Cilt I - Bölüm 4: Bilge Adamın Torunu Erkekliğe Adımını Atıyor

avatar
669 14

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 4: Bilge Adamın Torunu Erkekliğe Adımını Atıyor


Bir Anime Savaşçısı olarak görevlerim vardı. Ki ben çılgın Berke olarak sadece Kenja no Mago dünyasını düşünmüyordum. Bundan sonra ki gelecek olan animeler için de hazırlık yapıyor, kendimi eğitiyordum. 


Örneğin; sabah güneş dahi doğmadan uyanır, fizik antrenmanlarımı yapar ve kısa süreliğine büyü kontrolü çalışırdım. Bu sayede vücudumu nasıl en iyi şekilde geliştireceğimi öğrenmiştim. Sonrasında Diseum'dan istediğim zihin açıcı çaylarla birlikte, gene ondan istediğim kitapları okurum. Bu kitaplar genellikle bitkiler ve sağlık konularında oluyordu. Sağlık kısmında insanların zayıf bölgelerini, bir kemik kırıldığında ne yapılmalı, hastalıklara ne gibi bitkiler iyi gelir tarzı konuları okuyordum. Bunlar önemsiz gibi gözükse de ileride karşılaşacağım tehlikelerden kurtulmama olanak sağlarlardı. 


Çayım bittikten sonra Merlin'i uyandırır ve Melida'dan öğrendiğim tariflerle kahvaltı hazırlardım. Onun sayesinde bıçağı çok iyi kullanmaya başlamıştım. Shin'in vücudu tam bir ana karakter vücudu idi. Çok hızlı bir şekilde öğreniyordu, acaba bu dünyadan çıktıktan sonra hâlâ bunları hatırlayacak mıydım? Eğer sistem benden bunları almak isterse, karşı koyamazdım. 


Kahvaltıdan sonra buz gibi suya dalardım. Böylece tüm vücudum uyarılmış olurdu, Michel ile yapacağım savaşlarda takılmazdım. Ah.. Bu arada! Michel onu çıldırttığım gün beni bir nevi ustası olarak almıştı. Ona nasıl insanları delirteceğini söylüyor, yaratıcı küfürler öğretiyordum. Tabii geldiğim ülkenin geleneklerini ona aktarmayı da unutmuyordum. Giderek bana benzemeye başlamıştı, Melida ve Merlin dahi bunu fark etmişti. 


Merlin'den sonra Melida ile büyülü eşyalar çalışmalarına giderdim. Burada ki insanların hayal gücü çok gelişmemişti, bir fantezi hayranı olarak ilk yaptığım şey [Dağıtma Efsunu] idi. İsmi havalı değil gibi durabilirdi, lakin çok işe yarar bir şeydi. 


"Dağıtma Efsunu mu? O ne işe yarıyor ki?" 


"Alınan darbeleri, çevreye dağıtıyor. Gerçi asıl kullanım alanı büyü savaşları olsa da, şovalyelere karşı da kullanılabilir. Örnek olarak ben bir [Ateş Topu] büyüsü gönderirsem ve rakibim zamanında kalkan yapamazsa, bu efsun sayesinde aldığı büyü hasarını, anında manaya ayrıştırır ve çevreye dağıtır. Savaşçılar da ise bu daha farklı. Bunu kullandıkları savaş kalkanlarına aktarmaları gerekiyor. Aldıkları hasarı atmosfere değil, çevrede ki bir bölgeye dağıtmaları gerekiyor. Böylece darbeden kurtulabilirler." 


Bu efsunun ne kadar önemli olabileceğini biliyordum. Kullanım alanları sınırlı olsa da, kullanıldığı alanlarda yeni çağlar başlatırdı. Örneğin; bir kale kuşatmasında, kalenin belli bölgelerine bu dağıtma efsunundan yapılmış duvarlar örersek, düşmanın büyüleri atmosfere dağıtılır, hasar en aza indirgenirdi. 


Aslında iyi para kazanabilirdim bundan. Lakin, Diseum ve Merlingiller buna izin vermediler. Kahramanların torunu olarak zaten oldukça değerliymişim, daha da iyi yetenekler sergilersem ortadan kaldırılabilirmişim. Tabii ki bunu onlar söylemedi. Bunu kendim uydurdum. Ancak, anime olduğundan mı bilmiyorum. 


Ortam çok sakin değil mi ya? 


Krallıklar arası sürekli süren bir savaşın olması gerekmiyor mu? Ayrıca sadece iki kahraman mı var? Diğer ülkelerin kahramanı yok mu? 


Bunları anime de göstermemişlerdi. Eksik kalan ve sorular bırakan animelerin sorunu da bu zaten. Acaba onlar bu dünya da işlendiler mi? Çünkü siktiri boktan bir yerde bitmişti, ilk sezon. Olay örgüsünün dışına çıkarsam öğrenecektim. Kime sorsam cevap vermemesi beni şüphelendirse de kurcalamadım. Yare, yare.. 


Zaman bir su gibi akmaya devam etti ve 15. yaşıma basmama bir hafta kaldı. Michel'in eğitimden kurtulmuştum, artık mezundum. Ancak mezun olduğum için kibirlenmememi istediğinden olsa gerek; "Daha çok güçsüzsün. Sakın kibrine yenik düşme!" şeklinde uzun sürecek nasihatlar verdi. Ardından mezuniyet hediyesi olarak özel metallerden yapılma bir kılıç hediye etmişti. Mezuniyet sınavı ikimiz arasında ki bir savaştan ibaretti. Kazanırsam mezun, kaybedersem onun önünde diz çökecektim. Her zaman ki Michel işte. Benimle takıla takıla bana benzemişti. Sonuç mu? 


Onu ezdim. 


Neyse? Kılıcımı oldukça sevmiştim. Bir katanaydı. Bunu Diseum'dan rica etmiş ve kendo çalışmalarımda kullanmıştım. Oradan bilse gerek... 


Neyse, ne... Bunun üzerini efsunlarla boyayacağım. Melida'dan öğrendiğim kadarıyla, bu kılıcın yapıldığı metal efsunlarla daha rahat bağlantıya geçiyordu. Ayrıca üzerine beşten fazla efsun yazılabilecek kadar dayanıklıydı. Benim gibi fakir birisinin alamayacağı kadar pahalı olduğu belliydi. 


"Onu iyi kullansan iyi olur, seni velet! Emeklilik boyunca biriktirdiğim tüm parayı ona harcadım." 


"Hahaha! Yaşlı adam, nedense aniden senden hoşlanmaya başladım!" 


"Nedense gülümsediğinde içim ürperiyor. Lütfen daha az güler misin? Ah... Nerede o eski masum Shin? Çocuk büyütmek gerçekten çok zor... Farkına bile varmadan değişiyorlar. Bu ergenlik dedikleri şey sanırım.." 


"Gülümsediğimde çok yakışıklı ve tatlı olduğumdan dolayı, senin kararmış kalbin arınıyor. Unutma, karanlık varlıklar aydınlıktan ürperir..." 


"Diyorsun... Peki ya tam tersiyse? Kara bir şeytanın benim hakkımda iyi şeyler düşünmesini beklemiyorum. Ayrıca yüzünde ki ifade her an kazıklanacakmışım gibi hissettiriyor." 


"Bu konu hakkında bir şey söylemek istemiyorum."


"Tahmin etmiştim." 


Yaptığım değişikler sonucunda masum gözükmesi gereken Shin, daha yakışıklı ve soğuktu. Gülümsediğim de dahi, Michel'in benden korktuğunu görüyordum. Çünkü her hafta en az bir kere yaptığımız ebelemece antrenmanında her daim gülümsüyordum. 


Bu arada övünmek gibi olmasın, oyunlarda hiç bir zaman kaybetmemişimdir. Tabi karşımda ki kişi hoşlandığım bir kız, ya da kazanınca bir nevi kaybedeceğim olaylar olmadığı sürece geçerliydi bu. 


Bir simp olarak, erkekleri satmak onurumu en ufak bir şekilde zedelemiyordu. Yakışıklı ve sevilen olmak zor. 


Sadece Michel tarafından mezun ilan edilmemiştim. Melida ve Merlin'de benzer şekilde beni mezun etmişti. Melida güçsüz bir eşyaya yapabileceğim kadar kontrollü efsun yapmamı isterken, Melin anime de ki anlatılandan farklı olarak büyü kontrolümü ve bilgilerimi sınamıştı. 


Merlin'i küçümsediğimi fark ettim. Anime de nazik ve dede gibi gözüken yaşlı adam, mezuniyet gününde acımasız bir öğretmendi. Yapraktan yapılma bir tabağı en ufak bir şekilde hareket ettirmeden, tüm büyü gücümü onun üzerine salacaktım. Onlarca kez başarısız olduktan ve günlerce deneme yaptıktan sonra başarmıştım. Büyü gücüm o kadar fazlaydı ki, bir dağı kaplayabilecek kadar büyük bir tarama yapabaliyordum. Bu kontrolümle birleşince, karşı konulamaz bir baskı yaratıyordu. Bırakın yaprakların hareket etmesini, dağın bile sallanacağını düşünüyordum. 


Neyse ki bir dahi olduğumdan dolayı zorda olsa başarmıştım. Ancak Merlin'in mezuniyet hediyesi vermemiş olması canımı sıkmıştı. Melida bile bana sağlam bir büyü kalemi vermişken, yaşlı adam zınnık koklatmamıştı. 


Normal Shin sıkıntı etmezdi, ancak ben gerçek dünyada bile arkadaşlarına verdiği borcu faiziyle geri alan para göz bir pintiydim. 


Kısacası, daha olay örgüsü başlamasa bile ben birçok şeyin seyrini çoktan değiştirmiştim. Shin'in çevresinde ki insanlar ile ilişkisi oldukça farklıydı. Ayrıca görünüşünde bariz farklılıklar vardı. Boyu daha uzun, gözleri bir göl kadar durgun ve okyanus kadar derindi. Ayrıca geniş omuzlar ve dengeli bir vücudum vardı. Suratım bir bebek poposu gibi pürüzsüzdü. Sesim de olgunlaşmıştı. Auram eşsiz bir kahramanı andırıyordum. Merlin ve Michel'in çevresinde ki auraları taklit etmiştim. Her şey bir kandırmacadan ibaretti. 


Ah. Bu arada [Geçit] isimli kapıyı çoktan öğrenmiştim. Hatta istediğim gibi manipüle dahi edebiliyordum. Tek düşüncemle önceden adım attığım yerlere, bir kapı açabiliyordum. Kapıdan girdiğim gibi farklı bir bölgede oluyordum. Şu saçma derecede özel güce baksanıza... Gerçekten... Ana karakter olmak gibisi gibi yok. Ayağım taşa takılsa, yere düşüp özel güçler kazanacaktım neredeyse! 


Neyse bir hafta boyunca hiç antrenman yapmadan sadece kitap okuyup, dış dünya hakkında ki bilgilerimi genişlettim. Ayrıca çıkınca para kazanmak için birkaç yöntem aradım. 


Yare, yare.. Dışarı çıkınca kesinlikle kimliğimi açığa çıkartmayacaktım. Ünlü olmayı sevmiyordum. Güçlü ve zengin olmam yeterliydi. 


Ve günlerden bir gün, beklediğim an gelmişti! 


Shin Wolford, 15 yaşına adım atmıştı! 


Sonunda animenin birinci bölümünün yarısına varmıştım! Bu yere gelmek iki zorlu yıl sürdü! Sikeyim.. daha kim bilir ne kadar burada kalacaktım. 


Merlin'in tanıdığı herkes kulübede bir masanın başında toplanmıştı. Diseum, iki aptal koruma ve tüccar bir birşeyi de oradaydı. Tüccarın ismini hatırlamıyorum... Önceden birkaç kere konuşmuştum, lakin bir daha görmeyeceğim bir yan karakter olduğundan ismini aklımda tutmakla uğraşmamıştım. 


İçeride ki atmosfer bayağı neşeliydi. İçecekler kadehlere konulmuş, kahkahalar odada yankılanıyordu. Animede ki halden neredeyse hiç farkı yoktu. Diseum ve Michel bile aynıydı. Sanırım güçlü insanlar akıllarını korumakta zorluk çekmiyorlar. Bana dayanabilmelerine hayran kalmıştım. 


"Ohm! Kahramanımız Merlin-dono'nun torunu 15 yaşına bastı ve erkekliğe ilk adımını attı!"


Diseum elindeki kadehi kaldırırken açılış konuşmasını yapıyordu. Animeden pek bir farkı olmasa da dinlemekten başka bir şey yapmıyordum. Aslında kulaklarım onda olsa da zihnim anime kızlarında, gözlerimde önceden yemediğim zengin yemeklerdeydi. Melida ve Diseum döktürmüştü. 


"O halde, Shin'in 15. yaş gününü ve erkekliğe ilk adımını  kutlamak adına... Şerefe!" 


"Şerefe!" 


'Anime kızlarına!' 


Her ne kadar onlarla kadeh tokuştursam da başka bir şey içindi. Gelip geçici bir şey için kadeh tokuşturacak değildim ya?


Sofra kurallarına uyarak zarafetle yemeğimi yemeye başladım. Diseum ve Michel aralarında konuşurlarken, Melida ve Merlin bana gururla bakıyordu. 


"Bir zamanlar ufacık olan bir bebek olan Shin'in büyüyüp kocaman adam olduğunu da gördük ya." 


"Çok hızlı büyüdü kerata." 


'Adam' kısmından emin değildim. Adamlığın altında yatan anlamın ağır olduğunu düşünüyordum. Herkese 'Adamsın lan sen!' denmezdi. Ki bu ünvanı hak edecek son kişilerden birisi olduğumu düşünüyordum. 


Michel'le eskileri yad eden Diseum bana döndü ve gülümseyerek konuşmaya başladı. 


"Bugünden itibaren yetişkin bir adam oldun artık. Yapmak istediğin bir şeyler var mı?" 


Evet! İstediğim soru gelmişti. Animede burada Shin köyden hiç dışarı çıkmamış bir cahil gibi gösteriliyordu. Lakin, ben... 


"Evet, sanırım başkentte ki büyü akademisine kayıt olacağım. Sonrasında para kazanıp, yapmayı planladığım şeyleri yapacağım." 


Tavuk etinden bir ısırık almış Merlin, eti yutamadı ve boğulmaya başladı. Aynı şekilde Diseum'da ağzında ki şarabı tükürmüştü. Şaşırmalarını bekliyordum, lakin bu kadar olmasını beklemiyordum. 


"Sen, başkentte büyü akademisinin olduğunu nereden biliyorsun? Sana verdiğim kitaplardan herhangi bir şey yazmıyordu!" 


"Merlin? Sen mi söyledin?" 


Diseum'ın sorusuna cevap vermem gerektiğini biliyordum. Normalde cahil Shin'i büyü akademisine götüren kişi Diseum'du. Ayrıca gerçekten verdiği kitaplarda böyle bir şey yoktu, Merlin'de onların söylediğini reddettiğine göre, soruyu cevaplamazsam garip olacaktı. 


"Hadi ama... Bir şeyler öğrenmek için kitaplara ya da başka birilerinin söylemesine ihtiyacımın kalmayacağı kadar büyüdüm. Ayrıca dünyada büyü varsa, onu öğretecek bir yerde olmalı değil mi? Üstelik bunun olabileceği yerde krallığın en zengin ve güvenli yeri başkent olurdu, değil mi?" 


"Ah... Evet." 


Diseum usulca kafa salladı. Onun kral olduğunu bildiğimi söylemeyecektim. Ayrıca Melida ve Merlin'in eskiden evli olduğunu bildiğimi de. 


"Sanırım okuduğun kitaplar sana oldukça yaramış. Hafızanın eski yerine gelmemesi kötü oldu. Benim hakkımda neredeyse her şeyi unutmuşsun.." 


"Yacapak bir şey yok, maalesef. Hafızamı kendi isteğimle silecek kadar aptal değilim. Diseum-san..." 


Japonların animesi olduğundan konuştuğum dil Japonca'ydı.Dili bilmiyordum, sadece düşündüğü söylüyordum. Ve otomatik olarak çevriliyordu. Normalde küfürlerin olmadığı Japonca'yla bile küfür edebiliyordum. Gerçi japonların ettiği küfürleri ciddiye de alamıyordum. Küfür ettiklerinde içimden gülmek geliyordu. Daha ağırlarını yediğimden dolayı bana koymuyordu.


"Ah..." 


Odadaki herkes derin bir iç çekti. Hafıza kaybım hâlâ onların yarasıydı. Çünkü eşi olmayan mutlu anılar puf olup uçmuştu. 


Odanın boğucu havasını bozmak isteyen Siegfried Marquez gülmeye başladı. Bu piç kralın koruması olan yavşak büyücüydü. Benim bile tacımı ona vermek istememe neden oluyordu. 


"Shin-chan, sana kızlar hakkında ders vermemi ister misin? Bilmiyor olabilirsin ancak kızlar güçlü büyücüleri çok sever!" 


Hmph! Bir ustaya ders vermek isteyen çekirge! Senin gibi hava atmaya çalışan karakterler yalnızlığa mahkumdur! Nedense kalbim bir sebepten ağrımaya başladı...


"Hıh! Bunu düşünen tek kişi sensin!" Christina Hayden Siegfried'i ezmeye başladı. 


Kedi köpek gibi birbirlerine dalan iki aptaldı bu ikisi... Eğer şuan krala suikast düzenlemek isteseydim, Merlin bile beni durduramazdı. Bunlar nasıl koruma? Süs için olsa gerek. Neyse, Christina kızıl saçlı bir anime kızı olduğun için affediyorum. Sieg... Sende gidip canavarlara yem olabilirsin. 


Ancak onları umursayan kadar boş değildim. Hızlıca yemeğimi yedim ve peçeteyle ağzımı sildim. Biraz sonra Merlin'le birlikte gücümü ve kendimi koruyabileceğimi kanıtlamak için götürecektik. 


Anime de Shin alev büyülerinde usta gibi gözüküyordu. Lakin ben Megumin hayranlarından birisi olduğum için patlama büyülerinde ustalaşmıştım. Ayrıca farklı farklı büyülerde kullanabiliyorum. 


O sırada Diseum'un ve tüccarın bana baktığını gördüm. 


 "Shin Wolford... Buradan gittikten sonra çok dikkat çekeceğini düşündün mü? Kötü niyetli insanlar kahramanların torunu olduğunu bildiğinden dolayı seninle yakınlaşmak isteyecektir. Bu konuda ne yapacaksın?" 


"Katılıyorum. Her ne kadar güçlü olsan da diğerleri daha kurnaz ve alçak olabilirler." 


Haklılardı ancak endişeleri yersizdi. Burada arkadaşlarını sürekli dolandıran bir sahtekâr vardı. Ayrıca kendi kötü adamımı kendim yaratacaktım, alçak ve kurnaz kötü adam olmayan tüm kötü karakterler, o ünvanı hak etmez. Ve bu anime de ki kötü karakterde çöp. Bu yüzden onu sağlamlaştıracak ve sonunda içinden geçeceğim. Hatta bunun için kötü adama yardımcı olabilecek notlar bile hazırladım... Amacım animeyi kaliteli hale getirmek değil mi? Bunu başaracağıma inanıyorum. 


"Endişe etmenize gerek yok. Shin Wolford olarak tanıtmayacağım kendimi. Büyükannemin ve büyükbabamın ünü bana yarardan çok, kısıtlar. Özgürce şehri turlamak istiyor ve dikkat çekmek istemiyorum." gülümseyerek söyledim. 


Melida ve Merlin bu söylediklerimden hoşlanmış olacaklar ki gülmeye başladılar. 


"Hahaha! O küçük çocuk büyümüş!" 


"Büyükbabası yetiştirdi! Başka ne bekliyordunuz ki?" 


Onlara bağlı olmasam da onlara bir şey olması beni öfkelendirirdi. Bu yüzden mutlu olmalarına itiraf etmek istemesem de sevindim. 


"Sen öyle diyorsan, sana güveneceğim. En azından benim ülkemde kimse sana sıkıntı çıkaramaz. Sonuçta ben Diseum von Earlshide olarak yeğenimi dahi koruyamazsam, tahtımı hak edecek kadar iyi değilimdir." Diseum gururla konuştu. Adeta duymamamdan korkuyormuş gibiydi. 


Sadece dudak büktüm ve zaten bildiğimi söyledim. Şaşırsa da zaten çok garip olduğumdan bir şey söylemedi. Yemekler yavaş yavaş bitmeye, muhabbet ve gülmeler yavaşça bitmeye başladı. Bir süre sonra herkes ayağa kalktı ve Merlin'le beni takip etti. 


İçeriye bir [Geçit] açtıktan sonra içine girdik ve büyülerimi sürekli denediğim talim alanına geldik. Burası animede de gösteriliyordu. Buradan çok uzak olmasa da oraya yürümek çok uzun sürerdi. 


[Geçit] iki yeri birbirine bağlayan bir büyüydü. İsmi aslında [Kapı] olsa da ben onu solucan delikleri gibi bir şey olarak düşündüğümden [Geçit] ismi ile değiştirmiştim. Daha uygun gelmişti. 


[Geçit]'ten geçtikten sonra önlerine çıkan manzaraya şaşıranların konuşmalarını duyabiliyordum. 


"Huh? Nasıl olurda göz açıp kapayıncaya kadar oradan buraya geldik?" Diseum etrafa bakınırken şaşkınca konuştu. 


"Işınlandık mı yoksa?" 


"Hayır. Bu Shin'in orjinal büyülerinden birisi." Merlin benim yerime cevaplamıştı. Minnettarım Merlin... Beni aptallara açıklamaktan kurtarıyorsun. 


En çok şaşıran tabi ki tüccardı. Etrafa bakınırken bir şeyler mırıldanıyordu. Tüccar olduğu için neler düşündüğü anlayabiliyordum. 


"Bunun. Dünyanın bütün lojistiğini altüst etmesi... Hayır. Yeni bir çığır açması oldukça muhtemel."


"Ah... Bu kadar muhteşem bir büyü yapabilmesi bile hayranlık uyandırıcı..." Melida derin bir iç çekti ve kafasını salladı. 


"Buraya gelmemizin bir nedeni var mı?" 


"Yani... Bunu açık bir alanda yapmazsak, çok tehlikeli olurdu." 


"Tehlikeli mi?" 


Merlin kıkırdadı ve büyük bir coşkuyla "Ben ne olduğunu çoktan biliyorum. Dikkat edin de ağzınız açık kalmasın!" dedi. 


Evet. Benim parlama zamanım gelmişti. Normalde Shin burada sadece ateşin nasıl yandığını bilerek oluşturduğu büyünün, onlarca metre derinliğinde ve yüzlerce metre uzunluğunda bir krater oluşturduğu yerdi. 


"Shin. Bunu sonun sonu olarak düşün ve bize o zaman ki büyüyü göster." 


Evet... Patlama büyüsünü Merlin'e göstermiş ve çenesini yere düşürecek kadar şaşırtmıştım. 


Hiçbir şey söylemeden kafamı salladı ve uzaklaşmalarını istedim. Ardından ellerimi yana açtım ve zihnimde olayı canlandırmaya başladım. 


'Atmosferde ki manayı tek bir alana topla ve onu yoğunlaştır.' 


Yüzlerce metre çevredeki mana bir anda elimde elime toplandı ve kendi etrafımda dönerek yoğunlaşmaya başladı. Aynı şekilde yüz metre ilerimde de bir büyü çemberi etrafta ki manayı oraya topluyordu. 


"Hm? Bu da ne?" 


"Çevrede ki tüm mana oraya akıyor! Aman tanrım!" 


Büyücüler şaşkınlıkla elime ve çembere akan manaya baktılar. İradem sayesinde benden yüzlerce uzakta ki bir alana büyü yapabiliyordum. Büyücü olmanın asıl avantajı da buydu. İraden ile çevreyi etkileyebiliyordun. 


Mana elimde toplandı ve bir tenis topu büyüklüğünde durdu. Daha fazla sıkıştıramazdım. Hızlıca bir top gibi fırlattım ve aynı anda büyü çemberini patlattım. İkisi bir birine çarpınca görülmeye değer bir manzara ortaya çıkmıştı. 


Siegfried Marquez'in Ağzından;


İtiraf etmeliyim ki Shin'i küçümsedim. Onun bir dahi olabileceğini biliyordum, lakin böyle bir şey ortaya çıkarabileceğini düşünmüyordum. Ortaya çıkan güç öyle muazzam ve deheşetengizdi ki, kelimelerin gücü burada bitiyordu. Merlin-sama bir bariyer oluşturmasaydı, büyük ihtimalle tüm kemiklerim parçalara ayrılacaktı. 


Kim böyle bir enerji açığa çıkarabilirdi ki? 


Kafamı çevirdim ve Merlin-sama'ya baktım. Şaşkın ifadesini görünce onunda böyle bir şey beklemediğini anlamıştım. Sanırım Shin-dono tekrardan sınırları aşmış ve ağırlığını ortaya koymuştu. 


Ne diyebilirdim ki? 


Gözlerim hâlâ ortaya çıkan mantar bulutuna dönüktü. Patlamanın etkileri hâlâ devam ediyordu. Korkutucuydu. Ülkelerin en büyük düşmanı olan alan etkileri büyücüler bile Shin-dono'nun önünde diz çökmeliydi. 


Ve birkez daha Shin-dono ile arkadaş olduğuma şükrettim. 


Böyle bir varlığın düşmanı olmak korkutucu olsa gerek? 


Kafamı tekrardan çevirdim ve majestelerine baktım. Gözlerinin parlamasıyla aklında ki planları anlamıştım. Eğer Shin-dono'yu yanına alırsa, tüm kıtaya korku salacak bir silaha kavuşacaktı. Ancak Merlin-sama ve Melida-sama'yı unutmaması lazımdı. Onların ağırlığı ve şanı olmasaydı, Earlshide çok önceden tarihin tozlu sayfalarına karışmıştı. 


Hah~ Nedense çalıştığım tüm büyüler bir hiç içinmiş gibi hissediyorum. 


Tanrılar çok adaletsiz!


***


Düşüncelerinizi yorumlarda belirtebilirsiniz.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44590 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr