bir yumruk özgürlüğe giden bir adımdı.



İnsanlığını unutmuştu artık Abdora. Tek düşündüğü özgür kalabilmek. Hiç kimse böyle bir manzarayı tahmin etmiyordu. Hesapta Kraliyet ailesi amansızca ve acemice dövüşen bir kaç köle izleyip kahkaha atacaklardı.



Ama son dövüşe geldiklerinde Abdoranın pes etmeyen hali hepsini etkilemişti. Ve işler tersine dönüp Abdora kazanamaya başladığında hepsinin kanı dondu. Çünkü Abdora kazanmış olamsına rağmen hınca hınç yumruk atmaya devam ediyordu.



Her yumrukta haykırıyordu. Çoktan ölmüş olan adamın kafatası ikiye ayrılmıştı. Abdoranın yumruğunun bir kısmı her vuruşta adamın suratının içine girip girip çıkıyordu. Bu manzara kadın soylulardan bir kaç Haresa ve Miresa nın midesini bulandırdı. Laheyl ve Miheyller ise açık bir ağızla izliyordu.



Abdora Sanki bin yıllık bir öfkeyi kusuyordu. Abdoranın yüzü dahil her yeri kanla kaplanmıştı. Dövüşten sağ çıkan bir iki köle kenardan olan biteni izlerken finale kalmadıkları için dua ediyordu.


Sonunda Kralın emriyle iki asker Abdoranın kollarına girdi. Ve Onu güçlükle durdurabildiler. Askerler Abdoranın kulağına '' Sen kazandın sakin ol '' diye defalarca fısıldamak zorunda kaldılar. 



Gözü kan yüzünden kapanmış olan Abdora sakinleşti. Vücudundaki tüm enerjiyi tüketen Abdora dizlerinin üstüne çöktü ve ağlamaya başladı. Kral Arimet yavaşça ayağa kalktı ve köleyi alkışladı. 



Kralın ardından tüm salon Abdorayı alkış yağmuruna tuttu. Kral Arimet Abdoranın özgürlük sertifikasını eliyle mühürledi ve Ona hediye etti. Bu duruma sevinmeyen iki kişiden biri Laheyl Sekasendi. Diğeri ise biricik işkence oyuncağını kaybetmiş olan Haresa Chankaydı.



Bu olayı takip eden günlerde Sekasen ve Chanka o kadar öfkelendiler ki; evlerinden her gün en az iki ölü köle çıkıyordu. Kiminin canlı canlı kalbi sökülmüş kiminin ise boğazı kesilip dili o kesikten dışarı sarkıtılmıştı. 



Abdorayı kaybetmenin acısını kölelerinden çıkaran karı koca iyice çığrından çıkmıştı. Bir gece sağ kalan kölelerin tamamı topluca zehir içerek intihar ettiler. Onların bu tutumunu tüm saray ahalisi kınadı.



Ancak Chanka ve Sekasen kınanmaktan anlayacak kadar ince yapılı insanlar değildi. Hatta insan bile sayılmazlardı. 



Böylesi canavarların elinden kurtulan Abdora serbest kaldığında sudan çıkmış balığa dönmüştü. EVet özgürdü. Ama özgürlük neydi? Hayatta kalmak için çalışmak zorunda kalan Abdora bir kaç iş denedi.


Hiç bir işte başarılı olamadığını farkeden Abdora bildiği tek şeyi yaptı. Önce cebindeki son paraya kendisine iki köle aldı. Aynı gün köleleri iyi bir fiyatla sattı. Sonra dört köle daha aldı. Ve onları da sattı. 



Bir gün geldi ki bir zamanların zavallı kölesi Abdora Osirianın en büyük köle tüccarı oldu. Ancak yaşadığı hayat Abdorayı gözü kara ve acımasız biri haline getirmişti. Kalbi öylesine kararmıştı ki küçük bir çocuğu bile öldürmekten çekinmiyordu.



Elbette kendine ait prensipleri vardı. Sıradan bir çocuğa asla dokunmazdı. Ama söz konusu olan kendi kölesiyse ve kölesi emirlere uymuyorsa hiç acımazdı. Yine aynısı olmuştu. Küçük bir köle çocuğu öldürmüştü. Sırf kendi planına uydu diye küçük olanı da öldürmek istiyordu. 



Duvardan söktüğü ve bir kısmı hala sağ bileğine bağlı olan zincirin öbür ucunu sol eliyle tuttu. Zinciri iyice gerip uzun bir sicim gibi yaptı. Sonra minik çocuğa döndü ve       '' DEmek kaçmasına yardım edecektin öyle mi?'' dedi.



Abdora şahin gibi hızla atıldı ve leblebi kadar çocuğun boynuna zinciri doladı. Assan bu manzaradan hoşnut değildi. Ancak belli etmese de O da köleydi. Ve Abdoranın sağ koluydu. Efendisine karşı ters bir hareket yaptığı an konumundan olacağını biliyordu.



Her köle gibi Assan da acılar çekmişti. Ancak nihayet Abdoranın köle evine düşmüş ve Onun güvenini kazanarak sağ kolu olmuştu. Köle evinde sağlam bir konumu vardı. Bir çok köleye nazaran özgür bile sayılabilirdi. 



Abdora Onun için her hangi bir kısıtlama bile getirmemişti. Ve Assanın statüsü köle evindeki herkesin üstündeydi. Her ne kadar küçük çocukların öldürülmesinden hiç hazzetmese de sesini çıkaramıyordu. 



Aslında mesele konumundan olmak da değildi Assan için. Esas mesele köleliğin benliğine işlemiş olmasıydı. Efendi ister haklı olsun ister haksız asla itaatsizlik edilmemeliydi. Sırf bu zihniyeti yüzünden bir çok acı olaya göz yummuştu.



Ne var ki minik Feyzai kendisinden beklenmeyen bir şey yaptı. Abdora küçük çocuğu öldürmeye kararlıydı. Bileğindeki zinciri çocuğun boynuna dolamış ve çocuğu kendi göğüs hizasına kadar kaldırarak boğmaya başlamıştı bile.



Küçük çocuğun gözlerinden yaşlar akıyor ve minik ayaklarını havada çırpıştırıyordu. Abdora ise sanki can düşmanını öldürmek ister gibi zinciri sıkıyordu. Ama bir anda parmakları kesilmemiş olan sağlam ayağında sıcak bir şey hissetti.



Bir de baktı ki olaylara hiç karışmayan Feyzai alnını ayağına bastırıyordu. Feyzai yaşından hiç beklenmeyen gür bir sesle ve Assanın kendisine öğrettiği saygılı bir tavırla konuştu.



Feyzai--  Lütfen yüce efendimiz, O küçük çocuğun hayatını bağışlayın. Size yalvarıyorum. Eğer O çocuğu öldürürseniz haksızlık etmiş olursunuz. Bu da efendimizin itibarına gölge düşürür.



            Bir an için şaşkınlık geçiren Abdora çocuğun zincirini bir parça gevşetti. Bu fırsatla mora çalmış olan çocuk bir kaç nefes alabildi. Şaşkınca ayağına kapanan Feyzaiye baktı. Ve Ona seslendi.


Abdora-- Neden itibarıma gölge düşecekmiş?


Feyzai-- Çünkü efendimiz boğazını sıkmakta olduğunuz çocuk benden bile küçük. Daha ne yaptığının farkında değil. Herkesin her dediğine inanacak ve yapacak çağda bir masum. O yaştaki bir çocuğa ne denilse yapar. Çünkü onların sorgulama ve muhakeme yetisi yoktur efendimiz. Sırf siz istediniz diye yardım çağrısı yaptığı için öldürürseniz insanlar sizi kınarlar. Sizi masumların katledicisi olarak görürler.



Feyzainin saydığı şeyler Abdoranın zerre kadar umrunda değildi. Ancak Feyzainin kurduğu cümleler sanki bu hayattan değildi. Sanki her bir cümle cennette inip çocuğun diline akıyor gibiydi. 



40 yaşındaki tecrübeli adamların bile bir araya getiremeyeceği sözleri Feyzai şiir gibi sıralıyordu. Üstelik çok haklı yerlerden konuya giriyordu. Çocuğun yaşça FEyzaiden bile küçük olduğu doğruydu. 



Öyle bir yaştaydı ki yoldan geçen birisi '' Al şu boku yüzüne sür '' dese çocuk hiç düşünmeden yapardı. Bu yaştaki çocuklar kendisinden su isteyen anne babasına gülerek su getirirdi. Ama biraz büyüyüp de beyinleri muhakeme yeteneği kazandığında işler değişirdi. 



Muhakeme yeteneğini kazanmış olan bir çocuk su isteyen annesine '' Senin ayağın kırık mı git kendin al '' diyebilirdi. Ama bu muhakeme şu anda boğmakta olduğu ufaklık için geçerli değildi. 



Bir şekilde Feyzai hedefi on ikiden vurmuştu. Abdoranın siniri uçup gitti. Ve zincire doladığı çocuğu bir anda bıraktı. Yere düşen çocuk boğazını tutarak derin derin nefes almaya ve öksürmeye başladı. 



Abdora Feyzaiye ağır ve tok bir sesle.              '' Kaaallkk '' dedi. Bir kaç nefes boyunca Feyzainin masum yüzüne baktı. Sonra konuştu;


Abdora--  Senin bilgeliğin yaşının çok ötesinde duruyor evlat. Eğer bir köle olmasaydın muhtemelen sarayda iyi bir yerin olurdu. Şansına küs. Yine de onca köle taciri varken benim elime düşmen iyi oldu. Seni Assanın eline bırakmak bir hata olur. Seni bizzat kendim yetiştireceğim. Ve zamanı gelince saray soylularından birine satacağım. Böylece yeteneklerin boşa gitmemiş olur.



Abdora bileğindeki dandik zinciri çıkarırken askerlere seslendi. Üç asker içeri girip Abdoraya saygıyla selam verdi. Abdoranın emriyle ölü çocuk dahil üçü de odadan çıkarıldı. Askerlerden biri zavallı ölü çocuğun bedenini omuzuna attığı gibi dışarı taşımaya başladı.



Diğer iki FEyzai ve ufak çocuğu kollarından tutmuş dar ve karanlık koridordan götürüyorlardı. Küçük çocuk koridorda giderken hiç beklenmedik bir anda FEyzaiye seslendi. '' yaydım ettiğin için teşekküyley ağbey ''



Doğrudan kendisine hitap edilen Feyzai hayatında ilk ama ilk defa bir insanı kurtarmıştı. ÜStelik bunu kendi zekasıyla yapmıştı. Bu durum karşısında ne diyeceğini bilemedi. Bir kaç nefeslik sessizlikten sonra  R harfini söylemediği bariz şekilde belli olan çocuk tekrar konuştu.


Nitsu-- Benim adım Nitsu Ağbey. Senin adın      nediy?


Feyzai-- Benim adım Feyzai


Bir asker-- Kesin lan sesinizi. Sessiz olun.



Askerin sertçe uyarmasından sonra Nitsu ve FEyzai bir daha konuşmaya cesaret edemediler. Doğruca kafesli odaya götürüldüler. Sonra ikisi de ayrı ayrı kafeslerine bırakıldılar. Feyzai kafese girdikten sonra odanın öbür ucundaki kafese baktı. Nitsunun kaldığı ve tam olarak görülmeyen kafese.




Nitsu da aynı şeyi yaptı. Feyzaiyi görebilek için minik yüzünü iki parmaklığın arasına soktu. Ve görülmek için elini salladı. Feyzai her ne kadar Nitsunun yüzünü seçemese de O da elini sallayarak varlığını belli etti. 



Bunu gören Ann şaşırdı. Kardeşi gibi gördüğü Feyzaiye yaklaştı. '' Ne o Feyzai arkadaş mı edindin? '' diye sordu. Feyzai hiç istifini bozmadan sakin bir sesle cevap verdi. '' Hayır abla. Bir çocuğun hayatını kurtardım ''



Ann ufacık Feyzaiden böylesine ciddi bir cevap beklemiyordu. Kafasını Feyzainin baktığı yöne çeviren ann Minik çocuğun halen FEyzaiye el salladığını gördü. Tekrar kardeşi gibi gördüğü FEyzaiye baktı. 



Bir köle çocuğun hayatını kurtaran başka bir köle çocuk. Ann Feyzaiye bakarken öylesine gururla doldu ki bir an için göğsünün çatlayacağını sandı. Bir sevinç ve gururla Feyzaiye sarılıp Onun sarı saçlarını öptü. 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr