Bölüm 13: Merkez Akademi’ye Gidecek İki Kişi
Akhan, Yoban soyuna özel olarak hazırlanmış konutlarda, kendi kontunda uyandı. Uzun saçları darma dağınıktı, gözleri hafif buğuluydu. Uyandığı anda çatlayan başını tuttu.
“Dün ben ne yaşadım?”
Akhan dün ne yaşadığını hatırlamıyordu. O gençle bayağı bir takılmış ardından kendi şuurunu kaybetmeye başlamıştı. Dün hakkında hatırladığı şeyler; arka sokaklardaki insanların neredeyse tamamını dövmüşler ve kazandıkları parayla değerli şeyler almışlardı.
“Her neyse… Sanırım Savaşçı Market’ine gitmiştik.. Nerede benim tekniğim?”
Hızla etrafını araştırdı. En sonunda yatağının bir ucunda eline bir kitap çarptı.
“Heh, burada!”
‘Basit Nefes Tekniği…’
Kitabın üzerinde yazan kelimeler bunlardı. Bu görülebilecek en düşük seviyeli nefes tekniğiydi. Tüm halk buna ulaşabiliyordu.
Gökyüzü Kağanlığı diğer krallık ya da imparatorluklara benzemezdi. Halka verilen imkanlar herkese eşitti. Belirli bir seviyeye ulaştıktan sonra kütüphaneden bir üst seviyeyi alabiliyordunuz. Bu da Gökyüzü Kağanlığı’nın halka verdiği değer, herkese verdiği yükselme şansıydı!
Bundan dolayı, halk kendisini bu kağanlık için feda etmek konusunda tereddüt etmiyordu.
“Ücretsiz olmaması iyi olmuş…”
Bu teknik basit olsa da ücretsiz değildi. Akhan buna dört gümüş vererek sahip olmuştu. Bu da sıradan bir evin, aylık giderinin iki katı kadardı. Ancak satın aldıktan sonra dört kişinin aynı anda kullanabilmesi sayesinde neredeyse bedava gibiydi.
Diğer ülkelerde ise durum çok daha farklıydı. Güç sadece belirli bir kesimin elindeydi ve sadece o kesim seçiyordu. Halk bastırılıyor, elit kesim güçlenirken, halk kontrol ediliyordu.
Akhan yüzünü yıkadıktan sonra yıllardır vaz geçmediği fiziksel eğitimine başladı. İlk önce abisine saygısından ötürü ona selam vermeye gitti. Bir şef olarak omuzlarına tüm soyun yükü binmişti. Bu yüzden Yoban Soyu’nun buradaki gücünü dengelemek için çok sıkı çalışıyordu.
Akhan abisinin konutuna gittiğinde, çardakta ailenin büyükleriyle tartıştığını gördü. Bir masanın etrafında yedi yaşlı, üç orta yaşlı ve iki genç duruyordu.
Alkan masanın başında, yüzünde bir gülümsemeyle yedi yaşlıdan birisi olan Gökboğa’ya bir şeyler anlatıyordu. Gökboğa’nın yanında onun kardeşi Gökay’da bir şeyler konuşuyordu. Ancak aradaki mesafe yüzünden Akhan hiçbir şey duyamıyordu.
“Büyük Amca! Akademi için en uygun kişi kesinlikle Akhan ve Gökalp! Akhan’ın neler yaptığını bilmiyor olabilirsiniz ama o sandığınızdan çok ama çok daha yetenekli!” Alkan’ın yüzündeki gülümseme bir anda dondu ve Gökboğa’ya bağırdı. Ardından neler yaptığını anladığında yüzü kızardı ve Gökboğa’dan af diledi.
“Soyun Şefi olarak kendi ailenizden çok, soyun geleceğini düşünmelisiniz.” Gökboğa konuştu. “Her ne kadar Akhan yetenekli olsa da, Akademi’ye ayak uyduracak kadar güçlü ve çetin değil. Bunu söylemek doğru mu bilmiyorum ama… Akhan kesinlikle Merkez Akademi’ye girebilecek güce sahip değil. Benim oyum Gökalp ve Koray tarafında…”
“Katılıyorum.” Gökay katıldığını belirtircesine ayağa kalktı. “Gökalp çoktan Eşlikçi Ruhu’nu dışarı salabilecek duruma geldi. Yetenek bakımından çoktan Akhan’ı geçtiğini düşünüyorum. Koray’da benzer bir performans sergiliyor…”
“Hm hm… Bana mantıklı geldi.”
“Bence de.”
Tüm yaşlılar kafa sallayarak onayladıklarını söylediler. Bu Alkan’ın dişini sıkmasına neden olmuştu. Bu kişiler Akhan’ın iki gün önce neler yaptığından bihaberdi. Oldukça güçlü bir kişiyi kolayca şaşırtıp, savaş zekasını belli edercesine mağlup etmişti. Bunu gören tek kişi kendisiydi. Yoksa kendisi de biliyordu, Akhan’ın diğerlerine göre daha geç uyanmış olmasını!
Eşlikçi Ruh ve Savaşçılık tamamen farklıydı. Savaşçılık için gereken tek şey irade ve enerji toplamasına neden olacak bir nefes tekniğiydi. Bu yüzden her yerde savaşçı görebilirdiniz.
Ancak Eşlikçi Ruh’lar tamamen farklıydı. Bunlar sadece bir Şaman’ın eşliğinde ya da ani bir aydınlanma ile gelirdi. Kağanlık tarafından en sağlıklı yaş 16 olarak belirlenmişti. Bu zaman da insanlar ruhun gücünü kaldıracak olgunluğa erişiyordu. Bu yüzden uyanmaları sıkıntı olmuyordu.
Basit görünmesine rağmen karmaşık bir olaydı. Alkan’ın bilgi deposu burada duraklıyordu.
Üç orta yaşlı adam ve Alkan’ın yanındaki genç ise en başından beri hiçbir fikir vermemişti. Bu masada bulunan her kişi Yoban soyunda saygı duyulan kişilerdi. Üç orta yaşlı adam; Yoban Soyu’nun en güvenilir adamı Tezbey, sessiz ve gizemli eğitmen Sagaydak, Alkan’ın para yönetimi için görevlendirdiği Alpkutay’dı.
Hepsinin ayrı bir önemi vardı. Ve otoriteleri yaşlı adamlardan aşağı kalmıyordu.
Alkan yaşlı adamlardan kafasını çevirdi ve üç orta yaşlı adama baktı.
“Sizin düşünceleriniz nedir?”
Tezbey konuştu. “Alçatun hangi okula gidecek? Kuşkusuz en yetenekli kişi o…”
“O üç kontenjandan birisini aldı zaten. Sadece iki kontenjan için tartışıyoruz.” Alkan yanıtladı. Merkez akademisi onlara üç kişilik bir yer bırakmıştı. Bu kişiler sınavsız bir şekilde okula girebileceklerdi ve tüm masrafları akademi karşılayacaktı.
“Hm… Ben de diğerlerine katılıyorum. Her ne kadar Akhan yetenekli olsa da sert bir hayat yaşamadı. Onu Doğu Akademisi’ne gönderebiliriz.” Diye yanıtladı Tezbey.
Alkan’ın yüzü ekşidi. “Sen ne düşünüyorsun Eğitmen Amca?”
“…” Sagaydak buz gibi ifadesini korudu ve hiçbir şey söylemedi. Alkan onun yorumuz olduğunu gördükten sonra bu sefer genç adama döndü.
Genç adam tartışma konusu olan Gökalp’ti. En başından beri büyükler arasındaki konuşmaya dalmamış, sadece soru sorulduğunda konuşmuştu. Buraya gelmesinin nedeni ise Gökay’ın büyük torunu olmasıydı. Deneyim kazanması ve bu ortamı tatması için getirilmişti.
Gökalp, parlak mavi gözlere ve yiğit bir auraya sahipti. Vücudu yıllardır aldığı eğitim sayesinde kaslıydı. Oldukça yakışıklı olması da işin içine girince soyun gözde bekarıydı. Aynı zamanda en yetenekli kişilerden birisi olduğundan, önemi çok fazlaydı.
Gökalp Alkan’ın ona bakmasıyla konuştu. “Bunu kibir olarak algılamayın ama ben Genç Efendi Akhan’ı kolaylıkla alt edebilirim. Kendisi oldukça güçlü olsa da ben çoktan 1. Seviyenin ortasına geldim. Ateş İye’me karşı koyamaz.”
*İye = Ruh
Gökalp çoktan 17 yaşına adım atmıştı. Akhan’dan yaklaşık 9 ay büyüktü. Bu yüzden çok daha fazla şey görmüştü. Kaldı ki Akhan Yoban Soyu’na on yaşında gelmişken, o doğduğundan beri oradaydı. Yani çok daha fazla eğitim almış ve ava katılmıştı. Savaş deneyimi bakımından Alkan’dan üstündü.
Alkan’da bunu bildiğinden zaten Gökalp ile Akhan’ı önermişti. Koray, Gökalp’ten daha kolay bir hedefti. Alkan bile bu çocuğu alt etmek için bir süre uğraşmalıydı. Her ne kadar Gökalp’ten aşağı kalır bir yeteneği olmasa da.
O anda Akhan ileri atılarak çardağa girdi ve Gökalp’in önünde dikeldi.
“Beni yenebileceğini mi söyledin?”
Alkan ve tüm yaşlılar bu ani geliş sayesinde şaşırdı. Tezbey alayla gülümserken, Sagaydak’ın dudakları yukarı doğru kıvrılmıştı. Eğer çevresindekiler bunu görseydi şaşkınlıktan konuşamaz hale gelirlerdi. Çünkü Sagaydak otuz yıldır bir kez bile gülümsememişti.
Alkan, Akhan’ı görünce içinden sevinse de saygısından dolayı konuştu. “Akhan, önemli bir toplantıdayız. Lütfen ayrılır mısın? Sonra konuşuruz.”
“Bir dakika ağabey.” Dedi Akhan, ardından alaylı bir gülümseme ile Gökalp’e baktı. “Beni yenebileceğini mi söyledin?”
Gökalp, çocukluğunda Akhan’la karşılaştırılan birisiydi. Sanat, bilim ve strateji konusunda ondan aşağı olduğunu biliyordu. Ancak birebir bir savaşta asla kaybetmeyeceğini biliyordu.
Yutkundu ve göğsünü dikleştirdi.
“Evet, seni yenebilirim.”
Akhan’ın dudakları kavislendi.
“Çok, güzel. Beni takip et.”
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..