Cilt I - Bölüm 10: Var Mı Ulan Bana Yan Bakan?

avatar
698 10

Anime Savaşçısı - Cilt I - Bölüm 10: Var Mı Ulan Bana Yan Bakan?


***

 

Ana karakterin ağzından;

 

Sicily'in yanından havalı bir şekilde ayrıldıktan sonra malikaneye gittim ve beni selamlayan bir kaç hizmetçiye başımı sallayıp odama doğru çıkmaya başladım. Kıyafetlerimi çıkarıp duşa girdim ancak sıcak suyun altında iyice uykum gelmeye başlamıştı. Bu yüzden duştan çıkıp saçımı ve vücudumu kurulayıp geceliklerimi giydim ve yatağa yatıp uyumaya başladım. Sınavlardan her zaman nefret etmişimdir. Ve her zaman sınavlarım bittikten sonra sıcak bir duş alıp uyurum, küçüklüğümden beri bu alışkanlığıma hâlâ devam ediyordum.

 

***


Yazar: Afrodit'in Sol Taşağı Bey Mami   |  Misafir Editör: Freya'ya Düşman Beyfendi Melih


Ana karakterin ağzından;

 

Ertesi günü şenlendirmek için muhteşem benliğimle uyandım. Dün olan o sıkıcı sınavın yorgunluğunu atmış haldeydim. O kadar mana seviyemin yüksek olmasına rağmen, hâlâ uykuya ihtiyacımın olması garipti. Hatta kullandıkça üstüme bir ağırlık çöküyor gibiydi. Garipti. Xuanhuan ya da Xianxia türündekilere benzemiyordu.

 

Bir süre boyunca neden yaşadığımı sorguladıktan sonra kendime geldim ve dolabın karşısına geçtim. Yakışıklı beni daha yakışıklı yapan saçlarıma şekil verecektim fakat kapının hemen arkasından o lanet ses geldi...“Lisa”

 

"Shin-sama?"

 

 "Uyanığım!" diye yanıtladım. Eğer cevap vermezsem bir süre içinde aşağıya inmezsem kesinlikle Melida benim kulağımı çekerdi. Bu yüzden hemen üstümü giyindim ve aşağı kata fırladım.

 

Yemek salonunda Melida ve Merlin her zamanki kıyafetleriyle, aynı pozisyonda beni bekliyorlardı. Gerçekten yaşlandıktan sonra bu ikisi gibi olmak istemiyorum.

 

Her neyse hızlıca bir kahvaltı yaptıktan sonra hızlıca Büyü okuluna gittim ve sıralamama tabelasına baktım. Beklediğim gibiydi, birinci sırayı alamamıştım.

 

Önümdeki puan tabelasına bakarken omzumda bir el hissettim. Kafamı çevirdiğim de Diseum'un oğlu prens August von Earlsheid'le karşılaştım.

 

Yüzünde bir gülümseme vardı. Ona döndüğümü görünce daha gülümsedi ve bana dikkatlice baktı.

 

"Şaşırmadığına göre benim kim olduğumu çoktan biliyorsun..." August elini çenesine götürürken bana tekrardan baktı fakat bu bakış sanki tüm sırlarımı görmek ister gibiydi.

 

"Diseum'un çocuğu..." dedim ve ona doğru dönüp alayla eğildim, "Bu aşağılık majesteleri prensin önünde saygı ve tevazu ile eğiliyor..."

 

"Nedense hiç saygı dolu hissettirmedi! Neyse!" August bunu umursamamış gibi görünüyordu. Diseum'un onu küstahlığım ve saygısızlığım yüzünden uyardığı belliydi.

 

August kafasını salladıktan sonra bana baktı ve gülümsedi, “Sana Shin diyebilirim değil mi?”

 

“Evet.” Onayladım. Bir prensle arkadaş olmanın faydaları vardı. Hem de sürekli yalnız takılmak bir yerden sonra sıkıyordu.

 

“Güzel... lakin neden 1. Sırayı almadın? Babamdan duyduğuma göre çok güçlüymüşsün. Babam herkese güçlü demez...” bana baktı ve kafa karışıklığını belli etti.

 

“Konuşma yapmak ve okulun önde gelen yüzü olmak istemiyorum. Dikkat çekmekten nefret ediyorum..” şeklinde cevapladım. Cidden birilerinin beni sürekli izlemesinden nefret ediyordum.

 

“Oh.. Sıralaman nasıl peki?”

 

“7. Sıradayım... S Sınıfına girebiliyorum.”

 

7. Sıradaydım. Bunun sebebiyse yazılı sınavda soruların yarısından fazlasını boş bırakmamdı.

 

“Kahramanların dahi torunu Shin S sınıfına dahi giremiyor... krallığın itibarı zedelenirdi.”

 

“Hmph... çok kolay olduğundan dolayı ilgimi çekmiyor..”

 

Birbirimize baktık ve kıkırdamaya başladık. Hemen sonra elimi onun omzuna attım ve alaylı bir gülümsemeyle konuştum, “Bildiğim çok güzel bir kafe var... oraya gitmeye ne dersin?”

 

Güzel bir kafe vardı. Ancak fiyatları oldukça pahalıydı. Zavallı ve cebinde beş kuruş parası olmayan ben onları karşılayamazdım. – olsaydı bile çok pahalı olduklarından dolayı boğazımdan geçmezdi. -

 

“Oh.. Shin. Hesabı bana mı. Kilitlemeye mi çalışıyorsun?”

 

“Hayır tabi ki hayır. Hesabı elbette beraber öderiz…”

 

***

 

Ağzımdaki kürdanla okulun birkaç on metre üstünde belirirken yüzümdeki alaycı gülümsemeyi gizleyemiyordum.

 

“Ah… Küçük Prens. Çok safsınız. Çok.” Yemeği bedavaya getirmenin verdiği sevinçle kıkırdadım ve yavaşça alçalarak kimsenin fark etmeyeceği şekilde bir ağaçların arasına indim.

 

August’un cebini bile zorlayacak bir hesap gelmişti. Bunu ödememe imkan yoktu. Ayrıca çok küçük porsiyonlarda olmasına rağmen doymuştum. O kadar para verdikten sonra doymamak gibi saçma bir şey olamazdı. Ki olsaydı bile orada büyük bir kargaşa çıkarırdım.

 

“Fakirliğin gözü kör olsun ulan! Koskoca bilgenin torunuyum, bir aptal bir baron piçi kadar bile param yok. Acaba bir kaç eşya yapıp  satsam mı ?” İnsanların benim önümde olmasından  nefret ediyorum. Bu beni çok kötü hissettiriyor.

 

Her neyse… ileride yaparım. İlk önce kıyafetleri almalıyım. Diye düşünürken okul malzemelerimi alacağım yere gittim. Güzel kısa saçlara sahip, yetişkinliğin meyvelerini taşıyan bir bayan masada oturuyordu. Saçları hafif mordu, gözleri de aynı şekilde. Vücudu dolgundu. Tam bir onee-chan tipi vardı. Ancak önemsiz bir tek kullanımlık karakterdi, belki yan karakter olsaydı sevilirdi.

 

Yanına gittim ve garip bir gülümseme ile ona baktım ve ardından.

 

“Merhaba, ben malzemeleri almak için gelmiştim de…” gülümseyerek konuştum. Özellikle ürkütmemeye çalışıyordum, nedense tanıdıklarım her gülümsediğimde benden kaçınıyorlardı.

 

“Ah, evet. Kimlik rica edebilir miyim?”

 

“Buyrun.” Kimliği uzattım ve incelemesini bekledim.

 

“Wolford mu? Kahramanların torunu?” şaşkınlıkla bir bana, bir de kimliğe bakındı. Ardından ne yaptığını anlamış olacak ki utandı. “Beni mazur görün. Sadece şaşırdım.”

 

“Önemli değil.”

 

Rahatladıktan sonra masanın altından iki adet kutu çıkardı ve masanın üzerine hafifçe koydu. Ardından masanın üstünden bir kağıt alıp üstüne bir mühür bastı.

 

“Lütfen üzerindeki efsunları değiştirmeyin. Sıkı denetim altındalar. Başınıza büyük bir iş  açabilirsiniz.”

 

“Söylediklerin için teşekkür ederim, iyi günler.” Dedikten sonra oradan ayrıldım. Tabii ki kurallara uymayacaktım, canım sıkılıyordu ve yapacak hiçbir şeyim yoktu ve para kazanmak istiyordum.

 

***


“Çook sıkıldım. Acaba orta çağda insanlar ne yapıyorlardı? Gerçi benim gibi teknoloji çağından gelmediklerinden alışıklardır durumlarına…” zaman ilk defa bu kadar yavaş akıyordu. Yapacak hiçbir şeyim yoktu, sakin ve sıkıcı. bir hayattı. 

 

Kafamı çıkardım ve masmavi olan gökyüzüne baktım. Varoluşumu ve neden buraya geldiğimi sorgulama zamanıydı. Tam neden yaşıyorum sorusunu soracaktım ki, canavarların olduğu bir dünyada olduğunu hatırladım.

 

“Ulan mal! Neden canım sıkılıyor ki? Gideyim ve bir kaç canavar sikeyim! Sonuçta bende buranın bir vatandaşıyım. Vatana hizmet önemlidir.”

 

“[Geçit].” Büyü kanallarımdaki akışı düşüncelerim doğrultusunda yönlendirdikten sonra önümde açılan, mor renkli ve üstünde bir takım desenler olan kapıya adım attım.

 

Kapının ardında çimenlerin yerini ağaçlara bıraktığı bir orman vardı. İlk başta sakin ve huzurlu gözükse de, korkutucu ve kirli auraları hissedebiliyordum. Eşi benzeri olmayan bir kana susamışlık vardı.

 

Atmosferdeki manayı topladım ve ses tellerime aktardım. Derin bir nefes aldıktan sonra, başıma açabilecek belaları umursamadan kükredim.

 

“VAR MI ULAN BANA YAN BAKAN?!”

 

‘Var ulan!’ demek istercesine, kulak zarı parçalayan kükremeler yükseldi. Dudaklarımın cani bir şekilde kıvrılmasına engel olamadan etrafımdaki  manayı elimde topladım ve artık Mana hükmüm altındaydı, irademin altında şekillendi ve üç metrelik büyük  bir ateş oku haline geldi. Ateş okunu güçlü bir rüzgarla destekledim ve dönüş hızını artırdım. Ardından kükremelerin gelmekte olduğu bir kaç yerden birisine fırlattım.

 

İlk kükreme bir aslanı andırıyordu. Oldukça güçlü olsa da, kükremeler arasındaki en zayıf olanı oydu.

 

Bunun ardımdan yanılmam pek uzun sürmedi.


Ateş okumun indiği yerden gelmesi gereken acı verici kükreme yoktu. Ateş okum işe yaramamıştı. Bu yüzden derin bir nefes alıp yavaşça oraya alçaldım. Yüksek titreşimli kılıcımı cep boyutumdan çıkardım ve bir mağarayı andıran büyük kayalıklara daha da yaklaştım.

 

Onlarca metrelik koca kayalar muhteşem bir sığınak oluştururcasına birleşmişti. Normalde sınırı olması gerekiyordu, ancak biraz bakındıktan sonra bayağı bir devam ediyordu. Garipti. Ancak buraya gelme amacım sıkıcı bir araştırma yapmak değildi.

 

Mağarayı andıran koridora girdim ve yavaşça içeriye yürüdüm. Buraya mağara demek çok yanlış olmazdı, bu yüzden mağara diyeceğim. Yoksa diğer türlü çok yoruyor.

 

[Editör Beyfendi: kes la]

 

Tarama büyülerim ile etrafımı güzelce inceledikten sonra yavaşça ilerledim. İçerisi de oldukça büyüktü ve garip bir şekilde aydınlıktı. Zaten büyünün olduğu bir dünyada olduğumdan ve mantığımı uzun süre önce bir kenara bıraktığımdan bu meseleyi çok fazla umursamadım.

 

Yavaşça zaman geçti ve bir kaç dakikalık yürümenin ardından tarama büyüme bir canlı yakalandı.

 

Gizli Karşılaşma: Şeytanlaşmış Hayvanları Katleden Kahraman (0/30)

 

Açıklama:

 

Oliver Schtrom çeşitli teknikler kullanarak canavarları kontrol etmek istiyor. Bu sebeple çevredeki güçlü yaratıkları himayesine altına almak için çabalıyor. Kahramanın bulunduğu orman güçlü hayvanlara ev sahipliği yapıyor.

 

[Tamamlanmadı.]

 

Ödül: Anime Puanı [5]

 

Hm? Böyle bir şey beklemiyordum. 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44598 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr