Oturur pozisyonda kafasını arabanın penceresine dayamış bir şekilde yatmakta olan Alastair yüz ifadesi sertti, hiç de rahat görünmüyordu. Sanki kötü bir rüya görüyormuş gibiydi.
Siyah kına sahip kılıcı kucağındayken beyaz olanı hemen sağ tarafında dikili bir vaziyette bulunuyordu. Alastair’in eli siyah kılıcının kabzasının üzerindeydi, rahatsız bir şekilde sanki bir saldırıyı bekliyormuş gibi gözüküyordu.
Arabanın içi küçük olarak görülebilirdi ve uzun yolculuklar için pek de uygun bir araç da sayılmazdı ama başka bir sorunu yoktu neyse ki. Alastair bulunduğu durum içinde daha iyisini bulamayacağının farkındaydı; gece vakti dışarda atıyla yapayalnız olmaktan katbekat daha iyiydi.
Alastair sıkıntılı yatış şeklinde yatmaya devam ederken kapısının hafif ve yavaşça açılmasıyla birlikte anında gözlerini açmış, kendini savunmak için kabzasını tutuyor olduğu kılıcı sert ve ani bir hareketle çekerek savunma pozisyona geçmişti. Diğer kılıcını da çekmeyi unutmamıştı, kapıdan çıkacak kişinin ölümünü garantileyecek gibi duruyordu.
Ölümcül bir delme veya keskin bir kesme saldırısıyla hoş geldin diyecekti.
Gözleri kısılmış, kapıyı açan ve yavaşça içeriye doğru başını uzatan figüre dikmişti bakışlarını. Figürün sahibinin kim olduğunu anladığı anda ellerindeki kılıçların zincirlerini bırakacak ve saldırılar yağdıracaktı.
“Sakin ol Somnus. Sakin ol,” diyerek kendisini açığa çıkarttı şüpheli bir şekilde arabanın kapısını açan Aliena. Ses tonunda bariz bir endişe, korku ve büyükçe de bir şaşkınlık bulunuyordu.
Alastair sadece rahatlatıcı derin bir nefes aldı ve kılıçlarını kınlarına yerleştirip beline astı. Aliena’nın şüpheli bir tavır takınarak arabanın kapısını açma girişiminde ona hissettirmiş olduğu anlık olumsuz duygular için özür dileyecek değildi.
Onun suçuydu.
Gözlerini birkaç kere kırpıştırdıktan ve ovaladıktan sonra hayatında çektiği en rahatsız uykunun mekânı olan arabadan çıktı. Belini, ellerini ve boynunu kütlettikten sonra kısa bir gerinme seansı yaptı.
Derin bir nefes alıp gecenin soğuk ve ferahlatan havasının ciğerlerine dolmasına ve kendisini ayıltmasına izin verdi.
“Tetikte olman gerçekten güzel bir şey,” deyip yaşanan olaydan dem vurdu ve yüzünde gülümsemesiyle devam etti. “Ama böylesine bir gruptayken o kadar da tetikte olmak zorunda değilsin. Bulunduğun gruba güvendiğin sürece, bu tür durumlar daha da rahat bir hâl alıyor.”
Yıllarını konvoyda geçirmiş biri olarak Aliena gayet deneyimli ve tecrübeli biriydi.
Fakat ilk defa 14 yaşında bir çocuğun bu kadar çok tetikte oluşunu ve anında savunmaya geçip karşısındakine öldürme niyetiyle yaklaştığını görüyordu.
Thanael’in dediklerinden daha fazlasıymış gibi görünüyordu çocuk.
Thanael’in çocuğun geçmişi hakkında öğrenebildiklerini düşündüğünde önündeki maske takmakta olan çocuğun bir şeyler gizliyor olduğunu fark etmişti ve pek de iyi şeyler yaşamamış olduğuna kanaat getirdi.
Kendisini sorgulaması için şüpheli bir tavır takınmadığından bir şey dememeye karar verdi. Çocuğun bir zararı dokunmadığı sürece ondan şüphelenmek istemiyordu.
Alastair bir şey dememiş, cevap olarak sadece omuz sallamakla yetinmişti.
Onun dediklerinin ne kadar bulundukları ortam dolayısıyla doğru olduğunu bilse bile, tetikte olmayı bırakacak değildi. Hâlâ kendini güvende hissetmiyordu ve o zamana kadar devam edecekti. Hatta bunu tamamen bir alışkanlık hâline getirmek onun işine yarardı.
Beklenmeyenin verdiği acı hâlâ tazeydi ve aklından çıkacak gibi de değildi.
Herhangi bir tehlikenin kendisini bulabileceği düşüncesi yüzünden uykusunu oldukça hafif geçirmişti ve pek de uyumamaya çalışmıştı kendisini alıştırmak için ama hâlâ kendisi yorgun hissediyordu ama önceki ölü yorgunluğunu atabilmişti biraz üstünden. Ela gözlerindeki hayat parıltısı biraz daha parlaktı.
“Yemekten sonra duraklama olmadan direkt Sarıparıltı’ya,” diyerek ilerleyecekleri yolun güzergâhlarını belirtti Aliena yere serilmiş örtüye oturmuş, yemek yiyor olan koruma bölümüne.
Bu gecenin koruma grubundaki tek kadın Aliena idi ve Alastair ile onun karşısındaki kahverengi saçlı çocuk da tek çocuklardı. Alastair ve diğer çocuk diğerlerinin arasında oldukça zayıf da görünüyor olsalar da ikili kendilerini gösterebilmişlerdi ve bundan dolayı kendilerine zayıf muamelesi yapılmıyordu.
Güzergâhın söylenmesinin ardından Aliena diğer grup üyelerinin yanlarına geçti ve onlarla sohbet etmeye başladı. Onun gitmesinden sonra da örtünün üstündeki diğerleri kendi aralarında konuşmaya başladı.
Alastair ve çocuk diğerlerini dinliyor, çıt dahi çıkarmıyorlardı. İki ailenin aralarında geçen konuşmaları dinleyen küçük çocuklardan farksızlardı.
---
Bir saat kadar süren yemeğin ardından herkes toplanmış ve yerlerine geçmiş, yolcuklarının başlangıcı için hazır olduklarını belirtmişlerdi.
Aliena her zaman olduğu gibi en öndeki yerini alırken Alastair adını hatırlayamadığı uzun boylu genç ile sağ taraftaydı.
Yaz mevsiminin son ayının gecesinde esen rüzgârın verdiği soğuk ama dondurucu olmayan rahatlatıcı esinti sayesinde üstündeki yorgunluğu atıyor ve odaklanma konusunda kendisine yardımcı oluyordu.
Üstündeki cübbenin vücudunun büyük bir kısmını kapatmasına rağmen soğuk havanın kendisine ulaşabiliyor oluşu işine yaramıştı. Ayakta kalmasını ve yolculuk sırasında uyuyakalıp bulunduğu konumunda vazifesini yerine getirememe olasılığını ortadan kaldırıyordu.
“Hm?” diye bir ses çıktı ağzından ama önündeki genç onu duyamamıştı.
Ela gözlerini sağ tarafında gezdirirken ağaçların arasında bir çift kırmızı göz ile karşılaştı. Ama kırmızı gözler hiç var olmamış gibi bir anda kaybolmuş ve Alastair’in kaşlarının çatılmasına ve istemsiz bir şekilde atının da iplerini çekerek adımlarını yavaşlatmasına sebep olmuştu.
“Bir şey mi gördün?” diyerek anında olaya atladı uzun boylu çocuk, Alastair’in yavaşlamasını anlamlandırmaya çalışarak. Çocuğun sırtında yay ve ok dolu sadağı bulunuyordu. Siyah düz kaşları merak ve endişeyle hafif çatılmış, Alastair’in dediklerine anlamlandırmaya çalışıyordu.
“Emin değilim ama ormanda bir çift kırmızı göz gördüm.”
Kahverengi gözlerinde bulutların toplandığı çocuk hemen atını Aliena’nın yanına sürmüş ve arkasındaki çocuğun kendisine gördüğünü söylediği şeyden bahsetmişti. Ardından, hızlıca tekrar kendisine atanmış olan görev yerine dönmüş ve konumunu korumaya devam etmişti.
Konvoyun korumaları arasında bilgi bir hastalıktan daha hızlı bir şekilde yayılmış ve herkesin sırtının dikilmesine ve gözlerinin daha keskin bir şekilde bakmasını sağlamıştı. Yorgunluklarıyla birlikte gerilmiş olan sinirlerini bir kenara atarak her şeylerini etraflarını incelemeye verdiler.
Siyah kedi maskesinin altında çatılmış ve kısılmış olan gözleriyle etrafını inceleyen Alastair bir yandan da düşünüyordu.
Siyah kedi maskesinin altında çatılmış ve kısılmış olan gözleriyle etrafını incelerken bir yandan da düşünüyordu.
Korkunun pençeleri boğazına sarılırken endişe başına konmuş ve salyalarına akıtarak kendisini yemek isteyen büyükçe iştaha sahip bir avcı gibi üstüne çökmüştü. Bir anlık da olsa nefes almayı unutmuştu ama kafasını iki yana sallamıştı. Derin nefes alırken hiçbir şeyin gerçek olmadığını hatırlatmaya çalışıyordu.
Bir tür halüsinasyon görmüş olabilir miydi? Kendisine verilmiş bu ikinci şansın sayesinde hayata tekrar dönüşmüş olduğu ilk günden beri, biri tarafından tanınacağına ve kimliğinin ortaya çıkarılıp kendisinin sonunu getirecek olan ve kendisini iliklerine kadar terörize eden dehşet verici kâbustan farksız hayali sonucu düşünüp duruyordu.
Bu his onun aklını kaybetmesine sebep olacak bir paranoyaya sahip olmasını sağlamıştı ama yine de bununla şu ana kadar rahatlıkla başa çıkabilmişti. Özellikle de o dağ gibi adamı yere serdikten sonra kendisine biraz daha inanmış ve özgüveninin artmasını sağlamıştı.
Ancak konvoya katıldığından beri oldukça ağır bir yük de bindirilmişti üzerine. Üstünden kalkabileceğini düşündüğü bu yük aslında şu an onu içten içe yiyor gibi duruyordu. Bedensel yorgunluğunun üstüne her daim tetikte olmasının verdiği zihinsel yorgunluktan da dolayı kendisinin pek de iyi bir durumda olduğunu söyleyemezdi.
‘Yorulduğum için halüsinasyon olmalı!’ diyerek kendisini sakinleştirmeye çalıştı ama zihni, ipini koparmış bir at gibi dört nala koşarak dehşetin kontrolü ele almasına izin veriyordu.
‘Peki ya yaratıksa? Bir yaratık değildir, değil mi?’ diye bir düşünce belirdi.
Alastair dişlerini sıkmıştı, atın iplerini tutan elleri de yumruk halini almış ve porselen bir bebeği elleri gibi bembeyaz olmuştu. zAtın iplerini daha sert bir şekilde kavramaya başlamıştı.
Yaşadıkları dünyada büyünün gerçek oluşu, aynı zamanda hayvanların durumunu da etkiliyordu. Kitaplarda geçen ejderhaların, perilerin ve hatta kurt adam gibi korkunç karakterlerin aslında var olduğuna dair birçok teori de bulunuyordu. Büyüyle birlikte bunların da gerçek olma olasılığı vardı ve şu an kitaplarda geçen o yaratıklardan biri onları kovalama ihtimali olabilirdi.
Kanlı, mide bulandırıcı sahneler zihninde oynarken korkuyla titremekten kendini alamadı. Böyle bir şeyin olmaması için kendisi bile dua etmek zorundaydı.
‘Ya Loer ailesi benim yaşadığımı öğrendiyse? Böyle bir şey imkânsız olamaz, sonuçta büyücüler!’
Avcıdan farksız olan dehşet görüntüsü, salyalarını Alastair’in kötümser düşüncelerine bir zehir gibi akıtmaya devam ederken zorlukla yutkunmaktan kendini alamadı Alastair.
Eğer Loer ailesi onun yaşadığını bir şekilde öğrenmişse özellikle de Mennas, kendisini ortadan kaldırmak yerden toz kaldırmak kadar kolay olacaktı.
Belki de daha kolay…
‘Pozitif düşün, pozitif olsun. Pozitif düşün, pozitif olsun.’
Yolda ilerlemeye devam ederken etrafına bakmaya devam etti ama bir tehlike görememişti. Bu kendisinin hafiften rahatlamasına ve düşüncelerinin vahşi bir dehşete kapılmasını engellemiş, kendisini onlardan uzak tutmuştu.
Yine de içinde bir belki olarak kalacak bu endişelerinin küçük parçaları hâlâ zihnindeydi ve kendilerinin tekrar ortaya çıkacağı günleri bekliyordu.
Kırmızı bir çift gözün kendisine hissettirdiği huzursuzluk sinir bozucu da olsa tamamen uyanık kalmasını sağlamıştı. İnkâr edemezdi.
Konvoy birkaç saat içinde, güneşin doğmasına yakın bir zamanda, Sarıparıltı Kasabasının bölgesine giriş yapmışlardı.
Sarıparıltı’nın girişi ve kasabanın etrafını kaplayan büyük, geniş ve güçlü olan duvarı uzaktan rahatça görebiliyorlardı ve duvarın üstünde bulunan adamları da görebiliyorlardı ama onlar bir karıncadan farksızmış gibilerdi.
Richards ailesi küçük bir kasaba dahi olsa bile, sahip olduklarını korumak amacıyla oldukça ileri giderek kasabanın etrafını surla kaplamış ve koruma altına almışlardı. Duvarlar altı metre yüksekliğinde ve iki metre genişliğindeydi; aşılamayan bir kale duvarı gibiydiler. Duvarın üstünde küçük okçu kulübeleri ve duvarın üstünde gezen kılıç ile donatılmış şövalyeler bulunuyordu.
Richardslar ellerindeki her bir mülkü, küçük ya da büyük fark etmeksizin, koruma altına alarak sahip oldukları gücü göstermekten hiç de çekinmiyordu.
Daha tam olarak gündüz vakti gelmemiş olduğundan ellerindeki meşalelerle kapıda bekleyen şövalyeleri gören Alastair gözlerini kıstı ve incelemeye devam etti. Yüzünde rahatlamış olduğunu gösteren bir ifade belirdi ve derin bir nefes aldı.
‘Sonunda! Sonunda başlangıcıma ulaştım!’ diye düşündü kalbinde yükselen neşeyle.
“Dur! Kim olduğunu belirt!” diyerek yüksek bir tonda, sertçe konuştu şövalye görevini yerine getirmeye çalışarak.
Şövalye baştan aşağıya ağır zırhla donatılmıştı ve iri yapısını daha da korkutucu bir hâle getirmişti ama boyu normal bir yetişkine göre daha kısa gibi görünüyordu. Sırtında geniş bir kılıç taşıyordu.
Şövalyenin miğferinden görünen koyu mavi gözleri kararlılıkla soğuk bir çelikten farksız gibi parıldıyordu.
“Ben Aliena Walkien, görmüş olduğunuz konvoyun liderim,” dedi ve ardından giydiği deri zırhının üstündeki cebinden bir parşömen çıkartıp şövalyeye uzaktmıştı. “Onaylı bir tüccarım.”
Şövalyenin gözleri kısıldı ve tedbirli adımlarıyla ileri çıktı. Aliena’nın uzattığı parşömeni almadan önce kadının gözlerine bakmayı ihmal etmemişti. Parşömeni hızlıca incelemiş ve gereken imzaların olduğuna emin olmuştu. Geniş kılıcını kaldırmış ve yukarıdaki gözcülere doğru sallayarak işaret vermiş oldu.
“Geçebilirsiniz.”
“Teşekkürler ve iyi nöbetler,” deyip gülümseyerek boyu kendinden kısa olan şövalyeye veda etmişti.
Şövalyeni koyu mavi gözleri yavaşça içeriye doğru ilerleyen konvoyun üzerindeyken anında tekrar kısıldı ve anında yanan meşale ateşi gibi parıldadı. Gözleri maske takıyor olan gencin üstündeydi ve kuşkuyla ona bakıyordu.
Alastair bir anda önünde duran şövalyeyi ezmemek için atın iplerine asılmış ve sert bir şekilde durmasını sağlamıştı. Atın huzursuz bir şekilde şahlanmasının ardından, Alastair adamla göz göze geldi ama içten içe endişelenmeye başlamıştı.
Belirsiz bir şekilde yutkundu ve ifadesini düz tutmaya özen göstererek kendisini durduran şövalyeye baktı soğuk bir şekilde.
“Maskeni çıkart!” diye emretti sert bir şekilde.
Ses tonu herhangi bir karşılık beklemediğini belli etmişti ama Alastair denedi, “Yüzümde iğrenç bir yara---”
“Çıkart!” diye tekrarladı aynı tonda ve ekledi tehditkâr bir şekilde, çocuğun sözlerini yutmasına sebep olmuştu. “Yoksa zindanı boylarsın.”
Alastair bulunduğu durumu ele almaya çalıştı.
Eğer açmazsa adamın belirtmiş olduğu gibi zindanı boylayacak ve sonucunda ise muhtemelen ona orada maskesini zorla çıkarttıracaklardı. Bu da kendisinin kimliğinin ifşa olmasının kesinliğine işaret ediyordu ve böyle bir şeyi hiç istemiyordu yoksa işi tamamen bitecekti.
Diğer seçeneği ise kaçmaktı ama bunun sonucunun ise okçular tarafından vurularak delik deşik edilecek ve acı içinde ölecekti. Bu ihtimalin içinde mucizevi bir şekilde kurtuluşunun var olduğu bir olasılık da bulunuyordu ama buna güvenerek kaçmaya çalışmak salaklıktan başka bir şey olmazdı.
Ayrıca gece vakti ormanda yaşanacak bir olayla birlikte ölebilirdi. Özellikle de yorgunluğunu göz önünde bulundurunca her şekilde yaşama ihtimali oldukça düşüktü veya hiç yoktu.
Önündeki diğer bir başka seçenek ise şövalyenin dediğine uyarak maskesini çıkartmak ve adama yüzünü göstermekti ama bunu yaparken aynı zamanda kendisinin yaratılışında kimin parmağı varsa ona dua etmesi gerekiyordu tanınmaması için.
‘Belki de tanımaz!’ diye bir başka düşüncesi girdi araya.
Bu düşünce, kendisinin küçük bir kasabada zengin olan ve soylu statüsünü elinde bulunduran bir aileden gelmesinden dolayı kaynaklanıyordu. Tabii ki, bu onu buralarda tanınır kılmazdı ama bu durum ailesinin Loerler ile olan bağlantısından beri tamamen değişmişti artık.
Şu anki sahip oldukları bağlantılar yüzünden diğer büyük aileler de kendisi hakkında bilgi edinmiş olabilirdi ama Küçüktoz’da sebep olduğu o minik olay yüzünden kendisinin durumunu daha da zorlu bir hâle getirmişti.
Alastair ne yapması gerektiğini bilmiyordu.
“Dediğimi yapacak mısın, yoksa ben mi zorla çıkartayım?” diyerek ileri bir adım attı şövalye. Elindeki geniş kılıcını toprağa sert bir şekilde saplamış ve otoritenin kimin elinde olduğunu gösterdiği minik bir güç gösterisinde bulunmuştu.
Düşüncelerini bölen tehdit ile Alastair korkuyla dişlerini sıktı ve ardından karşısındaki şövalyenin kendisinin tanımamasını umarak maskesinin ipini çözüp çıkarttı.
Etrafında şövalyeler ve kendisinin olmasından dolayı rahattı. Aliena ve diğeleri çoktan ilerlemişlerdi ve kendisini tamamen arkada bırakmışlardı ama bu iyi bir şeydi onun için. En azından kendisinin yalanını fark edilmesi yüzünden yaşanacak vahametlerin olasılığını azaltmıştı. Bir tüccar olan Aliena muhtemelen soyluları iyi tanıyordu.
Şövalyenin miğferinin altında kalan ve görünmeyen kaşları şaşkınlıkla kalktı, gözleri sonuna kadar açılmıştı. İlk başta ne diyeceğini bilemedi ama ardından gülümseyen bir ifade ile kendi miğferini çıkartmıştı.
“Alastair!” diyerek sevinçle atın üstündeki çocuğu kendine çekerek sıkıca sarıldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..