Bölüm 61: Akademilerin Arasında

avatar
465 3

Düşmüş Perinin Yükselişi - Bölüm 61: Akademilerin Arasında


Çadırdan çıkarken suratında düşünceli bir ifade vardı. Gözleri hafifçe kısılmıştı, derin bir nefes almıştı ardından da. Sıradaki diğerleri onun bu durumunu yanlış yorumluyor, kötü geçtiğini düşünerek kendilerini daha da endişeli bir duruma sokuyorlardı.

Alastair’in aklı tamamen başka bir yerdeydi. Kadının söylediklerinden ne anlam çıkartması gerektiğini düşünüyor, aklını meşgul eden bu büyük problemi çözmeye çalışıyordu. Başarısız oluyordu ama.

İki ana elemente sahip olması gayet iyi bir şey olması gerekmiyor muydu? Bu onun daha güçlü olacağı anlamına gelmiyor muydu?

Alastair bunları düşünürken kafası karışmıştı. Neden böylesine mucizevi bir haber kötü olarak algılanmış olduğunu anlayamıyordu.

‘Eninde sonunda öğreneceğiz ne de olsa…’

Tabelanın yanında gururlu bir şekilde duran şövalye, soğuk bakışlarıyla çıkan çocuğun düşünceli duruşuna baktı ve kafasını ikiye yana salladı.

“Çocuk, şu patikayı takip et,” deyip yere sapladığı kılıcını çıkartıp işaret etti.

Başını salladı ve herkes gibi patikayı takip etti. Kendisini akademilerinin sıralandığı bölüme, Kayıt Alanı’nda bulması uzun sürmemişti.

‘Bu…’

Alana ulaştığı anda gördüğü manzara ile Alastair’in kaşları çatıldı, gözlerinde soru işareti belirdi. Dudakları hafifçe aralandı ve kafasını hafifçe sola yatırdı.

Kafa karışıklığı giderek daha da artmaya başlamış, kendisinin nereye düştüğünü sorgulamasına sebep olmuştu.

Haritada üzerinde kalemle sınır çizgisi çizmişler gibiydi. İki tarafta farklı, birbiriyle savaş içindeki iki ülkenin durumuna benzer bir hâldelerdi. Akademilerin alım yapmak için kurduğu çadırlar birbirlerinin tam karşısına gelecek şekildeydi. Birbirlerini kışkırtabilmek için kasten böyle kurulmuş gibi duruyorlardı.

Sağ taraftaki çadırların dışı rengarenkti, siyah veya tonlarının hiçbiri bulunmuyordu üstlerinde. Rengarenk taşlar, çeşitli türde çiçeklerle birlikte cennetten bir arsa gibi duruyordu.

Önlerinde de akademinin isminin ve alım şartlarıyla ilgili kısa bilgilerin yer aldığı dikkat çekmesi için şatafatlı hazırlanmış tabelalar bulunuyordu.

Oldukça rahatlatıcıydı ve şahane güzelliğiyle kişinin anında oraya yönelmesini sağlayan bir çekicilik sunuyordu.

Öte yandan sol tarafta bulunan çadırların görüntüsü korku romanlarından fırlama bir görüntüye sahipti. Ürpertici bir hava bakanın kemiklerini tir tir titretiyor, dehşetin kendilerini ele geçirmesine izin veriyordu. Yüreğin dayanamadığı bu görüntü kişinin en nihayetinde yutkunmasına, anında oradan uzaklaşmasına sebep oluyordu.

Sol tarafın çadırları tamamen siyah, gri ve yakın tonlarıyla süslenmişti. Bazılarında farklı renkler de bulunuyordu çadırlarında. Bazı çadırların etrafı Alastair’in insana ait olduğunu düşündüğü kemiklerle; bazıları Alastair’in hiç görmediği garip kemiklerle, bazıları da garip ve ürkütücü görünüşlere sahip çeşitli bitkilerle süslenmişti. Hatta çadırlardan birinde bir insanın cesedi bulunuyordu.

Onların da önlerinde tabelaları bulunuyordu ama pek de bakan yok gibi görünüyordu.

‘Yine de o tarafa doğru yönelen kişiler var.’

Manzaranın sebebini düşünmeye çalışırken kaşları daha da çatılan Alastair, gözlerini bir sağ tarafta gezdiriyor bir de sol tarafa kaydırıyordu. İki tarafında bu kadar net ve belirgin bir farklılıkla sahip olduğu görünüşleriyle ne tür bir yarışma içinde bulunmaya çalıştıklarını çözememişti.

‘Çekicilik üzerine girmişlerse sağ taraf kesinlikle kazanıyor; stillerini yansıtmaya çalışıyorsa da sol tarafın cesareti bir tık onların öne çıkmasını sağlıyor gibi,’ diye bir yorumda bulundu ama bunu dile getirmeye cesaret edemedi.

“Merhaba, büyücü adayı,” diye bir ince ve kulağa hoş gelen bir ses çınladı Alastair’in kulaklarında. “Bir sorun varsa hiç çekinmeden sorabilirsin. Sana yardımcı olabilmek için elimden geleni yapmaya çalışacağım.”

Alastair güzel sesi takip ederek döndü ve donakaldı bir süre. Sesin sahibinin bir kıza ait olacağını düşünürken karşısında kendi cinsinden birinin çıkmış olması kendisini dumura uğratmıştı ama bunu belli etmedi, yüz ifadesini düz tutmaya çalıştı.

Hayatında ilk defa bu kadar güzel bir erkek görüyordu. Bakışlarındaki narinlik ve kendisine doğru yürürken gösterdiği zariflik Alastair’in kendisini sorgulamasına sebep oluyordu.

‘Eğer kadın kıyafetleri giymiş olsaydı kesinlikle kadın olduğuna kanabilirdim,’ diye düşünürken hayal etti durumu. İçini keskin bir soğukluk kapladı. ‘Kesinlikle hiç de iyi bir tecrübeymiş gibi gelmiyor kulağa.’

Karşısındaki güzel erkeğin yaşını tahmin etmeye çalıştı Alastair ama pek de beceremiyordu çünkü yüzü oldukça kusursuzdu ve kendisine yardımcı olmuyordu. Yine de onun yirmi yaşına daha ulaşmamış olduğu kanısına vardı kendisinden uzun boyunu hesaba katarak.

Çocuğun mermerden oyulmuş gibi gözüken cildi birçokları tarafından çekici bulunabilecek seviyedeydi ve öyle de oluyordu. Yeni gelen öğrenciler veya oradaki çalışmakta olan birçok kişi onun tarafına bakmaktan kendisini alamıyordu.

Alastair samimi bir şekilde gülümsedi, “Size rahatsızlık vermekten kaçınmak isterim efendim,”

Çocuk kısa bir kahkaha attı ve çarpıcı bir gülümseme sundu. Sağ elini kaldırıp işaret parmağını iki yana salladı, “Bir rahatsızlık vereceğini düşünmüyorum. Cevaplayabildiğim sürece sorunu veya sorularını cevaplayacağım.”

“Teşekkür ederim. Çok teşekkür ederim,” deyip hemen karşılık verdi ve ardından gözlerini çadırlara dikti. “Neden sağ ve sol taraf bu kadar kesin bir şekilde ayrılmış durumdalar?

Çocuk bir süre çadırlara baktı, omuzları çektiği derin nefesle kalkıp inmişti, “Sorunun cevabı aslında çok basit. Büyücü topluluğu ilk başlarda söylenene göre içe içe yaşayan bir toplummuş ama sonradan yaşanan bir savaşla her şey değişti. O zamanların büyücülerinin şu ankinden daha güçlü olduğunu da düşünürsek muhtemelen neler olduğunu tahmin edebiliyorsun, değil mi?”

‘Şu anki büyücülerden daha mı güçlü?’

Alastair’in cevap vermediğini gören çocuk anlayışla gülümsedi, “İki tarafın büyücü yolunda ilerleme yöntemleri birbirinden oldukça farklı. Bunu büyücü dünyasının içine girince daha iyi anlayacaksın anlattığımı anlayacaksın. Yine şunu diyeyim; sağ tarafın ilerleyişi daha uysal ve barışçıldır; sol taraf da oldukça vahşi ve açgözlü bir tavır sergiler ilerleme konusunda.”

Alastair onaylayarak başını salladı ve gülümsedi, “Teşekkürler yardımınız için. Başka bir sorum yok şu anlık.”

“Bir büyücüden bir başkasına… Önemli değil. Umarım ilerleyeceğin yolda başarılı olursun,” deyip şans diledi yardım etmek için bir başka büyücü adayına ilerlemeden önce.

Çocuğun söyledikleri aklında, manzaraya çevirdi bakışlarını. Baktıkça başına ağrılar giriyordu.

Sol tarafın ürkütücü ve caydırıcı görüntüsünden ve kendisine hissettirdiği dehşet hissiyatından dolayı elinden geldiğince o taraftan uzakta kalmaya çalışacaktı. Etrafındaki birçok kişinin oraya bakmamak için uğraştığı açıktı, hepsi de uzak durmaya çalışıyordu.

Alastair de onlar gibi yapacaktı. En azından sağ taraftaki akademilerden biri onu kabul etmediği sürece bu durum geçerliliğini korumaya devam edecekti.

Sağ tarafın iç ferahlatıcı görüntüsü tarafından haklı bir şekilde büyülenmişti. İlk denemesini doğal olarak oradan yapmaya çalışacaktı.

‘Işık ve karanlık elementine öncelik olan bir akademi bulmam gerekiyor ama içimden bir ses böyle bir şey olamayacağını söylüyor,’ diye düşündü ama ardından kendisine çekidüzen vermeye çalıştı. ‘Umutlarını koru ve ilerle. Ne kadar gerçekdışı da olsa… Manzaraya o kadar dalmıştım ki çocuğa sormayı unuttum!’

Alastair kendini küçümseyen bir gülüş ile sağ tarafa yöneldi.

Birçok farklı akademiyi temsilen kurulmuş faklı çadırların tabelalarını sırasıyla okudu hızlıca ve ardından geriye bir adım attı. Dördünü de görüş açısına almıştı.

‘Akademilerin hepsi öncelikle ışık elementini göz önünde bulunduruyor ve ardından da diğer elementlerine bakıyorlar. Ve doğal olarak hiçbirinde karanlık elementine dair bir özellik bulunmuyor.’

Düşüncesinin kendisine verdiği sıkıntıyla kafasını iki yana sallayıp derin bir of çekti. Aklından geçen düşünceler onun hangisini denerse denesin alınmayacağı yönündeydi ama şansını denemek de istiyordu.

Alastair kendini toparlamaya çalıştı ve gözlerini kıstı, ‘Dört elementi ayrıştırıcı olarak kullanmış olmaları belki işime yarayabilir,’ deyip elindeki kâğıda baktı ve alt elementlerine göz gezdirdi. ‘Ateş ve buz…’

Bakışları iki akademi arasında gidip geliyordu.

‘Buzuldiş Büyü Kulesi ve Daimhayat Büyü Akademisi,’ diye tekrarladı zihninde isimleri. ‘Tabeladaki gereksinimlere göre bu iki akademi karanlık elementine yatkınlığım olsa dahi beni kabul edebilecek olanlar tek bunlar. Diğerleri beni dinlemeden çadırdan atacaklardır. O yüzden zamanımı boşa harcamamak en iyisi.’

Alastair derin bir nefes aldı ve umutlarını yüksek tutmaya çalışarak akademinin alım çadırına doğru yürüdü.

Buzuldiş Büyü Kulesi.

Çadırın bezi göz alıcı, parlak gökyüzü mavisiydi. Beyaz ve lacivert renklerle harmanlanmış akademinin simgesi, çadırın hemen dışında gururla duruyor ve kendisinin kim olduğunu gösteriyordu dışarıdakilere. Çadırın girişinde mavi renkte güller dikilmiş ve garip bir bitkinin dallarının patikanın kenarlarına ekilmesiyle oldukça göz alıcı bir görüntü oluşturmuştu.

Çadırın içerisi gayet sadeydi. Buz mavisi bir masa ve aynı renkte bir sandalye ile minik bir masa eklenmişti. En küçüğünden bir desen bile işlenmemişti bu mobilyalara. Sadece iki masanın da üstünde bir örtü, içi dolu bir vazo ve birkaç gerekli evrak bulunuyordu büyük masanınkinde.

Masanın üstünde bir de buz parçalarının içine yatırılmış, açılmayı bekleyen bir şarap şişesi ve yarısına kadar doldurulmuş bir kadeh bulunuyordu. Ayrıca masanın boşluğunda birçok şarap şişesi bulunuyordu ama ziyaretçi tarafından görülemiyordu.

Masanın arkasında kırklı yaşlarında bir adam sıkılmış ifadesiyle elindeki yarısına kadar dolu kadehini sallayıp duruyor, bugünün çabuk bitmesi için dua edip duruyordu. Kahverengi gözleri çadırın iç tarafında geziniyordu ama girişten tarafa bir kere bile bakmamıştı.

‘Ne bitmek bileyen bir günmüş bu…’ diye düşündü ve sesli bir şekilde ofladı.

Elindeki bardağından bir yudum almak için ağzına kadar götürdü ama içeri geren bir başka büyücü adayını gördüğünde bıkkınlıkla geri koydu masaya. Ciddi bir yüz ifadesi takınmaya bile uğraşmadı, tükenmiş bir ifadeyle karşıladı çocuğu.

“Belgeni ver,” diyerek anında konuya girmişti elini uzatırken.

Çocuk denileni yaptı itaatkâr bir şekilde.

Belgeye bakarken kaşları kalkmıştı, gelen çocuğun belgesi gayet güzeldi ve hiç de hayal ettiği gibi sıradan bir belge değildi.

Çocuk bir ikici oluşu sahip olduğu şansın belirgin bir kanıtıydı. Ancak ana elementlerinin ışık ve karanlık oluşu, fırça darbesiyle resmin bütün kusursuzluğunu bozan bir leke gibiydi.

‘Kötü şans.’

Çocuk akademiye kabul edilebilirdi ama ileri de oldukça büyük sıkıntılarla yüzleşmek zorunda kalacaktı. Karanlık elementi sahibi olan büyücülerin kendi akademilerine gelişlerine şahit olmuştu. Jepsi de bir süre sonra akademinin kendilerinin yetişimlerini kısıtlamasından dolayı ilerleyemeyişlerini görmüştü.

Gözlerindeki bıkkınlık yerini acımaya bıraktı ve derin bir nefes aldı, “Biri ikici olarak doğman gerçekten de mükemmel ve hayran olunası bir şey. Ciddiyim, gerçekten de mükemmel bir şey ama…” Kafasını iki yana salladı ve gülümsedi. “Sana tek bir şey diyeceğim; seni akademimize almak isterim ama bunun sonucunda kendi gelişimini de kısıtlamış olacaksın. Eğer gelirsen bu yaşanacak ve dört yıldızlık bir yatkınlığın başına bunun geldiğini görmek istemem.”

“Anlıyorum efendim,” dedi Alastair üzgün bir ifadeyle.

“Hemen üzülme! Eğer diğerleri kabul etmezse kapımız sana her zaman açık,” deyip belgesini çocuğa geri uzatmıştı. “Unutma, kapımız açık.”

Alastair üzgün bir ifadeyle adama karşı hafifçe başını sallamış ve elinde belgesiyle mahcup bir ifadeyle çadırı terk etmişti.

‘En azından kendime bir başka seçenek kazandırdım,’ diye düşündü yüz ifadesi bıkkınlıkla değişirken. Gözleri anlık olarak sol taraftaki çadırlara değdi ve titredi.

Adamın iyi niyetle sunduğu teklifi değerlendirmeye almış ama diğer şansını da kullanmak için bir diğer akademiye yönelmişti: Daimhayat Büyü Akademisi.

Çadırın bezi beyaz renkteydi, tek bir kir lekesi bile bulunmuyordu. Işık kadar saf ve tertemiz görünen çadır güneşin altında göz alıcıydı. Kenarları siyah renkte iplerle şekillendirilmiş özel modeller oluşturacak şekilde düğümler oluşturularak süslenmişti. Her çadırda olduğu gibi, kendisinin de simgesi bulunuyordu çadırın dış tarafında.

Girişiyse çeşitli renklerde ve boyutlarda çiçeklerle süslenmişti. Çiçeklerin hepsi malikânenin yakınında gördüğü çiçeklerden farklıydı. Alastair hiçbirini bilmiyordu ve kitaplarda da gördüğünden emin değildi.

Geçici bir yer olduğundan dolayı içi gayet sadeydi. Birçok büyücü adayının belgelerinin bulunduğu dosyaları ve mürekkeplerin içinde olduğu birkaç özel kutu bulunan bir masa ve onun da önünde küçük masalar ile sandalyeler yerleşik bir hâldeydi. Bunların dışında elma, vişne ve şeftali meyvelerinin taze sıkılmış, buz parçaları içinde bekleyen şişeleri bulunuyordu masanın hemen yanında.

Yirmi yaşlarındaki genç kadın yüzündeki gülümsemesiyle büyücü adaylarının belgelerini inceliyor, bir yanlışlık olup olmadığından emin olmaya çalışıyordu.

Uçları mor olan kahverengi saçlarını çift topuz olacak şekilde bağlamış ve başının etrafında çevirerek örmüştü. Açık kahverengi olan gözleri heyecanla ışıl ışıl parlıyordu.

“Oh, merhaba! Hoş geldin!” diye karşıladı Alastair’in içeriye girişini gördüğü anda ayağa kalkıp.

“Hoş buldum,” dedi Alastair ve nazikçe selam verdi. “Belgem.”

Kadın belgeyi anında Alastair’in elinden çekti ve hızla gözden geçirmeye başladı.

“Hmm, bir ikici olman gerçekten mükemmel ötesi bir şey ve bu senin gayet şanslı olduğunu gösteriyor,” diyerek önceki adam gibi o da durumun övdü ama yüz ifadesi yavaşça karardı ve düşünceli bir ifade aldı.

“Bir şey mi oldu?” diye sordu Alastair ifadeyi gördüğü anda.

“Gelişimin konusunda oldukça yavaş kalacaksın,” dedi üzgün bir yüz ifadesiyle. “İkici olman zaten gelişim konusunda oldukça zor ilerleyecek oluşunu gösteriyor. Evet, tek ana elemente sahip birisinden belki birazcık daha güçlü olacaksın lakin ışık ve karanlık elementine sahip olan biri ikici olman… Bu biraz sıkıntılı bir durum. Garanti veremem ama eğer akademiyle ilişkini iyi tutarsan… Bunu kesinlikle yapman lazım. Eğer bunu yapabilirsen, belki zamanı geldiğinde sana yardım eli uzatmayı seçebilirler.”

Kadın hızlı bir şekilde duygudan duyguya geçerken anlattı ve ardından bir bardak vişneli meyve suyu içti, “Yine de seçimi sana bırakıyorum. Baskı yapmış olmak istemem.”

Alastair mutluydu. Kadının konuşması kendisine umut veriyordu ve kendisine lazım olan şey buydu.

‘Diğer tarafa gitmektense buradaki ufacık umuda tutunmayı tercih ederim,’ diye düşündü ve gülümsedi. ‘Buzuldiş’den katbekat daha iyi!’

''Ben katılmayı seçiyorum!''

Kadın gülümsedi. Onunla birlikte Alastair de gülümsedi.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47022 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr