“Aarrhh!!!” Maoras feci bir hız ile gökyüzünden aşağı dengesiz bir şekilde düşüyordu. Kanatlarını her iki yanına doğru açmaya çalışsa da bir türlü toparlayamıyor ya da tam toparlayacakken aniden çarpan rüzgar ile tekrardan dengesini kaybediyordu.
Gözlerini ölüm korkusu bürümüşken, vücudu hayatta kalmak uğruna son gücü ile çırpınıyordu. Dağ yamacından son sürat hızda atlayıp süzülmeyi düşünse de işler umduğu gibi gitmemişti ve şu anda 20 bin metre yüksekliğe sahip bir dağın en tepesinden son sürat düşüyordu.
Tekrar kanadı ile sürekli dönüp duran vücudunu sabitlemek için bir manevra yapmaya çalıştı. Vücudunun dönmesini hafifçe yavaşlatırken kafası aşağı gelecek şekilde sabit durmayı başardı.
Bu vaziyette birden bire hızlandığını hissetse de, sanki bir iç güdü ya da doğuştan gelen bir özellik gibi kanatlarını istemsizce derece vererek iki yanına doğru sertçe açtı.
Bu hamlesiyle daha da hızlandığını fark etti ama elinden hiçbir şey gelmiyordu. Sadece yapması gerektiğini hissetmişti ve yapmıştı.
Yere daha fazla yaklaştığını azalan sis bulutu ve netleşen görüntüler ile anladı. Göğüs kafesini zorlarcasına atan kalbi daha feci bir şekilde çarpmaya başladı.
“Bu şekilde ölemem! Amına koyayım! Dur artık!”
Kulaklarının yanından geçen keskin ve uğultulu rüzgar dikkatini sürekli dağıtıyordu. Kanatlarını kontrol ederek aynı vaziyette tutmaya devam etti, daha demin yaptıklarını hatırladı ve nasıl kanadına yön vereceğini düşünmeye çalıştı.
‘Kenarları, her bir hücresini sanki hissediyorum gibi. Çok keskin bir ayarı var, ince bir harekette bile anında yönümü keskin bir şekilde çevirebilir ya da hızlandırabilirim’ Beynini zorlayarak hangi kısımlarını hareket ettirip, kıvırırsa yavaşlayıp süzülebileceğini düşündü.
Her geçen saniye ölümümün kıyısına daha çok yaklaştığını hissediyor ve tedirginliği had safhaya çıkıyordu.
“Sanki... Sanki şu tarafımı az bir şekilde harek!- Aaaa!! Ananı!” Sol kanadı ile yaptığı ufak hareketle aniden kanatlarının altına dolan rüzgar, kendisini hızlıca sol tarafa doğru çekerek sola kaymasına neden oldu.
Yaptığı hatayı hızlıca düzelterek tekrar eski konumunu yakaladıktan sonra, yerle arasında sadece 5bin metre kaldığını, çorak, donmuş buz tepelerini ve mavi bir şekilde parlayan buzulları görmeye başladı.
‘Pekala! Madem daha demin yaptığım hareket sola veya sağa gitmemi sağlayacak, o zaman ben de tam tersine yaparsam kesinlikle yukarı uçarım!’
Aniden gelen aydınlanma ile hızlıca düşündüğü kısmı hareket ettirmeye çalıştı. Yer ile arasında sadece bin metre kala, hızla kanatlarının altına dolan rüzgar ile sanki görünmez bir elin kendisini koltuk altlarından tutmuşçasına, havada uçmasına izin verdiğini hissetti.
Göğsü hızla inip kalkarken kulaklarına dolan soğuk havanın çıkardığı sesin yumuşadığını ve narinleştiğini hissetti. Aşırı adrenalinden patlayacak gibi hisseden vücudu titremeye başlamıştı.
Titreyen çenesi ve vücudu ile derince bir nefes aldı. “Son anda... Son anda kurtuldum!” Kurumuş boğazını ıslatmak için sertçe yutkundu, hala titreyen kanatlarını ve vücudunu rahatlatmaya çalıştı.
Gözleri artık buzulların muhteşem korkutuculuğunu ve büyüklüğünü yakından görüyordu. Göz bebekleri yavaşça eski büyüklüğüne dönerken, hafifleyen vücudu ile ılık rüzgarların vücudunu yalamasını hissetti.
Adeta özgürlüğü bulmuş gibiydi. Mavi ve büyük dağlar, yerde kuvvetlice esen ve adeta bir peri tozu gibi gözüken karlar, soğuk havanın burnuna doldurduğu o hoş koku...
Maoras karşısındaki manzarayla, birkaç saniye önce ölmek üzere olduğunu resmen unutmuştu. 5 dakika önce ölüm korkusundan titrerken, şimdi ise heyecandan ve içine doğan maceracı ruhu ile titremeye başlamıştı.
“Tanrım... Ne kocaman bir ova! Sadece tek sıkıntısı oldukça loş ve bomboş gözükmesi” Gerçekten de dünya harikası bile olabilecek bu ovada, yaşayan bir tane bile canlının olmaması gözüne battı.
Adeta kıyamet kopmuş ve bütün canlılar ölmüşçesine... Hızlıca süzülürken aşağılara baktı ve keskin gözleri ile kendisine yiyebileceği bir av aramaya başladı.
Her ne kadar canlı varlık olmasa da, bir umut gözleri ile uzunca bir süre etrafı süzdü. Kocaman tepelerin çıplak bir şekilde önünde apaçık gözükmesi hoş olsa da, yarım saat aradan sonra artık bu durum kendisini baymaya başladı.
“Gerçekten mi!? Ne oldu burada tanrı aşkına! Nasıl hiçbir canlı olamaz!? Aklım almıyor, nerede avlanacağım ben?” İsyan edercesine bağırdıktan sonra, hızla yere doğru alçalmaya başladı.
Uzun süre uçmanın kendisini daha fazla acıktırdığını ve yorduğunu hissetmesi, onu karadan yürümeye itmişti.
Süzülerek sakince alçalmaya başladı, bulunduğu ovanın alçaldıkça gözünde daha da büyüdüğünü fark etti. “Bok yiyeceğim bu gidişle... Uçarak bulamadım, yürüyerek ne bok bulacağım acaba” dedi kızgınca.
Mavi dağlar görünürde git gide büyürken, tepelerin yanında ufacık kalmaya başlamıştı. En sonunda ise, ayakları sert bir şekilde donmuş buzullara değdi.
[ÇATIRT!] Ayakları yere değer değmez parçalanan ve yüzeyinde kırıklar meydana gelen buz kütlesi hafifçe titredi. Maoras buzun kırılacağından korksa da birkaç saniye bir şey olmayınca rahatlayarak kendini yere attı.
“Hahh... En azından ilk inişime göre hasarsızdı denebilir?” Alaycı ses tonu ile mırıldandı ve yavaşça soluklandı. Azalan yorgunluk barına ufak bir göz attıktan sonra, yaşadığı ağır olayların ardından dinlemeye karar verdi.
Yumuşak bir zemin aramaya başladı ve büyükçe bir buzdan oluşan kayayı görmesi ile o tarafa doğru yürüdü. Birkaç dakika yürümesinin, harcadığı enerjiye değdiğini kayanın yanına gitmesi ile anlamış oldu. Gelen rüzgarı kesecek şekilde kayanın yanına oturduktan sonra, uzanarak ne yapacağını düşünmeye başladı.
Büyük ve sonsuza kadar uzanan soğuk diyarların kalbinde olması ve üstüne üstlük yiyebileceği hiçbir canlı olmaması büyük bir sorundu. Zaten yuvasına tekrar nasıl çıkacağı bile büyük bir muammaydı kendisi için.
‘Çabucak şu soktuğumun açlığına çare bulmak zorundayım. Karnım kazınıp delinmeye başladı bile...’
Derince düşüncelere daldı, aklına atlamadan önce uzaklarda gözüken ölü ağaçlarla dolu orman geldi. Bir anda doğrularak sırıttı ve gözleri parlayarak “Tabi ya!” dedi.
‘Eğer orman varsa, yaşayan bir şeyler de var demektir! İstikamet batı tarafı!’ Sevinçle sığındığı kayadan uzaklaşarak ve gördüğü ormana doğru 4 ayak koşarak ilerlemeye başladı. Yorucu olacak yolculuğu hiçe sayarak, sonunda karnına bir şeylerin gireceği düşüncesi ile hevesle yola koyuldu...
-------------------2 Saat Sonra--------------------
“Huffh!.. Huffh!.. Amma da uzakmış be! Koşa koşa bitmedi yol” Sonunda kurumuş ağaçlıkların uzaktan karartılarını görmeyi başarmış olan Maoras, heyecanı doruk yaparak her an savaşa girmeye hazır bir şekilde yolun geri kalanını da hızla bitirdi.
Ağaçlar ile arasında neredeyse 200 metre kala çok kuvvetli bir çığlığın kulaklarına gelmesi ile aniden olduğu yere saplanarak durdu.
Gözleri anında kısılarak savaş pozisyonunu aldı ve tüyleri kalkarak dikleşti. Sertleşen pençeleri her an yerinden çıkıp savrulmayı bekliyordu. Mavinin açık tonlarında olan yılanımsı göz bebekleriyle ağaçlıkların girişini dikkatle taradı.
Çığlık kesildiği andan itibaren sanki rüzgar bile yavaşlamış ve durgunlaşmıştı. Etraf çok sessizleşmiş bir şekilde, sanki pusuya yatmış bir yılanın ortaya çıkmasını bekliyordu.
Maoras çok açıkta kaldığını ve savunmasız olduğunu bilerekten, yavaştan yüksek bir tepenin arkasına doğru çekilmeye başladı. Arkasını ağaçlıklara dönmeden ilerleyerek, önündeki koca tepeye doğru ilerlerdi.
Ortalık aniden gerilmişti ve hiç bu kadar hızlı olmasını beklememişti. ‘Ağaçlıklara yaklaştığım gibi aniden etrafımı tehlike sardı. Çığlık insan çığlığına benzemiyordu, sanki... Bir kuşun çığlığı ile bir aslanın gırtlağından gelen sesler gibiydi’
Sertçe yutkundu. Git gide ağaçlıklar ile arasındaki mesafeyi kapatmaya başladı. Bir kertenkele gibi renginin bir kamuflaj görevi görmesi için yere eğilerek tepeye yaklaşıyordu.
Hedefi basitti, tepeye çık ve etrafı kolaçan et. Adımlarına dikkat ederek sonunda tepenin yanına sıkıntısız bir şekilde ulaştı. Hızla en üst tarafa doğru tırmandı ve kafasını eğerek ağaçlıklara doğru keskin bir bakış attı.
“Görünürde bir bok yok... Acaba yanlış mı duydum?” Keskin kulakları ile yanlış duyduğuna inanmasa da, çığlıktan sonra gelen sessizlik ve hiçbir şeyin olmayışı onu hafiften rahatlatmaya başladı.
‘Peh... Belki de kaçan bir hayvanın çığlıklarıydı kim bi-’ (KİAAGHKR!) Maoras aninden tekrardan ama bu sefer daha yakından gelen ses ile bütün vücudu titrerken neden ağaçlıklarda bir şey olmadığını anlamış oldu.
Ses yukarıdan, tam tepesinden geliyordu! Hızla kafasını yukarı kaldırıp düşmanını görmek istese de, sırtına yediği sert bir darbe ile tepeden taklalar atarak düşmeye başladı. Göğsü delicesine çarpmaya başladı ve vücudunda çılgınca dolaşan adrenalinle, kendisini çevik bir hareket ile toparladı ve tepeden zıplayarak atladı.
Kanatlarını gererek süzüldü ve çabucak tepenin eteklerine indi. Sırtı feci bir şekilde yanıyor ve acıyordu, sanki kavrulurcasına yanan sırtını görmezden gelmeye çalışarak kendisine neyin vurduğuna bir göz attı. O sırada sistemin sağ üstten verdiği uyarı mesajlarına da ufak bir göz gezdirdi.
-[ 600 Hasar Aldınız! ]-
-[ Dikkat! Sırtınıza güçlü bir darbe aldınız! Hareketleriniz yavaşlayacak! ]-
Yediği güçsüzleştirme etkisi ile kendisini kötü hissetmeye başladı. Ufak bir küfür savururken, karşılaştığı düşmanında güçlü bir Griffon yavrusu olduğunu ‘Değerlendir’ yeteneği ile anlamış oldu.
“Siktir! Bu şerefsiz de benim gibi bir yavru, ama benden daha kurnaz çıktı. İlk çığlık ormandan gelmişti, doğru duymuşum ama yer değiştirerek üstüme geçmiş! Dikkatimi ormandaki çığlık ile dağıttı demek!”
Maoras anında olayı kavrayarak, karşısındaki yaratığın da kendisi gibi oldukça zeki bir canlı olduğunu zeka statı ile teyit etti.
Griffon yavrusu gururla göğsünü kabartarak, tepeden aşağı doğru aşağılayıcı bir bakış atarak kuvvetli bir çığlık daha attı. Bu seferki çığlık adeta savaşa giren bir barbarın attığı çığlık gibiydi.
“Orospu çocuğu! Arkadan vurup üstüne bir de utanmadan zafer çığlığı atmak!? Eceline mi susadın lan sen!?” Maoras gözü dönse de sinirlerine hakim olarak önce karşısındaki yaratığı tanımak için statü ekranına baktı.
------------------------------------------------------------
Genel Bilgiler
-------------------
Seviye: 10
Can Puanı: 12.000/12.000
Mana: 3.289/3.500
Yorgunluk: 2.678/3.000
Açlık: 3.8917.000
İsim: Griffon
Yaş: Bebek (9 Gün)
Unvan: /YOK/
Güç Bilgileri
--------------------
Kuvvet: 35
Sağlık: 30
Dayanıklılık: 25
Zeka: 36
Çeviklik : 20 (Havada : 30)
Büyü: 20
Yetenekler
---------------
-Ritmik Pençe(2)(Acemi)
-Göğüs Darbesi(3)(Acemi)
-Sivri Dişler(1)(Acemi)
-Keskin Duyular(2)(Acemi)
*Hayvani İçgüdü(4)(Acemi)(Pasif)
Element Yatkınlıkları
-------------------------------
Ateş: -15
Su: 5
Toprak: 0
Hava: 65
Buz: -5
?:?(????)
?:?(????)
-----------------------------------------------------------
Griffon, rakibinin kendisini dikkatli gözler ile izlediğini fark etti ve bıyık altından gülerek yavaşça Maoras’a doğru yürümeye başladı. Temkinli adımları ve her an ejderhanın üstüne doğru atlayacak pozisyonda olması, yeni doğmasına rağmen yaban hayatının ona verdiği meyvelerdi.
Karşısındaki rakibi daha önce hiç görmemişti ve oldukça temkinliydi. Maoras ise, yavaştan dolan sağlık barına göz gezdirdi ve Griffonun buza karşı bir zayıflığı olduğunu, kendisinden sadece 6 gün büyük olduğunu göz önüne alarak rakibini ancak, tecrübe ve element etkisi ile yenebileceğini düşündü.
Element etkisi ne kadar fazla olurdu emin değildi ama tecrübe farkı kesinlikle onu yenmesi için yeter de artardı.
‘Pekala, şimdi seni görebiliyorum ve duyabiliyorum. Elimdesin, DP puanından başka bir şey olamayacaksın! Karnımda yerini hazır ettim bile!’ dedi ve hırsla ilk saldırıyı yapmak üzere atıldı.
Griffon aniden çevik bir şekilde üzerine bodoslama dalan ejderhayı görünce gözleri büyüyerek neye uğradığını şaşırdı ve eli ayağına dolaştı. Maoras karşısındaki bebeği çoktan yenmenin planını yapmıştı bile.
Deneyimsiz ve savaş tecrübesi olmayan bu hayvan yüksek ihtimal ağaçlıklarda yaptığı taktiği annesinden görerek öğrenmişti. Ama onun yanı sıra Maoras, geçmiş hayatındaki tecrübelerinin getirdiği artılar ile kesinlikle tecrübe bakımından yavru Griffondan üstündü.
Ejderha hızla gelerek, büyük ve kalın pullarla donatılmış göğsüyle güçlü bir darbe çakarak kendisini sersemletip birkaç adım geriletince, iyice gerilmiş ve korkmuş, sinirleri ona feci uyarılar vermeye başlamıştı bile.
Maoras hızla canavarın üzerine doğru sıçradı ve iki pençesini de önünde tutarak Griffonun boyun arkasına geçirdi. Canavar korkarak çığlık atıp silkelense de Maoras hızla keskin dişlerini Griffonun boyun altına sokmuştu bile.
[KIRT!] (KİAKKK!) Griffon boynundan süzülen kanlar ve atar damarına geçirilmiş dişlerle, can havli ile çırpınarak ejderhayı üstünden atmaya çalıştı.
Pençelerinden birini yetenek kullanarak ejderhanın bedenine indirse de, çelik gibi zırh görevi gören Maoras’ın bedenindeki pullar hasarların bir kısmını emerek hafifletiyordu.
-[ 50 Hasar Aldınız! ]-
-[ 78 Hasar Aldınız! ]-
-[ 62 Hasar Aldınız! ]-
.
.
.
Bedenine ardı ardına inen darbeler ile inleyen Maoras, git gide daha çok sinirlenerek çenesini daha sert sıkmaya başladı. Kırılan boyun kemikleri ve soluk borusu ile nefes alamayan Griffon ise, gözlerine dolan kan ile çok korkunç bir şekle bürünmüştü. Her tarafı, özellikle boyun kısmında ki beyaz tüyler kıpkırmızı olmuştu. Oluk oluk kanlar vücudundan damlayarak mavi zemini boyuyordu.
Vahşet ve dökülen kanlarla geçen bu uzun boğuşmadan sonra, iki yavru da bitkin düşerek yere çakıldılar.
Maoras hala boynu bırakmamış, Griffon ise halâ pençeleri ile güçsüz darbeler indirmeye devam ediyordu. ‘Harh! Bu gidişle çok ağır yaralara dönecek bu darbeler! Bırakırsam bir daha bu şansı yakalayamam! Sonuna kadar dayanacağım!'
Hızla kafasını iki yana doğru sallayarak Griffonun boğazını parçalamaya çalıştı ama statlarda gördüğü defans puanı buna mani oluyordu. Dakikalar birbirini kovaladı ve uzun bir süre yerde geçen boğuşma, Griffonun pençelerinin daha fazla kalkamayarak yere düşmesi ile bitmiş oldu.
“Ğyukk... Ğyukk...” Griffon acı çeken bir ses ile çığlık atmaya çalışsa da, parçalanmış ses telleri ile sadece boğuk bir ses çıkarabildi.
Canavarın artık hareket etmediğini ve ağırlaştığını hisseden Maoras, daha fazla dişlerini sıkmayarak Griffonun boğazından ağzını çekip dudaklarını yaladı. Sert bir şekilde yere düşen kafa ile düşmanının cansız bedenine bakarken zafer kükremesi atarak gururla ayağa kalktı.
“Hahh!... İşte böyle yatarsın yerde! İbne seni... Ufh! Sırtım... Şerefsiz herif, arkadan saldırmak ne zaman yasal oldu” Ikınarak ayakta durmaya çalışsa da yerlerde olan can barı ve yorgunluk barı ona engel oluyordu.
“Acilen karnımı doyurmalı ve canımı toparlamalıyım. Başka bir savaşı daha kaldıramam, diğer canavarlar gelmeden işimi halletmeliyim”
Maoras hızla griffonun yanına çöktü ve hızla canavarın derisini parçalayarak etine ulaştı. En başta tatsız gelen et, alıştıkça lezzetli gelmeye başlamıştı. Gözleri parlayarak yemeğini yerken, bir yandan da artan seviye mesajlarına bakıyordu.
-[ Tebrikler 2. Seviyeye Yükseldiniz! ]-
-[ Tebrikler 3. Seviyeye Yükseldiniz! ]-
-[ Tebrikler 4. Seviyeye Yükseldiniz! ]-
-[ İlk öldürmenizi yaptınız, ‘Vahşi Hayat’ Unvanı eklendi. ]-
-[ Vahşi Hayat: Doğanın kanunu dediğin: Kan, kemik ve vahşettir.
+2 Kuvvet
+3 Dayanıklılık ]-
Ardı ardına gelen sistem mesajlarını bir kenara iterek, yemeğine odaklandı. Karnını doyurmanın verdiği mutlululuk şu anda seviyeden daha önemliydi...
-----------------30 Dakika Sonra-----------------
“Gğuurk! Oh be, dünya varmış! Kalanı daha sonra yemek için envanterime atacağım. Eve gidince de şu yeni gelen unvana bir kere daha bakarım, SP puanlarımı da yuvada dağıtırım”
Hızlıca bir karar verdi ve aceleyle Griffonun cesedini envanterine attıktan sonra, kafasını yukarı kaldırarak, geldiği dağın hafif bir şekilde gözüken koca tepelerine baktı. Gitmeden önce etrafını biraz kolaçan etti ve temkinli bir şekilde dağın yolunu tuttu.
Yendiği canavarın ne olduğunu oldukça iyi biliyordu.
Bir Griffon: kartal kafalı ve aslan gövdeli, ön ayakları kartalın ve arka ayakları bir aslanın ayağına benzeyen oldukça güçlü ve açıkları çok bulunmayan nadir canavarlardı. Kadim çağlardan süregelen antik bir ırktı. Aile bağları oldukça güçlü olmasının yanında sürü olarak da dolaşırlardı, Maoras yavrunun annesinden ayrıldığını varsayarak yenmiş olsa da, eğer annesi yakınlardaysa başı belada demekti.
‘Umarım başıma bela almadan yuvaya dönebilirim, zaten 20 bin yüksekte olan bir mağaraya nasıl çıkacağım hala düşünüyorum...’ Düşüncelere dalarak hızlı ama temkinli adımlarla buz zeminin üzerinde yürümeye devam etti.
İlk savaşının bu derece kolay ve şanslı geçmesine sevinse de, bir dahaki karşılaşmada nasıl bir canavarın olacağını düşünmeden edemedi.
Keskin, mavi bir şekilde parıldayan gözlerinden azim ve irade akıyordu. Gözlerinin içi hafif bir şekilde parıldıyordu, kendisi henüz fark etmese de içten içe bir kralın iradesine ve davranışlarına sahip oluyordu. Hayatı oldukça uzun ve ızdıraplı geçecekti, ejderlerin yaşamı genelde on binlerce yıl sürerdi.
Maoras birkaç dakika yürüdükten sonra, hafifçe bastırmaya başlayan kar fırtınasını hissetti. Hava eskisinden daha fazla soğuk ve daha sert esiyordu. “Çok yakında fırtına başlayacak, yuvaya olabildiğince hızlı dönmem gerek” dedi ve hızla koşarak güçlü bir sıçrayışla gökyüzüne fırladı.
Kanatlarını olabildiğince gererek güçlü bir şekilde çırptı. Mavi gökyüzüne doğru yükseldi ve rüzgara karşı yarışarak olabildiğince hızlı bir şekilde yuvasının yolunu tuttu.
Kuzeyin derinliklerinde eskiden sürüsüyle olsa da, şimdilik güçlü bir ejderha uçmaya başladı. Mavi ve sert pullarıyla gökyüzünü süslüyordu.
Kuzey eskiden donmuş ve çorak topraklar halinde değildi, altında yatan gizemi ve gücü kimse bilmiyordu. Antik çağlardan süregelen şeytanların ve ordularının yıkıldığı bir savaş alanıydı. Yaşayan bir cehennem ve cennet, zaman hepsini tozlu sayfalarda süslese bile kalıntıları şuan da, yavaşça gözükmeye başlamıştı.
Süzülen ejderha, ölmüş bir uygarlığın tekrardan hayata dönüşünün bir başlangıcı olduğunu haykırıyordu.
Ve kendisi bu yeni uygarlığın kralı olacaktı, henüz bunu bilmesi için erken olsa da...
------------------------------------------------------------
Bu Bölüm Toplam 2500+ Kelimeden Oluşmaktadır.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..