Konvoyun izlediği güzergâh yıllar boyunca yapılan yolcukların sonucunda oluşmuş olan bir patika üzerinden ilerliyordu. Al Orman’ın içinden geçen bu patika zamanında birçok konvoyun soyulmasına veya tamamen ortadan kaldırılmasıyla ünlüydü.
Tabii ki bunların hepsi çok eskide kalmış ve neredeyse artık unutulmuştu.
Eski zamanlarda konvoylar Al Orman’ın tam ortasından geçen bu patikayı güzergâhlarına katmak yerine ormanın güney tarafında bulunan ama oldukça uzun ve karmaşık bir yolu tercih ederlerdi. Çünkü güvenliydi ama kendilerine ekstra zamana mâl oluyor ve ayrıca yorucu bir yolculuk geçirmelerine sebep oluyordu.
Ortadan geçen patikaysa ilk zamanlarda sıkıntısız bir şekilde görevini yerine getiriyor, herkesin yolunu kısaltarak zamandan ve enerjiden tasarruf etmelerini sağlıyordu. Herkesin favorisi olan en önemli yollardan biriydi ama nihayetinde hırsızlar ve başıboş birçok silahlı kişiler tarafından yuva edilmişti.
Güneydeki yolda da hırsızlar bulunuyordu ama orada konvoyun kendisini savunması daha kolay oluyordu ve hırsızlar da oralarda pek dolaşmamayı tercih ederlerdi çünkü ormandaki vahşi hayvanlara yem olabilirlerdi. Sonuçta sayıları genelde az oluyordu hırsızların.
Ortadan geçen yol gayet düz ve etrafı sık ağaçlarla çevriliydi, vahşi hayvanlarla da pek karşılaşılmazdı. Tabii ormanın derinliklerine ve ormanını sınırlarının biraz ucunda karşılaşılması mümkündü. Ortadan geçen yol bu sebepten ötürü hem hırsızlar hem de konvoyların ilgisi bu yoldaydı.
Sonucunda ise Al Orman’a ismini veren kanlı olaylar silsilesi baş gösterdi.
Konvoylar ilk başta bunu umursamadı ve sadece bir avuç beceriksiz yolcunun uydurması ve rakip tüccarların oyunu olarak düşündüler. Birbirleriyle olan rekabetleri akıl almazdı.
Olaylar arttıkça ve söylentiler daha da ciddi bir şekilde yayıldıkça herkes olayın ciddiyetini bir nebze de olsa kavramış, konvoylarının savunmasını arttırmak için kiralık askerler tutmaya başlamışlardı. Bu da kiralık askerlik işlerinin pik noktalarından biri olmuştu.
Olaylar bu şekilde bir süre bastırıldı ve yine unutuldu. Bazıları orta patikayı tamamen ardında bırakıp güney patikasında yolculuk yapmaya devam ettiler. Zamandan ve enerjinin fazla harcanışını canlarından öteye koyamamışlar ve kendi güvenliklerini seçmişlerdi.
Tabii, bu her şeyi değiştirmemişti çünkü hâlâ orta patikayı kullananlar vardı.
Orta yol katliam günü geldiğinde her şey oldukça sıkıntılı bir hâl aldı. Hırsızlar da konvoy liderleri gibi paralı asker kiralıyordu ve hatta kendi paralı askerlerini konvoylara sızmaları için yolluyordu. Aynısı konvoylar için de geçerliydi, onlar da aynı planı uyguluyordu.
İşte bu şekilde Al Orman’ın orta yolu kana yeterince doymuş olduğu dehşet verici bir savaşa şahitlik etmişti.
Hırsızlar ve yolcular kıran kırana mücadele ederek her şeyleriyle savaşmışlardı ve sonucunda krallığın direkt müdahalesiyle hırsızlar tamamıyla yoldan silinmişti. Krallığın işe el atmasıyla yol yine güvenli halini geri kazanmıştı. Savaştan sonra şövalyeler orada nöbetler tutuyordu ama hırsızlık vakalarının zamanla yok olma derecesine gelmesiyle birlikte bu da bırakılmış, orta yol tamamen bırakılmıştı.
Orta yol artık tamamen tarafsızdı, hâlâ arada konvoylara saldırıların düzenlendiği, göze batmayan bir yol olarak kalmıştı. Zaten de artık pek de bu yolu kullanan da kalmamıştı.
Güvenli değildi ama tehlikesi de öyle yüksek değildi. Vahşi hayvanlar tek sıkıntıydı, onun da çaresine bakıyorlardı yolun kullanıcıları.
Güneş son ışıklarıyla herkesi mest etmeye devam edecek şekilde parıldamaya devam ediyordu. Ormanın canlı yapısı sıkıcı geçen yolcuğun biraz daha tolere edilebilir kılıyordu ama aynı zamanda içinde gizlediği tehlikesinin de göz ardı edilmesini sağlayan bir görüntü sunuyordu.
Konvoy büyük değildi. İki küçük yolcu arabasından ve geniş, üstü örtülmemiş bir yük arabasından oluşuyordu. Birbirine bağlanmış yolcu arabaları sağlıklı ve güçlü iki at tarafından bir sıkıntı olmadan çekiliyordu. Yük arabasıysa o da sağlıklı bir at tarafından çekiliyordu.
Bunların dışında dışarı da arabanın etrafını saran ve korumalık görevini üstlenen altı at daha bulunuyordu. Bu atlardan en önde olanı konvoyun liderliğini üstlenirken diğer beşi de etraftan gelebilecek herhangi bir tehlikeye karşı titiz bir şekilde etraflarını gözlemlemeyle görevlilerdi.
Aliena’nın teklifini kabul ettiği günden beri konvoyun koruma bölümünde çalışan Alastair’in göz altlarındaki morluklar iyice kendini belli etmeye başlamış, yorgunluğunun nişanesi olarak şanlı bir şekilde yerlerini almışlardı.
Üç gün boyunca kısıtlı bir şekilde dinlenmelerle, at üstünde etrafı izlemesiyle ve bir gün de gecesini tamamen nöbetiyle harcayarak kendisine atanan görevi yerine getirmeye çalışması yüzünden kendisinin tamamen bitik durumdaydı.
İyi bir dinlenmeye, duşa ve stresten uzak bir şekilde hiçbir şey düşünmemeye ihtiyacı vardı.
Alastair bu durumundan ne yakındı ne de Aliena’ya özellikle belirtip dinlenmeye çalışmıştı. Kendine verilen görevi layığıyla kabullenmiş ve geçici bile olsa olabildiğince iyi bir şekilde yerine getirmeye çalışmıştı.
Babasından öğrendiği bir başka şeydi. Öğrettiklerinin işe yarıyor olmasına sevinmeli miydi yoksa bunu düşünürken ona müteşekkir oluşundan nefret mi etmeliydi bilemedi.
Öte yandan yaptığı bu seçimin bu kadar zorlu olacağını pek de düşünmemişti. Ağzında gümüş kaşıkla doğmuştu ve her ihtiyacını rahatlıkla karşılayabilmiş soylu sınıfının bir üyesiydi.
Dış dünya ile olan tecrübesizliğinin de oldukça belirgin ve yüksek oluşu da göz önünde alındığında bu işi meslek olarak yapan insanlara karşı olan saygısı büyük ölçüde artmıştı.
Şanslıydılar ki Küçüktoz’dan ayrıldıkları günden beri geçen o üç günde aşırı tehlikeli bir şey olmamıştı. İlk gece karşılaştıkları dört vahşi kurttan oluşan küçük bir grubun dışında gayet normal ve güvenli bir yolculuk geçirmişlerdi.
İyi yandan bakıldığında o karşılaşma Alastair’in parladığı zamanlar olarak görülebilirdi. Aliena’nın Thanael’den duyduklarını eylemleriyle kanıtlayıp aralarındaki ilişkinin daha güçlenmesini sağlamış ve diğer üyelerinin kendisine olan güvenlerinin de artmasını sağlamıştı.
Baya işe yarayan bir andı kendisi için.
Yarı açık ela gözleriyle etrafını inceleme devam ederken kısa bir süre gözlerini kapadı ve atın üstünde dengesini sağladıktan sonra gerindi.
Vücudu öyle bir tutulmuştu ki çıkan çıtırdama seslerinin her bir kemiğinden geldiğine yemin edebilirdi. Güneş’in azalmaya başlayan canlandırıcı ışığına rağmen gözlerindeki ışık da yarı yarıya sönmüş durumdaydı.
Yorulmuştu ve gözlerini kapattığı anda uyuyacak durumdaydı.
“Ara verelim! Hem atları dinlendirmemiz lazım hem de kendimizi,” diyerek konvoyu durdurdu Aliena.
Bunu duyduğunda Alastair’in yüzünde şükran dolu bir ifade belirdi. Çökmek üzere olduğuna dair alarmlar veren vücudunun isteğini yerine getirerek attan indi ve diğerlerinin yaptığı gibi Aliena’ya uzattı ipini.
Gözlerini yolcu vagonundan çıkmış olanlarının kurmaya başladığı kamp ateşine çevirdi.
Aliena çocuğun dayanıklılığına saygı gösterirken gülümsedi ve atları bağlamak için ayrılmadan önce Alastair’i övmeyi ihmal etmedi, “Göründüğünden daha dayanıklıymışsın ufaklık! Gerçekten bu görevler için biçilmiş kaftansın!”
Hissettiği yorgunluktan dolayı onun dediklerine hafif bir gülümseme ve baş sallamasıyla karşılık vermişti. Gözleri hâlâ yere serilmiş olan örtünün üzerindeki yemek malzemeleri ve ateşin üzerine yerleştirilmiş olan siyah kazanın üzerindeydi.
Pek acıkmamıştı ama yiyecek bir şeylerin olması güzeldi. Yorgunluğunu bir an da olsa kafasından uzaklaştırması için iyi bir yol olabilirdi.
“İtiraf etmeliyim ki seni koruma grubundan biri olarak almış olsam da bu kadar dayanabileceğini hiç düşünmemiştim,” dedi Aliena atları bağlamasından sonra Alastair’in yanına gelip gülümseyerek. “Ama korkma, seni daha fazla yormayı planlıyor değilim. Senin yerini Jarold alacak. Dinlenmeyi hak ettin ama yarın akşam yapacağımız yemek molasından sonra Brook’un yerini alacaksın. Umarım bir günlük dinlenme senin için yeterli olacaktır.”
“Lider olan sizsiniz, Bayan Aliena. Geçici bile olsa sizin çalışanınızım. Kabul etmemem size karşı gelmem anlamına geliyor ve buna hakkım olduğunu düşünmüyorum.”
Aliena Alastair’in dediklerine kahkaha attı ve kafasını iki yana salladı. Çocuğun dedikleri normal çalışan ve üstü arasında olması gereken bir tutumu açıklıyordu ama Aliena’ya göre böyle bir şey kendisinin tarzı değildi.
Kendisi için çalışanları birer araç olarak görmekten çok, onları yoldaşları olarak görmeyi tercih ediyordu.
Alinea, Alastair’in dediklerini düzeltti, “Tabii ki karşı gelme hakkına sahipsin! Oradan bakınca elimde kırbaçla seni köle gibi çalıştıracak birine mi benziyorum? Dediğin isyan etme tarzında bir anlamdaysa tabii öyle bir hakkın yok ama yine de kendi fikirlerini benimkilerle ters düşse de belirtmen iyi olur. Farklı görüşler her zaman iyidir. Çoğu zaman… Çoğu zaman iyidir!”
Alastair gülümsemiş ve başını sallayarak onayladı. Kendisinin sahip olduğu tecrübe altında yaşayan köleler ile kendileri arasındaki efendi-köle ilişkisiyle sınırlıydı. Bu yüzden böylesi bir görüşe sahip olması kendisi için gayet haklı gözükmüştü ama Aliena’nın dediklerini göz önünde bulundurunca dediklerindeki haklılığını görebiliyordu.
‘Herkesi umursuyor ve olabildiğince herkesle ilgilenmeye çalışıyor. Her görüşe saygı duyuyor ve herkesin durumunu göz önüne alarak işlerini halletmeye çalışıyor. Hatta görev atamalarını da ona göre ayarlıyor. Kesinlikle saygı duyulması ve örnek alınması gereken biri.’
Alastair’in bu düşünceleri yersiz değildi. Aliena’nın işleri nasıl hallettiğini ilk elden tecrübe etmişti. Altında çalışan her bir adamın kişiliğini, en iyi olduğu konuyu biliyor ve ona uygun olarak görev atamasını gerçekleştiriyordu.
Hatta koruma sırasında devriyenin nasıl değişmesi gerektiği konusunda bile ayarlama yaparken özenle çalışmış, herkesi ona göre ayarlamıştı ve kendilerine bile sormuştu uygunluğu konusunda. Hiç kimseye sert bir şekilde patronluk taslamıyor, en iyi arkadaşı ve hatta aynı mevkiden biriymiş gibi davranıyordu.
‘Soylularla kıyasladığımda…’ diye düşündü Aliena’nın enerjik şekilde diğerleriyle olan etkileşimini incelerken. ‘Kendisi peri masallarındaki onurunu üstünden atmayan neşeli ve herkesin gözdesi olan kahramanlara benziyor.’
İki saatlik sürenin ardından konvoyun aşçısının seslenişiyle herkes ellerinde tepsisiyle kazanın önünde sıraya girmişti. Dumanı üstünde tüten sıcak çorbanın iştah açan kokusu, konvoydakilerin gürültülü karın gurultularının ve gülümsemelerinin sebebi olmuştu.
Alastair örtünün üzerindeki tahta tepsilerden birini almış ve hemen kuyruğa girmişti. Yemeğin kokusu onun da gülümsemesini genişletirken yorgunluğunu anında unutmasına sebep olmuş ve bir anda iştahı açılmıştı. Gözlerindeki ışıltı tekrar harlanmıştı.
Kendisine sıra geldiğinde ellili yaşlarındaki uzun boylu, hafif zayıf olan adamın yüzündeki gülümsemesiyle ona uzattığı çorbayı aldı ve ardından örtüye geri dönüp iki küçük ekmek, bir yeşil elma ve kaşığını aldı. Bir süre ayakta durup gruba yakın boş bir ağaç aradı ve buldu.
Çorbasından bir kaşık almış ve ardından derin bir iç çekmişti. Konvoyun aşçısının yaptığı çorba önceki yemekleri gibi yine güzeldi. Aşçının, ünlü olmasa bile, eskiden bir soylunun altında çalıştığını öğrenmişti.
“Afiyet olsun ufaklık!”
Aliena’nın izinsiz bir şekilde yanına oturmasına bir şey dememiş ve sadece başıyla dediklerini onaylayıp yemeğine odaklanmıştı.
“Piknik yapmak gibi, değil mi?” diye sordu ama ardından daha ciddi bir ton takındı. “Konvoydaki korumalık tecrübenin nasıl gittiğini anlat bakaım.”
Alastair yalan söylediğinde bir kazancının olmadığını bildiğinden dürüst olmayı tercih etti, “Aşırı yoruldum. Omuzlarımda dağlar kadar yük olmuş gibi hissediyorum. Ölesiye yorulduğumu kabul edebilirim ama yine de iyi bir tecrübe olduğunu da eklemem lazım. Hiç bu kadar zorlandığımı hatırlamıyorum.”
Aliena başını salladı ve çocuğun saçlarını karıştırmaya başladı. Gözleri mutlulukla parıldarken bir süre öylece Alastair’in yorgun figürünü izlemiş ve ardından konuşmaya başlamıştı.
“Eğer bunu bir meslek haline getirirsen birkaç ay içinde muhtemelen alışırsın. Yine de takdir edilesi bir azmin olduğunu söylemem gerek. Kaç yaşındasın? On dört mü, on beş mi? Belki de on üçsündür. Çok genç gözüküyorsun, bilemiyorum. Her neyse, diyeceğim şu ki; bu azmini korumaya devam edersen iyi yerlere gelirsin.”
Ardından elmasından büyük bir ısırık almıştı.
“Teşekkürler efendim,” diyerek karşılık verdi saygılı bir şekilde ve en başından beri sormak istediği soruyu sordu. “Sizin büyücü akademisine katılmak için ne yapılması gerektiğine dair bilginiz var mı?”
Aliena’ya sormuştu çünkü o bir konvoy lideriydi ve her yeri gezdiğini düşünüyordu, en azından birçok yeri gezdiğini. Potansiyel olarak bu da onun birçok şey hakkında bilgi sahibi olduğu varsayımına itmişti Alastair’i. Onun büyücü akademileriyle ilgili bilgi sahibi olma olasılığını az olduğunu düşünse bile belki başka yerlerden bir duyum almış olduğunu umuyordu.
Ya da kendi bağlantılarını önerebilirdi ama bu büyük ihtimalle kendisine pahalıya patlar gibiydi.
Çocuğun sorusu yüzünden şaşkınlıkla kaşlarını kaldırdı ve sebze çorbasından aldığı yudumunu yavaşça yuttu. Gözlerine hafifçe kıstı ve düşünür bir pozisyon aldı.
“Şuradaki çocuğu görüyor musun?” deyip işaret etti kaşığıyla Aliena ve devam etti. “O da senin gibi aynı soruyu sormuştu. Her neyse. Yanlış bilmiyorsam Sarıparıltı’da bulunan kilisedeki papazın akademilerden biriyle bağlantısı olması lazım. Papaz olmayabilir, yetkili herhangi biri de olabilir.”
Alastair teşekkür ettikten sonra önündeki sebze çorbasına odaklandı ve hızlıca yemeğini yedi. Elmasını yemeden önce bir süre bekledi ve akşamın güzelliğiyle etrafını inceledi. Gözlerini kapadı bir süre ormanın sesini dinlerken.
“Büyücü olacaksan ilerde bizimle çalışman için teklifimi şimdiden yapıyorum o zaman. Seninle iyi şeyler yapabiliriz,” diyerek Aliena imkânını kullanmayı denedi.
“Büyücü olursam muhtemelen bütün krallığı gezmek gibi planım var,” diyerek nazikçe reddetti ve ardından iyi geceler dileyerek yolcu arabalarından birine geçip gözlerini kapadı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..