Yoğun geçen bir fırtınanın sonrasında bulutların arkasından yüzünü göstermeye başlayan güneşin ışık hüzmeleri, okyanusun' da etkisiyle gökyüzünde bilinen ve bilinmeyen renklerden oluşan muazzam gökkuşakları oluşturuyordu.
Ufuk çizgisi dışında hiçbir sınırın görünmediği, sonsuz gökyüzü ve engin okyanus tüm heybetine rağmen, uslanmış bir savaşçı gibi sakinliğini koruyordu.
Hafiften esen rüzgarın narin esintisi, sanki kulaklara kadim bir şiirin mısralarını fısıldıyordu, bu arada hafif esinti sebebi ile okyanusun suları dalgalanıyordu, oluşan dalgalar sayesinde ilerlemeye devam ediyordu eski ahşaptan yapılma bir kayık.
O anda, kimse bilmiyordu bu ahşap kayığın daha ne kadar ilerleyeceğini, belki yüzbinlerce mil, belki de yüzbinlerce kadem (Kadem, milin bir üstü uzaklık birimidir denizcilik' te) bir kıtanın sahiline vuracaktı.
Kim bilir belki de o kadar uzakta olmaya da bilir.
Belki de hiçbir zaman ulaşamayacak.
Kaderinin ne olacağını sadece zaman gösterebilirdi.
Şu anda tek bildiğimiz ufuk çizgisi dışında hiçbir sınırın görünmediği, sonsuz gökyüzü ve engin okyanusun tam ortasında başıboş bir şekilde ilerlemesi idi.
Doğanın bu muazzam döngüsü yaşanmaya devam ederken, suda uzun süre durmasından dolayı dışı yosun tutmuş eski ahşap kayığın içerisinde gözleri kapalı uzanmakta olan bir çocuk vardı.
Günler, aylar geçti aradan tam bir buçuk yıl olmuştu, fırtınalar gelip geçmiş, her fırtına sonrasında rüzgar kadim bir şiirin mısralarını her seferinden sonra mırıldanmıştı.
Lakin eskimiş ahşap kayığın içerisindeki çocuk gözlerini hala açmamıştı ve zaman göstermişti neler olduğunu, ufukta bir kıtanın sahil kesimleri gözükmeye başlamıştı.
İki gün sonra kayalık bir bölgeye ki az miktarda toplanmış kum birikintisine saplandı ahşap kayık, akşam üstünden hallice hava kararmaya başlamıştı hayvan sesleri çevrede yankılanıyordu.
Eski ahşap kayığın içerisinde ki çocuk, yüzünü narin ve sıcaklık dolu bir elin sevmesi ile gözlerini açmıştı, karşısında en fazla ellili yaşlarında olan bir kadın şevkat dolu gözlerle kendisine bakıyordu, kadının şevkat dolu gözleri bi o kadar da hüzün doluydu.
Kendince bir melodi tutturmuş söyleniyordu kadın "Ah zavallı çocuk. Demek bu kadar dayanabildin annesiz, babasız yaşamaya." Harang duyduklarına anlam verememişti.
Yıllarca boşlukta süzülüp durduktan sonra bir anda tuhaf bir kayığın ortasında beliriyordu, ve karşısında kendisinden daha genç olan bir kadın kendisine çocuk diye hitap ederek ağıtlar yakıyordu.
O an kendisini incelemeye karar verdi.
İlk gözüne takılan minik elleri olmuştu, bunlar da ne diye düşündü Harang.
Şimdi bu eller bana mı ait? Elini oynatmaya çalıştı ve kıpırdatabiliyordu.
Karşısında ki kadın hareket ettiğini görünce bir an paniklemiş olsa da, sonra ki anda yüzüne mutluluk çökerek bağırdı,
"Sen yaşıyor musun? Biraz önce nefes almadığına yemin edebilirim, tanrıya şükürler olsun!"
O zaman durumu fark etmeye başlamıştı, ruhu sonunda girebileceği bir beden bulmuştu lakin bu beden hiçte alıştığı gibi bir beden değildi.
O anda içinde olduğu bedenin hatıralarını anımsamaya başladı, o katliamı anne ve babasının gözlerinin önünde öldürülüşünü görmüştü.
Bir anda kendi hatıraları da zihnine dolmaya başladı, ailesinin dehşetler içerisinde katledilişi o anda öfke, huzursuzluk heleki kalbindeki dinmeyen bir sancı, bunu kimse anlayamazdı, ama anıları zihnine geldikçe saniyeler sonra umarsızca gülmeye başladı, ailesini öldürenleri katlettiğini hatırladı, işte o zaman tamamen kaybolmasada öfkesi huzursuzluğu ve kalbindeki sancı biraz olsun dinmişti.
O anda öfkeyle dolmuştu gözleri, ancak eski heybetinden eser bile yoktu. Boyu 1.50bile olmayan, savaşçıdan çok sevimli bir yüze sahip sarı ve mor birbirine karışmış halde ki saçları, kasları henüz gelişmeye başlamış bir çocuğun bedenine girmişti ruhu.
Bu haliyle verebileceği en büyük zarar, bir kişinin taş ile kafasını yarmak olabilirdi.
Bu durumu şanssızlık olarak görse de, tekrar hayatta olabildiği için bedenini aldığı çocuğa şükretti ve zamanı geldiğinde ailesinin intikamını alacağına yemin etti içinden, aynı kendi ailesini parçalanmış bir şekilde gördüğü günkü gibi yemin etmişti.
Bir süre daha şaşkınlığını üzerinden atamadı, lakin daha fazla da bu şekilde kalmazdı vücudunu incelerken eğdiği başını kadını görebilmek için kaldırdı.
"Siz de kimsiniz, burası neresi?"
Karşısında kendisine sıcak ve şevkat dolu gözlerle bakan kadın istifini bozmamıştı, sadece etrafına bakınmaya başlamıştı ansızın o sırada hayvan sesleri kulakları tırmalıyordu.
"Daha sonra da konuşabiliriz, gece kabilenin dışı tehlikelerle dolu bir hayvan ile karşılaşmadan geri dönelim beni takip et evladım."
Konuşmaya devam ederken kayalıkların arasında bir insanin ilerleyebileceği kadar olan bir patikadan ilerlemeye başlamıştı kadın tabiki arada Harang' a iyimi ve kendisini takip ediyormu diye, Harang' da bu bedeni ile dışarıda kalırsa öleceğini biliyordu o yüzden hemen kadının arkasına koyulmuştu.
Birkaç dakika sonra kayalık bölgeden uzaklaşmışlardı, bu sefer sık ağaçlıkların olduğu bir ormanın içerisinde ki patikayı takip ediyorlardı, havanın kararmasıyla daha da korkutucu olmaya başlamıştı orman ve arkadan hala hayvanların sesleri duyuluyordu, lakin sesler daha da uzaktan gelmeye başlamıştı bile.
Kısa süre sonra kabilenin ışıkları görülmeye başladı, birkaç dakika sonra kabile alanına girmişlerdi, kabile girişinde bir adam tedirgin ve korkmuş gözlerle ormana bakınıyordu sanki birinin gelmesini bekliyor gibiydi. Ama gece olduğundan gelememesinden korkuyormuş gibiydi lakin Harang' ın yanında ki kadını görene kadar, o anda gözleri parlamıştı, ak saçları hafif rüzgar esintisinden dolayı dalgalanırken, beyaz sakal ve bıyıklarını altından mutlu olduğunu ve rahatladığını belirten bir gülümseme ortaya çıkmıştı.
Adamın kıyafetleri yıpranmış ve hatta bazı yerleri yırtılmış olsa gerek ki yamalanmıştı.
Durduğu yerde daha fazla dayanamayan adam, koşarak Harang' ın yanında ki kadını kucaklamıştı.
"Aman tanrım şükürler olsun ki hayattasın. Saat kaç oldu haberin var mı? Çok korkuttun beni hayatım."
Kadın cevap vermemişti, yıllardır yaptığı gibi sımsıkı sarılmıştı adama, bir süre daha sessiz kalan adamın dikkatini Harang çekmişti.
"Bu çocuk kim hayatım?"
Sarılırken sessiz kalan kadın bu sefer konuşmuştu.
"Ailemize bir tanrı misafiri aşkım, burada sabaha kadar durmayacağız değil mi? Hadi evimize gidelim orada devam ederiz konuşmaya."
Adam mutluydu karısının sağsalim döndüğünü gördüğü için, diğer yandan ise şaşkındı yanında ki çocuk yüzünden.
On altı yaşlarında evlenmişlerdi o zamandan bu yana çocukları olmuyordu.
Adam düşünceli bir şekilde yürümeye devam ederken evleri yolun ilerisinde görünmüştü, kadın o kadar mutluydu ki evlerini hemen Harang' a tarif etmişti.
Eski bir ev vardı karşılarında, bazı camları kırık kağıt parçaları ile desteklenmişti, evin rengi koyu kahverengiydi, kapısı çatlaktı. Aynı kıyafetlerine yaptıkları gibi evlerine de yama yapmış gibilerdi.
Ama ne olursa olsun ikilinin yüzleri gülüyordu, onların hayatlarını süsleyen şatafatlı bir ev ya da saraylar dolusu altın sikke değildi.
Onların hayatlarının gerçek süsü birbirlerine sahip olmalarıydı, birbirlerinin sevgilerine.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..