Kuzey kıtasında esen rüzgarlar, Dünya’nın geri kalanında esen diğer rüzgarlara göre daha sert ve güçlü eserdi.
Bu durum ortaya, diğer kıtalarda fazla gözükmeyen bir durumu ortaya çıkarıyordu, Kar Fırtınaları.
Diğer bir ismi ile, Buz Cehennemi.
“Hah... Hah... Hah...” Şu anda içinde olduğum durum, gerçekten de hiçbir varlığın yaşamak istemeyeceği türden bir durumdu.
Bundan birkaç saat önce gökyüzünde yuvama doğru son sürat gidiyordum fakat nedense yaklaştıkça artan ve baş etmesi güçleşen bu koduğumun fırtınası, buz ejderlerinin bile baş edemeyeceği türden bir hal aldı.
Dışarıda esen fırtınadan sakınmak için, hızlıca önümde olan büyük kayayı omzum ile aceleyle sığındığım mağaranın girişine doğru ittim. Mağaraya giren rüzgarı ve karı biraz daha hafifletse de tamamen engelleyemiyordu.
Nefes nefese kalan vücudumu az da olsa rahatlatabilmişti. Yorgunca arkama doğru döndüm ve bitkin kalmış vücudum ile iç taraflara doğru yürüdüm.
Gözüme kestirdiğim ilk köşeye geçtim. Ejderha olduğuma şükrederek ortamı biraz ısıtması için nefesimi topladım ve yeteneğimi kullanarak alevlerimi yukarı doğru püskürttüm.
Hava biraz daha baş edilebilir olunca, nefesimi kestim ve olduğum yere oturarak derince bir nefes aldım.
“Sadece yarım saatlik bir yolum kaldı, fırtına dinene kadar burada kalsam iyi olur. Dışarısı hiç çekilecek gibi değil”
Sesim yorgun çıkıyordu, sol üstümde olan durum paneline ufak bir göz atıp yorgunluk barıma baktım.
------------------------------------------------------------
Yorgunluk: 1.091/2500
------------------------------------------------------------
“Hah, ejderha olsam bile kuzeyin gücüne ve iradesine henüz karşı çıkamıyorum bile. Ufak bir fırtınada bile enerjim dibine çökmüş”
İçimden alay edercesine, gerçi ne kadar küçük denebilir ki buna? Dedikten sonra, acele bir şekilde bulduğum ve girdiğim mağarayı daha dikkatli bir şekilde incelemeye başladım.
Garip bir yapıya sahipti, kıvrılarak daha derine doğru gidiyordu. Kıvrılan yerden sonrası görüş açım dışında kalıyordu. İlerisinde ne olduğunu merak etsem de yorgun olduğum için daha fazla kafa yormak istemedim.
Ejder gözlerim sayesinde karanlık artık bana sökmüyordu, dolaysıyla etrafı oldukça net görebiliyordum.
Taşların sertliği ve sağlamlığı da beni bir hayli şaşırtmıştı, oturduğum yerde bile altımda olan taşın bir çelikten daha sert olduğunu hissedebiliyordum.
Böyle bir taşı yontacak kadar güçlü bir şey olabilir miydi? Kim bilir belki de yıllar yıllar önce burada yaşayan bir yaratığın yuvasıydı.
Şimdi ise bu soktuğumun Buz Cehennemi’nde harap oluyordu.
İç taraflarda yaşayan bir şeylerin olmadığını düşünüyordum. Ne de olsa bu civarlarda yaşayan hiçbir canlı olmadığına emindim.
Kim bu Tanrının bile unuttuğu cehennemde yaşamaya çalışırdı ki?
Derince bir nefes aldım ve başımı yere koyarak az kestirmeye çalıştım. Yorgunluk barım tekrardan sıfırı bulursa acil moda girip beni yatırmasından hafif tırsıyordum.
Ne de olsa yuvamda bile değildim, eğer burada uyuya kalırsam ölebilme şansım vardı.
Fırtınanın çıkardığı sesler ve benim çıkardığım istemsiz hırlamalar ile derin bir uykuya dalmak üzeriydim ki, mağaranın duvarlarından yankılanarak gelen bir patırtı ile yerimden sıçrayarak ayağa kalktım.
“Huh!? O da neydi öyle? Fırtınanın rüzgarlarından etkilenip bir şey mi düştü?”
Gerilerek boş ve ıssız gözüken iç taraflara baktım ve her an saldırabileceğim bir pozisyon aldım.
Görünürde hiçbir şey yoktu, sadece kıvrılan mağara duvarları ve esen fırtınanın sesi.
Yavaşça pençelerimi gözükecek şekilde çıkardıktan sonra, temkinli ve yavaş adımlar ile mağaranın iç taraflarına doğru yürümeye başladım.
Kar fırtınası ve evimin 20bin metre yukarıda olması yetmezmiş gibi bir de başıma bu çıkmıştı. Bağıra bağıra yaşadığım bunca şeye sövmek istiyordum.
Hay böyle işin içine tüküreyim, az rahat verin be! Sinirlerimin gerildiğini hissediyordum, yürüdükçe mağaranın kıvrımlı yolunun diğer taraflarını da görmeye başladım.
Hiçbir şey yoktu ve tekrar tekrar aşağı doğru uzanıyor ve kıvrılıyordu. Mağaranın yapısı başlı başına garipti ve çıkan seste beni germedi değildi.
Daha fazla ileri gitmeden olduğum yerde durdum ve sesin tekrar çıkıp çıkmayacağına kulak kesildim.
Gözlerim ile aşağı tarafları tararken, kulaklarımı da her şeyi duyabilecek kadar odaklamıştım.
Derin bir sessizlik ve artık uzaklardan gelmeye başlayan fırtına rüzgarları dışında bir şey duyamıyordum.
“Halüsinasyon mı gördüm lan acaba? Fazla yalnızlıktan kafayı sıyırmadım umarım...”
Kendi kendime dalga geçsem de içten içe kulaklarımın asla yanlış bir şey duymayacağını biliyordum.
Bu mağarada bir şey vardı, sinsi ve tehlikeli bir şey.
Seslice yutkunduktan sonra, arkamdan esen rüzgarın hafiflediğini ve fırtınanın çıkardığı rüzgarın sessizleştiğini duydum.
Sanırım fırtına yavaştan diniyordu. Geriye gidip gitmemek arasında kalsam da içimden bir parça bu mağaranın gelişmem için bir fırsat olduğunu bağırıyordu.
Yorgunluğum yavaştan giderken, göğsüme dolan kan, heyecan ve maceracı ruhum alevlenmeye başlamıştı.
Bu kadar ileriye gelmişken tekrar dönüp uyumak istemiyordum, hem şu sıralar seviye almaya odaklanmam gerekiyor. Bu bölgede hayatta kalmak istiyorsam olabildiğince seviye almam lazım.
“Yapacak bir şey yok gibi, merakım ağır basıyor. Fırtına tamamen dinene kadar burada saklanan veya dönüp dolaşan şeyi saklandığı yerden çıkarmalıyım”
Dışımdan mırıldanarak yapacağımı söylesem de, henüz bir şey bile olmamışken nasıl yapacağımı bilemiyordum.
Vücudumdaki bütün kasları sıklaştırarak, derimi daha sağlam hale getirdim.
Bu sayede derimin üzerindeki pullar birbirine daha yakın olacak ve aralarından geçebilecek saldırıları daha aza indirebilecektim.
Üzerimdeki kalkan görevi gören pullar sağ olsun, Griffon ile olan mücadelemde bana oldukça yardımcı olmuşlardı.
Derin bir nefes aldıktan sonra, bunaltıcı ve uzun kıvrımlı mağara duvarlarını takip ederek daha derinlere inmeye başladım.
Gitgide artan sıcaklık ve daralan mağara duvarları içimi sıkmaya başlamıştı, neydi bu Tanrı aşkına, Dünya’nın merkezine doğru mu iniyordum?
O sırada sonunda beklediğim ses tekrardan geldi.
[TAKIRT!] Kulaklarım sesin arkamdan geldiğini anında duydu ve kıvrak bir hareket ile kuyruğumu güçlendirerek sert bir şekilde sesin geldiği yöne doğru savurdum.
Anlık olarak yaptığım bu refleks ile saldırımın hedefini bulduğunu, çıkan seslerden anlamış oldum.
[FİUV!] [ÇATIRT!] (KRİEEK!) Kuyruğumun yumuşak bir şey ile temas etmesi ve çıkan tiz ses ile hedefimi tam on ikiden vurduğumu da anlayınca sırıttım.
Hızla tamamen arkamı döndüğümde ise ortadan ikiye ayrılmış iğrenç bir fare cesedi bulmam bir oldu.
Oldukça büyük bir fare cesedi. Üzerinde çirkin ve iğrenç gözüken, mavi bir şekilde parıldayarak bütün vücudunu dolaşan damarları gözüküyordu.
Benim gibi mavi gözleri olsa da, kesinlikle hayatımda gördüğüm en çirkin varlıklar arasında olabilirdi.
Uzun ve kapkara bir ince kuyruk, bıyıklı ve sivri bir yüz yapısı ve keskin ince kulakları. Tam bir çirkinlik abidesi.
-[ Sinsi Buzul Faresi öldürdünüz! ]-
-[ +500 DP kazandınız! ]-
-[ 5. Seviye için gereken DP miktarı: 2500/5000 ]-
Ön ayaklarımdan birini kaldırarak pençelerim ile kahverengi kürkünü dürterek, yaşayıp yaşamadığını kontrol ettim.
İkiye bölünmüş olsa da bu kuzeyden her boku beklerdim, yaşayan yaşamayan her şeyi ayrı çile!
Tek kaşımı kaldırarak karşımda yatan ölü fareye bakarken, bir yandan da nasıl bu kadar çok DP verdiğini düşünüyordum.
Acaba burada daha fazlası var mı? Kolay lokmaydı ama kolay lokmaların kuzeyin işleyişine ters olduğunu her canlı anlar.
Kesinlikle bu kadar kolay bir şekilde DP alınabileceğini sanmıyorum. Bunda bir bokluk olduğuna yüzde yüz eminim.
Biraz daha yaklaşarak fareyi incelemek istesem de, yukarıdan gelen bir ses ile yavaşça kafamı yukarı kaldırdım.
Sanırım Tanrı benim şüphelerimi duymuş olacak ki, onlarca farenin kırmızı şekilde parlayan gözleri ve mavi bir renkte kahverengi kürkünün arasında parıldayan damarları ile kafamı kaldırdığım an karşılaşmam bir oldu.
“Ah, ben de tam sizden bahsediyordum. İsterseniz bir konuşa-” (KRİEKK) Kafama doğru atlayan ve pençelerini gözüme geçirmeye çalışan fare ile sözüm yarıda kaldı.
Sürüsüne bereket en az 10 ya da 15 tane Buzul Faresi tavanlara asılmış bir şekilde saldırmayı bekliyordu.
Eski yaşamımda edindiğim en büyük tecrübelerden birisi, düşmanın sana bütün gücü ile saldırıyorsa sen de ona bütün gücün ile karşılık ver!
Hızlıca kafama doğru yukarıdan atlayan fareye doğru bütün gücüm ile sıçradım ve hiç beklemediği bir hamleyle devasa ağzıma göre küçük kalan gövdesini keskin dişlerim ile kaptım.
Anında ciyaklamaya başlamasına ve beklemediği bir şekilde havada kapılmasına rağmen hala bir şekilde elleri ile bana vurmaya çalışıyordu şerefsiz.
Ağzımda debelenip dururken burnuma dolan koku ile yüzüm feci bir şekilde buruştu. Hayatımda daha önce asla bu kadar iğrenç bir koku ve tat almamıştım.
Tükürmemek için kendimi zor tutarak çenemi sıktım ve bir kürdan gibi kırılan kemiklerin ağzımda yaptığı titreşimleri yok sayarak, ciyaklayan fareyi daha fazla tutmadan sağa sola sallayıp tükürdüm.
-[ Sinsi Buzul Faresi öldürdünüz! ]-
-[ +500 DP kazandınız! ]-
-[ 5. Seviye için gereken DP miktarı: 3000/5000 ]-
Yaptığım bu hamle ile yukarıda asılı kalan diğer fareler de direk olarak üstüme doğru gelmeye başladılar.
Artık girişin tamamen fareler ile kaplandığını ve kaçmanın imkansızlaştığını gördüm.
Şerefsizler, bu zamana kadar üstümdeydiniz demek. Kürkleri sayesinde duvarlara kamufle olarak benim derinlere inmemi beklemişler, peh!
Savaş pozisyonumu alırken, diğer farelerin öldürdüğüm diğer iki fareyi ağızları sulanarak hızla yemeye başladığını fark ettim.
Kendi türlerini yiyen yamyam şerefsizlerden başka bir şey değillerdi! Sinirlenerek göğsümü kabarttım ve güçlüce nefesimi alevlerim ile doldurarak yeteneğimi fare sürüsüne doğru püskürttüm.
Boyları 2 metre ve genişlikleri 1.5 metre olan fareler, neredeyse kendilerinin iki katı olan alevlerin içerisinde kaybolarak acı çığlıklara boğuldular.
Gözlerim zevkle parlamaya başlamıştı, sürekli olarak kazandığım DP puanları ve ölen fareleri bildiren sistem mesajları geliyordu.
Onlar alevler içerisinde boğuşurken birkaç adım geriye çekilme fırsatı yakaladım. Hızla sönen mavi alevlerin içerisinden, hayatta kalmış diğer fareler çok beklemeden çığlıklar atarak üzerime koştular.
Sayı avantajı oldukça can sıkıcı bir hal almaya başlamıştı, bu yüzden gitgide daralan mağara duvarlarını kendi avantajıma çevirmekle meşguldüm.
Farelerin sistem pencereleri oldukça garipti, bir çoğu farklı yeteneklere sahip olsa da hepsinde ortak bir yetenek vardı.
Buzul Zehri!
Damarlarından akan kan pençelerine doğru ilerliyor ve ölümcül bir zehre dönüşüyordu. Bir kere bile hasar alırsam zehirlenmem işten değildi.
İlk gelen fare üzerime doğru koşmaya devam etti. Pençesinin hafifçe parladığını ve ani bir şekilde atılarak sıçrayıp göğsüme geldiğini görünce, zehirli bir saldırı yapacağını kestirebildim.
Sıyrılmak için ön ayaklarıma güç vererek geriye sıçramam yetse de, arkasından gelen diğer fareler nefes almama bile izin vermiyordu.
Hah, bu şerefsizler çok koordine bir şekilde saldırıyorlar. Bu gidişle savaşın başındaki avantajımı kaybedeceğim.
Bir an önce sayı avantajını azaltmalı veya engellemeliyim!
Sürekli olarak sağımdan ve solumdan gelen ani saldırılar ile meşgul olurken, bir yandan da daha derinlere doğru çekiliyordum.
Buranın sonu çok büyük bir alana çıkarsa sanırım boku yiyecektim.
(KRİEEKK!) [SLAŞŞ!] Hızla bana doğru fırlayan bir farenin sol tarafından açık vermesi ile kuyruğumu bir kamçı gibi kafasına doğru savurdum.
Güçlendirme yeteneklerim her ne kadar sayı avantajını bastırmaya çalışsa da, bunun da bir sonu vardı.
Manam, yavaştan dibine gelmeye başlamıştı ve sadece 2 defa daha nefesimi püskürtebilirdim.
Hufh, cidden geriye sadece 8 tane kaldı. Çoktan 5. seviyeye yükselmişim bile, savaşa odaklanmaktan sistem mesajlarına dikkat bile edemiyorum!
Bir an önce bir plan yapmalıyım. Ya tamamen geri çekilip aşağı doğru koşarak şansımı deneyeceğim, ya da... Zehirlenmeyi göze alarak içlerini yarıp geçeceğim!
Aklıma başka bir olasılık gelmese de, şimdilik geri çekilmeyi daha mantıklı buldum.
Hızla gelen başka bir pençe darbesini daha atlattıktan sonra, arkama dönerek var gücüm ile koşmaya başladım.
Arkamdan gelen kızgın ve çılgına dönmüş farelerin bağırışlarını duysam da, geriye bir bakış bile atmadan yardırmaya devam ettim.
Bu hamlem aslında hiç beklemediğim bir şans daha çıkarmıştı! Geride kalan diğer 4 fare açgözlülüklerine yenik düşerek, ölen fareleri yemeye çekilmişti.
Kuzeyde yemek zor bulunan bir şeydi, yaptıkları ne kadar midemi bulandırsa da...
Kıvrımlı mağaranın duvarları artık 7 metreye kadar küçülmüştü. Yan yana sadece 2 farenin sığabileceği ve rahatça savaşabileceği kadar.
Ayrıca ufaktan yüzüme vuran sıcak hava dalgasını da hissetmeye başlamıştım.
Kesinlikle bu mağaranın sonunda ya bir lav denizi ya da ona benzer bir şeyler vardı.
Bütün bunları bir kenara iterek, istediğim yere ulaşmanın verdiği güven ile arkamı dönerek peşimden gelen 4 fareye doğru döndüm.
Nefes nefese kalsalar da 4 kişiydiler. Hala bana sıkıntı çıkarabilirlerdi, iyice gerilerek gelen saldırıları beklemeye başladım.
Açık bulduğum an saldıracaktım, gözlerim ileriye kilitlenmişken arkamdan yediğim sert bir darbe ve ardından gelen acı ile kükreyerek kuyruğumu darbenin geldiği tarafa doğru savurdum.
Hedefini bulamayan kuyruğum mağara duvarlarına çarpıp etrafı titretirken, arkama yerleşmiş 6 fare daha görmem ile kalbim hızla çarpmaya başladı.
Buzul fareleri gibi değillerdi, bu sefer damarlarından kırmızı renkte bir sıvı akıyor ve kürkleri simsiyah bir renkteydi.
Göz bebekleri aynı renge sahip olsa da, daha uzun bacakları ve sivri pençeleri ile ben tehlikeliyim diye bağırıyorlardı.
Sokayım ya, bir bokum da yolunda gitse dünya da kıyamet kopacaktı sanki!
Sırtıma yediğim darbe ile kasıp kavrulurken, sürekli olarak azalan can barım ve gelen sistem mesajları ile durumun daha ne kadar kötüleşebileceğini düşündüm.
Daha fazla vakit kaybedemem, statü puanlarını inceleyemesem de üstlerinde yazan isimleri durumu açıklamaya yetiyor bile.
Bir yanda Ateş Fareleri, diğer yanda ise Buzul Fareleri.
Dörde karşı altı. Ve arada kaynayan salak ben!
Bir anda üzerime doğru atılan Ateş Faresini savuşturmaya çalışsam da, bana saldırmayıp üzerimden atlayınca şaşırarak olduğum yerde kala kaldım.
Farenin, Buzul Farelerine doğru çığlıklar atarak saldırmaya başladığını görünce vazgeçerek sadece olayı seyretmeye karar verdim.
Kekekek! Fırsat bu fırsat, bu aptallar birbirini yerken hızlıca yukarı doğru sıvışıp kaçabilirim!
Yukarıda kalan diğer 4 fare zaten ağır yaralar almışlardı. Yani artık burada beni tutan bir şey yok! Bir an önce kaçmalıyım!
Arkamda duran Ateş Fareleri sanki ben yokmuşçasına önümden geçip giderlerken, ben de arkalarından koşarak savaş alanının içinden kıvrak hareketler ile geçip gittim.
Arkamda yaşanan hengameden kurtulduğuma şükrederek, son sürat yukarı doğru koşmaya başladım.
Yorgunluk barım uyarı sinyalleri verirken, daha fazla bu soktuğumun mağarasında kalmak istemiyordum.
Şu önümde ki farelerin hepsini yakıp kavuracağım, 2 nefeslik manam kalsa da 4 işe yaramaz fare için yeter de artar bile.
Arkamda dönen savaş artık çok uzağımda kalmıştı, mağara boyunca sadece benim koşuşturmaca seslerim ve ileriden gelen viyaklama sesleri duyuluyordu.
Birkaç on metre daha ilerledikten sonra, görüş alanıma yerde ki fareleri kemiren Buzul Fareleri girince hız kesemeden birinin üstüne sertçe atladım.
Altımda kalan fare neyin olduğunu anlamadan, büyük ve güçlü ayaklarımı kafasını ezmek için kullandım.
Vıcık vıcık olan ayaklarımı umursamadan geriye kalan diğer fareleri nefesim ile kavurup yok ettim.
(KİEKK!) [ÇITIRT!] [ÇATIRT!] Yanıp tutuşurlarken etlerinin yanma sesleri mağara boyunca yankılanıyordu.
-[ Tebrikler 6. Seviyeye Yükseldiniz! ]-
Sistemin verdiği seviye yükselme mesajını da görmem ile beklemeden farelerin cesetlerini envanterime attıktan sonra mağara çıkışına doğru ilerledim.
İki seviye almıştım ve üstüne üstlük yiyebileceğim yemeklerde almıştım.
Gerçi bu kokuşmuş şeyleri yiyebilir miyim emin değilim. Dağıtılmamış puanlarımı dağıtmak ve artık güzel yumurtama gitmekten başka bir şey istemiyorum.
Çok fazla enerji tükettim, vücudumu daha fazla zorlamamalıyım. Fırtına da dinmiş zaten, direk olarak yola çıkacağım.
Arkamda dönen savaş gerçekten şu anda baş edebileceğim bir şey değil. Tamamı yetişkin olan bir fare sürüsünün içinden canlı çıktığıma hala inanamıyorum.
Şu halim ile bu canavarlara kafa tutabiliyorsam, biraz daha güçlenince bunlar çocuk oyuncağı kalacak!
Sadece biraz daha sabretmeli ve kendimi böyle durumlara sokmamak için dikkat etmeliyim. Merakımı az dizginleyebilsem!
Ayrıca buranın evime yakın olması da işime geldi, dağdan atlayıp süzülürsem bile 20 dakikaya buraya gelebilirim. Daha önce fark edemememin sebebi yağan karların girişi kapatmasıymış.
Bunları düşünürken çoktan mağaranın girişine gelmiştim, son bir kez daha arkama baktım ve daha sonra tekrar gelip intikamımı alacağıma yemin ettim.
Acele bir şekilde mağaranın girişine koyduğum büyük kayayı omzum ile tekrar emekleyerek ittikten sonra, gökyüzünün açıldığını ve havanın normale döndüğünü gördüm.
Güzel, tam uçarak yolculuk etmenin sırası. Daha fazla vakit kaybetmeden yuvaya gitsem iyi olur, umarım daha fazla tanrının belası olay başıma gelmez!
Taze karlara basarak vücuduma çarpan ferah hava ile ciğerlerime derince kuzeyin soğuk rüzgarlarını çektim.
Daha demin güç bir savaştan çıkmamın verdiği gururlu his ile dört ayak üstünde hızla koşarak sıçradım.
Kanatlarımı artık alışkanlık olmuş bir şekilde gerip çırparak yuvanın olduğu dağa doğru uçmaya başladım.
Önceki hayatımda hayalini bile kuramayacağım şeyler gerçek oluyordu, sahip olduğum bu beden ile imkansız şeyleri başarabiliyordum.
Arh! Sikeyim, sırtım hala acıyor amına koyayım!
------------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2500+ Kelimeden Oluşmaktadır.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..