8. Ejderin kanlı hükmü - Zirve


Babalık ve Feyzai çok geçmeden Osirianın dev kuzey kapısına geldiler. Feyzai ilk defa doğru düzgün şehri görme fırsatı edinmişti.



Kapını önünde biriken yığınla insana baktı. Tıpkı Abdora gibi simsiyah bir kadın gördü. Bütün vücudunu kirli bir elbiseyle örtmüş, kafasını da aynı elbiseyle kapamış ve kafasının üstünde hasır bir sepet taşıyordu.



Vücudunun sadece azıcık bir kısmını deri kıyafetlerle kapatmış iri yarı adamları gördü. Sıra sıra dizilmiş develeri ve her bir deveyi çeken değişik insanlara baktı bir süre.



Sonra bakışlarını yaklaşmakta oldukları nöbetçilere yönlendirdi. Kahverengi kıyafetlerin üstüne yarım metal zırh giymiş havalı askerler başlarında metal miğferle kapıyı koruyordu.



Şüpheli buldukları insanları durdurup onlara kimlik soruyordu. Ve kimlik sorulan her bir vatandaş koynundan tahta bir çubuk çıkarıp gösteriyordu.



Feyzai etrafına bakarken bir ara birine çarptı. Sonra başını çevirip baktığında sol kolu tamamen deriyle kaplı, kafası kel ve dişlek bir adam ona bakıp sırıtıyordu. ''Senin etin yumuşacık. Senden güzel bir yemek olur'' dedi. Bu cümleler feyzainin hiç hoşuna gitmemişti. Ve altta kalmak istemeyen Feyzai



''Senin de yüzün köpek poposu gibi. Senden çok güzel bok kafalı biri olur'' dedi. Bunu duyan nöbetçi askerler katıla katıla gülmeye başladı.



Nöbetçilerin gülmesiyle adam sinir krizi geçirdi ve belindeki hançere davrandı. Ama daha elini hançere atar atmaz babalık kılıcını çekip adamın gırtlağına dayadı.



Bunu gören askerler mızraklarına davranıp babalığnı etrafını sardılar. Kalabalık bela kokusunu alır almaz onlardan uzaklaşmaya başladı.



Ama yüksek rütbeli bir komutan araya girdi. ''Duuuuruuun sizi salaklar. İndirin mızraklarınızı. Hayrola babalık! Senin ne yaman bir katil olduğunu biliyoruz. Bunu ispatlamana gerek yok.

Ama sen de biliyorsun ki Osirian da kan dökmenin bedeli ağır olur.''.



Babalık kılıcını kel adamın boğazından çekti. Sonra kel adamın yakaladığı bıçaklı elini iyice kıvırıp havaya kaldırdı. Adam acının etkisiyle büküldükçe büküldü.



Dizlerinin üstüne çöküp bıçağı elinden düşürdü. Yere düşen bıçağı gören komutan durumu anladı.



Eğilip kel adamla konuştu. ''Demek küçücük çocuğa bıçak çekmeye kalktın öyle mi!!! Beni iyi dinle yamyam herif, bundan sonra senin hayatını bu küçük çocuğun hayatına


bağlıyorum. Eğer onun burnu kanarsa senin ki de kanar. Eğer onun kolu kesilirse senin ki de kesilir. Eğer o ölürse ben seni cıyaklata cıyaklata öldürürüm. Şimdi  s+@(-&₺#tir ol git de çölde kendine leş ara''.



Babalık adamın kolunu bıraktı. Komutandan gerekli ültimatomu alan adam arkasına bile bakmadan koşarak kaçtı. 




Tekrar ayağa kalkan komutan ise babalıktan özür diledi. ''Kusura bakma babalık. Beni bilirsin. Pimpirikliyimdir. En ufak olaylara bile ciddiyetle yaklaşırım.''Babalık gülüm

seyerek karşılık verdi. ''Biliyorum komutan Azakem. Bir daha sevdiklerini kaybetmemek için bu kadar titiz davranıyorsun.''

Aslında bu cümle derin bir mana taşıyordu. Bir an için Azakemin yüzü gölgelendi. Ve gözleri nemlendi. Babalık pot kırdığını fark ederek dostça elini azakemin omzuna attı.



''Maksadım seni üzmek değildi.''dedi.

Azakem aynı dostane tavırla elini babalığın omzuna attı ve ''Sorun değil. Kimse sevdiklerini kaybetmek istemez. Sadece bir an için aklıma eskiler geldi. Eskilerden de

bir sen, bir ben, bir de Tanrının soyu yüce kral behemet kaldı. Bir ara oturup karşılıklı içelim. Eskilerimizi yaad edelim.''



Babalık Nadir ve içten gülüşünü bir kez

daha gösterdi ve Azakemin göğsüne hafif bir yumruk atarak ''Kabul'' dedi. Sonra feyzaiye seslendi. ''Ne olursa olsun yanımdan ayrılma velet.'' dedi.



Feyzai babalığın yanında yürümeye devam ederken sordu. ''O pis keltoş kimdi?''. Babalık hayata dayir hiç bir şey bilmeyen bu çocuğa artık ufaktan bilgi verme zamanı geldi diye

düşündü.



''O kel kafalı herif yamyam kabilesinden biriydi. Sen sormadan söyleyeyim velet. Yamyam demek insan eti yiyen demek. Yani o adam çölde bulduğu zayıf veya

yalnız gezginlere saldırır. Onları öldürür ve etlerini haşlayıp yer.''



Bunu duyan feyzai iğrenti belirtisi göstererek bir soru daha sordu.



''Iııağğğkkk!Peki o kırmızı elbiseli amca kimdi?''. Babalık sabır göstererek bu soruya da cevap verdi. ''O benim eski bir arkadaşım. Onunla tanıştığımda henüz çavuştu. Ama şimdi bütün Issız arazi ordularının baş generali. Yani bu şehirdeki tüm askerler ondan sorulur. Ayrıca Kral Behemetin sol kolu olur kendisi.''


''Sol kolu mu?''.


Yeni bir sorunun yolda olduğunu anlayan babalık ''Ben sana daha sonra hepsini anlatırım. Önce sana doğru düzgün bir kıyafet almamız gerekir'' dedi.



Yeni bir kıyafeti olacağını öğrenen feyzai çok sevindi ve soru sormayı kesti. Babalıkla beraber yürürken geniş sokakları seyretti. Bir sokakta siyah renkli genç kızlar sarı etekler

giymiş dans ediyorlardı.



Ve genç abiler bu kızlara alkış tutup ıslık çalıyorlardı. Başka bir sokakta sıra sıra dizilmiş kazanlardan güzel yemek kokuları geliyordu.




Başlarında duran çömelmiş kadınlar ellerindeki yelpazelerle kazanların dibindeki ateşi körüklüyordu. Dört sokağın kesiştiği bir köşede rengarenk elbiseli hokkabazlar halka gösteri yapıyordu.



Bir tane ağzında kocaman bir çubuk tutuyor ve çubuğun ucunda metal bir tabağı çeviriyordu. Bir diğeri elindeki üç metal topu havada çevirip

duruyor ama hiç düşürmüyordu.



Her gördüğü şey karşısında hayrete düşen feyzai için zaman su gibi akıp gidiyordu. Çok geçmeden ıssız bir sokak arasındaki bir eve geldiler.



Babalık küçük bir evin kapısını çaldı. Orta yaşlı ve kıvırcık saçlı bir kadın kapıyı açtı. ''Hoş geldiniz beyim. Fakirhaneme şeref verdiniz'' diyerek

saygıyla eğildi.



Babalık ve feyzai içeri geçtiler. Kadın iki eski minder çıkardı ve oturmaları için konuklarına verdi. Babalık çevik bir hareketle hızla mindere oturup bağdaş kurdu.



Ustasını taklit eden feyzai onun gibi yapmak istedi ama beceremeyip gerisin geriye yuvarlandı. Minik poposu havaya kalktığında o anda odanın içinde oturmuş örgü ören genç kızlar gülmeye başladı.



Yeni öğrencisinin bu halinden utanan babalık feyzaiyi ayağından yakaladığı gibi bir çırpıda poposunun üzerine oturttu.



Bir kaç kez öksürdükten sonra evin hanımına baktı. Evin hanımı ise gülen kızlarına dönüp ''Kesin gülmeyi de işinize bakın'' diye azarladı. Sonra güler yüzle babalığa

dönüp saygılı bir baş selamı verdi. ''Efendimiz ne emrederler?''.



Babalık gözlerini yerdeki kirli halıya dikip bir süre düşününce kadın hemen söze girdi.  ''Eğer efendimiz yine siyah renkli asil elbiseler isterse ben sizin için çoktan kumaş siparişi vermiştim.


Ladonyadan parlak ve dayanıklı siyah bir keten istedim. 


Son derece kaliteli ve ipek gibi yumuşacık. Gerçi ben efendi için ipeği tercih ederdim. Yazın hiç sıcak tutmaz. Ama efendimizin keten sevdiğini bildiğim için...''


Babalık gözlerini hızla yerden kaldırıp kadına bakarak sözünü kesti. ''Hayır. Çocuk için uygun elbiseniz var mı?''. Kadın gözlerini minik feyzaiye kaydırdı.



Sonra çocuğun parasızlıktan erkek gibi giyinen bir kız olduğunu düşünüp örgü ören kızların yanında duran büyük tahta sandığı açtı. İçinden renga renk minik etekler çıkardı.



''Bu etekleri soylu ailelerin kızlarına satmak için hazırlamıştım ama efendimizin yeri ayrıdır. Dilediğiniz eteği hemen paket yapabilirim''.



FEyzai sinirinden kıpkırmızı oldu. Onun bu halini gören babalık içten içe gülse de ''Yanlış anladınız hanım efendi. Bu çocuk bir erkek çocuğudur. Ve benim öğrencimdir. Bundan sonra

benim adımlarımı takip edecek ve halefim olacak. Ona yakışır bir şeyler elinizde var mı?''.



Kadın pot kırdığının farkına vardı. Durumu toparlamak için kısa ve hızlı bir konuşma yaptı. ''Elimde bu gence göre bir şey yok. Ama efendi beni biraz bekleme lütfunda bulunursa ben güneş batmadan tam istediğiniz gibi bir elbise dikerim.''



Babalık lafı fazla uzatmadı. Hızlıca ayağa kalktı. Siyah kuşağının içindeki minik keseyi çıkartıp kadına uzattı. Kadın keseyi aldıktan sonra da



''İki tane olsun. Biri yedek''. Babalık feyzaiyle beraber evden çıkarken kadın yerlere kadar temenna edip uğurladı.



Aslında bu kadın yıllar önce Osirianın dış kısmında yaşatan bir duldu.


Yanında iki kızı ve kucağında bir bebeğiyle ortada kalmıştı. Babalığın yardımları sayesinde bir Osirian vatandaşı olmuştu ve

insanlara elbise dikerek hayatını kazanabilir hale gelmişti.



Kadın 15 yıl boyunca babalığın bu iyiliğini hiç unutmadı. Ve ona karşı daima saygıyla hizmet etti.



Dikiş evinden çıkan babalık feyzaiye kısa bir ön bilgi verdi. ''Birazdan seni büyük adamların kavga ettiği bir yere götüreceğim. O yüzden birbirinin yüzünü parçalayan

adamları görünce şaşırma tamam mı velet''.



Feyzai sırıttı ve ''TAmamdır moruk usta'' diye cevap verdi. Babalık ise sağ yumruğunu sıkıp işaret parmağının ikinci boğumunu dışa doğru çıkıntı yaptı.



Tıpkı bir çiviye benzeyen parmak çıkıntısını diklemesine feyzainin kafasına vurdu ve ''Milletin içinde bana moruk dersen seni üç gün duvara asarım velet'' dedi. Acıdan kafasını okşayan feyzai ''Ayyy uf uf uf Tamam tamam'' dedi. Epeyce yürüdüler. Yine rengarenk sokaklardan geçtiler.



Feyzai gördüğü her dükkanı ya da binayı heyecanla izledi. Bazı binalar dört beş katlı ve ihtişamlıydı. Bir ara şehrin tek ve en büyük genel evinin önünden geçtiler.



Feyzai genel evin kapısında duran üst tarafı çıplak ve kaslı bir adamın başka bir adamı dövdüğünü gördü. Kaslı adam ''Paran yoksa git anana halen  hayvan herif'' dediğini duydu.




Ve babalığa seslendi. ''Ne çabuk geldik morrr... şey yani usta''. Bunu duyan babalık çok şaşırdı. Daha gelmelerine yirmi sokak kadar vardı.



Ama başını çevirip dayak yiyen adamı görünce Feyzainin durumu yanlış anladığını fark etti. ''Gideceğimiz yer burası değil velet.''. Feyzainin kafası karışmıştı. ''Peki o zaman burası neresi usta?'' dedi.



Babalık geçiştirmek için ''Sana büyüyünce anlatırım velet. Şimdilik burasını öğrenmesen de olur''dedi. Ve nihayet yüksek duvarlarla çevrili kare şeklinde dev asa bir alana girdiler.



Giriş kapısı tıpkı şehir kapısı gibi iki parça halindeydi. Ve her iki kanat da sonuna kadar açıktı. Tıpkı şehir kapısındaki gibi iri yarı adamlar kapıda bekliyordu.



Asker olmadıkları belliydi. Feyzai bu adamların kim olduklarını sormak istedi ama babalığın yine geçiştireceğini düşünerek vaz geçti.



Yanlarından geçerken bu iri adamlara meraklı meraklı baktı. Kapıdan geçtiklerinde ileride beyaz bir ışık şeklinde çıkış kapısı görünüyordu. Koridor son derece dar ve karanlıktı.



Babalık kaybolmaması için feyzaiyi ensesinden yakaladı ve bir anda kendine doğru çekiştirdi. Feyzainin göremediği küçük bir yan kapıdan geçtiler.



Girdikleri ortam son derece kötü kokuyordu. Demir parmaklıklarla birbirinden ayrılmış odalarda yarı çıplak adamlar boşluğa doğru ya kılıç sallıyor ya da mızrak sallıyordu.



Feyzainin daha önce hiç görmediği silahları da havaya sallayanlar vardı. Feyzai merakına engel olamayıp sordu. ''Morrr... şey yani usta bu amcalar lar ne yapıyor?'



Babalık gülmeye başladı. ''Heehehehehe nihayet kanın kokusunu aldın haaa, seni minik canavar seni. Biliyordum. Buranın havasını solur solumaz kana açlık


hissettin değil mi? Tıpkı dün handaki herifi yaptığın gibi öldürmek istedin değil mi?''



Feyzai dün geceyi düşündü. Lolan gece boyunca ölen birinden bahsetmişti ama Feyzai

kim olduğunu anlamamıştı.



Halen bir katil olduğunun farkında değildi. Ve karışmış kafasıyla karşılık verdi. ''Şeeyyy usta kimin öldüğünü bilmiyorum ama ben burada


kan kokusu falan almadım. Burası daha çok bok kokuyor. Karanlıkta göremedim ama cılk cılk şeylere bastım. Yoksa bu amcalar yere mi sıçıyor?''



Babalık çocuğun masum olduğuna o anda tamamen inanmıştı. Minicik bir çocuk inanılmaz bir güçle bir adam öldürüyor ve katil olduğunun farkında bile değil.



Bir kaç saniyelik sessizlik ten sonra ''Yok velet, burada kimse yere sıçmıyor. Ama dışarda adamı altına sıçırtıyorlar. Buraya arena derler velet. Burada köleler veya kendine güvenen babayiğitler birbirleriyle ölümüne kavga ederler.'' dedi.



Feyzainin hala kafası karışıktı. ''İyi de niye kavga ediyorlar usta?'' dedi. Babalık ''Tabi ki klank ve blanş kazanmak için''



Feyzai iyice şaşırmıştı. Babalık hemen açıklamaya girdi. ''Velet, burada bir şey almak istiyorsan karşılığında tika, klank ya da blanş verirsin. Bunlar


çok değerli şeylerdir. Mesela canın şeker çekti diyelim. Bir şeker 5 tika eder. 100 tika bir blanş eder, 100 blanş ise bir klank eder. GErçi osirian sikkesi de var.


Altından yapılma paralar ama sen onu rüyanda bile göremeyeceğin için önemli değil. Arenada bu gördüğün amcalar dövüşürler. Taa ki tek bir kişi ayakta kalana kadar.

