14. Bölüm - Kargaşa

avatar
1764 7

Yeryüzünün Hakimi - 14. Bölüm - Kargaşa


Zeren ile kampa doğru yürüyen Arden arkasından koşan birinin sesini işitti. Arkasını döndüğünde telaş içindeki muhafızlardan birini gördü. Yüzü oldukça gergindi ve acelesi vardı. Arden Erene sessiz bir şekilde bildiren muhafızı duyabiliyordu.

"Su kaynağından dönen insanlara saldırmışlar..!"

 

------------------------------

 

Gün, güneşli ve güzel yönünü göstererek başlamıştı. Günün devamındaysa bulunan su ile kampın su sorunu büyük oranla çözüldü. Büyük oranlaydı çünkü su kaynağına ulaşmak biraz uzun bir yol yürümek demekti. Sadece bu kadar da değil, daha tehlikeli olan kuzey ormanına yolculuk gerektiyordu. Tehlikeli olduğunu herkes bilse de kuzey ormanı bunu daha ilk seferden belli etmişti.

Arden kamp sakinlerine saldırıldığını duyduğunda arkasına dönmeye çalıştı. Onu fark ettiğinde Zeren, Arden'in koluna sıkıca yapıştı. Kaşlarını çatıp ona ciddi yüz ifadesini gösterdi. Hala toparlanmamış olan Arden, gözlerini kapatıp derin bir nefes verdi. Bu aynı zamanda kendi durumunun hala düzelmediğini ve başka bir işe karışamayacağını kabullenmesiydi.

Eren hızlıca kamptaki muhafızları topladı, birkaç tanesini geride bıraktı. "Yemeği hazırlatmalarını söyleyin, biz gelene kadar ancak hazır olur."

Arden'e dönüp, "Bu seferlik kampı ben sana bırakıyorum, onlara göz kulak ol." dedi ve muhafızlarla beraber kuzey ormanına girip gözden kayboldular.

Arden'in gözlerinden, onların arkasından gitme isteği gayet net şekilde anlaşılıyordu. Kendi de kimseye ya da hiçbir şeye bulaşmak istemeyen biriydi, neden böyle hissettiğine anlam veremiyordu. Gitmek istemesinin asıl sebebi onları korumak ya da onların yanında olmak da değildi. 

Biraz yürüdükten sonra Arden kendi eliyle yaptığı, yavru kurdun kürkten evini gördü ve yaklaştı. Yavru kurt o yaklaştığı sırada içinden fırladı ve Arden'in üzerine çullandı. Kokusunu almıştı ve bir süredir yaşanan olaylardan beri ilk kez düzgün şekilde karşılaşmalarıydı.

Bulundukları yere oturduktan sonra Zeren sinirli bir bakış atarak konuştu, "Nereye gittin bu halinle?"

Arden, kuyruğunu sallayan yavru kurdun onunla oynama isteği yüzünden üzerine atlayıp durduğundan konuşmakta zorlanıyordu. "O gün.. Kurtarma ekibindeyken yaralandım, fark ettim ki yaralıyken diğer örümcekler saldırmıyordu. Bu fırsatla oradan uzaklaşmıştım, kampa dönmeye çalışırken yolumun önünde su kaynağı gördüm. Bugün Eren'e anlatınca.."

Arden'in sözünü kesen Zeren aniden bağırdı, "Su mu!?"

Yine gülmeye başlayan Arden, "Hahah, evet o da bu tepkiyi verdi. Su kaynağını kadar gidip yerini gösterdim ve hemen döndük. Bundan ibaretti, yoksa tekrardan ölmeye falan niyetim yok."

O sırada su kaynağından dönen insanlar yavaş yavaş kampa giriyorlardı. 2 kişiyle taşıdıkları büyük ağaç kabukları tepesine kadar su doluydu. Ayrıca hepsi oldukça sakin ve su bulduklarından mıdır bilinmez çok neşeliydiler. Arden düşündü, 'Onlar saldırıya uğramamış mıydı? Saldırıya uğradılarsa nasıl bu kadar neşeliler? Saldırıya uğrasalar ellerindekileri buraya kadar getirmiş olmazlardı zaten.'

Arden gördüklerinden sonra oldukça rahatladı.

Su kaynağından dönen insanlar getirdikteri su dolu ağaç kabuklarını kampın ortasına kadar getirip bıraktı, su bulunması ve bunlar gerçekten iyi bir haberdi ama suyun uzaklığı ve bu kadar çok insanın ihtiyacı olması eninde sonunda bir sorun yaratacaktı. Hatta daha ilk seferden kamp sakinlerine saldırı haberi geldiğinden sorun yaratmıştı bile.

Arden kaşlarını kaldırmış bir şeyler düşünüyordu, ciddi bir yüz ifadesi takındığında Zeren onu ilk kez bu kadar ciddi gördüğünü fark etti. Şimdiye kadar yüzünde hep tatlı bir gülümseme vardı, insanların onu sevmesi ve lider olarak kabul etmesinin bir nedeni de buydu zaten.

Herkese karşı nazikti, insanları bir şey yapmaya teşvik ederken emirler savurmuyor nazikçe hallediyordu. Ayrıca şimdiye kadar düşünülemeyen şeyleri bile başarmıştı. Bu yüzden de kimse onun nazik isteklerini geri çevirmiyordu, hele ki eski zorba liderden sonra bu onlar için bir nimetti.


Su getiren insanları izlerken ne yapacağı hakkında düşünüyordu. 'Su kaynağından kampa doğru bir su yolu açsak bu tüm problemimizi çözerdi ama biraz uzun yürüme mesafesi. Yolu kazmak ne kadar sürecek? Ayrıca kazmak için mızraklarımız dışında hiç aletimiz yok.'

Arden'in derin düşüncelere daldığını fark eden Zeren, Arden'in sırtındaki yaraya bakmak için ayağa kalktı. "Ne düşünüyorsun? Saldırıya uğrayan insanları mı?"

Aniden düşünceleri arasından çekilip alınan Arden bir anlığına konuşmayı kaçırdı, "Ah evet, yani hayır. Suyu kaynağından buraya getirecek bir yol düşünüyordum da, biraz hayal gibi."

Arden'in arkasına geçen Zeren, "Kımıldama." dedi ve Arden'in kazağını hafifçe sıyırdı. Yarayla ilgilenirken konuşmasına devam etti. "Sen yapacaksan eminim bir yolunu bulursun." dedi, sesindeki güven hissedilebilirdi. Ufak bir duraksamadan sonra, "Arden, sırtındaki yaralar çok çabuk iyileşmiş, cidden bu kadar hızlı iyileşmesi mucize gibi geliyor ama iyileşse de izleri duruyor, çok kötü göründüğünü söylemeliyim."

Arden'in yaralarını gördüğünde Zeren yüzünü ekşitmişti. İlk gördüğünde üzerini kabuk bağlamış iki yara gibi görünse de şimdi kabuklar bıraktığında büyükçe iki yarayı görebiliyordu.

Neredeyse bir avuç büyüklüğündeki bu yaraların içi iyileşmiş olsa da yüzeyi asitle erimiş gibiydi. Sanki kurumuş ve sarı bir renge dönmüştü. Bunun dışında ilk gece aldığı pençe yarası da buna eşlik ediyordu. Zeren daha fazla bakmaya dayanamayarak kazağını düzgünce indirdi.

Tekrar Arden'in yanına oturduktan sonra sessizleşti, bir süredir zaten merak ettiği bir şey vardı. Arden'in elindeki parlak mavi taşa baktı. "Arden.. yaraların nasıl bu kadar çabuk iyileşiyor, sen bizden farklı mısın? ve o elindeki de ne?"

Bu sorulardan kaçamayacağını ve artık bir şeyleri açması gerektiğini biliyordu Arden, yine de anlatması o kadar kolay olsaydı zaten anlatırdı. "Sanırım anlatmam gerekiyor." Derin bir nefes çekti. "Sırtımdaki pençe yarasını görmüştün değil mi? "

Zeren kafasını sallayarak onayladı.

"İlk geldiğimiz gün Alvin ve grubuyla keşfe çıkmıştım, göremediğimiz bir yaratıktan aldığım küçük bir hatıra bu. Dönüş yolunda senin çığlığını duyup yanına koştuk, sıçan ve gerisini biliyorsun zaten."

Elindeki taşı göstererek, "Sıçan öldüğünde bu taşlardan birini yanında buldum, başta ne olduğunu anlamadım ama yanıma almıştım. Elime alıp sıktığımda içindeki tüm sıcaklığı hissedebiliyordum, sonra fark ettim ki taşlar elimdeyken eriyip gidiyordu. Kampa döndüğümüzde Alvin, yaralarımın çabuk iyileştiğini söyledi. Ben de anlam veremedim ama fikrimi sorarsan yaraları iyileştirdiğini düşünüyorum, yine de bu konuda emin değilim."

Zeren onu duyduğunda şaşkınlıkla yerinden zıpladı. "Ah.. senin öldüğünü düşündüğümüz zaman, kurt buna benzer bir taşı getirip eline bırakmıştı. Sonraki sabah taş gitmişti ama gece tekrar bir taş getirdi, ben de onu alıp eline bırakmak için dokunduğumda sıcak bir his bıraktı. Aynı bu sabah eline dokunduğumda hissettiğim gibi."

"O zaman haklı olabilirim. Bu taşlar tedavi için kullanılabilirse çok yararlı olur."

Zeren ellerini sıktı ağzından çıkanlar onun canını yakıyordu. "O haldeyken hala yaşıyor olman bile mucizeydi, şimdi neredeyse iyileştin. Başka bir açıklama bulamıyorum buna."

Onun ellerini sıktığını görünce hafifçe gülümsedi Arden, "Haklısın, başka bir açıklaması yok. Bunu şimdilik başkalarına söylemesek de olur, Eren ve Klaus bilse yeterli. Ayrıca sana büyük bir borcum oldu. Eren'in söylediğine göre 2 gün boyunca benimle ilgilenmişsin, hatta yaşadığımı sen fark etmişsin." Ona dönüp bir gülümseme verdi, bu her zamanki yumuşak gülümsemesi değildi. Bu sıcacık hissettiren ve içten gelen gerçek bir gülümsemeydi, daha önce hiç göstermediği maskesinin altıydı.. "Teşekkür ederim Zeren."

Zeren onu görünce elleri birbirine karıştı, bir şeyler söylemek istedi ama aklına hiçbir şey gelmiyordu. Arden onun telaşını görünce hafifçe gülümsedi, elindeki mavi taşı onun eline bıraktı.

Bir şeyler söylemek için çırpınan Zeren'den önce davranıp, "Bu sıcaklığı hissediyor musun? Hava buz gibi olsa da kemiklerine kadar ısıtıyor. Sadece bu da değil, taşa dokundukça içine akan garip gücü hissedebiliyorsun." 

Gerçekten de taştan eline akan o sıcacık his içini ısıtıyordu, aynı zamanda içine akan gücü de hissetti. Çok rahatlatıcıydı.

Zeren taşla ilgilenirken, kampa kalabalığı yararak giren muhafızlar dikkatlerini çekti. Kollarında yaralı insanlarla birlikte çokça insan gelmişti, görür görmez kalkıp yanlarına kadar koştular. Bu seferki yaralılara bunu yapan, öncekilerden epey farklıydı. Yaralıları kampın dışına doğru götürdüler, Eren kamptakilerin bunları öğrenip yine sıkıntı çıkarmalarını istemiyordu.

Muhafızların yüzündeki gerginlik kolaylıkla anlaşılıyordu. Aralarından çıkıp gelen Eren, Arden'i ve onun arkasında olan Alvin'i gördü, "Bu seferki farklı.." dedi. Yüzü çirkin bir hal almıştı.

Eren'in gözlerinin baktığı yöne dönünce Alvin'i gördü. Kurtarma gruplarını ayırdıklarından beri pek görüşememişlerdi.

Arden ile beraber Eren'i takip eden Alvin, "İyileştiğine sevindim Arden, ölmüş olsan çok yazık olurdu."

Hafifçe gülümsedi Arden. "Sanki o kadar kolay ölürüm de. Ben de senin geri dönebilmene sevindim. Adeta bir kâbustu ha?"

Yüzü düşen Alvin soluklaşan sesiyle konuştu, gülmeye çalışıyordu ama o zamanı hatırladığında gülmek yapabileceği en zor şeydi. "Ah.. Evet, mümkünse oraya girmeyelim tekrar."

Arden duygularını belli etmemeye çalışsa da, o da çok korkuyordu. Hala göz göze geldiği örümceklerin korkutucu bakışları ve kana susamışlıklarını hatırlıyordu. İçten içe o anlar onu hala titretiyordu, zorunlu kalmadıkça oraya yaklaşmayacaktı bile.


..


Kamp sakinlerinden uzak bir köşede Eren, Klaus, Arden ve diğer 2 muhafızdan oluşan bu grup sessizliğini koruyordu.

Her birinin yüzünde kasvetli ifadeler oluştu. İlk söze giren Ardendi. "Örümcekler mi.?"

Eren başını iki yana salladı. "Neyin saldırdığını bilmiyoruz ama örümcekler değilmiş."

O sırada iki muhafız yanlarında yaralılardan biriyle çıkageldiler. Yürümekte zorlanan yaralı genc kolunu tutuyordu, ıslak saçlarından da su yere damlıyordu. Eren gence döndü. "Ne gördüğünü anlat." dedi.

Yaralı genç derin bir nefes çekti. "Biz kalan son gruptuk, temizlenmek istemiştik sadece.. Birden bir ses duydum, yanımdan hızlıca bir şeyin geçtiğini fark ettim. Kafamı kaldırdığımda üzerimize onlarca ok geliyordu, kimin saldırdığını geçtim nerden geldiğini bile göremedik."

Yaralı genç henüz konuşurken hafifçe yana döndüğünde, koluna dik şekilde saplanmış ok rahatlıkla görülüyordu. Dayanılmaz acısı, yüzünden açık şekilde görülüyordu. Ayakta durmakta zorlanan genç yanındaki muhafızların birinden destek aldı.

O sırada Eren konuşmaya devam ediyordu. "Bu seferkinin canavar olmadığını anlamış olduk. 5 kişi öldü, 7 de yaralı var."

Arden düşünceliydi, "Belki de gerçekten insanlardı.. Bizden daha önce birilerinin gelip gelmediğini bilmiyoruz ama bu ihtimali göz ardı edemeyiz."

Herkes insanların saldırdığını düşünüyordu. Belki de onlardan önce gelip burada uyanan insanlardı ya da gerçekten buranın yerlisi olanlardı. Her ihtimalde bilgileri olabileceği ve şu anda bilgiyi alabilecekleri tek kaynağın onlar olduğu yadsınamaz bir gerçekken, onlarla nasıl iletişime geçeceklerdi?

Klaus başını salladıktan sonra yaralının kolundaki oka baktı. "En mantıklı ihtimal.. En azından bu oku insanlardan başka yapacak canavar yok ama onlar saldırdığına göre bizi görmüş olmalı."

"Yani bizim de insan olduğumuzu biliyorlar.." dedi Arden. "Bu bizi düşman olarak algıladıkları anlamına gelir. Gerçekten de iletişim kurmak pek akıllıca olmaz şu durumda."

Alvin de başını salladı. "Ya bizi avlamaya başlarlarsa? Elimizde sadece mızraklar var, onlara karşı bir şey yapamayız."

Arden'in ifadesi ciddileşti, şimdiye kadar sıçan, kurt ya da örümceklerle mücadele etmişlerdi ama bu seferki onu en çok endişelendirendi. Kurt ya da sıçanlar birlik olarak alt edilebilirdi, örümcekler ise yuvalarından çok fazla uzaklaşmazdı.

Dikkat ettikleri sürece bir şekilde güvendeydiler ama insanlar için aynını söyleyemezdi. Tıpkı kendilerinin yaptığı gibi onlar da duruma uyum sağlayabilir, artık burada olduklarını bildikleri için bir av başlatabilirlerdi. "Artık burada olduğumuzu biliyorlar, gerçekten de bizi avlamaya kalkarlarsa hiç şansımız olmaz."


Bu Eren'in ilk kez sert bir kayaya çarpışı olduğundan oldukça stresliydi. Eliyle yorgun gözlerini ovuşturup bir süre sessizce durdu, gergin olduğu herkes tarafından fark edilmesinin yanında, onun bu tavrı çevresine boğuk bir hava yayıyordu.

Ayrıca şu anda kamptaki yetkili olarak kendini görüyordu ama bu konuşmanın dışında kalmış vasıfsız biri gibi hissetmişti kendini.

Bu sırada kampın ileri gelenlerinin şaşkın bakışları arasında yaralı genç birden yere yığıldı. Muhafızın biri hemen yanına eğildi, "Nefes almıyor.. O.. ölmüş."

"Ne!? Nasıl ölür?" Eren olduğu yerde dondu.

Diğerleri de şaşkındı, sadece kolundan yaralanmış biri bundan ölür müydü?

Arden eğilip, ölmüş olan gencin kolundaki oku tek bir hareketle çıkarttı. Diğerleri de sessiz ama meraklı gözlerle onun ne yaptığını izliyorlardı. Okun ucuna baktığında gencin katılaşmış kanı açık bir şekilde görünüyordu. "Zehir." dedi.

Kampın tüm ileri gelenlerinin yanında muhafızlar da şaşırıp kaldı, hatta Arden de dediğine öylesine şaşırıp kalmıştı ki birkaç saniye donakaldı. Tüm bu insanların şaşırdığı şey zehir değildi, gencin ölümü, saldıran yerliler ya da ok da değildi.

Her biri o anda aynı şeyi düşünmüştü. 'Zehir mi?"

Her biri zehrin ne olduğunu o an biliyordu ama hiç görmemişlerdi. Neydi zehir? Nerden çıkıyordu, rengi neydi ya da tadı nasıldı hiçbir fikirleri yoktu. Sadece o zehrin onları öldüreceğini biliyorlardı.

Aynı şekilde okları da bilmiyorlardı ta ki görene kadar. Sanki bu kilitli binlerce anı kutucuğundan bir iki tanesinin açılmış olması gibiydi.

Buradaki her bir insan aynı durumda, bildiği ama hatırlamadığı şeylerle boğuşuyordu. Sürekli dillerinin ucuna bazı kelimeler gelir de söyleyemez, akıllarına benzer kelimeler, durumlar, aletler gelir de bunları kelimelere dökemezlerdi. Böyle sebeplerden konuşmalar yarım kalır, düşüncelere dalıp çıkamazlardı.

Bazen o kadar sık oluyordu ki insanın dili düğümlenip kalıyor, konuşmaktan vazgeçip köşesinde kalakalıyordu. Tarif edecek olursam en sevdiğiniz yemeği yerken çiğneyip yutmaya çalışıyorsunuz da, tam göğsünüzün ortasında acı vererek takılıp kalıyormuş gibi..

Bu üstesinden gelemedikleri durum sürekli tekrarlanıp insanların aciz hissetmesine, vazgeçtikten sonra da yenilgiyi tamamen tatmasına olanak sağlıyordu.

Onları derin düşünceleri arasından çekip alan, yanlarına koşarak gelen bir muhafızın sesiydi. "Eren, Eren.! Yaralananların hepsi öldü.."


---------------------------------


Gelecek inşa etmek için çabalayan bir yığın insanın macerası.. Her biri bilinmezliğin ortasında olabildiğince kalabalığın arasına bırakılmış yapayalnız insanlar, bu kadar kısa sürede kime kalplerini açıp güvenebilirler ki? Kalabalığın arasında başka kalabalık bir gruba dahil olsalar da kim onlara güven verebilir ki?

Bir de güvenin gram umurlarında olmadığı insanlar vardı. Başkalarına güvenmenin aptallık derecesinde gereksiz ve hatta olabildiğine korkutucu olduğunu düşünen insanlar.

Sadece kendilerine güvenebilen bencil, müthiş bencil insanlar. Aynı zamanda böyle korkunç bir ortamda aptalca olduğunu kimse söyleyemezdi, hayatta kalmak için gereksiz duygulardan kurtulmak..

Bunca zaman Arden'in yalnız takılması ve her işi kendi yapmasının nedenini böyle açıklıyordu kendine ama son zamanlarda kaç kere kurtarılmıştı? Kaç kere başkasına güvenmek durumunda kalmıştı? Yine de bir günde değişecek değildi ama küçük bir parçası değişim için çırpınmaya başlamıştı bile..


..

Bunun yanında kampta sesler yükselmeye başlamıştı, bağırış sesleri kampın kenarında konuşan bu insanların kulağına kadar geliyor ve daha da şiddetleniyordu. Bu, zaten hiçbir şey bilmeden büyük bir sorunun içine sürüklenen insanlar için yaşam savaşlarını daha da zorlaştıracak başka bir sorunun ayak sesleriydi..

Önemli konuşmalarını yarıda kesmek durumunda kalan Eren ve diğerleri hızlıca hareketlenerek kargaşanın göbeğine daldılar. Bu yüksek ses ve patırtının arasında birkaç iri yarı, kalıplı erkek kendi aralarında sert bir kavganın içindeydiler.

Yumrukların arasında "Sen sıranı bekleyeceksin p*ç." ,

"Senin gibi bir sülüğü mü bekleyeceğim ha?",

"Sadece çekil yoksa gebertirim seni"
gibi atışmalar havada uçuşuyordu.


