“…”
Han sesin varlığından tamamen arınmış gibiydi. İnsanın düşüncelerini dahi donduran sessizlik sağır edici ve ölümden farksızdı.
Hiç kimse düşünemiyor, ağızlarını açıp bir kelime dahi edemiyorlardı. Heykelden farksız bir şekilde duruyorlar ve inanamaz bir şekilde önlerindeki vuku bulan olayın sonucuna bakıyorlardı
Nefeslerini tutmuşlar, önlerindeki siyah kedi maskesi takan çocuk ve dev cüssesi ve kişiliğiyle herkesi usandıran, şu anda yerde ölü gibi yatan şövalye arasında gidip geliyordu bakışları.
Hiçbiri böylesine bir sonucun gerçekleşmesini bırak, var olduğunu bile düşünmemişti.
Hepsinin merakı artmış ve gizemli, maske takan bu şahsın kim olduğunun kim olduğunu öğrenme isteği doğmuştu içlerinde.
‘Eğer sarhoş olmasaydı muhtemelen tek yumruğunda diğer tarafı tekrar boylardım!’ diye bir düşünce belirdi Alastair zihninde ve soğuk bir nefes alarak önünde baygın adama dikti gözlerini.
Alastair’in bunu düşünmesinde bir yanlışlık yoktu. Karşısındaki adam gayet iriydi ve kesinlikle salt güç konusunda ondan sayısız kat daha güçlüydü. Dayanıklılık konusunda da kesinlikle adam onu yerle bir edebilirdi. Yüzleşmiş olduğu adam ağır antrenmanların sonucunda kendisini geliştirmiş ve güçlendirmiş birisiydi.
Alastair de kendisini antrenmanlar ve egzersizler yaparak geliştirmişti ama kendisi daha çok hız, çeviklik üzerineydi. Kendisi yaşıtlarından bir tık daha güçlü olduğunu iddia edebilir ve kanıtlayabilirdi ama söz konusu önündeki adamsa bu konuda kesinlikle ondan çok ama çok öndeydi.
Kılıcı kınından çıkartıp öldürme niyetiyle saldırmadığı sürece Alastair’in adamı yenme ihtimali neredeyse yoktu. Ancak adam sarhoştu ve düşünmeden harekete geçerek davrandığından dolayı kılıcının kınını serçe adama vurarak bayıltabilmişti.
‘Khan’dan daha iriydi!’
İki adamın karşılıklı görüntüsü gözlerinin önüne gelmişti.
Demin yaşanan olayın kendisine yaşatmış olduğu adrenalin patlaması kalbinin hızlı atmasına sebep olmuştu; adamın maskesini çıkartıp kimliğini açığa çıkarmasından korkmuştu. Derin nefesler alarak kendisini sakinleştirmeye çalışıyor ve bir sonraki adımının nasıl atması gerektiğini düşünüyordu.
Maskeyi denklemin dışında bıraktığında dikkat çekmemek için uğraşmış olduğu gayet ortaydı ve bu çabalarının sonucu önündeki adamla yapmış olduğu kısa süren han kavgası yüzünden büyük bir darbe almıştı.
Alastair duruma öfkelenmiş ve planladığı şekilde gitmemiş olmaması bütün şövalyelerin kemiklerini teker teker kırmak istemesine sebep olmuştu.
Ne yazık ki elinden bir şey gelmiyordu. Çaresiz bir şekilde durumun akışını takip ediyordu.
“Hey küçük kedi!”
Alastair öfkeyle derin bir nefes verdi ve dişlerini gıcırdatarak kendisine seslenen, sarhoş olduğu bin kilometre öteden bile fark edilebilen şövalyelere baktı.
İçindeki öfkenin kontrolü ele almasına izin vermek gibi bir isteği bulunsa da durumları buna izin vermiyordu. Kendisini sakinleştirmek için tekrar ve tekrar derin nefesler aldı.
Bir çıkış yolu düşünmeye çalıştı.
Hepsi yere devrilen şövalye gibi kaslı ve iriydi; şiddetli eğitimin kendilerini pakladığı belliydi. Ancak yerdeki kadar büyük de sayılmazlardı ve özellikle de kendisine seslenen adamın boyu oldukça kısaydı. Kendisiyle arasında bir kafa boyu fark bulunuyordu denebilirdi hatta.
Yine de şişkin pazıları ve sinirli yüz ifadeleri kendilerini korkutucu gösterme konusunda iyiydi.
Hepsi kendilerinin öncüsü olan iri adam gibi kör kütük sarhoştu ama altı kişilik bir ekip olmalarının getirdiği sayı avantajı onların sarhoşluk dezavantajını gayet de ortadan kaldırıyor gibi denebilirdi.
Alastair, kendisini altı büyük dağın arasında sıkışmış minik bir tepecik gibi hissetmekten alıkoyamamıştı.
‘Neden taktığım güzeller güzeli kedi maskemden rahatsız olmak zorumdaydın ki? Hadi rahatsız oldun, ne diye benimle bir kavga çıkartmaya çalıştın ki? Seni geri zekâlı, sarhoş şövalye bozuntusu!’ diye homurdandı gözünün ucuyla hâlâ baygın yerde yatan adama bakarken ama dediklerini dillendirmeyip zihninde kaldığından emin oldu.
Bir başka problem daha istemiyordu. Elindekiler yeterde artardı.
“Minik kedicik evde durmalıydı,” diyerek ayağa kalktı diğerleri arasında kısa boyuyla öne çıkan Joe ve ağa kalktı; diğerleri de onu takip etti.
Yüzlerindeki iğrenç gülümsemeleriyle birlikte parmaklarını kütlete kütlete çocuğun üstüne yürümeye başlamışlardı
Amaçları çocuğu sadece korkutmaktı. Belki birkaç fiske atıp akıllandığından emin olmak isterlerdi. Bekledikleri gibi olmamıştı, çocuk geri çekilmemişti. Tam aksine çocuk kılıcını kınından seri bir hareketle çıkardı ve keskin ucunu kendilerine doğrultmuştu.
“Hahaha!”
Güldüler, hayatlarında hiç gülmemişler gibi güldüler. Çocuğun sergilediği cesaret hoşlarına gitmiş, onun çaresiz bir şekilde silahına güvenmiş oluşu kendilerinin zevk alacaklarını gösteriyordu.
Kesinlikle bu çocuğa ders vermeleri gerektiğine o an karar verdiler.
Matien ise karamsarlıkla süslenmiş endişesi ve korkusu yüzünden biriken boncuk boncuk biriken terleriyle birlikte çocuğun başına gelecekleri izliyordu.
Kendisinin elinden bir şey gelmezdi, adamlar iri yarıydı ve kendisinin sözü hiç geçmemişti. Şimdi mi geçecekti? Ayrıca kendisi hayatı boyunca yumruk bile sallamamıştı. Onlara karşı koymak gibi fikre sahip olmak sadece delilikten ibaretti.
Shelly’nin kaptanı çağırmasının yeterli olacağını umuyor da olsa çocuğun kaptan gelene kadar dayanabilmesinin çok zor olduğunun farkındaydı.
Handaki diğer herkeste heyecan, korku ve endişeyle olacakları izliyordu ve bir yandan da tanımadıkları çocuk adına dua ediyorlardı. Ortam gerilmiş, aldıkları hava bile ağırlaşmıştı.
‘Yaratıcı yardımcısı olsun!’
Alastair kılıcının kabzasını daha da sıkıca tuttu ve gözlerini üstüne yürüyen sarhoş şövalyelerin üzerine dikmişti. Onlardan korkmuyordu, kimliğinin açığa çıkmasından korkuyordu. Kararlıydı. Karşısından gelecek olan ilk hamleyi bekliyordu ama içten içe kendisinin işinin de bittiğini düşünmüyor değildi.
‘Hay şansıma! Neden başka bir bedende sıfırdan başlamak gibi bir şansım olmadı ki?!’
“Geri çekilin!”
Kulaklarda yankılanan ses ile, sarhoş şövalyeler anında donakalmıştı; ses oldukça otoriter ve öfkeliydi. Handaki diğer insanlar gergin ifadesi rahatlamayla değişmiş ve yerlerinde sakince oturmaya başlamışlardı.
Sesin sahibi yavaş ve sert adımlarla, elleri arkasında bağlı içeriye girmişti. Kahverengi gözlerinde yanan öfke alevleri birazdan yaşanacak olayların hiç de güzel olmayacağının garantisini veriyordu. Siyah saçları kısa kesilmiş ve özenle şekle sokulmuş gür bir sakala sahipti. Kaş arasından burnunun ucuna kadar uzayan bir yara bulunuyordu.
Bedeni diğer şövalyeler gibi iriydi. Sert koşullar altında eğitmiş olduğu iri bedeni kendisinin imzası gibiydi. Yürüyen bir dağdan farksız gibiydi.
Adam, kollarını dirseklerine kadar katlamış olduğu beyaz, sade ve göğsünde, sağ tarafında cebi olan bir gömlek giymeyi tercih etmişti. Sade, kahverengi pantolonu ve aynı renkteki ayakkabılarıyla birlikte sıradan bir vatandaşın görüntüsünü oluşturmuştu. Görüntüsünü bozan ise ise sırtında taşıyor olduğu kınında duran geniş kılıcıydı.
Otuzlarının ortasındaki adamın yüzündeki öfke bakanın kalplerini titretiyor ve bir daha kendisine bakamamasına sebep oluyordu. Yüzündeki yara izi de eklenince, bir katilin korkutucu suratına sahipmiş gibi gözüküyordu.
“Ama kaptan…” diye sözüne başladı Joe açıklama ihtiyacı hissederek ama adamın surat ifadesinin söylediği sözlerle daha kötüye gitmesi üzerine yutkunarak sustu.
Aynı şekilde yanındaki diğer şövalyeler de suskun durumdaydı ve sarhoş durumlarına rağmen kaptanları olan adamın dediklerini rahatça yerine getirebiliyor ve anlayabiliyorlardı. Anlamak zorundaydılar.
“Defolup gidin! Gözüm görmesin sizi!”
Kaptanlarının öfkeyle taşan hiddetli sesini duydukları anda çil yavruları gidip kapıdan çıkıp dağıldılar. Yerde baygın yatmakta olan arkadaşlarını düşünmek akıllarına bile gelmemişti; kendi canlarını kurtarmayı düşünmek onların öncelikli işiydi.
Kaptanın bağırışını duyduğunda Matien bile pılını pırtısını toplayıp koşarak uzaklara gitmek istemişti. O da hanın boş kalacak olmasını umursamamıştı. Hana adım atmış olan adamın öfkesinin hedefi olmamak için her şeyi yapabilirdi şu an.
Alastair adamın sesini duyduğunda, babasını hatırlamıştı. Karşısındaki adamın sadece ses tonunun korkutuculuğunun yüreklere terör estirmesinin yeterli olduğunu düşünürken sıkıntıyla nefes aldı.
Şövalyelerden birinin adama ‘kaptan’ diye hitap etmesinden dolayı şu an içini bir korku kaplamaya başlamıştı ama kendisini adamın medeniyetten anlayan biri olduğunu düşünerek rahatlattı. Kılıcını belindeki kınına geri koydu ve adamın öfkeyle parıldayan kahverengi gözleriyle buluşturdu kendi ela gözlerini.
Alastair adamı kasabaya indiği zamanlarda hiç görmemişti. Büyükbabası tarafından kiliseye götürülürken kasabaya iniyorlardı. Kasaba hakkında nerdeyse hiçbir şey bilmediğini hissetmeye başlamıştı.
Adam kendi gözlerine bakan çocuğu inceledi bir süre ve gözlerini ondan çekip etrafı incelemeye koyuldu. Parçalanmış bir masa ve sandalyeye ek olarak yere sıçramış yemeğin görüntüsünü gördü.
Kafasını onaylamadığını belirten ifadesiyle iki yana salladı. Bilinçsiz bir şekilde yerde yatmaya devam eden adamının pisliğine bakarken hoşnutsuz ifadesi daha da derinleşti. Matien’in bulunduğu bar kısmına doğru ilerledi.
Matien kendisine doğru gelen adama beceriksiz bir gülümseme sundu. Meraklı bir ifadeyle adamın elinin yavaşça pantolonun cebine gidişini ve ardından bir kese çıkarışını izledi. Bu görüntü kendisini anında rahatlatan ve korkusunun çoğunluğunun kaybolmasını sağlamıştı.
Babasından yiyeceği azarın azalacağına işaretti bu.
“10 altın shinin… Yeterlidir umarım.”
“Tabii, tabii! Yeterlidir!” diye hızlıca yanıt verdi Matien.
Kaptan ardından dikkatini maskeli çocuğa çevirdi. Çocuğun yüzündeki kedi maskesinin gülünçlüğüne rağmen yerdeki baygın şekilde yatan adamının bu hale gelmesindeki sebebin o olduğunu anlaması uzun sürmemişti. Takıyor olduğu maske yüzünden ifadesinden pek bir şey çıkaramayacağını bildiğinden dolayı direkt konuya giriş yaptı.
“Bunu…” dedi ve işaret etti. Tek kaşını kaldırarak devam etti. “Senin eserin olduğunu düşünmem doğru mu olur?”
“Evet, benim eserim.”
Çocuğun özgüvenle söylediği kısa ve net cevabıyla birlikte iki adım atmış ve önüne gelmişti. Kıstığı gözleriyle kendisinin ruhunu delen ela gözlerine baktı. Çocuğun kendisinden korkmadığını ve geri adım atmayacağının göstergesi olan korkusuz bakışlarını fark ettiğinde yüzünde sıcak bir gülümseme oluştu.
“Umuyorum ki ona iyi bir ders verebilmişsindir,” diyerek önündeki çocuğu övdü ve ardından iki kişilik masalardan birine geçti.
Adamın kendisine karşı olan tavrının bir anda değişmiş oluşu içindeki merakın yükselmesine ve gardını yüksekte tutmasına sebep olmuştu.
Şüpheli bulduğu bu durumu düşünürken yüzüne sabit bir ifade kondurmuştu.
“Yine de seninle küçük bir konuşma yapacak olmam, bir sıkıntı oluşturmaz senin için, değil mi?”
Adamın yüz ifadesi sıcaktı ama gözlerinde tehditkâr bir bakış vardı. Alastair rahatlıkla görebiliyordu.
“Nasıl isterseniz,” diyerek adama karşılık verdi ve karşısındaki sandalyeye oturdu.
Matien ikiliye bakarken yüzü garip bir hâl almıştı. Kaptanın herkesi kendisinden olabildiğince uzak tutan sinirli veya soğuk bakışı dışında ilk defa gülümseyen bir ifadeyle görmüştü.
Sıcakkanlı bir şekilde tavır alması kendisinin ilk defa şahit olduğu bir sahneydi; aynı diğer handaki insanlar gibi.
Gözleri o sırada hana girmekte olan Shelly ile buluştu. Shelly de hemen yanında bitirdi verdi Matien’in.
“Yaratıcı aşkına, ne oldu burada böyle?” diye fısıltı tonunda sordu yerde yatan koca adamın durumunu işaret parmağıyla işaret ederken. “Kaptan mı yaptı?”
“Hayır, çocuk yaptı!”
Shelly ağzını açtı, bir şeyler söylemek istedi ama yapamamıştı. Gözlerini maskesiyle gülünç gözüken çocuğa çevirdi ve şaşkınlıkla kırpıştır birkaç kere. Çocuğun figürüyle yerdeki adamınkini karşılaştırmaya başladı ve devam ettikçe bu olay daha da gerçek dışı bir hâl alıyordu.
“Evet, ben kendi gözlerimle gördüğüm halde inanamıyorum,” dedi Shelly’nin dumura uğramış figürüne bakarken.
“Dalga geçmiyorsun benimle, değil mi?” diyerek üsteledi.
Matien omuz silkti ve Shelly’e bir kürek ile süpürge uzattı.
Bar masasındaki kendisine getirilen kirli bardakları temizlerken kendisine seslenen gür ses yüzünden korkudan yerinde sıçardı ama kırılgan gülümseyişiyle hiçbir şey olmamış gibi adama döndü.
“Kediye bir elmalı meyve suyu bana da sert bir şeyler getir.”
“Hemen!”
Alastair, gencin hızlı adımlarla mutfak olduğunu düşündüğü yere gidişini izlerken aklına gelen düşünceyle birlikte kaşları hafif çatıldı ama anında düzeltti.
‘Ben yediklerimin parasını vermemiştim!’
Şu an bu düşünceye fazla takılmaması gerektiğini hissettiğinden dolayı önündeki dağdan farksız bir şekilde duran ve kendisine yukardan bakan adama verdi dikkatini.
“Pekâlâ, ne hakkında konuşmak istersiniz?”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..