Birkaç muhafız yere yığılan cesur ejderya avcısını kontrol etti, "Hala nefes alıyor, hatta horluyor.. Sadece uyudu sanırım."
Arden ejderya avcısının elindeki kırmızı benekli beyaz mantara baktı. 'Ben zehirliyim diye bağırıyor.. ama ölümcül olmayabilir, umarım.'
Elindeki mantarı kapıp eğitimden sonraki yorgunluğunu atmak için kurt postuna yöneldi. 'Bugün muhafızların hepsi istekliydi ve olan güçleriyle çalıştılar, gerçi bunun sebebi ilk elliye girip yemeklerini garantiye almaktı ama olsun.'
Onlar çalıştıkları sürece ilerleme kaydedeceklerdi ve ilerlemeleri de Arden'in rahatlığ- yani kamp için güç ve güvenlik demekti. Ayrıca bugün yüz kadar taze kan da muhafızlara katılmıştı, hatta aralarında gelecek vadeden birkaç genç bile vardı.
Bugünkü eğitimi ve odaklanması gereken yetenekli insanları düşündü. Kadınlarda Nina ikinci kafileden olmasına rağmen çok yetenekliydi, belki kaptanları Emila kadar değildi ama pek çok erkeğin önüne geçmişti.
Erkeklerdeyse Kazuya ve henüz ismini hatırlayamayan beyaz saçlı bir genç vardı. Kazuya'nın üçüncü kafileden olmasına rağmen onlarca kişiyi geçip kaptan olması zaten yeteneğini gösteriyordu. Pek dost canlısı olmasa da sorunlu biri değildi, bu yüzden geçer not aldı.
Arden kayalık zeminde oturan yüzlerce insanın arasında yürürken ister istemez onların sefaletine tanık oldu. Özellikle ilk kafilede gelen insanların kemikleri vücutlarının altından görünür olmaya başlamıştı. Yüzleri solmuş, yanakları içeriye doğru çökmüş, kolları ve bacakları incelmişti. Bazılarının kemiklerine yapışan buruşuk derileri artık çok fazla dayanamayacaklarını gösteriyordu.
Muhafızlar birkaç parça et yiyebilse de geriye kalan dokuz yüz küsür kişi otlar, yapraklar, mantarlar ya da bulabildikleri böcekleri yiyordu. Tabi bu sırada çok sayıda zehirlenme oldu ancak sadece birkaç kişi bundan ölmüştü, diğerleri birkaç günde geçen basit rahatsızlıklar gösterdi.
Bir genç elindeki geniş yaprakla yanından yürüyüp geçti, onu fark ettiğinde eğitimde gördüğü beyaz saçlı genç olduğunu fark etti. Genç, ilerideki kız arkadaşının yanına oturduğunda yaprağı ona uzattı. Arden genç kızı yüzünü gördüğünde onu tanıdı, bugünkü eğitimin yıldızlarından Nina'ydı. 'Demek iki yıldızımız birlikteymiş.'
Kız yaprağa baktığında güzel yüzü tiksintiyle doldu, tereddütle bir süre baktıktan sonra gözleri yaşarmaya başladı. Beyaz saçlı gencin yüzü de Nina'nın acı çekmesini isterken hüzünle doldu. Arden yanlarından geçerken kafasını uzatıp yaprağın içindekilere göz attı. Orada kıpırdayan birkaç solucan ve parmak büyüklüğünde hareketsiz, kabuklu siyah bir böcek vardı.
Genç kız dişlerini sıktı ve titreyen eliyle siyah kabuklu böceğe uzandı. Görünüşü kesinlikle solucandan daha tiksindiriciydi ama kız kıpırdayan canlı solucanlar yerine ölü böceği tercih etmiş olmalı. Gözünden bir damla yaş dudaklarına süzülürken böceği dudaklarının arasına getirip bir ısırık aldı.
Kırılan kabuğun çatırtısıyla gözlerinden akan yaşlar hızlandı, dudağından yeşil sıvı akmaya başladı. Çiğnemeye başladığında ağlama sesi yükseldi.
Arden yürümeye devam etmeden önce iç çekmeden edemedi, ilk kez böceği yediğinde o da benzer duygular hissetmişti. Böceğin kıllı bacakları ve kıskaçlı başı ağzına girdiğinde korkmadan edememişti, sanki damağını ya da dilini ısırıp oraya yapışacak gibi hissediyordu.
Zeren'in ilk kez yemesi o kızdan daha da kötüydü, tüm gece boyunca Arden'in göğsünde ağlamıştı. Boş olan midesine rağmen o gece pek çok kez kusmuştu. Neyse ki şimdi biraz daha alışmıştı, yarım gece ağlıyordu sadece.
Kampın diğer yanlarında da durum pek farklı değildi, birkaç solucan için ormana girip toprağı eşeleyen insanlar ya da mantar arayanlar.. Birkaç solucan bulabilenler en büyük servete kavuşmuş gibi mutluydu.
"Kendimi yozlaşmış liderler gibi hissediyorum. Zenginler daha fazla zenginleşirken fakirler daha da fakirleşiyor. Yine de yaptığım yanlış değildi.." Kendini rahatlatmak için kendi kendini teskin etti.
Kalabalığı geçtiğinde insanların azaldığı bir noktaya ulaştı, nedense her yerde insan doluyken kampın bu kısmında pek kimse yoktu. İleride yerde yatan iki insan ve onlarla ilgilenin birkaç kişi gördü. Yerde yatan ikisinin daha önce ava çıkıp yaralandıklarını hatırladı, geldiklerinde yaralıydılar ancak gün geçtikçe durumları kötüleşmişti.
Başta ağrıları yükselmişken, sonraları vücutları ağırlaşmaya, güçsüzleşmeye ve sonunda ayağa kalkamamaya başladılar. Bunu hareket edememek takip etti ve sonunda felçli gibi oldukları yerden kımıldayamadılar. Yemek yiyemiyor ve tuvaletlerini tek başlarına yapamıyorlardı, sonunda konuşma yetilerini de kaybettiler.
Arden yaklaştığında neden burada kimsenin olmadığını anladı. Yükselen keskin bir kokunun burnunu yaktığını hissetti, bu açıkçası dışkı kokusuydu. İki genç hareket edemediğinden tuvaletini de altlarına yapıyordu, açıkçası hareket edemeyen bebekler gibilerdi.
'Utanç verici olmalı..' Arden yatalak iki gence doğru yöneldi. Yandaki gençlerden biri yatalağın gömleğini hafifçe kaldırdı, orada garip bir ok yarası vardı. Zamanla kurtlanan beyaz yaranın içinden iltihap akıyordu, yaranın çevresi de birkaç parmak boyunca genişlemişti lakin genişleyen bölge çürüdüğünden kararmaya başlamıştı.
Yaranın üzerindeki kıvranan kurtçuklar kesinlikle tiksinç bir manzaraydı. Arden o yaranın ne kadar can yaktığını ya da kaşındığını düşünmek bile istemedi, özellikle de hareket edemeyen ve konuşamayan biri için.
Gömleği kaldıran genç bir an sonra ilginç bir şey yaptı. Yatalak gencin yarasının üzerinde kıvranan bir kurdu alıp ağzına attı, tadını beğenmiş gibi mırıldandıktan sonra diğer kurtçukları da yakalayıp ağzına tıktı.
"Cidden durumumuz iğrençleşmeye başladı.. Daha ne kadar böyle devam edebiliriz?" Arden kendi kendine mırıldandıktan sonra kurtları afiyetle yiyen genci kenara itti ve yatalak gence doğru eğildi. "Bana bak. İstersen tüm acılarına son veririm, kabul ediyorsan gözlerini kapalı tut ki istediğini varsayayım."
Çevredeki insanların şaşkın bakışları altında yatalak gencin gözlerinden birkaç damla yaş toprağa düştü. Sonraki an gözlerini sımsıkı kapattı ve anlamayacağından korkuyormuşcasına uzun süre açmadı.
..
Kampın hemen dışındaki ormanda birkaç insan yürüyordu, arkadakiler yatalak iki genci beraberlerinde taşıdı. "Tamam, burası iyi." dedi Arden.
Acıları ve utançları o kadar büyüktü ki iki yatalak genç de düşünmeden ölümü kabul etti. Eren ve Klaus da olaya dahil olduğunda iki genci buraya getirdiler.
Eren oraya pek yaklaşmadı, "Bu işi sen çıkardın, bu yüzden yapan da sen olmalısın." dedi Arden'e bakarak.
Eren'in ufak ufak uzaklaştığını görünce Klaus mızrağını kavrayıp diğer gencin başına geçti. Arden de öne yürüyüp mızrağını kavradı ve konuşmaya başladı. "İnsanlar için avlanmaya çıktınız, kamp için yararlı olurken yaralandınız. Bu yüzden ben de sizin acın-" sözünü bitirmeden mızrağını itti ve yatalak gencin göğsünü deldi.
Yatalak gencin genişlemiş gözlerini bırakırsak yandaki muhafızlar bile şaşkındı, onu takip eden Klaus şaşırsa da beklemeden diğer gencin acılarına son verdi.
İki yatalağın öldürülmesinden sonra daha birkaç nefeslik zaman geçmişti ki kamptan birkaç sivil çıktı ve onlara doğru yürümeye başladı. Arden onlara dikkat ettiğinde ikisinin yanında asılı duran küçük el baltalarını fark etti.
Eren gelenlerin önüne gerildi. "Ne yapıyorsunuz burada?"
Beş kişilik grubun önündeki gencin yüzünde huzursuz bir ifade vardı, konuşmadan önce Eren'in arkasındaki muhafızlara göz gezdirdi. Yerde yatan iki cesede göz attığında konuşmaya başladı. "Lider. Sizin bu iki zavallıları acıdan kurtaracağınızı duyduk. Biz de yardım etmek istiyorduk ama gecikmişiz, en azından onları gömmek için size yardım edelim." Genç hiç kekelemeden akıcı şekilde konuşsa da sesi titriyordu.
Arden bir şeylerin ters olduğunu sadece konuşan gence bakarak söyleyebilirdi. Eren de düşünüyormuş gibi çenesini ovdu. "Madem yardım etmek istiyorsunuz, bu ikisini gömme işini size bırakıyorum."
Klaus da bir şeylerin ters olduğunu hissettiğinde kaşları çatıldı, Arden'e bakmak için döndüğünde o çoktan uzaklaşıyordu. Arden kampa doğru yürürken Eren'in yanına geldiğinde durakladı. "Çok iyi pişirmelisiniz.. yoksa açlıktan daha kötü şeylerle uğraşırsın. Ayrıca yaralı kısımların yakınlarını da atsanız daha iyi olur."
Eren ve yeni gelen sivil grup onu duyduğunda kaskatı kesildi, birbirlerine bakan gözler genişledi ve istemsizce titredi. "Nasıl?" dedi Eren, sesi hayalet görmüş gibi donuktu.
"Baltalar yüzünden.. Sadece muhafızların erişebildiği baltaları başka kim sivillere verebilir? Neyse anladım işte, ne yaptığını umursamıyorum ama tavsiyelerime kulak versen iyi olur." Arden sözlerini bitirdiğinde ayrıldı.
"Baltaları ne yapaca-" Klaus ise hala konunun ne olduğunu anlamaya çalışıyordu, onun sözlerini duyduktan sonra istemsizce vücudu titredi. Önündeki kamp liderine inanamayan gözlerle baktı. "Eren sen.."
Ancak Eren ne yanlış anlaşıldığını söyledi ne de kendini savundu. Yanındaki gençlerle dönüp iki cesedi alarak uzaklaştılar.
Klaus hala onların bunu yapacağına inanamıyordu, kendini toplayıp Arden'in arkasından koştu ve onu durdurdu. "Arden.! Neden onları durdurmuyorsun? Onları yiyecekler lan.! Böyle bir şeye nasıl izin verebilirsin!?"
Arden sakince arkasına döndü, olanlardan hiç de etkilenmiş gibi durmuyordu. "Ne yapabilirim ki? Bu kadar ileri gittiklerine göre zaten yeterince kararlılar, karşı çıksak bile düşman edinmekten başka bir yararı olmaz. Zaten onlar insan olsa bile sonunda et parçasından ibaretler, zor durumlarda ölüleri yemek de hayatta kalmak için bir yoldur. Mesele hayatta kalmak olduğunda doğru ya da yanlışlar çarpıklaşır."
Klaus biraz önce Eren'i çok yanlış tanıdığını düşünmüştü ama şimdi Arden bile tüm düşüncelerini yıkıp geçti. Şaşkın gözlerinin hedefi bu kez Arden'di. "İnsan yemek nasıl doğru olabilir? Onlar dostlarımızdı, beraber savaştığımız insanlardı.!"
"Gerçek dostsak öldükten sonra bile birbirimize yardımcı olmalıyız. Doğru.. o zaman ölürsem beni yemekten çekinmeyin ancak belli bir parçamı Eren için ayırmanı istiyorum." dedi Arden sırıtarak.
..
Arden'in yokluğunda yalnız kalmak istemeyen Zeren yavru kurdu kucaklayıp arkadaşlarıyla sohbet etmek için kampı dolaştı. Güzelliğinden pek çok erkeğin ilgisini çekse de hoş karakteri kızları da kendine çekiyordu, bu yüzden epey arkadaş edinmişti.
"Zereen." Tatlı ve neşe saçan bir ses onu durdurdu. Zeren arkasına döndüğünde koca bir gülümsemeyle yaklaşan Ceyna'yı gördü, "Ah Ceyna. Nasılsın? Olamaz, çok zayıflamışsın. Hiçbir şey yemiyor musun? Kendine dikkat ediyor musun geceleri?"
Soru yağmurunun arasında hayatta kalan Ceyna onu susturmak için öne atıldı ve ince beline sıkıca sarıldı. "İyiyim ben, bu kadar endişeleniyorsan neden annem olmuyorsun?"
Ceyna'nın muzipliği her zamanki yerindeydi, ona dersini vermek için koca yanaklarını sıktı ve kızıl olan cildi daha da koyulaştı. "Wuu acıtıyorsun." Ağlarken kızarmış yanaklarını ovdu, Zeren'in sağına soluna bakındı. "Arden nerede? Hiç ayrılmıyorsunuz sanıyordum."
"Tabi ki ayrılıyoruz, sürekli bir şeylerle meşgul oluyor sonra gelip bana rahat yaşamak istediğini söylüyor." dedi Zeren kızgın bir ifadeyle.
"Merak etme, yakında tamamen ayrılacaksınız." İki genç kızın dikkatini insanı yutkunduran hoş bir ses kesti.
Zeren sesin yönüne döndüğünde güzel yüzü düştü. Ayano her zamanki gibi küçümser bakışlarıyla ona gülümsüyordu. Bunu Ceyn de fark etti, belli ki Zeren bu kişiyi hoş karşılamıyordu. Ceyna tatlı yüzüne kızgın bir ifade yerleştirip bağırdı. "Ne demek istiyorsun?"
"Ne demek istediğimi o biliyor." dedi Zeren'i işaret ederek. "Kimi seçtiğini zaten biliyorsun. Bu gece onu kendime alacağım, o zamana kadar kısacık vaktinizin tadını çıkart." Ayano ellerini bacaklarının arasına götürüp oraya sıkıştırdı.
Zeren karşısındaki bu kadının 'bana dokundu.' dediğini hatırladığında dişlerini sıktı, yatıştırdığı öfke ve acı tekrar kalbine hücum etti. Neyse ki bu kez Ayano uzun kalma niyetinde değildi, onun huzurunu bozduktan sonra uzaklaştı.
Ceyna da kadının davranışlarına sinirlenmişti ama bahsettiği şeyler Arden'le ilgiliydi. Arden bu kadını mı seçmişti cidden? Buna pek inanmadı, o hep Zeren'le birlikteydi ve bu kadınla hiç yan yana görmemişti ama kadının ne kadar güzel olduğunu düşündüğünde şüphelenmeden edemiyordu. "Gerçekten terbiyesiz.. Üzülme Zeren, gerçekten onu seçmiş olamaz."
"Ne hakkında konuşuyorsunuz?" İki genç kız gelen sesle irkildi. Arden ve onun arkasında Klaus ormandan onlara doğru yürüyordu.
Ceyna ona kısa bir bakış attıktan sonra yüzünü başka yöne çevirdi. "Hıh. Zeren'i üzdüğünü duydum sıçan avcısı, seni affetmiyorum."
Arden'in ne olduğu hakkında yine hiçbir fikri yoktu, şaşkınlıkla Zeren'e baktı ama o da 'hıh'layıp uzaklaşmaya başladı. "Ne oluyor yine?"
Klaus kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı, bununla birlikte neşesi yerine gelmişti. "Tek zorluk yaşayanlar biz değilmişiz, sıçan avcısı bile zor durumlarda kalabiliyor." Yüzünde tatmin olmuş bir ifade vardı, intikamını almış gibi neşeyle uzaklaştı.
Geriye tek başına Ceyna kalmıştı, Arden uzaklaşmadan önce bugünkü yemeklerden yememesi için sertçe uyardı.
..
Akşama doğru Eren ve birkaç kişi yanlarında çok miktarda etle kampa geldi. Ne eti olduğunu anlamamaları için özellikle etleri dilimlemişlerdi. Kamp ateşleri yakıldı ve çok miktarda et pişirildi, çok miktar olsa bile bu insanlar için tek öğünden ibaretti.
Etler haddinden fazla ateşte kalırken pek çok kişi itiraz ediyordu ama Eren onları dinlemeyip pişmelerine izin verdi.
Sadece muhafızlar dışındakilere et verilmişti ancak bazı siviller de eti yemeye yanaşmadı, neler olduğuna dair fikri olan birkaç düzine insan vardı lakin bir şey söylemediler. Bunlara Ceyna da dahildi, o da arkadaşlarını uyarıp yememelerini söyledi.
Ne yediklerinden habersiz insanlar yemeklerini yedikten sonra uzun zamandır olmayan bir şey tüm insanlara bu diyarın dehşetini tekrar hatırlattı. Yüksek bir ses tüm ormanı sardı, şiddeti yeri ve göğü inletti.
Devin nefesi dedikleri şey tekrardan vuku bulmuştu, kampın biraz olsun düzenlenmiş durumu tek seferde yine huzursuzluğa döndü ve tehlikeden bir süredir uzak kalmış ruhlar tehlikenin hemen yakınlarında olduğunu hissetiler.
..
Gecenin örtüsü kampı karanlığa boğduğunda ateşler söndürüldü ve insanlar havanın soğumasıyla birbirlerine yaklaştı. Zeren de tüm gün boyunca dalgındı ve düşüncelerden sıyrıldığında kendisinin Arden'in göğsünde olduğunu fark etti. 'Ne zamandır?'
Zeren başını onun göğsünden kaldırmadan önce o alıştığı kokuyu çekti, sadece bu kişiye özel olan ve başkasından alamayacağı o koku. Başını kaldırdığında onun ay ışığıyla parlayan yüzüne baktı. Yakışıklı yüzünün sanki normal ifadesi buymuş gibi hafif bir gülümseme vardı ve gözleri her zamanki gibi keskin bakıyordu. Zeren'in kafasını kaldırıp ona baktığını fark ettiğinde ona güzel bir gülümseme verdi.
Zeren'in gözleri ona bakan gençte asılı kaldı, kalbinin aniden çılgınlar gibi atmaya başladığını hissediyordu. Bütün gün Ayano'nun onu alacağını söylediği zamanı düşünmüştü ve kalbi huzursuzlanıyordu ama şimdi kesin bir düşünce tüm kalbinde filizlendi, onu kaybetmek istemiyordu.
Arden kendisine bakan güzel gözlere baktı, ışıl ışıl parlıyordu. Ay ışığı onun yüzünün yarısını aydınlatıyordu, ıslak dolgun dudakları parladı ve güzel yüzü kızarmaya başladı. Arden istemsizce yutkunmadan edemedi ancak bir an sonra Zeren'in gözlerinden bir çift yaş dudaklarına doğru süzüldü.
Arden'in şaşkın bakışları arasında Zeren, "Söylemek istediğim bir şey var." dedikten sonra tekrar onun göğsüne sokuldu, ağladığından olacak ki konuşurken yüzünü göstermek istemiyordu. Arden onu onaylarcasına göğsünde duran başı okşadı ve konuşmasını bekledi ancak epey bir zaman bekledikten sonra ses gelmeyince eğilip yüzüne baktı.
"Uyumuş.."
25. Bölüm Sonu.
Not: Bu bölüm son aksiyonsuz bölüm.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..