Abel Golden hayatını kurtaran yabancıyı sert ve sağlam bir ağaca doğru taşıdı ve yasladı. Tüm vücudu yara berelerle dolu olan genç beyaz ten rengiyle adaya en yakın bölgenin esmer insanına hiç benzemiyordu.
Abel bu yabancı oğlanın nasıl bu adada belirdiğini anlayamıyordu. Golden adası ana kıtadan ayrı dört yanı okyanuslarla çevrili bir adaydı. Adada sadece Golden ailesi ve köşkü vardı. Normalde böyle özel bir ada almak imkansıza yakın olurdu fakat Golden ailesinin parası kolayca bu meseleyi halleti.Abel böyle bir adada bu oğlanın adeta gökten inmiş gibi belirmesini anlayamıyordu.
Oğlanı soru yağmuruna tutmak istesede şu an önceliği bu yaralı oğlanı güvenlice köşke götürmekti. Oğlan yavaşça gözlerini açmaya başladı. Yaslandığı ağaçtan doğruldu ve kendini dikleştirdi. Abel’le konuşmayı deniyordu ancak deniz suyuyla yıkanmış boğazından sadece hırıltılı inlemeler çıkıyordu.
Abel hızlıca çantasında taşıdığı suyu oğlana uzattı. Oğlan suyu delicesine içmeye başladı. Su boğazına kaçana kadar durmadan suyu içti ve sonra yere attı. Abelin bir sürü sorusu olsada önceliği en önemli olana verdi:
-Adın ne?
Oğlan boğuk bir sesle cevap verdi:
-Andre Brun.
Abel oğlanın İngilizce bilmesine şaşırmıştı. Adanın etrafındaki bölgedeki insanlar genellikle fakir ve cahildi. İngilizce bilmeyi bırak konuşamayanları dahi vardı. Bu sıra dışı görünüşü ve bilgisiyle bu oğlan gerçekten garipti.
Abel yaralı Andreyi kolundan tuttu:
-Benim adımda Abel. Andre evim yakınlarda. On dakika civarı yürüyebilir misin?
Andre yaralı boğazını kullanmadan başını sallayarak cevap verdi. Abel yaşlı vücuduna rağmen dinç bir şekilde Andre’nin kolunu omzuna aldı ve yaralı oğlanı köşke kadar destekledi. Normalde gençlerin enerjisine ve kuvvetine sahip olan Abel yaşadığı kazadan dolayı baya güçten düşmüştü. İki yaralı ağır ağır köşke doğru ilerledi.
Andre bitkin haline rağmen Golden köşkünü görünce ağzını şaşkınlıkla açmadan duramadı. Şimdiye kadar gördüğü en güzel şey olan köşkün girişi altın bir kapı ve adını bilmediği insanların heykelleriyle süslenmişti.
Abel’le birlikte ayaklarını sürükleyerek bir sürü mücevherle süslenmiş kapıdan içeri girdi. Köşkün içerisi dışarısından daha da süslüydü. Andre köşkü inceleme fırsatı bulamadan Abel bir anda bağırmaya başladı. “NİGEL!” Roger babasının sinirli sesini duyar duymaz girişe doğru koşmaya başladı. Koşarken babasının sinirli sesi dolayısıyla aklına binbir kötü şey geldi fakat hiçbiri girişte gördüğü şeyden şaşırtıcı değildi. Babası bir yabancıyla birlikte omuz omuza uşağı çağırıyordu.
Roger Andreyi görür görmez ağzının şaşkınlıkla açılmasını engeleyemedi:
-Baba misafirimiz mi var? Daha önemlisi bu haliniz ne! Yara bere içindesiniz!
Abel oğlunun sorularını sinirli bir şekilde görmezden geldi:
-Aptal! Boş boş konuşacağına Nigeli çağır. Salak sorularına sonra cevap vereceğim.
Roger da babasıyla birlikte birkaç dakika boyunca Nigelin adını haykırdı ancak cevap gelmedi:
-Baba Nigel’in bizi duyduğunu zannetmiyorum. Durumunuz acil sizi ben taşırım.
Abel oğlunun yardımını kabul etmemeye hazırlanıyordu fakat vücudundaki ağrı sesini çıkarmasına engel oldu.
Roger cüssesi iki yaralıdan da küçük olsa dahi ikisinide sırtlayıp en yakın odaya götürdü. Andre ve Abel sırtları yumuşak yatağa kavuşur kavuşmaz uykuya daldı. Roger yaralılarla nasıl ilgilenilmesi gerektiğini bilen Nigel’i aramaya başladı. Mutfak, bahçe , odası , salon , teras aklına gelen her yere baksada Nigel’i bulamayacaktı.
Andre 10 dakika yatakta uyuduktan sonra uyandı. Taburunun saldırıya uğradığı o 4 yıl önceki günden sonra Andre için uyumak zor bir aktiviteye dönüşmüştü. Ne zaman uyusa aklına o gün ve hissettiği korku geliyordu.
Yataktan Abeli uyandırmadan sessizce kalkan Andre odadan dışarı çıktı. Nerede olduğunu tam olarak bilmesede zengin bir ailenin köşkünde olduğunu anlayabiliyordu. Dalgaların vücudunu adaya fırlattığı yetmezmiş gibi tanrı onu başka bir mucizeyle ödüllendirmişti. Sürüklendiği ada güç sahibi insanların olduğu bir adaydı. Böyle düşünürsek Abel’le tanışmak tanrının ona verdiği üçüncü mucizeydi.
Abel’in yardımını alırsa ülkesine dönmesi mümkün olabilirdi. Ülkesini düşlemek Andre’nin yüzüne bir tebessüm getirdi. Andre Roger’ın hala bağırdığını duydu. Onları odaya taşıyan kırmızı bir takım giyen sarı saçlı, mavi gözlü adam Nigel denen kişiyi aramaya devam ediyordu.
Yeni kurtarıcılarına yardım etmenin iyi bir fikir olduğunu düşündü ve köşkte dolanmaya başladı. Nigel denen kişi tüm o bağırışları duymadıysa köşkün uzak bir bölgesinde olması muhtemeldi. Andre Nigel bulunmazsa işlerin ilerlemeyeceğini anladığından adımlarını giderek hızlandırdı.
Köşk Andre’nin düşündüğünden daha büyüktü. Bilmediği bu devasa köşkte dolaşmak Andre’nin tüm yön duygusunu yok etti. Nigel’i bulmayı bırak Abel’le birlikte uyuduğu odayı dahi bulamayacak hale geldi. İşte böyle bir anda köşkte şaşkın şaşkın dolaşırken adeta tanrının bitmek bilmeyen mucize yağmuruna tutulmuş gibi depoya giden merdivenlerden bazı inleme sesleri duydu.
Merdivenleri sessizce inen Andre deponun yarısı açık şekilde duran kapısından içeriye baktı. İçeride esmer bir adam ve siyah saçlı bir kadın çırılçıplak şekilde birbirlerine sarılıyordu. Daha doğrusu sevişiyorlardı.
Andre başta bu görüntüden utansada belki Nigel’in esmer adam olduğunu ve bu malum işin ortasında olduğu için bağırışlara cevap vermediğini düşündü. O zaman böyle bir kriz anında ne kadar yüz kızartıcı olsada onlara seslenmeli ve köşkte yaralılar olduğunu haber etmeliydi. Tam kapıyı açıp onlara seslenecekken durdu.
Neden iki kişi bu bodruma benzeyen yerde birlikte oluyordu? Evlilerse ya da sevgililerse bir oda da bu işi yapmaları daha mantıklıydı. Sanki saklamak istercesine bu kokuşmuş yerde bunu yapmaları Andreyi şüphelendirdi. İşte tam kapı aralığından dikkatlice ikiliyi izlerken adeta tanrının yargısı gibi Roger’ın sesi depoda yankılandı. “NİGEL!” Andre ani ses yüzünden yere düştü. İkili Andre’nin düşüşünü duyar duymaz telaşla toparlandı. Emmy kapıya doğru bağırdı:
-Kim var orada!
Andre yakalandığını anlar anlamaz koşmaya başladı. Bu ikili tarafından yakalanırsa başına bela geleceğini anlamıştı. Karmaşık köşk koridorlarında nereye gittiğini bilmese dahi koştu eğer koridorun ortasında babasıyla konuşmuş ve Nigel’i aramaya başlamış Rosaya çarpmasaydı büyük ihtimalle o telaşla saatlerce koşabilirdi.
Koridorda çarpışır çarpışmaz ikili yere düştü. Rosa hızlıca ayağa kalksada Andre’nin telaşlı, yorgun , yaralı vücudu ayağa kalkamadı. Köşkte bir yabancı görmenin şaşkınlığıyla birkaç saniye duran Rosa hızlıca kendine geldi ve Andre’ye elini uzattı:
-Siz babamın bahsettiği misafir olmalısınız. Buraya genelde yabancı gelmez. Ben Rosa Golden tanıştığımıza memnun oldum.
Rosanın yumuşak elini tutar tutmaz kızaran Andre sarı saçlı, mavi gözlü güzel kıza yaralı boğazına rağmen en gür sesiyle cevap verdi:
-Ben Andre Brun. Tanıştığımıza memnun oldum Rosa. Rica etsem bana rehberlik edebilir misin? Bu ev düşündüğümden büyükmüş.
Rosa Andre’nin yüzüne gülümseyerek elini sıktı. Bu güzel kız tarafından büyülenen Andre gittikçe sakinleşti. Rosa onun bu haline güldü.Andre daha da kızardı:
-Yıllar boyunca bu sıkıcı köşkte yaşadım. Seni istediğin yere götürebilirim! Sonunda bu eskimiş mekana biri geldi. Luke’la tanışman lazım. Seni uzaylı diye tanıtsak inanacağına eminim.
Rosa gülümseyerek Luke’a yapmayı planladığı şakaları anlatarak Andrenin elini tuttu. Rosa tarafından yönlendirilen Andre kız gülümsecikte daha da kızardı. İkili bu şekilde salona kadar yürüdü.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..