Ayakta kalan o son kişi 50 blanş kazanır. Ve 50 blanşa benim mağara gibi on tane mağarayı şekerle doldurabilirsin.'' Feyzai on mağaranın alabileceği şeker miktarını

gözünde canlandırınca çok etkilendi.



''Vaaaaayyyy''. Babalık eğitmenin verdiği heyecanla anlatmaya devam etti.



''işte bu gördüğün amcalar şu anda silahlarıyla pratik yapıyorlar. Birazdan bu parmaklıklı odaların diğer tarafındaki kapılar açılacak ve bu amcaların hepsi arenaya çıkacak.



Sonra arena başkanının işaretiyle dövüşmeye başlayacaklar. Kılıçlar baltalar havada uçacak. Kelleler kopacak bağırsaklar dökülecek.



Bazıları korkudan altına sıçacak. Son kalan kişi gelip arena başkanından ödülünü alacak.Ama şimdilik o kısmı görmesen daha iyi olur. Senin yaşındaki bir çocuğa göre değil''



O sırada genç bir adam araya girdi. ''Ooo babalık seni burada görmek büyük şeref. Kaç yıl oldu seni görmeyeli. En son ben çocukken gelmiştin.


O gün benzettiğin adamları hala unutamıyorum. Hepsi de iri yarı hayvan gibi adamlardı. Ama sen silah bile kullanmadan hepsinin ağzını burnunu kırdın. Babam senin


yüzünden büyük para kaybetmişti. Ama benim kahramanım oldun. Sen gittiğinden beri her gün çalışıyorum. Yumruklarım kaya gibi oldu.''



Genç adam heyecan ve saygıyla

babalığa kendini anlatırken babalık dişlerini göstermeden tebessüm etti.



''Olhem, arena başkanının biricik oğlu. Bak bu da benim öğrencim FEyzai''. GEnç adam kafasını kaşıyarak konuştu. ''Öğrencin mi? Haayy salak kafam. Bu benim aklıma niye gelmedi. Zamanında senin öğrencin olsam şimdiye kadar en iyi dövüşçü olurdum.''



Babalık çocuğu teselli etmek için konuştu. ''Sıkma canını genç Olhem. O zamanlar yalvarsaydın bile seni almazdım. O zamanlar kimseyi eğitmeyi de düşünmezdim.


Ama artık yaşlanıyorum ve bildiklerimi birilerine aktarmam gerek. Bu veletle de şans eseri tanıştım. Ve onun için bir dövüş ayarlamanı istiyorum. Onun yaşlarında ve

onun kalıbında bir çocuk ayarlayabilir misin?''



Olhem bir an düşündü ve ''Kaçak maç mı?'' dedi. Babalık başıyla onaylayınca



''Sorun değil hallederim. Yakalanma korkun da olmasın. Eğer askerler ortamı basarsa basit iki çocuk kavgası göstermek için önceden tertibat alırım. Kimse de bir şey diyemez.''



Babalık çocuğun saçını

bir kere hunharca karıştırdı ve ''Sen babandan da akıllısın yakışıklı'' dedi. Olhem babalığa heyecan ve merakla sordu.



''Heeey babalık, bu gün serbest bahis var. Sen mutlaka bilirsin. Bu yarmalardan hangisi ilk ölecek? Ben ilk ölecek olan üzerine bahis oynamak istiyorum.'' dedi genç. 



Babalık kafes odalardaki adamlara birer nefesliğine baktı ve


''Şu elinde dikenli sopa tutan ilk yolcunuz olacak'' dedi. Babalığın fazla incelemeden ve düşünmeden konuşması Olhemi şüphelendirmişti. Babalık ise feyzaiyi ensesin

den tutup çoktan çıkışa doğru yönlendi.



Tereddütte kalan Olhem arkasından bağırarak sordu. ''Neden o? Neden diğerleri değil?'' Babalık tok bir sesle ve arkasına dönmeden devap verdi.



''Çünkü enerjisini boş yere harcayan tek salak O. Arenaya çıktığında ayakta kalacak takati olmayacak'' Olhem sırıttı ve ''Vay Bee! Hala kahramanım sın babalık. Sana

en iyi kaçak maçı ayarlayacağım'' dedi.



Arena macerası da bittikten sonra babalık ve Feyzai Lolan ile buluştu. Yine bir lokantaya gittiler. Feyzai sabah kahvaltısında bir şey yiyemediği için çok açtı.



Ve kızarmış tavuk istedi. Lolan garsona gerekli siparişleri verdikten sonra bütün ilgisini Feyzaiye verip sorular sordu.



Lolan-- Eee Feyzai, anlat bakalım nasılsın? 


Feyzai-- Huaaammm hııaamm umh umh şağol Lolan teeğje iiimmh


Babalık-- Düzgün ye lan şu yemeğini. Ağzında lokma varken de konuşma. 


Lolan çocuğun bu pasaklı haline gülmeye başladı. Sonra lolan ''Nasıl, yeni efendinle anlaşabildin mi?'' diye sordu. EFendi kelimesi feyzaiye anında köleliği çağrıştırdı.



Ve hemen düzetlme yaptı. ''Efendim değil, ustam''. Lolan şaşırarak babalığa baktı. Babalık ise gururlu bir yüzle onayladı. Lolan dudaklarını büzerek şaşkınlığını


belli etti ve kafasını aşağı yukarı sallayarak ''Ooo ilk günden ne kadar güzel anlaşmışsınız. Usta ve öğrencisi. Sen çok şanslısın Feyzai. Bütün ıssız arazide ondan

daha iyi bir çift kılıç ustası bulamazdın''.



Feyzai aç bir köpek tıkınırken bulduğu her fırsatta cevap veriyordu. Bir ara Lolan ''Bu gün neler yaptınız?'' diye sordu.

Feyzai ''Bir teyzenin yanına gittik. Teyze giymem için bana etek vermeye kalktı. Beni kız zannetti. Çok sinirlendim. Ama sonra ustam ona erkek olduğumu söyledi.



Teyze benim için güzel bir kıyafet dikecekmiş. Akşam gidip alacakmışız. Sonra ustam beni arena diye bi yere götürdü. Orada koca koca amcalar vardı. Ustamın dediğine


göre bu amcalar arenaya çıkıp birbirlerini sıçırtıyorlarmış. Gerçi bunu niye yapıyorlar anlamadım. İnsan tuvalete sıçar. Bir de bir abi ustam için bir maç ayalar layacakmış''



Lolan meraklı bakışlarını babalığa çevirdi. ''MAç mı?''. Babalık açıklamaya koyuldu. ''Kendi yaşlarında bir çocukla maç yapacak. Onun yeteneklerini

görmek istiyorum''.



Lolanın yüzü anında düştü. Ve memnuniyetsiz bir bakışla ''Dün gece handa olanların tekrarlanmasını mı istiyorsun?''. Babalık itiraz etmekte

gecikmedi.



''Yahu velede ölümcül hareketler öğretecek değilim. Sadece bir iki bloke ve savuşturma hareketi göstereceğim. Hem sen değil miydin bu çocuk o kadar da tehlikeli değil diye bana vaaz veren!''



Lolan babalığın haklı bir noktadan girmesiyle biraz bozuldu. Durumu toparlamak için kelime oyunlarına baş vurdu.



''Ben tehlikeli değil derken senin için tehlikeli değil demek istedim. Bu hayatta sana zarar verecek biri olamaz. Ama ya Feyzai dün geceki gibi bir yumruk atarsa?!!!''



Babalık böyle bir şeyin olmasına müsade etmeyeceğini söyledi. Feyzai ise ''Lolan teyze ben dün gece yumruk mu attım?'' diye araya girdi. Babalık ciddi bir ses tonuyla


''Sen haklıymışsın. Gerçekten de olan bitenin farkında olmayan masum bir çocuk.''. Yemekler yenildi, soğuk meyve suları içildi. Babalık hesabı ödedi.



Lolan ve Feyzaiyle birlikte terzi kadına gitti. Elbise hazırdı. Deneme amacıyla kadın feyzaiye elbiseyi giydirdi. Siyah keten bir kolsuz gömlek ve siyah bir pantolon.



Siyah kolsuz gömleğin hemen arkasında kırmızı bir işaret vardı. Çocuğun omuzlarından tutan kadın onu döndürerek babalığın detayları görmesini sağladı.



Feyzai arkasındaki işareti merak edip omuzunun üstünden geriye doğru bakmaya çalıştı. Bu çocukca çabası sonuçsuz kalınca ''Arkamda ne yazıyor?'' diye sordu. Kadın cevap verdi.



''Zirve yazıyor genç efendi.''  Feyzai yine ilk defa duyduğu bir kelimeyle karşılaşmıştı. Kadın durumu anladı ve açıkladı. ''Zirve demek ulaşabileceğin en yüksek yer demek.


Eğer efendi gibi bir adamın halefi  olacaksan zirveyi hedeflemelisin. En tepeye çıkmalı ve en güçlü olmalısın''.



Feyzai bu açıklamadan sonra zirve kelimesini çok sevdi. Lolana yaklaşıp arkasını gösterdi. ''Nasıl Lolan teyze çok güzel değil mi? Bu teyzenin dediği gibi olacağım. Zirveye çıkıp en güçlü ben olacağım''.



Minicik bir çocuğun sevimli kararlılığı herkesin yüzünü güldürmüştü. Feyzai deneme için giydiği elbiseyi çıkarmak istemedi. Babalık ''kirletirsin'' diye itiraz etse de


Lolanın ısrarı sayesinde elbise feyzainin sırtında kaldı. Üçü birlikte kararan havayla meşaleleri yakılan şehrin içinde yürümeye başladılar. Bir yere geldiklerinde Lolan



''Şurada bir tanıdığım var. Yüz nefesliğine  yanına uğrayıp hemen gelirim. Beni burada bekleyin yenilmez savaşçılar'' dedi ve çapkın bir gülüşle ayrıldı.



Babalık bir dağ gibi sessizce ayakta dikilirken feyzai meşalelerle aydınlatılmış sokaklara bakıyordu. Bir anda ustasının huzursuzlandığını farketti. ''Noooldu usta?'' diye


sordu. Babalık ''Yüz nefeslik süre doldu evlat'' dedi ve rüzgar gibi yerinden fırladı. Feyzai arkasından bakarken gördüğü şey ustasının havada uçar gibi bir duvara

ayaklarıyla tırmandığı ve evin damına çıktığı olmuştu.



Sonra ustası gecenin karanlığında kayboldu. Ustasının ne demek istediğini ve niye evin damına atladığını anlamayan Feyzai o evin bulunduğu karanlık sokağa doğru koştu.



Ustasını bulmak ümidiyle dar sokakta koştururken bir dönemece rastladı. Biraz ileride Lolan teyzesinin

etrafını sarmış üç adam gördü.



Adamlardan biri Lolan teyzesinin boğazına büyük bir bıçak dayamıştı. Adımlarını ağırlaştıran feyzai ustasına beş metre kala durdu.



Lolan teyzesine bıçak dayayan adama öfkeyle baktı. Babalık ise adamlarla konuşuyordu. ''Eğer hemen o bıçağı indirmezsen derini yüzerken ne olur çabuk ol diye yalvarıtım seni''.



ADamlardan bir tanesi korkudan sürekli ileri geri sallanıp duruyordu. Ama korktuğunu belli etmemek için çaba göstererek

''Yaşlı köpeğe bak sen.

Kurumuş kemiğe dönmüş ama göz dağı verecek kadar da yürekli. Başına bir iş gelmeden çek git yaşlı çakal. Biz senin gibi çok ihtiyarı dilimledik''dedi.



Bunu duyan babalık yavaşça belindeki kılıcı kavradı. ''Sanırım gücünüz sadece ihtiyarlara ve kadınlara yetiyor.'' dedi. Sesini çıkarmayan Lolan durumu anlamıştı.


Lolan ''İyi uykular beyler'' dedi ve gözlerini kapattı. Babalık bir güzgar gibi ileri atıldı. Kılıcını kınından çıkarmadan kabzenin dipçik kısmını kullanalarak üç adamın gırtlağına ağır darbeler indirdi. 



Arkasından bakan feyzainin tek gördüğü şey babalığın bir anda ileri atıldığı ve aniden durduğu. Vuruş darbelerini kaçırmıştı. Adamlar boğazlarını tutup kan tükererek yere yığıldı. 



Ustasına olan hayranlığı bir kat daha arttı. İçinden ''Vuhaaaaa! Bizim moruk bu üç adama ne yaptı da üçü birden yere düştü acaba?''.  diye içinden geçirdi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr