Cilt I - Bölüm 3: Bilge Adamın Torunu (2)

avatar
689 11

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 3: Bilge Adamın Torunu (2)



O günden bu yana tam tamına 368 gün geçti ve 14 yaşına girdim. Melida sayesinde kimse çakmadan bilmediğim şeyleri anlattılar ve Shin hakkında daha fazla şey öğrendim. Nedense ona acıdım. Çünkü her gün Michel tarafından eğitiliyordu. 


"Haah....hahh...ahhhh..." 


Sıradan ve güzel bir bahar günüydü. Ve her zaman ki gibi elimde ki kılıç, piç Michel tarafından uçurulmuştu. Sadece bununla kalmamıştı. Kılıcım elimden düştüğü gibi beni omzunun üstünden atmış, yerle birleştirmişti. 


O kadar derin nefesler alıyordum ki göğsüm bir balon gibi şişiyordu. 


"Hahaha! Seni velet! Hafızanın yerinde olduğu zamanlardan daha kötüsün. Bu kadar bir eğitime bile dayanamıyorsun..." 


"Sen... sen, bir..." 


"Evet, ben bir? Yoksa gene önce ki gibi hakaret mi etmek istiyorsun?" 


"Özür dilerim..." 


Michel'den ilk aldığım eğitimde ben kazanmıştım. Elimde ki kılıçla Taijijuan Güneş Stili'nin 62 Formunu kullanmış, Michel'in suratına büyü fırlatarak kazanmıştım. O zamanlar sadece birkaç taş oluşturabiliyordum. 


"Hey, hey! Kılıç dövüşünde büyü kullanılmaz!" 


"Hehe! Yaşlı adam, savaşta her yol mübahtır. Sadece aptallar kurallarına göre oynar." 


Keşke o gün dilime sahip çıksaydım, şuan da cehennem gibi eğitim görüyorum. En ufak bir acıma göstermeden korkutucu bir eğitime maruz kalıyorum. Ayrıca Shin'in bedeni Taijijuan Güneş Stili'ne göre yetişmemişti. Bu yüzden kasları o hareketleri yaparken çok yoruluyordu. 


İlk gün şans eseri kazandıktan sonra bir daha Michel'e dokunamamıştım. Günlük iki saat yaptığımız kılıç eğitimi beşe çıktı, Merlin ile yaptığımız eğitimler bir saatten, dörde çıktı. İyi ki Melida benim tarafımda ve bana yorgunluk azaltıcı efsunları öğretti. Onlar olmasaydı, üç saat sürecek büyülü eşya eğitimine kadar bayılırdım. 


En azından iyi tarafından bakılması gerekiyordu. Merlin, Michel ve Melida'ya karşı bir bağlantım oluşmamıştı. Önce ki bildikleri Shin'den daha soğuk ve mantıksaldım. Earlshide kralı olan Diseum'a bir amca olarak değil, çıkar ilişkisi olan uzaktan akraba gibi davranıyordum. Onlarda beni böyle kabullenmişlerdi, pek sıkıntı çıkarmıyorlardı. Sonuçta dehşet bir potansiyeli olan, kahramanların torunu ve eski kraliyet şovalye kaptanının öğrencisiydim. Bir çöp parçası olsam dahi, bana dokunabilecek kişi sayısı azdı. 


"Hadi ayağa kalk, daha iki saatimiz var. Aylaklık edersen eski kondisyonuna erişemeyeceksin, ayrıca kılıç stilin oldukça değişik. Bu yüzden sürekli savaşman gerekiyor ki kasların kullandığın stile göre gelişsin..." 


İstemeden de olsa yerden kalktım ve kılıcımı aldım. Şuan da büyük ihtimalle eski Shin'den güçlüydüm. Kabuk etmek zor olsa da Michel ve Merlin'in acımasız eğitimi beni çok güçlendirmişti. 


"Yare, yare... Neden mana kulanarak savaşmıyoruz? Yoksa mana kullanarak seni ezeceğimden dolayı mı korkuyorsun?" 


"Gene mi bu konu? Sana kaç kere söylediğim teknikleri geliştirme-" 


"Yakalandın yaşlı adam!" 


Gardını indirdiği gibi kılıcımı savurdum ve atağa geçtim. Taijijuan Güneş Stili denge ve çevikliğe odaklanıyordu. Yani beni güç konusunda geliştirmiyordu, ancak sarsılmaz bir denge ve eşsiz bir çeviklik veriyordu. Bunu Michel'in tekniği ile birleştirince kusursuza yakın bir teknik ortaya çıkıyordu. 


"Hahaha! Asıl sen yakalandın velet!" 


Michel üzerine doğru gelen kılıcı anında başka bir yöne saptırdı ve acımasız keskinliğe sahip kılıcını gocunmadan benim üzerime savurdu. Tabi ben bunu bekliyordum. Kılıcı bıraktım ve tereddüt dahi etmeden geriye zıpladım. Kılıcım yere saplanırken, Michel'in saldırısı boş geçti ve kolayca kurtuldum. 


Michel çılgınca gülerken beni aşağılıyordu. 


"Hahahah! Bir şovalyenin sonu, kılıcını elinden bıraktığında gelir." 


"Emin misin?" 


"Hah?" 


"Arkana bak." 


Michel yavaşça arkasını döndü ve ona doğru fırlatılmış gibi gelen kılıcı gördü. Bu benim yarattığım bir kontrol büyüsü sayesinde oluyordu. Parmağım ve kılıcın arasında çok ince [Rüzgar İpliği] isimli bir büyü vardı. Kılıcının yönünü ve hızını belirlememe yarıyordu. Kısaca [Uçan Kılıç] elde edilmişti. Gerçi hâlâ bunun üzerinde çalışmam gerekiyordu. Gizli silahlar yaparken ölümcül bir yetenek olabilirdi. 


"Seni! Sana bunları kim öğretiyor!" 


"Bunu düşünebilen her varlık yapabilir, fazla küçük düşünüyorsun!" 


Michel gelen kılıcı rahatça savuştursa da arkasını döndüğü gibi benim tekmemle yüzleşmek zorunda kalmıştı. Çok kirli ve aşağılayıcı bir şekilde oynadığımı biliyordum, lakin ben Shin gibi adalet sevdalısı değildim. Ancak gene de Michel'i yenemeyeceğimi biliyordum. Eğer yarım saniye bile duraklarsam anında dayak sırası bana gelecekti. 


Ve çok geçmeden gelmemişti de... 


Michel tekmemi tuttuğu gibi yakamdan tutup beni yere fırlattı. Artık o kadar fazla yere fırlatılmıştım ki reflex olarak Michel'i kilitledim ve omuzlarının üstüne fırladım. Her gün yaptığım denge ve çeviklik antrenmanları meyvelerini veriyordu. Çok sıkıntı olmada dünya çapında ünlenmiş bir jimnastikçi gibi sıkıntı olmadan omuzlarının üstüne inmiştim. 


Ancak Michel'in bu kadar kalpsiz olacağını düşünmemiştim. Omzuna indiğim gibi bileklerimden yakaladı ve tereddüt dahi etmeden Hulk'un Loki'yi yerden yere vurması gibi vurdu. Şanslıyım ki o kısa sürede tüm vücudumu mana ile sarmıştım. Yerden tozlar yükselse de vücuduma bir şey olmamıştı. Acıya alışmıştım, bir çok kez taşlardan düşmüştüm. Ayrıca patlama büyülerini yaparken ki aldım hasarları saymıyorum bile...


'Bunun kılıç savaşı olması gerekmiyor muydu? Neden iki barbar arasında ki bölge kavgası gibi gözüküyor...' 


"Dur yaşlı adam! Kılıcın yolundan şaşıyorsun! Kılıç Azizi ünvanını düşün, seni böyle görseler Kılıç Azizi değil de Barbar olarak etiketlerler!" 


Avazım çıktığı kadar bağırdım. Çünkü bir şey yapamıyordum, vücudumu mana ile korusam da acıyı iliklerime kadar hissediyordum. Pek sıkıntı olmasa da, acı çekmekten nefret ettiğim gerçeğini değiştirmiyordu. 


"Eh?" 


Sözlerim işe yaramıştı. Michel ne yaptığının farkına varmıştı, kılıç antrenmanı barbarlar arasında ki vahşi bir savaşa dönmüştü. Hızlıca beni bıraktı ve benim üzerimde ki tozları kendi isteğiyle temizledi. Melida'nın etkisi gerçekten çok fazlaydı. Ona daha yakın olmam gerektiğine ikna olmuştum. 


Yerde ki çukurları hızlıca toprak büyüsüyle yeniden doldurdum ve her şeyi eski haline getirdim. Melida burayı bu şekilde görürse bana kızmasa da, beni kısıtlayabilirdi. İkinci bir hafıza kaybı olayıyla karşılaşmak istemiyor olduğu belliydi. 


"Ahem! Bugün burada olanlar büyükannenin kulağına gitmiyor. Anlaşıldı mı?" 


"Evet, çok iyi anladım." 


"Seni velet. Sakın beni tehdit etmeye kalkma, seni canavarların önüne atmamı istemiyorsan tabii?" 


"Aslında, bundan şikayetçi olmazdım." 


"Sen mazoşistsin!" 


"Onun anlamını bilmiyorsun değil mi?" 


"Eeee? Tabii ki biliyorum~" 


Derin bir iç çektim ve benden öğrendiği kelimelerin anlamlarını açıkladım. 


Merlin ve Michel ile birçok kez canavar avlamaya gitmiştim. Shin'in vücudu zaten buna alışıktı, bu yüzden bir sıkıntı olmadan Merlin ve Michel'in koruması altında savaş deneyimi kazanmıştım. Hatta Michel kullandığım teknikleri görünce "Hass... Bir dahisin, ancak kullandığın yöntemler suçlular tarafından bile kötü olarak nitelendiriliyor! Fazla acımasız ve aşağılık değil misin?" diye saatlerce yakınmıştı.  


Tabii ki umursamadım. Zaten zaman geçtikçe o da bana benzemeye başlamıştı. Sonunda daha güçlü olduğunu fark etmişti. Sonucunda bir şovalyenin yolundan hafifçe sapmıştı. Adalet ve onur! Bunlar bir şovalyenin yemini denebilirdi. Onlardan her zaman korumaları beklenirdi, korudukları kişiler çok önemli bireyler olduğundan asil bir meslekti. 


Ancak ben bir Kılıç Azizi'ni yozlaştırmıştım. Bundan pişman değildim, çünkü onunla savaşırken ne kadar aşağılık olursa bende o kadar gelişiyordum. Dünya da adalet diye bir şey yoktu. Şuan da bir animenin içinde olsam da, olay örgüsünün başlangıcını hiç görmemiştim. Hiç bir bok hatırlamadığım için de onlarla aramda bir bağ hissetmiyorum. Her şey 15 yaşına vardığımda başlayacaktı. Sistemin o zaman harekete geçeceğini düşünüyordum. 


'Yeteneğin varsa bunu kullanmalısın. O kadar güçlü ve yenilmez olmana rağmen bir krallıkta sadece bir sınıfı eğitiyorsun.. Bu yeteneğine hakarettir!' 


Bu kadar küçük bir krallıkla uğraşmayacaktım. Daha büyük yerleri hedeflemekti amacım.. Lakin verilecek görevleri beklediğimden, harekete geçemiyordum. 


"Hm, hm... Gerçekten hiçbir şey anlamadım!"


"Daha fazla kitap okursan anlayacaksındır. Hayat sadece kılıçlardan ibaret değil, biliyorsun." 


En iyi anlaştığım kişi şüphesiz Michel'di. Onunla saygı ekleri kullanmadan konuşabiliyordum. O bana kılıç sanatını aşılıyor, bende ona nasıl aşağılık bir şerefsiz olabileceğini öğretiyordum. Ve fark ettiğim şeyse, onun gerçekten has bir orospu çocuğu olabileceğiydi. Çünkü tuzak kurma konusunda bir dahiydi. Sabır ve soğukkanlılık konusunda da üstün bir seviyede olduğundan dolayı sahtekarlık için biçilmiş kaftandı. 


Ancak hâlâ Melida'yı kandırmaya götü yemiyordu. Bunu yapacak yürekten yoksundu. 


"Hey, Shin. Taklit yeteneğimi nasıl geliştireceğim? Canavarları tuzağa çekecekken nedense vazgeçiyorlar. Bunun neden olduğunu bilmiyorum. Açıklasana..." 


Michel her zaman ki gibi çalışmalarından çıkardığı şeyleri bana soruyordu. Ve bende her zaman ki gibi soruyu cevaplamak yerine direk gösteriyordum. 


"Senin annen..." 


"..."


Michel'in gözleri bir anda büyümüştü. Çünkü onun tüm kadın akrabaları bütün sevgimle anmaya başlamıştım. Bir süre devam ettikten sonra o bile kendini sakinleştiremedi ve onur isimli duyguya yenik düştü. Titreyerek kılıcını çekti ve boynuma doğrulttu. Gözbebekleri öfkeyle titriyordu. Çünkü harbiden çok ağır sövmüştüm. 


"Çek kılıcını! Kahramanların torunu ve öğrencim olsan da annemle böyle konuşamazsın! İkimizden birisi bugün ölmeli!" 


Bense büyük bir soğukkanlılıkla kılıcımı elime aldım ve tereddüt dahi etmeden saldırmaya devam ettim. Eğitim süresi uzamıştı, ancak bundan şikayetçi değildim. Ne kadar savaşabilirsem o kadar iyi olurdu. 


Kılıç Azizi çılgın gibi saldırsa da ben kolayca bütün saldırılarını küçük bir hamleyle sektirebiliyordum. Çünkü çıldırmıştı, düzgün düşünemiyordu. Bir süre devam ettikten sonra sakinleşmeye başladı. Ancak ben tekrardan sakin ve aşağılayıcı bir tonda konuşmaya başladım. 


"Sen daha annesini koruyamayan güçsüz bir... ayrıca sadece bu kadar olsan en azından annen mezarda rahat uyuyabilirdi. Lakin aynı şekilde babana da acıyorum, senin gibi bir tohum taşıdığı için cennete girme hakkını dahi kaybetmiştir. Spermlerinden birisi olduğun için bile cehennemi hak ediyor, bence intihar ederek aileni onurlandırmalısın..." 


En ufak bir acıma göstermeden tüm değerlerini ezdim. Sonra onun manasını kontrolden çıktığını fark ettim. Artık manalarda işin içine girmişti. Hızlıca bende manamı vücudumda dolaştırdım ve savaş gücümü yüzlerce kat artırarak en tehlikeli varlıklardan birisi olmuştum. 


Ah... Japonlar da benim gibi ahlaksız piçler olmadığından harekete geçtiğim de çok çabuk sinirleniyorlardı. Ayrıca çekingen ve saygılı insanlardı. Bu beni daha da dayanılmaz birisi haline çeviriyordu. 


Savaş gittikçe uzadı ve hararet giderek arttı. Kılıçlar o kadar hızlı çarpışıyordu ki Merlin bile çıplak gözleriyle takip edemezdi. Gerçi ben bile gözlerime mana aktarmamıştım. Ancak normalde yenemeyeceğim Michel'in saldırılarını çok kolay bir şekilde görebiliyor ve atlatabiliyordum.


İkimizin mana kalitesi ve mana bolluğu benzer seviyelerdeydi. Aramızda ki tek fark olan savaş deneyimi artık işlevsizdi. Çünkü sadece sözlerimle bile onurunu birçok şeyden önde tutan Michel'i delirtmeye yetmişti. 


"Ah... Bitirme vakti geldi." 


Dedim ve Michel'in saldırısını kolayca atlattım. Tereddüt dahi etmeden ellerimi pençe gibi yaptım ve onu yakasından yakaladım. Öfkesine yenik düşmüş Michel onu boğazından yakaladığım anda kendine gelmişti. Ancak artık çok geçti. Onu tuttuğum gibi havaya fırlattımı ve önce ki hayatımda öğrendiğim Taekwando hareketleriyle saniyeler içinde onlarca kez tekmeledim. O artık benim için bir kum torbası olmuştu. Sükunet ve soğukkanlı bir zihnin karşısında, ne kadar yetenekli olursan ol öfkeli ve düzgün düşünemiyorsan, kaybetmeye mahkumdun. 


Michel'i bayıltana kadar dövdüm ve sonrasında onu iyileştirdim. Çıldırmış bir Kılıç Azizi'nin sakin bir Anime Savaşçısı'na karşı şansı yoktu. 


'Gerçi eğitimim daha da sertleşecektir. Zaten neredeyse tüm teknikleri kaptım, pek bir şey öğrenmem gerekmiyor...' 


İtiraf etmeliyim ki önce ki Shin'den daha güçlüyüm. Ayrıca onun gibi altta kalan kılıbık birisi de değilim, aynı zamanda bir dahiyim...


'Lanet olsun... Çok havalıyım!' 


Ana amacım her zaman zihnimi güçlendirmek oluyordu. Bu yüzden Michel'i gölgeye yatırdıktan sonra her zaman meditasyon yaptığım şelalenin yanına gittim. Ormanda rahatça dolaşabilecek kadar güçlenmiştim. Bu yüzden gezmekte bir sıkıntı olmuyordu. Gücüm ve büyü kontrolüm de oldukça iyiydi. Shin'in vücudu zaten bu iş için biçilmiş kaftandı. Büyü damarları ve mana havuzu oldukça gelişmiş ve sağlamdı. 


Aslında animede bunların geçtiğini hatırlamıyorum. Shin'in meditasyon yaptığını da hatırlamıyorum. Bunları tamamen Merlin'den öğrenmiştim, animede sadece büyü deyip geçtiler. Belki de 'D' seviye olmasının sebeplerinden birisi de budur. 


Şelaleden akan suların gürültüsü her zaman zihnimi meşgul ediyordu. Bende buna karşı durmaya çalışır, mana kapasitemi artırırdım. Eğer başarısız olursam bayılır ya da kan kusardım. 


Büyü yapmanın adımları o kadar karmaşık değildi; atmosferde ki manayı çevrende topla, ardından bu manayı bedeninin içine çekip, büyüye dönüştürmek için mana havuzuna aktar ve orada arındır. Stabil hale getirdikten sonra büyü için hazırlanmış hale gelir, ardından bunu sözler ve hayal gücünün eşliğinde dışarı gönder. 


Çok mantıksız gözüküyor değil mi? Ama neye göre? Yare, yare.. Ben mantık duygumu Truck-sama bana ilahi adalet gibi indiğinde bir kenara atmıştım. Karşıma başka dünyadan bir türk çıksa dahi garip bulmazdım. Çünkü o kadar çok Isekai, Wuxia, Xianxia, Xuanhuan ve Reenkarne noveli okumuş ve yazmıştım ki benim için 2. bir gerçeklik gibilerdi. 


Sonuçta hiçbir şey imkansız ve olanaksız değildi. Sadece biz görmemiştik, mantık duygumuzda gördüklerimize göre şekillenirdi. 


Şelalenin çıkardığı sağır edici sese rağmen meditasyonuma başladım. Otuz metrelik çevrede bulunan tüm manayı bir elektirik süpürgesi misali vakumladım ve mana havuzumda arıtmaya başladım. Normalde ortalama yüksek seviyeli bir büyücü dahi benim kadar hızlı gerçekleştiremezdi bu işlemleri, lakin benim büyü damarlarım oldukça gelişmiş ve sağlamdı. Bu yüzden atmosferde ki manayı anında mana havuzuma çekebiliyordum. 


Sesleri tamamen görmezden gelmeye çalışıyordum, ancak arındırmaya odaklanırken dikkatim az çok oraya kayıyordu. Odağum sürekli git gel yapıyordu. Ancak bu konuda giderek daha iyileştiğimi anlayabiliyordum. 


Şuan da orta seviyeli bir büyücünün yaptığı kadar mana çekmiştim kendime, bu konuda iyi olsam da yüksek seviyeli bir büyücünün kontrol ettiği mana miktarını sürekli dağılan bir odakla toplamaya ve arındırmaya çalışırsam, kesinlikle bir aptala ya da iblise dönüşürdüm. 


Zaman yavaş yavam geçti ve mana havuzum sürekli doldu ve içinde ki mana daha saf hale geldi. Bunların hiçbirisinin animede gösterilmemiş olması çok kötüydü, eğer öyle olsaydı rekorlar kıracağına emindim. 


"Hmm... Tamamen doldu, harcadığım tüm mana eski yerine daha saf olarak geldi." 


Gözlerimi açtım ve meditasyon durumdan uyandım. Güneşin konumuna baktığımda sadece bir saat olduğunu anlamıştım. Melida'nın vereceği derse daha yarım saat vardı. Bu yüzden büyü çalışmaları yapmaya başladım. 


Küçük büyülerden başladım ve giderek daha da güçlü büyülere ilerledim. Ateş topları, yıldırım mızrakları, toprak sütunları ve patlama büyüleri derken, büyüler arasında ki geçişim daha da pürüzsüz hale geldi. 


Yarım saat sonra temizlenme büyüsüyle kendimi temizledim ve Melida'nın yanına gittim. Büyüler ve kılıçlar güzel olsa da ben Büyülü Eşyaları daha çok seviyordum. 


Bu yüzden Melida'nın geleceği yere doğru duraklamadan ilerledim. 


***







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44584 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr