Önündeki karmaşık notları düzene sokmaya çalışan Alastair derin bir nefes aldı ve kendisini sıkan rahatsız edici hissiyattan kurtulmaya çalıştı ancak başaramadı. Bıkkınlıkla nefes alıp verdi, elindeki kalemi bıraktı ve sırtını sandalyeye yaslayarak gözlerini tavana dikti.
Damasis olan konuşmalarının üstünden iki gün geçmişti.
Aklından geçeni akademinin kendisini hiçbir şekilde fark etmesini sağlamadan yapması gerekmekteydi çünkü anlamış olduğu kadarıyla, eğer karanlık elementine dair bir şey eline geçerse ve akademi bunun farkına varırsa muhtemelen bir daha gün yüzü göremeyecekti.
‘Denemekten zarar gelmez,’ diye düşünerek üstüne ceketini aldı ve dışarı çıktı.
“Oh, Alastair! Görüşmeyeli baya oldu.”
Alastair kapısını yeni kilitlemişti ki Arashi onu karşıladı.
Alastair gülümsedi ama ardından bıkkın bir surat ifadesi iç çekti, “Baya oldu gerçekten. Gelişme konusunda nasıl ilerliyorsun?”
Arashi onun bıkkın suratına bir şey demedi, artık Alastair’in normal yüz ifadesinin bu olduğunu düşünmeye başlamıştı. Alastair istemese bile fazlasıyla soğuk bir kişiliğinin olduğunu fark etti Arashi.
“3. Seviye’nin ortasındayım, belki birkaç haftaya ya da belki de bir aya Çırak Alemi’ne geçiş yapabilirim,” diyerek cevapladı, kendine emindi ve mutluydu da. Yüzünde haklı bir gülümseme bulunuyordu ve devam etti. “Peki ya senin işler nasıl gidiyor? Çift elementli olarak iyi misin?”
Alastair’in soğuk yüzünde alaycı bir gülümseme belirdi. Bu, Arashi’nin biraz korkmasına ve çekinmesine sebep oldu.
“Öyle mükemmel gidiyor ki!” diye başladı abartıyla. “Akademi çok mükemmel olduğum için benim üstüme titriyor ve her gün mükemmel ötesi eşyalarına ek olan iksirleriyle yardım ediyorlar.”
“Oh, pekâlâ, gayet de iyi gidiyormuşsun,” dedi Arashi onun abartısına aynı şekilde karşılık verirken, ardından normal bir endişeyle sordu. “Sorun nedir ki?”
“Karanlık ve ışık elementi yatkınlığına sahip oluşum,” dedi Alastair ve sağ eliyle alnını sıvazlamaya başladı. “Bunu düşünememiş olmana inanamıyorum. Her neyse, benim işlerim var. Belki yürürken gökten teknik falan düşer. Ya da ne bileyim… Belki tanrısal bir varlık gökten iner ve beni öğrencisi olarak seçer.”
Arashi onun arkasından karışık ifadesiyle yavaşça başını salladı ve ardından yorumda bulunmamayı tercih ederek odasına girdi.
Alastair’in sinirlenmiş olduğunu anlayamaması için aptal olması lazım ve şu anda ona bulaşmamak kendisi için oldukça iyi bir karardı.
---
Pazar Alanı her zamanki gibi oldukça canlı ve meşgul bir ortama ev sahipliği yapmaktaydı.
Dikkatleri çekmek için bağıranlar ve usulca stantlarının arkasında müşterilerinin gelmesini bekleyenlerle dolu olduğu kadar aynı zamanda aceleyle istedikleri eşyalar konusunda pazarlık yapmaya çalışan veya deneyen müşterilerle doluydu.
Hatta bazı müşteriler aralarında kavga da ediyordu, aynı şekilde bunu yapan satıcılar da mevcuttu ancak hiçbiri fiziksel olmayıp sadece sözseldi yoksa güvenlik görevlilerinin kendilerine neler yapacağını çok iyi biliyordu.
Akademi bu tarz konularda hiç de mütevazı davranmıyor, şiddetli bir şekilde cezalandırmayı seçiyordu.
Alastair bir süre bağırışları dinledi ve insanları izledi. Hepsinin telaşlı olmalarına rağmen bir şekilde yaptığı alışverişler kendisinin de rahatlamasını sağladı.
Stresini azaltma konusunda oldukça iyi gelmişti.
Daha fazla vakit kaybetmeden pazara girdi.
Satıcı, kırklı yaşlarının ortasındaki bir kadın büyücüydü. Acemi 3. Seviye olan büyücü sınırdaydı, her an Çırak Alemi’ne çıkabilecek gibi görünüyordu.
Küçük bir iple bağlanmış olan cübbesinin önü açıktı, atletik vücudunun açığa çıkmasını sağlıyordu ve yüzündeki yara izleri de kendisinin korkutma konusunda yardımcısı olan bir görüntüye sahipti.
Alastair ilerledi ve pek müşterisi olmayan standa doğru ilerledi, “Merhaba, siz mi bakıyorsun?”
Bazı stantların asıl sahipleri uzak yerlerde olabiliyordu, bu yüzden sorusu gayet de mantıklıydı.
Bu tür durumların sebebi standın sahibi olan tüccarın başka yerlerde satışa devam edip gelirini arttırmaktı ve birçok kişi tarafından da uygulanmaktaydı.
Kadın yeni gelen müşterisine baktı ve onu baştan aşağıya inceledi. Kollarını bağladı ve kafasını hafifçe yana eğdi, “Evet, standın sahibi ve satıcısıyım. Neye bakmıştın?”
“İlerleyiş Tekniği soracaktım, fiyatı ve elementiyle birlikte.”
Kadın tek kaşını kaldırdı ancak duruşunu değiştirmedi, karşısındaki potansiyel müşteriyi farklı bir açıdan bir daha inceleyip ölçüp biçti.
“Elimde üç tane var: toprak, su ve buz elementleri. Her biri de altı bin büyü kristali etmekte, hiçbir şekilde pazarlık yapılmamaktadır.”
Alastair başını iki yana salladı hayal kırıklığıyla ancak içten içe tam anlamıyla kafayı yemek üzereydi.
‘Altı bin! Altı! A-L-T-I B-i-N! Büyü kristali… Altı bin büyü kristali! Bu çok absürt be! Tamam, pahalı olması gerektiğinin ben de farkındayım ama yine de… Of! Of! Of!’
Alastair’in hayal kırıklığını görünce kadının duruşu değişti, öne doğru eğildi ve Alastair’e yaklaştı.
“Element yakınlığın mı uymuyor?” diye sordu ve Alastair başını sallayarak onayladı. “Hangi element? Sana yardımcı olabilirim.”
Alastair stant sahibinin bulduğu müşteriyi kaçırmak istemeyecek tipte biri olduğunu anladı ve sevindi, en azından iş yapması kolay olacak gibi görünüyordu.
“Çift yatkınlık,” dedi ve üzgün bir yüz ifadesi takındı, ardından fısıltıyla devam etti. “Biri karanlık elementi, kesinlikle şanssızım. Net bir sıkıntı yani.”
Alastair’in yakınışına hak verdi stant sahibi.
Akademi sınırları içerisinde karanlık elementine dair bir şey satamazdı.
Gözlerini kıstı ve gülümseyerek Alastair’in muhtemel isteğine cevap verdi.
“Çocuk, istersen sana yardım edebilirim ama…” diye başladı ve durup parmaklarını birbirine sürtüp başıyla işaret etti. “Anlamışsındır. Sana istediğini bulabileceğin bir yer tarif edebilirim.”
“Öyle bir yer… Gerçekten de çok yardımcı olur!” diye tatmin bir şekilde karşılık verdi Alastair.
“250 büyü kristali.”
Alastair gülümsemesini zorlukla koruyabildi, sağ gözü neredeyse seğirmekteydi ancak dayandı. Bilgi için istenen absürt fiyat kalbinin teklemesini sağlayıp kadını oracıkta boğarak öldürme isteğinin vahşi bir şekilde doğmasını sağladı ancak belirsiz derin bir nefes aldı ve rahatladı. Elini ceketinin iç cebine attı ve kadına keseyi uzattı fakat hemen vermedi.
“Pekâlâ, senin oyununu oynayalım,” dedi ve stant sahibi Alastair’i yakınına çekti. “Karaborsadan alabilirsin. Bir tanesinin yerini biliyorum. Papatya Gölü Kasabası’nın yakınlarında gizli bir yerde, orada birçok şey satılır; tekniklerden büyülere, şifalı otlardan iksirlere ve hatta Yükseliş Teknikleri hakkında bilgilere. Her şeyi bulabilirsin orada ancak dikkatli olman lazım.”
Bunları diyerek konuşmasını bitirdi ve Alastair’e küçük, katlanmış bir parşömen uzattı.
Alastair de para kesesini uzattı ve ikisi aynı anda değiş-tokuş yaparak alışverişlerini tamamlamışlardı.
“İyi günler dilerim.”
“İyi işler ve satışlar dilerim.”
İkili birbirlerine saygılı bir şekilde veda ettiler ve kendi işlerine bakmaya devam ettiler.
Böylesine gizli bir ilişki Pazar Alanı’nda normaldi ve kimse de fark etmiyordu.
---
Hedefine doğru giden yolun sıkıntılı olacağının farkındaydı ama karaborsaya bulaşmak gibi bir isteği de başından beri hiç olmamıştı. Daha az tehlikeli ve etkili yollar aracılığıyla bu işi tamamlamak istemişti oysaki.
“Acı yoksa kazanç da yok,” dedi kendi kendine. “Karaborsaya gitsem bile bir şekilde kendimi gizlemem lazım. Eğer akademi oraya gittiğimi öğrenirse ve oradan bir şeyler aldığımı… Daha gerçek bir büyücü bile olamadım! Tekrar ölmek gibi bir niyetim hiç yok.”
Alastair, akademinin karaborsa hakkında bilgilerinin olduğunu düşünüyordu. Sonuçta koskoca büyük, güçlü bir organizasyondu akademi ve bu tür şeyleri bilmemesi kendisine salakça geliyordu.
“Ya da yine aşırı düşünüyorum,” dedi kendini rahatlatmak için.
Alastair şu an akademi içinde oldukça göz önünde tutulan sıkıntılı öğrenciler arasında başlarda yer almaktaydı.
Alastair’in akademiye zarar verebilecek bir hatası şu ana kadar hiç olmamıştı lakin sahip olduğu element farklılığından dolayı tecrübe etmiş olduğu bu ayrımcılık kendisinin kırmızı bölgeye bir adım uzaklıkta olduğunu gösteriyordu ve geçerse neler olacağını dile getirmeye gerek bile yoktu.
Karaborsa birçok insanın kullanışlı bulduğu bir yer olarak görülebilirdi ama aynı zamanda çok tehlikeliydi de. Eğer kişi yanlışlıkla birini kızdırırsa muhtemelen bir yerde kendisini öldürecekler, belki de daha kötü şeyler yapacaklardı.
Büyücü dünyasının sınırsız olasılığı insanın korkması için yeterliydi.
Alastair bundan dolayı kendisini orayla ilişkilendirmek istemiyordu çünkü daha Acemi 3. Seviye’ye bile ulaşamamış biriydi. Kendisini sadece belli bir raddeye kadar koruyabilirdi.
“An’ın benimle gelmesine izin veremem yoksa orada muhtemelen elimden alırlar.
Düşüncesi bile Alastair’in yüzünün ekşimesine sebep oldu, nasıl bir yöntem izlemesi gerektiği konusunda pek de bir fikri yoktu.
“Kılık değiştirme…ama nasıl?” diye sordu kendine aklına gelen ani fikirle.
Kılık değiştirme işleminin birden fazla yolu vardı: iksirler, büyü veya kalıcı fiziksel değişim.
Alastair böyle bir büyünün ne kadar ettiğine dair bir fikri yoktu, aynı zamanda kendisini riske atmak da istemiyordu çünkü eğer isteği orada yoksa muhtemelen tekrar başka yerlerde arayışa çıkacak, bulana kadar da bu şekilde devam edecekti.
“Eğer iksir yapımına dair bir şeyler bilseydim…”
Alastair bunu düşünürken yüzüne bir gülümseme yayıldı.
Oturduğu yerden anında kalktı ve illüzyon ile alakalı derslerinde çıkarmış olduğu ders notlarını hızlıca taramaya başladı, heyecanlıydı ve beklenti doluydu.
“Buldum!”
Defterin arasına sıkıştırmış olduğu küçük kâğıdı çıkardı ve not aldığı büyüye baktı.
Büyü, Sarıparıltı’da ölen iki adamın üzerinde kullanmış olduğundan daha etkili olan bir büyüydü çünkü bu büyüde kişinin görünüşünün üzerine tamamıyla sert bir katman çekiliyordu.
Büyünün tek problemi uzun bir süre boyunca sürdürülememesi ve tekrarlı bir şekilde kullanılmak zorunda oluşuydu. Ek olarak bir de kişinin hayal ettiği dış katmanın tutarlı olması gerekiyordu yoksa kolayca fark edilebiliyordu.
Büyüyü Sarıparıltı’da kullanmamıştı çünkü kendisi büyüye sahipti değildi. Büyü kristali yetmemişti büyü satın almaya.
Bunu direkt olarak İllüzyon dalında ilerleyen profesörlerden birinden alması lazımdı ve sahip olduğunu bildiği tek kişi Profesör Imlyin idi.
Kendisini sadece birkaç kere illüzyon derslerine girerken görmüştü, illüzyonlara karşı nasıl davranmaları gerektiğini ve nasıl çözülebileceklerini anlatmaktaydı derslerde de.
“O zaman sıradaki istikametimiz belirlendi,” dedi gülümseyerek.
İşler
düşündüğünden daha kolay bir şekilde ilerlemeye başlıyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..