“Vay anasını…”
Lennon aralarından ilk konuşan oldu. Etrafındaki ölen kurtların cesetlerini ve vücudu parçalara ayrılmış olan yaratığın parçalarını inceliyor, hâlâ üzerinden atmayı beceremediği şaşkınlığını açıkça belli etmekten kendini alıkoyamıyordu.
Kurtlar acımasızca katledilirken liderleri parçalara ayrılarak en vahşisi olduğu düşünülen ölümlerden birine kurban gitmişti. Aynı şekilde yaratıkta onunla birlikte parçalanmıştı ve Jonah’ın bedeni de neredeyse iğne ucu boyutuna kadar küçülerek etrafa dağılmıştı ancak bazı parçalar gayet tanınabilir boyutlardaydı.
“Bu…” diyerek cümlesine başladı Valentine ancak içinde tiksinti ve kaybolan cesareti yüzünden yutkunup geri adım attı, cümlesinin devamını getirmeye uğraşmadı bile.
“Jonah’ın kafasının bir parçası,” deyip Valentine’in devamını getirmekte zorlandığı cümlesini tamamladı. İfadesi düzdü, birkaç dakika önce şahit olmuş olduğu sahnenin arkasında bıraktıkları onu etkilememiş gibi gözüküyordu.
Kendisinin de elbette meraklıydı bazı konularda, mesela kurtların davranışı.
Liderin yanında kurtların ölü bedenlerini incelediğinde daha yetişkinlik dönemlerine ulaşmamış, hâlâ genç erişkin olarak sınıflandırılabilecek yaşlarda olduklarını fark etmişti.
İşte bu, Alastair’in kafasındaki daima dönen çarkların daha da hızlanmasına sebep olurken içinde yükselen bir endişe kendisini aralıksız bir şekilde uyarmaya başladı.
Yüz ifadesi öfkeyle harmanlanan hayal kırıklığıyla gölgelenmişti ve bu, elbette Paisley tarafından aniden fark edilmişti.
“Bir şey mi var Alastair?”
Bu soru diğer ikilinin de ilgisini çekmişti.
Alastair dişlerini gıcırdattı, önündeki kurtların ölüsüne bir süre daha bakmaya devam etti ve ardından cevap verdi.
“Avcı kurtlar yetişkin değil ve bu, hızlanmamız için bir işaret olabilir ancak bunun için bir kesin bir ifade sunamam çünkü sürünün lideri olan kurdun yaşını bilebilecek değilim, sadece tahmin edebilirim. Bu da pek de yeterli olmayacaktır.”
Paisley, Alastair’in cümlesini bitiminin hemen ardından atlayarak kendi tahminini öne sürdü, “Ve bu bizim acele etmemiz için bir başka sebep daha doğuruyor çünkü birkaç gün içinde kokumuzu alıp peşimizden gelebilirler. Doğru anlamış mıyım?”
“Evet, dediklerin gayet de doğru ama işte orası ayrı bir sıkıntı oluşturuyor,” diyerek öfkesinin sebebini dile getirdi, bilinmezlik kendisini sıkıştırıyordu. “Patlamadan dolayı sürü liderimiz arkada kendisi hakkında bilgi verebilecek her şeyi ortadan kaldırmış bulunmakta. En azından ben öğrenemem, şu anki bilgimle bunu yapamam. Eğer onun yaşını belirleyebilseydim şu anda daha rahat bir durumda olabilirdik. Bu da elimizde sadece birkaç teorinin varlığını bırakıyor ama.”
Alastair konuşmasını bitirdiğinde Valentine ve Lennon’ın da kendisine bakıyor olduğunu gördü, onlar da onun anlatımlarının sonuçlarını bekliyor gibi görünüyordu.
Ne kadar ikisi de Jonah’ın acı dolu ölümüne ve şahane bir mücadeleye tanık olsalar da aynı zamanda buradan kurtulup görevi bitirmek için de can atmaktaydılar.
“Yani?” diye sordu Valentine, endişeliydi ve korkuyordu.
Alastair açıklamasına devam etti, “Şöyle ki; teorilerimden biri sürü lideri olarak düşündüğümüz kurdun genç oluşu çünkü bu bize kesinlikle rahatlık sağlayacaktır. Bunun nedeni de genç olanlar, sürü lideri adayı oluyor ve onlar da bunun için yarıştıkları görevlere gönderiliyorlar. Test için bizi aramaya uğraşacaklarını düşünmüyorum. Aksi takdirde koskoca, ölümcül canavarlardan oluşan bir sürüyü peşimize takmış olacağız ve bu da akademiye varamadan öleceğimiz anlamına geliyor.”
Alastair’in dedikleri bir yıldırımdan farksız bir şekilde herkesin düşüncelerine yıkmış, paramparça ederek tamamen korkuya kapılmalarına sebep olmuştu. Sözcüklerin arasında bir umut gizliydi ancak kararsız bir yüz ifadesi ile birleştirilmiş olması, onların rahatsız hissettirmiş ve tedirgin etmişti.
“O zaman hızlanıyor ve bu lanet yerden hemen defolup gidiyoruz,” dedi Paisley yutkunarak.
Alastair’in gökyüzündeki gözleri, Al’ın çoktan eşyalarının olduğu bölüme doğru hareket geçmiş olduğunu gördü. Diğerlerinin de ilgisini çekerek onlara haber verdikten sonra dehşet verici sahneye son bir bakış attı ve hızlı adımlarla diğerlerinin arkasından ilerledi.
--
Akademinin çakıl taşlarıyla süslenmiş yolunda yürüyen, yorulmuş ve çökmüş olan dört genç, yetersiz uykunun işareti olan gözaltı morlukları ve uzun bir yoldan gelmiş olduklarını gösteren, terden sırılsıklam olmuş kıyafetleriyle harap bir hâldeydiler.
Hepsinin akıllarında sıcak ve rahat yataklarındaki alacakları nefis uyku, kendilerini şımartacak oldukları sıcak bir duş ve en önemlisi de zorlu görevlerinin sonunda hak etmiş oldukları ödül bulunmaktaydı.
Normal bir durumda olsalardı bu kadar yolmuş olmaları imkânsıza yakın bir ihtimâli taşıyordu ama arkalarından kendilerini kovalamakta olan Keskin Kızılkurtların avcı grupları yüzünden her daim tetikteydiler ve her an ölebileceklerinin korkusuyla zihinsel anlamda mücadeledeydiler.
Ekip arkadaşları Jonah’ın ölümü bile unutulup gitmişti.
Kış ayının soğuğunda böyle bir durumda düşüp hâlâ akademiye varabilmiş olmalarını bir mucize olarak görüyorlardı, özellikle de adayların bu mevsimdeki geri dönebilme oranları düşünüldüğünde bunu gerçekten de şanstan ve mucizeden öte olduğunu düşünüyorlardı.
Kader, gülümseyen bir yıldız gibi kendilerine yardım etmiş gibiydi.
Paisley öne çıktı ve görevden dönüşte akademiye girişlerini sağlayan rozeti kapıdaki koruma görevindeki gençlerden birine gösterdi.
“Girebilirsiniz,” dedi düz bir sesle ve rozeti Paisley’e geri uzattı, onların harap durumları pek de şaşırtmamıştı korumaları.
Dörtlü rahat bir nefes aldı ve mutlu bir şekilde görev binasına doğru yol aldılar.
‘Böylesine basit bir görevin saçma bir şekilde bu kadar zorlu bir hâle gelişi…’ diye düşündü Alastair, yaşanan şanssızlıkları tekrar zihninde oynatırken. ‘Ama o yaratık nereden geldi? Neyin sonucunda böyle bir yaratık ortaya çıktı? Karanlık taraftaki büyücülerin arkalarında bıraktığı çöplerden biri miydi yoksa bilerek konulmuş bir tuzak mıydı?’
Akademi duvarlarının arasına girmesiyle kazandığı rahatlık, kendisinin uzun bir süre içinde tuttuğu düşüncelerinin ortaya çıkmasına sebep oldu. Aynı zamanda şüpheler ve meraklardan oluşma soruları da beraberinde getirdi.
“İşte herkese söz verilen pay burada,” dedi ve herkesin kendi payının bulunduğu keseleri dağıttı.
“Peki ya Jonah’ın payı?” diye sordu Valentine düz bir ses tonuyla, yaşanan dehşet ve yüzleştiği zorluklar yüzünden tecrübe etmekte olduğu yorgunluk kendisini tamamen hissiz bırakmıştı.
Sorduğu soru ise oldukça soğuktu ancak haklı olarak görülebilirdi, Alastair de bunu merak ediyordu.
İçlerinden hiçbiri Valentine’i uyarmakla uğraşmadı, çünkü yanlış sayılmazdı. Ölmüş olabilirdi ama bu onun arkasından yas tutup üzülmeleri gerektiği anlamına gelmiyordu. Sonuçta bulundukları bu yeni hayatta ölüm daima bir adım arkalarındaydı, belki daha da yakındı ve ayaklarının takılıp kucağına düşecekleri zamanı iple çekiyordu.
“Eşit şekilde dağıtacağım.”
Paisley dediği gibi dağıttı ve ardından herkese görev hakkında yazmaları gereken rapor için formları verdi.
Alastair bütün şahit olduğu olayları ve sonuna da karanlık taraf ile ilgili birkaç şüphesini de ekleyerek raporunu tamamladı. Raporu, zamanında babasına hazırlarken yapmış olduğu gibiydi: resmi, detaylı ancak öz.
“Hepinize iyi günler dilerim,” diyerek raporunu Paisley’e uzattı ve bir baş selamı verip ayrıldı.
Alastair görev binasından çıkmasının ardından gözlerini göğe dikti ve An ile arasındaki bağı hissetmeye çalıştı. An’ın akademi sınırları içerisinde olduğunu onayladıktan sonra gönül rahatlığıyla odasının yolunu tuttu.
--
“Oh be, dünya varmış!”
Ilık suyun içinde, gevşeyen kasları ve endişeden uzak zihniyle anın tadını çıkarıyordu.
Çıktığı ilk görevin daha sakin ve kolay geçmesini beklerken böylesine stres yüklü bir macera yaşayacağını hiç öngörememişti. Bu da kendisinin gelecekteki görevlerde daha dikkatli olması gerektiği konusunda kendisine oldukça iyi bir ders olmuş, her şeyi hesaba katmasının zorunluluğu konusunda bir daha uyarıda bulunmuştu.
Alastair için en azından böyleydi.
Yine de kendisini asıl sıkıntıya sokan, yaratığın ortaya çıkışıydı. Görev binasındayken zihnini meşgul eden düşünceler tekrar ortaya çıkıyordu.
Akademinin duvarları dışındaki yerlerin tehlikeli olacağını zaten biliyordu, bunu kabullenmişti ancak bu seviyede bir tehlikeyle en başından karşılaşmak kendisi için bile sarsıcı bir deneyim niteliği taşımaktaydı. Öte yandan bu kendisinin şevkini kırmamıştı, aksine dışarı çıkma konusunda daha da istekli bir hâle gelmişti.
Alastair düşüncelerini bir kenara bıraktı, derin bir nefes aldı ve ılık suyun vücuduna tecrübe ettirdiği rahatlıkla küvetin dışına çıktı. Anlık olarak vücudu titredi, hemen havlusunu üstüne geçirdi ama banyodan çıkmadan önce aynaya baktı.
Boya etkisini yitirmiş ve duş sırasında tamamen çıkarak saçlarının asıl renginin ortaya çıkmasını sağlamıştı.
Alastair’in suratı asıldı. Saçlarını ve kaşlarını boyamaktan pek haz almıyordu ama istediğini gerçekleştirene kadar da bunu yapmak zorundaydı, kendisinin kısıtlanmış olduğunu hissettiriyordu.
Loer ailesinden kurtulamadığı sürece bu görüntünün altında sonsuza kadar mahkûm olarak yaşayacaktı.
İğrenen bakışlarını aynadan çekti ve küvetin giderinin tıpasını çıkartıp banyodan çıktı. Anında dolabına yöneldi ve rahat bir set kıyafet çıkarıp yatağının üzerine attı. Kendisini iyice bir kuruladı ve hızla üstüne değiştirip çalışma masasının üstüne koyduğu çantasına çevirdi dikkatini.
“Hoot!”
An telaş ve sevinç karışımı bir çığlık ile içeri daldı ve çalışma masasının üzerine kondu. Ardından keskin gagasıyla Alastair’in çantasını işaret etti, spesifik olarak da çantanın ön gözlerinden birini. Renkli gözleri beklentiyle parıldıyordu.
Bunun karşısında Alastair’in kaşları hafiften çatıldı ama bir şey demedi, onun isteğini yerine getirmeyi tercih ederek çantanın ön gözünü açtı.
“Bu… da ne?”
Avuçlarının arasında daha önce hiç görmediğinden emin olduğu bir bilgi küresi yer almaktaydı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..