Klaus mızrağını sıkıca kavradıktan sonra mızrağının sapını genişçe sallayarak birkaçına sağlam bir darbe indirdi ve bağırdı. "Durun.!"

Onun sert birkaç darbesi ve güçlü sesiyle bağırmasından sonra herkesin dikkatini ona çevirmesini mecbur kılmıştı, kamptaki kavga durdu ve pürdikkat Klaus'ı izlediler.

Eren oldukça öfkesini adeta çevreye saçan gözlerle bakıyordu. "Derdiniz ne sizin!?"

Kavgaya karışan ve yüzü kanlar içinde olan gençlerden biri, sinirli surat ifadesiyle konuşmaya başladı. Eliyle kavga ettiği belli olan insanları göstererek, "Bu p*çler sürekli bizim kamp yerimizi gasp ediyorlar. Daha sonra su sırasındayken rahatsız ettiklerinden kargaşada suyu döktüler."

Bu gencin gösterdiği kavgaya bulaşmış kişiler aniden yükseldi, "Nereden senin yerin oldu burası? Kafanıza göre bir yeri kendinizin ilan ettiniz, istediğimiz yere otururuz. Bununla derdin varsa diğerlerinin arkasına saklanma seni korkak."

Ortam yine kızışmak üzereydi, ufacık bir kıvılcım sadece bu kavgada bulunan insanları değil aynı zamanda kamptaki herkesi ateşlemeye yetecekti.

Çoğu kişi şu an su bulmuş olduklarından neşeli olsa da aslında kampın geneli oldukça huzursuz, sabırsız ve dün sıçanla savaştan beri de zaten ortada olan sinir hali herkesçe anlaşılıyordu ama hepsi içlerinde bekleyen karanlık yönlerinin, sahte yüzlerini yırtıp atmak için fırsat kolladığından bihaberdi.

Bu kadar insanın olduğu yerde huzurlu zamanlar haddinden fazla bile sürmüştü aslında. Bu insanların bu güne kadar uslu durmasının bir sebebi de hatırladıkları ilk otoritenin çok baskıcı olması ve bu otoriteden kısacık zamanda çok fazla kötü zaman geçirmiş olmalarıydı.

Zorba ve çetesi altında kısa bir süre de olsa baskı ve korku altında yaşadılar. Bunun verdiği eziklik ve korku gibi hisler içlerine işlemiş, rahat bir otoritenin keyfinini sürerken bunu bozacak bir adımdan kaçınıyorlardı, taa ki bugüne kadar.

Etrafı onları parçalamak için bekleyen yüzlerce canavarla çevrili kamp halkı, bir de kendi aralarında açılan derin karanlığa doğru büyük bir ilk adım atmıştı bile.

Eren de bu huzursuzluk ve hoşnutsuzluk ortamının derin karanlığına kendini kaptırmak üzereydi. Ortada zehirlenerek ölen birçok insan, yeni düşmanlar gibi meseleler varken yemek bulmak ve su getirmek gibi konulara da kafa yormak durumundaydı.

Eren kaşlarını çattı ve ciddi bir sesle, "Sizin saçmalıklarınıza tahammülüm kalmadı. Bundan sonra kavga eden, kampın huzurunu bozan, diğer insanları rahatsız eden ve bizi sorgulayan kimseye yemek verilmeyecek."

Kalabalık Eren'in bu konuşmasını çok tehditvari bulmuştu, herkes o zorbayı anımsamıştı. Yine korkuyla otorite sağlamak ve diğerlerine baş eğdirmek için tehditler. İnsanlar bir kere yaşadıkları baskıyı ve eziyeti tekrar yaşamak istemiyordu ve istememekte de oldukça haklılardı.

Kalabalığın gözü dönmüştü bile, birçok ses Eren aleyhine yükselmeye başladı. "Sen kimsin bize yemek yemek vermiyorsun p*ç."

"Sana mı soracaz lan her şeyi.!" gibi konuşmalar ve küfürlerle kamp oldukça hareketlenmişti.


Tüm bu karmaşa, küfür ve bağırışları yırtıp atan derinlerden gelen ses ormanın her köşesinden yükseldi..


14. BÖLÜM SONU 

Not: Yeni sezonu planladığımdan hazırlık bölümü yavaşladı biraz.

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr