Cilt I - Bölüm 5: Bir Ejderha'nın Önündeymiş Gibi!

avatar
661 13

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 5: Bir Ejderha'nın Önündeymiş Gibi!



Ah... Zaman geçti ve şehre doğru yola koyulduk. Aslına bakarsanız hiç heyecanlı değilim. Zaten neler olacağını biliyordum, ancak sistemin hâlâ kendini belli etmemesi canım sıkıyordu. Bana görevler vermesi gerekiyordu ki, onun istedikleri doğrultu da ilerleyip, Kenja no Mago dünyasından ayrılayım. 


At arabasından ilerlerken gözüm; sanki sonsuza kadar uzuyormuş gibi gözüken temiz ovalardaydı. Üstlerinde bir hayvan ya da çiçek dahi yoktu. Sadece esen hafif rüzgarın hareket ettirdiği berrak çimenler... 


Fantezi dünyalarında ki en sevdiğim şeyler büyülü eşyalar ya da büyüler değildi. En sevdiğim şey bitmek bilmeyen doğaüstü manzaralardı. Düşünsenize... O kadar güçlüsünüz ki gökyüzüne bulutların da üstüne bir kale kuruyorsunuz. Canınız her sıkıldığında bulutların üzerinde yürüyorsunuz. Ya da canınız sıkıldığında gidip bir ejderha soyuyorsunuz. Kaldı ki güzel elf kızları saymıyorum, bile.. 


Dışarı bakarken düşündüklerim bunlardı. Fazla felsefik olmuştum, çünkü canım çok sıkılmıştı. Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyorum, kendime geldiğimde çoktan kaleye varmıştık. Güvenlik için şovalyelere kimlikleri gösterecektik. 


"Kimliklerinizi görebilir miyim?" 


Merlin ve Melida bana baktılar ve kafalarını salladılar. Onlara önceden söylediğim gibi görevliyi uyardılar. 


"Sesinizi kısın ve normal tepki verin." 


Melida ve Merlin Earlshide kimliklerini gösterdiler. Üzerlerinde ki kıyafetler bile kimliklerinin ne kadar özel olduğunu gösterirken, kimliklerine bile gerek yoktu. 


Beklediğim gibi görevli o kadar şaşırmıştı ki geriye sendelerken bağırmıştı. 


"Kah-!" 


"Muz ye." 


Devam etmesine izin dahi vermeden, Melida'nın soyduğu muzlardan birisini ağzına tıktım. Görevli ağzına tıktığım muzu boğulmamak için çiğnedi ve sustu. Gözlerinde korkuyla bana bakıyordu. Nazikçe gülümsedim ve kulağına hafifçe fısıldadım. 


"Eğer birisi burada olduğumuzu öğrenirse, seni bulur ve s*kerim." o kadar kısık sesle fısıldamıştım ki, Melida ve Merlin duyamamıştı. Üstelik rüzgar büyüleri sayesinde sesi tamamen içeriye hapsetmiştim. 


"Ta-ta-tamam." Titrek görevli kafasını eğdi ve kısık sesle onayladı. 


"Merlin ve Melida-sama... Geçebilirsiniz. Ancak siz..." görevli bana baktığında Diseum'un benim için hazırladığı iki kimlikten birisini gösterdim. Birisi tamamen sahteydi, diğeriyse gerçekti. Ancak Diseum kral olduğundan dolayı her ikisi de gerçekti. Ah.. Bağlantılarının olması ne harika bir şey. 


Birisinde ismim Shin Wolford'ken, diğerinde Noah Grey'di. Birincisi gerçekken, diğer sahteydi. 


"Noah Grey... G-Gr-Grey-sama geçebilirsiniz... İyi günler dilerim..." görevli dediklerimi ve isteklerimi anlamış olacak ki kafasını salladı ve anında oradan ayrıldı. Giderken omuzlarının hâlâ titrediğini görebiliyordum, arkamı döndüm ve kitap okuyan Melida'ya baktım. Görmemiş olması iyi bir şeydi, yoksa benim için sıkıntı olacaktı. 


At arabası ilerlerken, hep duymak istediğim o garip ses kulağımda yankılandı. 


[Olay örgüsü başladı. Shin Wolford, ilk olarak görevinin ödülünü kabul et.]


[Ana Görev: Kahraman'ın yolu!]


[İlk görev: Shin Wolford şehre gelmedi!]


[Başarıyla tamamlandı!]


Zihnime garip sesin bildirimleri dolarken, önümde bir görev zinciri çıktı. Bir çok görev vardı. Ancak üstleri kilitliydi, ve hepsi bir yerde birleşiyordu. Önümde [E/H] şeklinde bir pencere çıktı. Zihnimden [Evet.] dedim ve en başta ki kilidin altın sarısına dönmesini bekledim. 


[İlk görevi büyük bir başarıyla tamamlandı. Kullanıcı olay örgüsünün farklı bir şekilde başlamasına vesile oldu. Artık Kahramanların ve kahramanın dahi torununun geldiği şehir halkı tarafından bilinmiyor.]


[+5 Anime Puanı kazanıldı.]


Önümde ki bildirim pencereleri sırayla kapandı ve sadece görev zinciri önümde kaldı. Diğer görevlerin ben yaptıkça açılacağını biliyordum. Bu yüzden ikinci göreve baktım. 


[Görev 2: Sizilien von Claude'yi Shin Wolford olarak kendine aşık et!] 


Görevin üzerine tıkladım ve detaylarına baktım. 


[Sizilien von Claude: Yakın arkadaşı Maria ile birlikte Kahraman Merlin ve Guru Melida ile tanışmak için girişe gelirken, kötü adamlar tarafından yakalanıyor. Ancak kullanıcı bu olayı olay örgüsünü değiştirdiği için yok etti. Sizilien von Claude şuan da Maria ile birlikte bir kafede atıştırmalıklar deniyor. Bu yüzden olması gereken olmadı ve Sizilien kahramanı ile buluşamadı. En yakın zamanda onu kendine aşık et.]


"Tsk!" dilimi tıklatırken derin bir iç çektim. Değiştirdiğim olayların, geleceği etkileyeceğini biliyordum. Ancak Sicily'in Melida ve Merlin için geldiğini düşünmemiştim. 


"Shin? Bir sorun mu var?" 


"Bir şey yok büyükanne..." 


[Süre: 7 Gün]


Okul bir hafta içinde başlayacaktı. Bu yüzden o zamana kadar işleri halletmem gerekiyordu. Aslında böyle bir şeyin başıma geleceğini düşünmüyordum desem yalan olurdu. Görevlerin istediğim gibi gitmemesini bekliyordum. 


'Sadece onu kendime aşık etmem gerekiyor değil mi? Shin sadece onu kötü adamlardan kurtarmıştı, o yüzden eksik olan tek şey kötü adamlar değil mi?' 


Çoktan planı düşünmüştüm bile. Eksik olan kötü adamlara yakalanmamaları ve taciz edilmemeleriyse, o zaman bende kendi kötü adamımı yaratırım? 


"Shin. Çoktan geldik." 


"Huh?" 


Sisteme ve planların detayına öyle dalmıştım ki malikaneye geldiğimizi dahi fark etmemiştim. Hızlıca etrafıma bakındım ve bana elini uzatan Melida'ya odaklandım. Çoktan Merlin ile birlikte arabadan inmişlerdi. Uzattığı eli hafifçe kavradım ve nezaket kurallarına uygun olarak indim. Melida öyle gözükmese de nezaket kuralları konusunda oldukça katıydı. Shin'in nazik bir beyfendi olarak yetişmesini istiyordu, bunu anlayabiliyordum. Ancak, üzgünüm koca karı... Shin çoktan kötü yola düştü bile. 


Arabadan indiğimde etrafa bakındım ve gördüğüm şeyler bile gözlerimin parlamasına yetmişti. 


"Hassiktir!" 


"Shin!" 


Yanlışlıkla ağzımdan kaçırdığım küfür yüzünden Melida bana bağırmıştı. Hızlıca ona nazikçe sarıldım ve reflex olarak ağzımdan kaçırdığımı söyledim. Aslında söylediğim şey yüzünden daha da azar işitmem gerekiyordu, ancak masum ve tatlı torun kürküm yüzünden kızarmış ve boğazını temizleyerek nasihat vermişti. 


"Shin-chan! Bana da bana da!" Merlin kollarını açtı ve gözlerini kapayarak beni kollarına bekledi. Bende derin bir iç çektim ve ona da sarıldım. Beni büyü konusunda yetiştiren ve gücümü elde etmemi sağlayan kişiydi. Bir sarılmayı çok görecek kadar utangaç ve aptal değildim. 


Merlin ona sarıldığımda o kadar duygulanmıştı ki gözleri dolmuştu. Sanırım hafızam gittiğinden beri ona hiç sarılmadığımı aklıma gelince, onun için kısa süreliğine üzüldüm. Sonuçta Shin onun canından çok sevdiği torunuydu. Mutlu anıları silinmesine rağmen, onunla bağlantım olmaması için onla olabildiğince az anı bırakmak istemiştim. Ancak bu üzüntü o kadar hızlı gittik ki, geri çekildim ve gülümseyerek ona baktım. Gülümsediğim de daha da çok ağlamaya başlamıştı. 


"Ah... Büyükbaba böyle mükemmel bir malikanedeyiz, ama sen ağlayarak vakit harcıyorsun." malikane gerçekten oldukça pahalı ve şıktı. Tam bir ünlü futbolcu eviydi. Boyumu geçmeyecek kadar uzun olan bahçe duvarları, bana antrenman için boş alan sağlayacak ön bahçe ve doğanın içindeymiş gibi hissettiren doğal kokusu.. 


'Bu hayatta parası olan yaşıyor...' 


Ben eve merakla bakarken, tablet görmüş mağara adamı gibiydim. İlk işim heykellerin kaç para edeceğini hesaplamaktı. Gerçekten pahalı olduklarını farkettiğim de, satacak bir şeyler bulabildiğim için sevinmiştim. 


O sırada malikanenin geniş kapısı vampir filmlerinde ki gibi kendi kendine açılmaya başladı. 


"Evinize hoş geldiniz. Merlin-sama, Melida-sama ve Shin-sama!" 


Kapının arkasından hizmetçilerin ve görevlilerin sesi bizi karşıladı. En önde baş uşak varken, solunda baş aşçı ve sağında baş hizmetçi vardı. İki taraflarında dörder tane hizmetçi ve uşak saygıyla bize doğru eğiliyorlardı. Normalde güçlü insanlar olsalar gururlanır ve sevinirdim, ancak bana değil arkamda ki iki yaşlı kemiğe eğildikleri ve güçsüz oldukları için sıradan karşılamıştım. 


"Ben baş kahya, Steve." herkesin merkezinde duran pala bıyıklı ve Sebastian kılıklı adam saygıyla eğildi ve konuştu. 


"Ben baş hizmetçi, Marika." 


"Ben aşçıbaşı, Koller." 


Onları en ufak bir şekilde dikkate almamıştım. Onun yerine Marika'nın çaprazında duran ve saygıyla eğilen hizmeçti kızlara bakıyordum. İlk defa 'maid' kıyafetleri giyen kadın görüyordum. 


"Eğer bir şeye ihtiyacınız olursa söylemekten çekinmeyin lütfen." 


"Çekinmeyeceğimize emin olabilirsiniz." gülümseyerek rahatlamalarını işaret ettim. 


Merlin ve Melida etrafa bakıyordu ve ikisinin yüzlerinde de sıkıntılı ifadeler vardı. Bunu tahmin ettikleri belliydi. 


"Onları Diseum göndermiş olmalı." 


"İşte bu yüzden buraya gelmekten çekiniyorduk." 


Onları umursamadan yerdeki halılara baktım. En kaliteli İran Halısından pahalı olduklarına yemin edebilirdim, ancak kanıtlayamazdım. Ayrıca ayakkabılarımızı dahi çıkarmadan basıyorduk, buda içimde ki paragözün titremesine neden oluyordu. 


'Zengin olursam herkese çorapla ya da terlikle gezmelerini emredeceğim.' 


Sonuçta ben para sıçmıyordum. Her gelen geçen için halı değiştirecek kadar zengin olamazdım - ki olsam bile o kadar enayi olmazdım. 


Ben paralara dalmışken Merlin omzuma dokundu. "Biz buradaki işleri hallederken, şehri gezmeye ne dersin?" 


"Ah... Tabi ki. Ancak gitmeden önce bir şey lazım." elimi açtım ve işaret parmağımla baş parmağımı birbirine sürttüm. 


Merlin ne istediğimi anlamıştı ve bu yüzden cep boyutundan büyük bir kese çıkarmıştı. Shin'in aksine benim cahil ve deneyimsiz bir aptal olmadığımı biliyordu. Bu yüzden dedelik görevini yerine getirdi ve harçlığımı verdi. 


"Teşekkür ederim, büyük babacığım." gülümseyerek mutlu bir şekilde söyledim ve oradan hemen uzaklaştım. Çünkü Melida'nın elimdeki parayı alacağından korkuyordum. 


Kapıdan çıkarken, Merlin'in mutlu çığlıklarını duyuyordum. "Duydun mu? Bana büyük babacığım dedi! Bana dedi, sana demedi!" 


***


Her büyük bir şehirde, kirli işlerin döndüğü bir bataklık olurdu. Aynı şekilde Earlshide'ın başkenti de farklı değildi. [Arama Büyüsü]'nü kullanarak kapalı çarşıları aradım ve birisini bulduktan sonra sağlam ve tüm vücudumu gizleyecek kıyafetler giydikten sonra auramı sakladım ve kapalı çarşıya gittim. 


Bu kadar garip görünmeme rağmen, kimse bana garip bir şekilde bakmıyordu. Anlaşılıyordu ki buranın insanları bu görünüşe alışıktı. Çarşıya geldikten sonra burada bulunması en saçma olan dükkana girdim ve etrafta işaret olabilecek bir şeyler aradım. Burası bir oyuncakçıydı. Ancak bu çarşı büyücüler ve şovalyeler için malzeme satan bir yerdi. Bir oyuncakçı için daha saçma bir yer olamazdı. 


Dükkanın sahibi orta yaşlı bir adamdı. Babacan bir ifade ile bana bakıyordu ki vücudumu delmeye çalışan bakışlarını hissediyordum. Bu yüzden doğru yeri bulduğuma emin olmuştum. 


"Dükkanıma, hoş geldiniz." 


Etrafta fark ettiğim bir işaret vardı. Burada ki oyuncakların neredeyse hepsi kırmızı renkteydi. 


"Bana yolu göster, Kızıl!" 


Adamın babacan gülümsemesi yüzünden silindi ve ciddi bir ifade ile konuştu. 


"Oyuncaklarımı geri ver." 


"Hayır, önce sen ver." 


Evet. Böyle şifreler doğrulama için önemliydi. Bu da diğer işarete geliyordu, girişte asılı olan oyuncak tabelasında yazan kelimeler. Çocukları eğlendirmek ve akıllarında yer etmek için gibi olsa da, aslında içinde yazan kelimeler sürekli değişen şifrelerdi. Ve tahminime göre sürekli değişiyordu bu şifreler. 


Adam babacan gülümsemesini geri takındı ve arkasını dönerek görüş alanımda olmayan bir kolu indirdi ve yer altına inen merdivenlerin ortaya çıkmasını sağladı. 


"Umarım, keyfini çıkarırsınız." 


"Umarım.." dedim ve sakin bir şekilde merdivenlerden aşağı indim. Yeraltı çarşıları genellikle gizli olur ve diğerleri tarafından bilinmezdi. Burası da aynı şekildeydi. En azından yüzeyde ki çarşı kadar canlıydı. Benim gibi yüzünü gizlemiş güçlü insanlar uzun ve geniş çarşıda hareket ediyordu. 


"Sahibinden satılık köle! Gel bu fırsatı kaçırma!" 


"Gel abicim gel! Ünlü bilgi simsarı John bugün burada!" 


Bunlarla bir işim yoktu. Zaman kaybetmeden Hırsızlar Loncası'na geldim ve en çaresiz grubu aradım. Bulmam zor olmamıştı. 


Loncanın köşesinde yedi tane orta yaşlı adam biraları kafalara dikiyorlardı. Sanki yarın yokmuş gibi savurgan ve çılgınlardı. Onların çaresiz ve umutsuz olduklarını anlamak zor değildi. Bu yüzden onların yanına gittim ve oturdum. 


"Hey, velet! Canına mı susadın?" 


"Bırak Parker çocuğu! 40 kilo bir şey!"


"Benim işime karışma piç kurusu! Karım beni yoksulluktan dolayı terk etmek zorunda! Kafayı bulmakla meşgulüm!"


"Sanki dünyanın yükünü omuzluyorsun, aptal o*ospu çocuğu! Hepimizin geçim sıkıntısı var!" 


"Peter ölmek mi istiyorsun, ha? Eğer, öyle bir isteğin varsa seni kırmam!" 


"Denesene seni aptal!" 


Derin bir iç çektim ve birbirlerine dalaşan iki aptala baktım. Vücudumu kemik manipülasyonu ile küçültmüştüm. Bu yüzden 14 yaşlarında bir çocuk gibi gözüküyordum. Oldukça acı verici bir işlem olsa ve vücuduma bazı yan etkileri olsa da tanınmaktan daha iyiydi. Kafamı salladım ve göğsümden Merlin'in bana verdiği altın kesesini çıkardım. 


"Sizin için bir görevim var." 


Kelimelerim birbirine laflar atan iki adamı durdurmaya yetmişti. İkisinin de gözleri parlarken, çıkardığım keseye açgözlü bir şekilde baktılar. 


"O keseye bakarsak, içindekilerin hepsi altın olsa gerek?" 


"Bakayım, ağırlığına bakarsak en azından 200 Kraliyet Altını!" 


Bir kraliyet altını, on sıradan altın para ediyordu. On altın para da bir ailenin aylık giderini karşılamaya yeterdi. Ve bu fakirler için 200 Kraliyet Altını hayatlarını tehlikeye atmalarına yetecek kadar büyük bir paraydı. 


Arkasına yaslanmış beş kişinin hepsi gözlerini açtı ve bana kurda bakan kuzu gibi bakmaya başladılar. Niyetleri iyi değildi. 


"Aklınızdan bile geçirmeyin." 


"Hehehe! Akıllı bir abicik gibisin, ancak akıl sana sadece zarar verir." 


Sözlerim dikkate alınmamıştı. 


Auramın çok küçük bir kısmını yoğunlaştırdım ve öldürme niyetimin bir kısmını saldım. 


Parker Kallan'ın Ağzından; 


Ben otuz altı yaşında iki çocuk babası bir suçluyum. Asıl mesleğim hırsızlık ve kaçakçılık olsa da bir zamanlar yetenekli bir canavar avcısıydım. Ancak bir asili kızdırmam sonucunda birçok işletme tarafından kara listeye alındım. Şuan ki gücüm ile kraliyet korumalarının arasına girebilirdim. Ancak dışarıda yüzümü gösterdiğim anda etrafımı korumalar doluşurdu. Bu yüzden karanlıkta yaşamak benim kaderimde vardı. 


Şuan da karşımda duran çocuk büyük ihtimalle oğlumdan daha küçük ve çok fazla parası var. Hiç düşünmeden 200 Kraliyet Altını çıkarabiliyorsa, en azından bir Vikont'un oğlu olmalı. Çünkü Kraliyet Altını sadece asillere ödül olarak verilen bir şey. Eğer onu kaçırabilirsek ve rehin olarak alırsak ailesinden yüklü miktarda para alabiliriz. 


Bunu sadece ben düşünmüş olamam. Hemen takım arkadaşlarıma baktım, onlarda bana aynı anda bakmışlardı. 


Tamam. Bu çocuğu alıkoyacaktık. Yeraltı şehrinde kimse güvende değil. Yoldan geçerken dahi suikaste uğrama ihtimaliniz var. Bu yüzden kimse bize sıkıntı çıkarmaz. 


Tekrardan bakıştık ve tekrar onayladık. Bir şeyler planlamak için sözlere gerek yoktu, uzun zamandır birlikte çalışıyorduk. 


Ben harekete geçecek ve çocuğu esir alacaktım. Peter bayıltacak, diğerleri de yolumuzu temizleyecek.


Her şey hazır. 


Tam harekete geçecektim ki, yanımda ki çocuk derin bir şekilde iç çekti. Üzgünüm evlat. Hayatının değeri çok fazla.


Hemen kollarımı kaldırdım ve çocuğa saldırdım. Ancak bir şeyler garipti. 


Neden hareket edemiyorum? 


Kollarıma ve bacaklarıma baktım. İkisi de yerindeydi, bunu içgüdüsel olduğunu anlamıştım. O sırada iç organlarımda buzdan bir pençe var ve iç organlarımı sıkıyormuş gibi bir his. 


Tüm vücudum baskı altında ve yerçekimine yenik düşmeye başlamıştı. 


Soğuk terler dökmeye başladım. Elbiselerim sırılsıklam olmaya başlamıştı, bu histen kaçınmak için geri çekilmek istedim. 


Huh?


Neden hareket edemiyorum? 


Korkuyor muyum? 


Bu imkansız. 


Bir felaket seviyesinde ki canavara bile kafa tutabilecek kadar cesaretliyim! O anda önümde ki çocuğun kafasını bana çevirdiğini fark ettim. 


Yüzünün tamamını kaplayan maske yüzünden ifadesini göremiyordum. Ancak doğrudan bana baktığını hissedebiliyordum. 


O anda korkunun kaynağını bulmuştum. 


Önümde ki çocuk muydu bunun sebebi?


Bu kadar korkutucu olmak için ne yapmıştı? Kaç insan, kaç yaratık öldürmüştü? Oğlumdan bile daha küçük bir çocuk. 


Vücudum bir ejderhanın önündeymiş gibi tirtir titremeye başladı.


 Beni öldürmek istiyor! 


Kafamı çeviremesem de gözlerimi takım arkadaşlarımdan birisine; Gerald'a çevirdim. O aramızda ki en deneyimli ve güçlü olan kişiydi. Bir Kraliyet Koruması kadar güçlüydü. Benzer sebeplerden o da günışığına çıkamıyordu. 


Ciddi misin? Hızlıca diğer arkadaşlarıma baktım. Cone, Greyson, Kohan, Everett, Maverick ve Parker... 


Hiçbirisi benden farklı değillerdi. 


Hayır! 


Daha korkutucu bir durumdaydılar! Cone ve Greyson baskıya direnememiş olacaklar ki gözleri ışıklarını kaybetmeye başlamıştı! 


Lanet olsun. Seni piç kurusu! Onları öldüreceksin, hemen durdur şunu!


Boğazıma bir kılıç doğrultulmuştu adeta, ağzımı açamıyordum. Tüm baskıya dayandım ve bir kaç kelime mırıldandım. 


"Ö..ö..le...le..ce...ce...ğiz! Bı-bıra--k!" 


Üzerimde ki baskı yavaşça azalmaya başlamıştı. Çocuk bizi bırakmıştı! Hızlıca minnettarlığımı göstermek için kafamı eğdim, hayır. Minnetarlığımı göstermek için değildi! 


Kafamı eğmezsem kopacaktı! 


Buna mecburdum! 


Gözlerimden yaşlar gelmeye başladı. Çünkü tekrardan nefes almaya başlamıştım! O birkaç saniye bana binlerce yılmış gibi geldi! 


Teşekkürler, tanrım!


***


2257







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44600 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr