Gökyüzü durgun ve açıktı. Mavi bir şekilde yukarıda yerini almış, sabah rüzgarlarını estiriyordu.
Her zamanki buzdan ve loş gözüken, yer yer tepelere rast gelinen aşağısı ise sessizdi. Ara ara çıkan kar fırtınalarını da gördüğüm oluyordu.
Bense yavaşça süzülürken, yerden 2bin metre yüksekte uçmanın verdiği özgürlük hissi ile haz almakla meşguldüm.
Gözlerim ilerilerde yuvamın olduğu dağı ararken, mutlu bir şekilde yüzümü kıvırıyordum.
Ejderha olmak çok iyiydi be! Olağanüstü savunmam, saldırı yeteneklerim ve alevlerim... Büyümek için sabırsızlanıyordum.
Aklıma geldi de, mağaradaki koduğumun Ateş Faresi bana vurup pençeleri ile sırtımı yakmıştı. Yakma etkisi biraz hafif değil miydi?
Garip, neden Ateş Faresi sırtıma vurduğunda etkisi kısa sürede geçti? Oysa ateşe karşı olan zaafım gözle görülür derecede yüksekti.
Sanırım bunun ilk sebebi pullarımı delemeyecek şekilde sadece yüzeysel bir hasar olmasıydı. Savunmam gerçekten müthiş bir artı oldu.
Diğer sebebiyse, yeteneğinin o kadar yüksek seviyelerde olmaması olabilir. Ne de olsa ben bile güçlü yeteneklere sahibim ama seviyeleri düşük olduğu için asıl güçlerini ortaya çıkaramıyorum.
Her halükarda o sıyrığı ucuz atlattığım için şanslı olmalıyım, bir daha salak gibi savaşa tamamen odaklanıp da çevremi unutmamalıyım.
Aklıma geldi de amma da işim olacak be!
Eve geçince dağıtılmamış puanlarımı dağıtmam gerek, elde ettiklerim ne kadar işe yarar bakacağız. Belki de iki üç puan, çok da işe yarar değildir?
Üstüne yeteneklerimin seviyelerini arttırmam gerek, element yatkınlığımı geliştirmem için antrenmanlar yapmam lazım.
Ve de bolca erzak toplamak! Sanırım önceliğim bu olmalı, aç kalırsam geri kalanların hiç birini yapamam...
Üstüme yavaşça dolan karları hissedince irkilerek vücudumu hafifçe silkeledim.
Dengem silkelendiğim için hafifte olsa bozulsa da, kısa sürede tekrar düzelterek uçmaya devam ettim.
Artık sıkıntısız bir şekilde kolayca manevra yapabiliyor ve uçabiliyordum. Uzun süre uçmak düşündüğümden daha çok tecrübe edinmemi sağlamıştı.
Element etkilerinin getirdiği zayıflık ve faydalar, sahip olunan statü puanları, ayrıca edindiğim unvanlar bile bana artı etkiler sağlayabiliyormuş!
Bu unvan işini öğrendiğim de iyi oldu, birkaç 10 dakika önce çıktığım savaştan edindiğim unvana bir göz atınca anlayabildim.
Aptal sistem, bunu bana açıklamamıştı. Neyse ki ‘Ejderha Kral’ unvanımın getirdiği faydaları da fark etmem oldukça işime yaradı. Ya da ‘Yüce Ejderha Kral’ mı demeliyim?
Ama aldığım artı puanların neden statümde gözükmediğini anlamadım.
Acaba sistemde bir sıkıntı vesaire mi oldu? Sormaktan zarar gelmez.
Sistem, bana statü puanlarımda neden unvan bonuslarının gözükmediğini açıkla.
-[ Bir hata olmalı, kontrol ediliyor... ... ... ... ]-
Hata mı? Hata? Ha? Şaka mı ulan bu? Koskoca Ejderhalar Kralı’nın yaptığı sistem hata mı verdi?
Acaba sistem bunca zamandır beni beklerken, birkaç tahtasını falan mı eksiltti?
Umarım başıma bela açmamışımdır, zaten işler iyice boka battı...
Argh! Hiç düşünmek istemiyorum, ayrıca buna kafa yoracak vaktim de kalmadı.
Artık dağı artık net bir şekilde görebiliyorum, sis yüzünden henüz tepesini göremesem de...
Bu kadar yüksek bir dağın yamacına nasıl çıkacağım lan ben? Hem yuvamın olduğu mağarada bir bok vardı, kesinlikle o boka elimi sürmeden bırakmam orayı!
Evim olmasını geçtim yumurtam var ulan orada! Yumurta bir ejderhanın onurudur!
İleri de çocuklarıma yumurtama ulaşamadığımı nasıl açıklarım lan ben!? Ne düşünüyorum böyle saçma saçma...
Arh... Saçmalamayı bırakıp acilen oraya çıkmam gerek, kuzeydeki tek güvenli yerin orası olduğuna eminim!
Hem eski Ejderhalar Kralı’nın yuvası... Yani artık benim yuvam.
Dağın etrafında kayalık bölgeler mevcuttu, diğer hiçbir dağda olmayan kayalar! Ayrılırken de bunu sorgulamadım değil ama... Bu dağda kesinlikle özel bir şeyler var!
Hem tırmanması zor da olsa, çok dik olmayan yerler mevcut. Belki de oralardan çıkabileceğim kadar çıktıktan sonra uçabilirim.
Geri kalan yerleri ağaçlara benzeyen donmuş çalılar ile kaplıydı, gerçekten? Ne biçim bir bitki burada yetişebilirdi ki?
Düşünmeden edemedim. Gitgide yaklaşırken, yorgun gözler ile dağın başka bölgelerini de incelemeye devam ettim.
Ta ki biraz daha yaklaştıktan sonra dikkatimi garip bir şey çekene kadar. Garip bir çıkıntı vardı, sanki benim evime benzeyen o yamaç gibi.
Gözümün ucuyla görsem de biraz daha dikkatli bakınca anlaşıldı.
Huh, aynı evimin etrafında olan yamaç gibi bir yer var. Üstüne anlamlandıramadığım renkler de mevcut, kesinlikle oraya gidip bakmalıyım! Öylesine bakarken gördüydüm ama...
Dağın eteklerinden bin metre yukarı bir bölgede, mağaraya benzeyen bir çıkıntı vardı. İlerisinde mağara olabileceğinden şüphelendiğim bir yer daha.
Gerçi çıkıntıyı görmeyi bırak neredeyse dikkatli baksan bile gözükmüyordu, onu öylece gözümün tersi ile görmem bile Şans Tanrısı’nı yerinden zıplatabilirdi.
Ayrıca dağın gerçekten ne kadar büyük olduğunu yaklaştıkça daha çok anlayabiliyordum, kuzeyin en büyük dağı olabilirdi bile.
Hjuras gerçekten de iyi mesken edinmiş burayı kendisine, diğer canavarlardan uzak ve daha korunaklı bir bölge seçmiş.
Şimdi bir merak ettim de acaba nasıl biriydi? Sevecen? Kızgın? Sert? Belki de sıradan bir ejderhaydı, kim bilir?
Kendi kendime bu kadar soru sormamın yettiğine karar verdikten sonra, şans eseri fark ettiğim yere doğru yöneldim.
Gerçekten de küçük bir yamaç vardı ve hemen aşağısı uçurumdu, aynı yuvam gibi ama daha küçük versiyonu diyebilirdim.
[DİNN!]
-[ Sistem Arızası Tespit Edildi! ]-
-[ Arıza Onarılıyor... ... ... ... ... Arıza Onarıldı! ]-
-[ Beklettiğim için özür dilerim, sizi beklerken geçen 9.507 yıl sonrasında birkaç bölge hasar almış.]-
-[ Unvan bilgileri haricinde başka bölgelerde de arızalar tespit edildi ve onarıldı. ]-
-[ Sistem Sağlığı: %100 ]-
Ananı Si-!?
Önümde çıkan sürüsüyle yazı ve sistemin robotik sesi ile neye uğradığıma şaşarken, aşağı doğru küçük yamaca doğru alçalmaya başlamıştım bile.
Tam o sırada yüzüme doğru yansıyan mesajlar yüzünden, önümü görememem ve yüksek bir mertebede uçuyor olmam hızla paniklememe sebep oldu.
Panik yüzünden ani hareketler yapmam sayesinde dengemi kaybettim ve tekrar sağlayana kadar gökyüzünde çırpınarak toparlanmaya çalıştım.
Kanatlarım bir kumaş parçası gibi dalgalanıp sağa sola savrulurken, can çekişerek tekrar dengemi sağlamaya çalıştım.
Hızla alçaldığım yere doğru çakılırken göğsüme dolan sızı hızlı bir şekilde düşünmemi sağladı, 20bin metre yüksekten atlarken yaptığım hareketleri hatırlamaya çalıştım.
Son anda kanatlarım geri düzelirken, hızım yavaşlayarak normale döndü ve dengemi tekrar sağlayabildim.
Amına koyayım sistem! Beni dağa gömmeye mi çalışıyorsun sen lan! Canımdan olacaktım az kalsın!
Yüz kaslarım gerilerek kasılırken, sövmemek için bütün vücudumu zorluyordum.
Sistem, sana kızmak istemiyorum ama zorluyorsun sanki? Ne zamandır yüzünü görmüyorduk zaten hayatım düzene girmişti, sen bir geldin sıfatım kaydı şerefsiz herif!
Ne bokuma yarıyorsun ulan sen? Gereksiz bilgilendirmelerini kendine saklasana!
Ayarların yok mu senin lan!? Bütün gereksiz sistem mesajlarını ve panellerini bir daha bana gösterme!
Kafayı yememe az kaldı, cidden!
-[ Sıkıntı için özür dilerim, bilgilendirme mesajları sınırlandırıldı. ]-
Kendimi sisteme kızdığım için kötü hissetsem de, böylesi daha iyiydi sanırım. Tekrar bu şekilde bir olay yaşamak istemiyordum.
Savaş anında yaşamadım en azından, hahh.. Kalbim...
Hem böyle hatalar tekrar olmayacak sanırım, sistem sağlığı yüzde yüzmüş ne de olsa.
Ve 9.507 yıl mı? Ben öldüğümden ve bu dünyaya gelmem üzerinden toplam bu kadar mı yıl geçti?! Neden ben geçen zamanı normal bir uyku süresi gibi hissettim?!
Kahretsin... Şimdiye ne Juhan Klanı ne de Yviran Klanı kalmıştır... Eski dünyamda bana düşman olanların, çoktan cehennemi boyladıklarını düşünmek iyi hissettirdi.
Bu sırada yamacın artık alçalıp konabileceğim bir mesafeye girmesi üzerine, gitgide yüksekliği düşürmeye başladım.
İyice yaklaştığımda ise dalışa geçerek kısa sürede mesafeyi daha da azalttım.
Yamaca hız kesmeden son sürat yaklaşarak, kanatlarımı bir anda tersine doğru çırpıp sert bir şekilde hızımı kestim.
Dört ayağım ile yamaca kuvvetli bir şekilde basarak iniş yaptıktan sonra derin bir nefes vererek, tekrar üzerime dolmuş karları silkeleyerek attım.
Gerçekten bir kere bile olsun kar yağmayan bir gün görmek istiyordum, en sakin günde bile az da olsa yağan kar oldukça fazlaydı.
Kuzeyde bu durumun asla gerçekleşmeyeceğini hatırlayarak, üzgün bir ifade ile omuz silktim.
Daha fazla merakımı coşturmadan, bunları boş vererek önümdeki mağara girişine doğru baktım.
Ortalama bir girişe ve yüksekliğe sahipti, klasik bir mağara girişiydi ama kesinlikle kuzeye ait bir mağara değildi, hele de bu dağda!
Donmuş ve rengini kaybetmiş sarmaşıklar hafifte olsa gözüküyordu. Bu dağ; üzerinde veya içinde, canlı bir şeyin yaşayamayacağının en kesin sebeplerinden biri olabilirdi. Bu durumdan bitkiler bile nasibini almıştı.
Pençelerimi kaldırarak; hızla, donmuş ve kristale dönüşmüş sarmaşıkları parçalayarak dağıttım.
İçerisi daha rahat görünmeye başlayana kadar durmadım, en sonunda mağaraya ışıkların rahatça girebileceği kadar bir bölge açtıktan sonra pençelerimi savurmayı bıraktım.
Biraz geriye doğru çekildim ve etrafa temkinlice bakarak beni izleyen bir şeylerin olup olmadığını kontrol ettim.
Bu biraz saçma olsa da, buraya kadar uçarken, canavarların beni görmüş olup olmadığını bilemezdim.
Gerçi nereden baksan yerden 900-1000 metre yüksekteydik. Bu yükseklikte yırtıcı kuşlar haricinde hiçbir varlık olamazdı.
Ayrıca bu mağaranın; yuvamdan, aşağı yukarı 19bin metre aşağıda olması da beni biraz işkillendirmişti.
İçime birdenbire doğan fikir ile heyecanlandım, acaba bu mağara yukarılara doğru çıkan bir geçit görevi mi görüyordu?
Uzunca bir süre etrafa bakındıktan sonra bir şeylerin olmadığına karar verdim. Tekrardan girişin önüne hızlı adımlar ile geldim.
Gözlerimi kısarak mağaraya doğru ufak ir bakış attıktan sonra, yutkunarak içeri girdim.
Kafam içeri doğru geçerken, mağaranın çok da büyük olmadığını zorlasan 30 metre ileride bittiğini fark ederek hem sevinip hem üzüldüm.
İçerisi taştandı, buz yoktu ve ılıktı. Aynı sıcak iklimlerdeki mağaralara benziyordu.
İşin garip tarafı bu değildi, odada neden taştan masa, sandalye, ve yatağa benzeyen yapılar vardı?!
Hassiktir lan! Yuvamın bu kadar altında böyle şeylerin olması normal mi şimdi?!
Burada anlamlandıramadığım bir şekilde insan yapıları var ve bu derece saklı bir bölgede... Daha önce burada kesinlikle insan yaşamış.
Etrafı biraz daha incelemek istediğimde el yıkamak için sunağa benzeyen bir yapı ve çeşitli şeylerle de karşılaştım.
Tabii en dikkat çekici şey ise mağaranın sağ arka köşesinde, bir insanın sığabileceği kadar bir merdivenin olmasıydı.
Yavaş adımlar ile etrafı dikkatlice incelerken merdivene doğru yürümeye başladım, uzun bir aradan sonra masa ve sandalye görmek garibime gitmişti.
Şu anki bedenim ile oturup bir şeyler yapamamakta öyle.
Demek yukarılara açılan bir geçit yok, boşuna meraklandım o kadar ama bir merdivenin olması da garibime gitti. Acaba yukarı da ne var?
Merakım anında ortaya kendini atarken, merdivenin başına gelmiştim bile.
Normal merdivenlerden değildi, malzemesi gene taş olsa da aynı fare yuvasında olduğu gibi buranın da taşları bir çelikten kat be kat sağlamdı.
Kıvrılarak yukarı doğru çıkıyordu. Genişliği zorlasan 2 metre olması yüzünden sığmam imkansızdı, çıkamayacağımı anlayınca somurtasım geldi.
Yanında; korkulukları olan, sağlam ve eskimemiş taştan bir merdiven kıvrılarak yukarı doğru çıkıyordu, ne yazık ki ben sığmıyordum...
Merdiven şekilsiz ve kaya parçalarından oluşsa da, sağlam ve kullanılmış gözüküyordu.
İçimdeki merak tatmin olmamıştı, vücudum giremese bile kafam sığabiliyordu. Hızla merdiven boşluğuna kafamı sokarak yukarı baktım.
Baktığım gibi nefesim kesilir gibi olduysa da kendimi anında toplayarak ağzım açık bir şekilde yukarı bakmaya devam ettim.
Sonu gözükmeyen merdivenler sanki dağın en tepesine doğru uzanıyor gibiydi, sanki yukarıdaki evime doğru... Uzunca süre sesimi çıkarmadan bakmaya devam ettim.
En sonunda hızla kafamı içeri çekerken, içime doğan umutsuzluk ile bağırdım.
“Kesinlikle bu merdiven ya mağarama çıkıyor ya da yukarılara bir yere! Ama çıkıyor mu, çıkıyor!”
Derince düşünürken, neden böyle bir şeyin burada olduğunu bir filozof edası ile sorguluyordum.
Masalar, sandalyeler, el ve yüz yıkama yerleri, tuvalete benzeyen bir yer bile bulmuştum lan!
Böyle bir şeyi ancak bir insan yapabilir ve kullanabilirdi! İyi de bu bölgede insanlar hayatta kalamazdı ki?!
Off... Lanet olsun, sadece evime çıkmak istemiştim ama şimdi karşılaştığım bu manzara ile... Burayı aklımın bir köşesine yazacağım!
Kesinlikle burada yatan sırrı ortaya çıkarmadan ruhum huzur bulmaz!
Sonra aklıma eğer insan vücuduna sahip olsaydım merdivenlerden çıkabileceğim geldi.
Sokayım be, uçmama gerek kalmadan yukarıya çıkabilirdim ama vücudum sığmıyor. Eşşek kadar olan kanatlarımdan bahsetmiyorum bile...
Bir an insan olmayı özlemedim desem yalan olur... Ama bu halimle de memnunum, tekrar o fanilerin vücudunda olmayı ölsem de istemem!
Bu dağda, hele de benim mağarama çıkan bu merdivenleri kim ve ne amaçla yaptıydı ki? Mağarama çıktığı da kesin değil şimdi.
Acaba burada eskiden Hjuras’a tapan insanlar falan mı kalıyordu?
Kafamı kurcalayan onlarca soru gün yüzüne çıkmıştı, tabii kurtarıcı meleğim olan sisteme bunları sormamın sırası gelmiş ve çatmıştı.
Değil mi güzel, bir tane, sevgili ve sistemlerin en ve en güzeli sistemciğim? Hığ?
Sen en büyük sistemsin, sen olmasan ben burada olur muydum? Ufacık ama ufacık bir ipucu ya da bir bilgi, ne istersen yaparım!
Savaşırken bana en gereksiz bildirimlerini bile gösterebilirsin! Söz veriyorum!
Bana burada neden merdiven olduğunu da açıklarsın demi biricik sistemim benim?
-[ ... ]-
Ne demek “...” ulan ne demek! Sorduğum kişisel sorulara bir kere daha cevap versen ölür müsün be!
Sistemden uzun bir süre ses gelmeyince burnumdan soluyarak, mağaranın iç taraflarına geçtim ve sertçe kendimi yere attım.
Merakım yarıda kalmış bir vaziyette bana bakarken, ben de ona bakıyordum. Karşılıklı uzun bir bakışma...
Koduğumun sistemi!.. Beni merakta bırakmayı seviyorsun demi lan! Arhg!
Neyse, zaten cevap alacağımı beklemem saçmaydı. Madem mağarama buradan da çıkamıyorum, ben de artık 20bin metreye ilk uçuş denememi yapsam iyi olur.
Daha fazla beklemeye tahammül edemiyorum.
En olmadı yarıda kaldığım yerde dağın çıkıntılı kısımlarına tutunurum, biraz dinlendikten sonra da daha yükseğe uçmayı denerim.
Bu fikir aklıma yatsa da, uygulamanın söylemekten daha zor olduğunu adım gibi biliyordum.
Umarım rüzgarlar beni çil tanesi gibi sağa sola savurmazdı...
Çenemi sert zemine koyarken, endişelerimi dağıtmaya çalışıyordum, yukarı tırmanmadan önce yorgunluk barımın dolmasını beklemem gerekiyordu.
Envanterimi açarak Griffon’ dan kalan et parçalarını çıkardım. Hala aynı zamanki hallerinde duruyorlardı.
Sıcak ve leziz duran göğüs kısmı neredeyse beni ye diye bağırıyordu.
Çok beklemeden dudaklarımı koca dilim ile ıslattıktan sonra, kafamı gömerek açlık barımı da doldurmaya başladım...
--------20 Dakika Sonra-------
Kemikte kalan son et parçasını da dişimle sıyırdıktan sonra, kemiği bir kenara atarak ayağa kalktım.
“Hyuağ!” Amma da yatmışım, yemeğe kendimi çok kaptırmışım anlaşılan.
Gerilerek birkaç kez kaslarımı esnettikten sonra, statü ekranımı açmak için sisteme seslendim.
------------------------------------------------------------
Genel Bilgiler
-------------------
Level: 6
Can Puanı: 8.200/8.200
Mana: 3.000/3.000
Yorgunluk: 2.824/2.850
Açlık: 10.500/10.500
İsim: Ejderhalar Kralı Maoras
Yaş: Bebek (3 Gün)
Unvan: Ejderhalar Kralı
Güç Bilgileri
--------------------
Dağıtılabilir Güç Puanları: 10
Kuvvet: 45 (+45)
Sağlık: 25 (+35)
Dayanıklılık: 35 (+30)
Zeka: 120
Çeviklik : 10 (+15) (Havada : 45)
Büyü: 15 (+50)
Yetenekler
---------------
Ejderha Nefesi(Buz Alevi)(2)(Acemi)%67.82
Kuyruk Darbesi(2)(Acemi)%10.61
Keskin Pençeler(3)(Acemi)%07.89
Buz Dişleri(1)(Acemi)%94.91
Değerlendir(4)(Acemi)%62.44
Element Yatkınlıkları
-------------------------------
Ateş: -20
Su: 32
Toprak: -5
Hava: 16
Buz: 72
?:?(????)
?:?(????)
-----------------------------------------------------------
Hmm birçok özellik yükselmiş, DP puanlarım tekrardan 10 olmuş. Yukarı tırmanmak için bana güç ve dayanıklılık lazım olacak.
Bu yüzden 5 puan dayanıklılık statına, 5 puanı kuvvet statına ekleyeceğim.
-[ +5 Dayanıklılık
+5 Kuvvet ]-
Bu şekilde daha fazla yol kat edebilir ve rüzgarlar ile daha çok baş edebilirim umarım...
Yeteneklerim ve diğer özelliklerim de yavaş yavaş gelişiyor, hepsini en yükseğe getirmeyi dört gözle bekliyorum.
Hem yeni yetenek ve görevler edinebilmek için neler yapmam gerek, daha sonra yuvada sisteme sormalıyım. Daha fazla çeşitlilik gerekiyor.
Pekala, bu kadar hazırlık yeterli ise başlasam iyi olur.
Mağaraya son bir kez daha keskin bir bakış attıktan sonra, hızla kararan hava eşliğinde batan güneşin son ışıklarını vurduğunu fark ettim.
Gözlerim yukarı doğru bakarken, bütün vücuduma dolan adrenalin ve güç tutkusu beni sürekli dürtüyor ve harekete geçirmek istiyordu.
Son bir kez daha yutkundum ve vücudumu arkaya doğru iterek, bütün yükü arka ayaklara vererek ön ayaklarımı yerden kestim.
İki ayak üstünde duruyor gibi gözüksem de, sıçramak için iyice gerilerek kasılmış bir vaziyetteydim.
Kaslarımı zorlayarak iyice sıktıktan sonra, gözlerimi sisli ve gözükmeyen yukarılara doğru kenetledim.
“Pekala, bir kere yuvaya dönebilirsem artık bu yükseklik de, benim için bir tehlike arz edemeyecek. Ne de olsa bir kere yaparsam başka zaman da yapabilirim!”
Son kez yutkunup, güçlü bir bağırış ile arka ayaklarımda ki bütün kasları kullanarak kendimi yukarı doğru fırlattım.
Yamaç titreyip sarsılırken, vücudumun ağırlığı yer çekimine resmen meydan okuyacak bir şekilde son sürat yukarı doğru sıçradı.
Kanatlarım iyice kendime yapışık vaziyette iken, adeta bir ok başı edası ile rüzgarı yararak yukarı doğru yükseliyordum.
Tek sıçrama ile 50 metreyi anında aşarak geride bırakmıştım.
Hızı kaybetmeyerek vücudumu bir girdap gibi dönderirken, kanatlarımı aniden açarak güçlü bir kanat çırpma hareketi ile daha yükseklere fırladım.
Gitgide, yamaç gözümde karınca gibi kalırken, sisle dolu dağın tepesine daha fazla yaklaşıyordum...
-----------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2500+ Kelimeden Oluşmaktadır.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..