Adam, çocuğa hemen karşılık vermedi. Onun yerine içeceklerin gelmesini beklemeyi tercih etti ve öne çıkan görüntüsüyle kendisinin merakını çelmiş olan çocuğu incelemeye başladı.
İçinde garip bir kuşkunun oluşmuştu ve bunu içinden atması kolay olmayacak gibi gözüküyordu.
Yüzündeki maskesinden dolayı çocuğun yüz ifadesini okuyamıyor ve ne hissediyor olduğu konusunda bir fikri yoktu. Çocuğun dudakları düz bir haldeydi, birbirine yapıştırıcı ile yapıştırılmış gibiydi ve ela renkli gözleri soğuktu. İfadesiz bir soğuklukla kaynıyordu.
Çocuğun, kendisinin iri yapısı yüzünden korkmuş bir durumda olup olmadığını anlayamadığı için bir avantaj elde edemediğinin de farkındaydı. Korku aracılığıyla karşısındaki yönlendirebilmeyi ve istediği şeyleri rahatça alabileceğine dair olan inancı bir kenara atılmıştı.
Boyundan ve sesinden anlayabildiği kadarıyla karşısında oturan şahıs bir çocuktu. Bir çocuğa sert yaklaşmaktan hoşlanan biri değildi. Çocukları severdi ve onlarla iyi anlaşırdı. Ayrıca bir çocuğun üstüne gitmek pek de hoş karşılanmazdı ve bulundukları yer bir handı.
Kendisinden başka insanlar da vardı, dedikodu çıkarabilirlerdi. Eğer karşısındaki bir yetişkin olsaydı hiç düşünmeden rahatça sertçe yaklaşabilirdi ve bu durum onun için sorun oluşturmazdı.
Bunların bilincinde olarak daha sakin ve cana yakın bir imaj çizmiş ve o şekilde ilerlemeyi uygun görmüştü. Karşısındaki çocuğu korkutup gardını almasına ve bu yüzden de alabileceği cevapların kısıtlı olması sebep olmak istemiyordu.
Çocuğu sorgulamak istiyordu çünkü adamlarından birini gördüğü kadarıyla bilinçsiz bir bırakmış ve sert bir şekilde cezalandırmış gibi gözüküyordu.
Sabahki yaşanan olayların kasabaya getirdiği huzursuzluğu bir an önce dağıtmak ve herkesin eski hayatlarına dönmesini istiyordu.
Önündeki çocuk ise bunların cevabını taşıyor olabilirdi.
Bir anda ortaya çıkan gizemli ve maske takan figürü kendisinde böyle bir umudun doğmasını ve kuşkunun yükselmesini sağlamıştı. Öte yandan aynı zamanda bir şey edinemeyeceğine dair bir hissiyat da vardı ama denemekten zarar gelmezdi.
Görevinin getirdiği sorumluluğu olabildiğince iyi bir şekilde yerine getirmek için zorundaydı.
“Buyrun,” diyerek ikilinin gergin sessizliğini böldü Shelly ellerindeki istenen içecekleri masaya koyarken.
İstenilen içeceklerin yerleştirilmesinden hemen sonra hızlı ve aceleci adımlarla yerine geçti.
Temizlik işleri için engel olan baygın şövalyenin hâlâ aynı durumda olmasından dolayı sinirli ve rahatsız olmuş olsa da bir şey diyemiyordu. Tek istediği bir an önce ayılıp kendisine gelmesiydi.
Derin bir of çekti ve kafasını iki yana sallayarak işine devam etti. Aynı zamanda kaptan ile çocuğu dinlemeye de çalışıyordu. İyi bir dedikodu malzemesi olacaklar gibiydi.
“Adını öğrenmem de bir sakınca olacağını düşünmüyorum. Doğru düşünüyorum, değil mi?” dedi ve ardından alkollü içeceğinden bir yudum aldı. “Benim adım Thanael. Küçüktoz Kasabası’nın güvenliğinden sorumlu olan kişiyim ve aynı zamanda kasabanın şövalyelerinin de kaptanıyım.”
“Somnus,” dedi çocuk. Kısa ve netti.
Thanael beklentiyle tek kaşını kaldırdı ama çocuk daha fazlasını söyleme girişiminde bulunmayacağını fark ettiğinde hayal kırıklığıyla iç çekti.
Çocuğun hemen savunma durumuna geçmiş olduğunu görebiliyordu. İhtiyatlıydı ve karşısındakine gereğinden fazlasını vermeyeceğini göstermişti. Çocuk ile olan konuşmasının düşündüğünden zor olacağını anlamıştı.
“Pekâlâ, sana birkaç sorum olacak. Senden bu soracağım sorulara dürüst bir şekilde cevap vermeni bekliyorum ve umarım ki öyle olur,” dedi gülümseyerek ve kollarını kavuşturdu. Gözleri soğuk ve tehditkârdı. Karşısındaki çocuğa otoritenin kime ait olduğunu göstermek istiyordu.
“Tabii, ama karşılığında benim de birkaç sorum olacak. Umarım bu konuda siz de benimle iş birliği yaparsınız,” dedi düz bir tonda ve ardından tiksinç bir ifadeyle yerdeki baygın adamı işaret etmişti. “Şu adamın beni rahatsız edip yemeğimi bölmesi konusu da buna dahil.”
Thanael gülümsemesini korumaya devam etti ve başını sallayarak çocuğun kendisine yapmış olduğu anlaşmayı kabul ettiğini gösterdi.
Zararının karşılanmasını ve kendisinin birkaç soru sahibi olması gayet doğaldı. Özellikle de suçlu taraf kendisinin tarafından olunca bu daha da olası ve normal görülüyordu.
“O zaman ilk sorumla başlamama izin ver. Maskeni çıkartabilir misin?”
“Hayır,” dedi kesin bir şekilde ve üzüntülü bir tonda utanarak devam etti. “Doğum sırasında oluşan bir sıkıntıdan dolayı yüzümden mide bulandırıcı bir yara bulunmakta. Anlayışlı olacağınızı umuyorum.”
Karşısındaki çocuk bunları söylerken maskesine dokunmayı ihmal etmemişti ve yenik bir savaşçının gözleriyle kendisine bakmıştı.
İçinde bir acıma duygusu oluştu Thanael’in ve sözleriyle de belirtti bunu, “Umarım bir şekilde ilerde yarandan kurtulursun.”
Çocuğun tavırlarına bakarken ondan maskesini çıkartmasını istemek pek de iyi olacak gibi durmuyordu. Yakaladığı bu güvenilir tavrı kaybetmesi pek de akıllıca olmazdı ama bir yandan da çocuğun gözlemlenmesi gerektiğini de aklının bir köşesine yazdı.
Çocuğu zorlamayacaktı ama kesinlikle onu gözlemlenmesini sağlamalıydı. Şüphesi gittikçe daha da artmıştı.
“Peki kasabaya ne zaman geldin? Ayrıca tek başına mısın?”
“Evet, kasabaya yeni ulaştım. Belki bir saat, belki de iki saat anca olmuştur,” dedi dürüstçe ve gözlerini kıstı sanki doğru bir şekilde hatırlamaya çalışıyormuş gibi cep saatini çıkarıp tam bir süre vermeye çalıştı. “Tek başımayım.”
Alastair olabildiğince az bilgi vermeye ve söylediklerinin doğruluğundan şüphe edilmemesi içinde adamın huyuna giderek ona güveniyormuş gibi yapıyordu. Duygularını olabildiğince iyi bir şekilde ayarlayıp yansıtmaya çalışıyordu.
Babasından öğrendiği eğitimini olabildiğince ortaya dökmeye çalışıyordu.
Adama ne kadar az bilgi verirse o kadar silik bir görüntüye sahip olacağına inanıyordu ama aynı zamanda bu onun daha şüpheli gözükmesine sebep olacaktı. Adamın kendisini gizliden gizliye izleteceğinden emindi. Aynısını Alastair de yapardı sonuçta. Düşük bir profil çizerek bundan kurtulmak kolay olacaktı.
Ayrıca söylediği şeyler ne kadar az olursa aklında tutması o kadar kolay olacak ve üstüne eklemeler yapacağı zaman söyleyebileceği sonraki yalanlar için ilerleyebileceği rotalar daha çeşitli olacaktı.
İleride duruma uygun bir şekilde istediği gibi yalan uydurması kolaylaşacaktı.
Bu sayede güvenli olacaktı. En azından şu anki planı bu yöndeydi.
“Tek başına buraya kadar gelebilmek… Gerçekten cesur olmalısın. Bu sıralar etraf hiç de tekin değil ve tehlike etrafta cirit atıyor. Yanında birisi veya birileri yok muydu?” diye sordu daha da eşelemek için.
Çocuğun söyledikleri kuşkusunu arttırmaktan başka bir şey yapmıyordu.
“Belli bir yere kadar amcamla birlikte gelmiştim. Yaratıcıya şükürler olsun ki yol boyunca bir tehlikeyle karşılaşmadık. Eğer sizin dediğiniz gibiyse gerçekten şanslıymışız,” dedi ve ardından yukarı bakıp dua ediyormuş gibi yaptı. Sonrasında hafif üzüntülü bir tonda devam etti. “Sonrasında amcamla birbirimize veda etmek zorunda kaldık. İşleri olduğunu söyleyip geldiğimiz yoldan geri döndü.”
Unutmamak için Thanael’e söylediği her bir kelimeyi zihninde tekrarlamaya devam ediyor ve ilerde tekrar sorgulanırsa kendisini sağlama alacaktı.
Yine de yapılan sorguya verdiği cevapları bu şekilde seçmiş olması kendisine ilerde sorun çıkartabilirdi. Bundan dolayı olabildiğince hızlı bir şekilde bu minik soruşturmanın bitmesini sağlamalı ve Küçüktoz’dan olabildiğince hızlı bir şekilde ayrılmalıydı.
“Tam olarak nereden geldin? Eğer kasabanın girişlerinden birini kullanmış olsaydın şövalyeler tarafından fark edilmiş olurdun ve tahmin de edebileceğin gibi senin farkında olurdum ve bu konuşmayı burada yapmıyor olurduk,” dedi ve tek kaşını kaldırarak çocuğa olan şüphesini açıkça belli eti.
Vücudunu hafifçe öne eğdi ve ela gözlerin içine delici bir bakış atmıştı. Ruhunu bütün çıplaklığıyla görmeye çalışıyormuş gibiydi.
“Terkedilmiş tarlanın olduğu taraftan geldim. Büyük, terk edilmiş bir ahır ve ağıl da bulunuyordu ama dediğim gibi terk edilmişti.”
“Fae ailesinin mülkünü kastediyorsun,” dedi ama devam ettirmedi.
‘Oradan geldiysen tabii ki de fark edilmemiş olursun!’ dedi zihninde sıkıntıyla.
Çocuğun kasabaya geliş yolunu söylemesiyle bulundukları durumun sıkıntısını daha iyi bir şekilde anlamıştı. Bu konuda acilen bir şey yapılması gerekiyordu. Özellikle de gelecekte yaşanabilecek potansiyel sıkıntıları düşününce durumlarının taşıdığı kritiklik daha üst seviyelere çıkıyordu.
Bu duruma olan en güzel örnek karşısındaki Somnus adındaki çocuğun kendisi verilebilirdi.
Fae ailesinin Loerler ile olan ortaklığı tamamen kasabanın zararına olmuştu. Kasabayı tamamen terk etmişler, bunun sonucunda ise üstlendikleri orman tarafının koruyuculuğu rolü tamamen ortadan kalkmışt ve yeni tehlikelere kapı açmıştı.
Eskiden Fae ailesinin mülkiyetini korumaları gerekmesi dolaylı yoldan kasabanın da bir bölümünün korunmasını sağlıyordu. Ancak şu an yokluklarından dolayı kasabanın adam gereksiniminin artacaktı ve şu anki çalışan şövalyelerinde saati de oldukça değişecekti.
Ek olarak kasabanın bu gereksinimi karşılayabilecek sayıda adamı bulunup bulunmamasıydı ve şövalyelerin değişen saatlerden dolayı sinirli ve rahatsız olmuş olacaklardı.
Oldukça sıkıntılı günler kendisini bekliyor gibiydi.
“Tamamdır. İş birliği için teşekkürler Somnus. Yine de senden bir süre boyunca kasabadan ayrılmamanı istemek zorundayım. Ne olur ne olmaz, tamam mı?”
Maskesinin ardında kaşlarını kaldıran Alastair bir şey demedi, ne de vücut diliyle bir cevap verdi. Bir heykelden farksızmış gibi öylece durdu bir süre ve ardından sorgu sırasının kendine geçtiğine karar kıldı.
“Maalesef ki kasabada daha fazla kalamayacağım,” diyerek Thanael’in isteğini reddetti ve devam etti. “Dediğim gibi buraya amcam tarafından bırakıldım ve onunla yolları ayırmak zorunda kaldım. Eğer amcamın işi çıkmamış olsaydı beraber ilerleyecektik ama şimdi tek başıma ilerlemek zorundayım. Buraya bir konvoyla yoluma devam etmem için bırakıldım.”
Thanael çocuğun dedikleriyle birlikte düşünceli bir şekilde kaşlarını çattı.
Çocuğun buraya varış saatini düşününce dediklerinin doğru olma olasılığı yüksekti ve ayrıca kendisinin geldiği tarafta kimsenin olmamasından dolayı bunu onaylama yoluna da sahip değildi.
Çocuğu bırakmak istemiyordu.
Çocuğa konvoylar hakkında yalan söylemek istedi ama handa kalıyordu ve bu, yalanının anında ortaya çıkmasına ve kazanmış oldukları güvenin bozulmasına sebep olacaktı. Kasabanın imajını da kötü etkileyecekti.
Çocuğa karşı hissettiği onu kuşkusu onu esaret altında tutması yeterince güçlü bir sebep oluşturmuyordu. Elle tutulur delillere ihtiyacı vardı ama çocuğun sözleri dışında bir şey yoktu elinde. Şahitlerin hepsi kasaba içindeydi. Dışarıya birilerinin konmaması tamamen kendi suçuydu.
Thanael derin bir nefes alıp pes ederek derin bir nefes alıp ayağa kalktı ve cebinden bir başka kese çıkarıp masanın üstüne koydu.
“O zaman eminden bir şey gelmez. Umarım bu sana vermiş olunan rahatsızlığın geri ödemesi olarak kabul edilebilir Somnus ve kendine dikkat et.”
“Siz de kendinize dikkat edin, Bay Thanael!” diyerek saygıyla karşılık verdi.
Thanael’in yerde hâlâ baygın yatmakta olan adamı sırtlayıp götürüşünü izledi.
Onların handan çıkmasının ardından üstüne tarif edilemez bir yorgunluk çöktü anında.
Yerde yatan adamla olan mücadelesi ve kaptanla yapmış olduğu konuşması hem fiziksel hem de zihinsel olarak kendisinin yeterince yorulmasına sebep olmuştu.
Bir süre daha baktı masanın üstündeki keseye ve ardından alıp yavaş adımlarla kendi odasına dönmeye karar verdi.
Alastair odasına girdiği anda çalışma masasına yöneldi ve hissettiği yorgunluğa rağmen içinde yükselen meraka mâni olamayıp keseyi masanın üstüne koydu. Keseyi ilk eline aldığında ağırlığını hissetmişti. Daha fazla beklemeden kesenin ağzını açtı ve içindekileri masanın üstüne boşalttı.
Masanın üzerine düşen shininlerin çıkardığı sesleri dinlerken gözleri parıldadı. Yüzünde geniş bir gülümseme yerini almıştı bile. Masanın üstünde 8 altın shinin bulunuyordu. Sevinçten bağırmamak için kendisini tuttu ve hızlıca parayı kendi siyah kesesine koydu. Ardından yatağına doğru ilerledi ve aklında tek bir düşünceyle uykuya daldı.
‘Hem yemeği bedavaya getirdim hem de üstüne para aldım!’
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..