(Bugün bir bölüm daha gelecek. Muhtemelen Saat 7 ya da 8 gibi gelir. İyi okumalar)
Tüm takımlar bir toplantı yapmaya karar verdi, tabii Kılıç ve Dünya Krallığı hariç.
Toplantının amacı Mızrağın zayıflığını bulmaktı. Mızrağın 2 saldırısında da birkaç grubun zekâ odaklı gelişen kişileri bazı fikirler edinmişti. Prensesler ve Kahramanlarda bu fikri onaylamış ve bir toplantı yapma kararı almışlardı.
Usta Lan ve öğrencisi Mingu’nun ise başka fikirleri vardı fakat katılmaya karar verdiler.
Gözlüklü ve kısa saçlı bir kız, öne çıkarak düşündüğü şeyleri dile getirdi.
‘’Eğer az önce olan olaylara bakarsak, Kahraman Wiar, Louis’i korumaya çalıştı fakat başarısız oldu. Ancak Mızrak bunu pek kafasına takmış değildi. Bundan yola çıkarak 3 düşüncem var. Ya Mızrak başkasının saldıracağı kişiyi korumasını kafasına takmıyor veya umursamıyor, Ya Kahraman Wiar’ı küçümsemek veya misilleme yapmasını sağlamak için bu hareketi yaptı, Ya da sınırı bir kişi belki de Kahraman Wiar’ın gücü gözünü korkuttu.’’
Kızın teorilerini dinleyince oradaki çoğu kişi kafasını salladı. Bu çok yerinde bir fikirdi ve diğerlerine teori üretebilecek fikir sunuyordu.
‘’Bence gücünden korkmadı yoksa yanına yaklaşıp yanağını çizmeye cüret edemezdi. Küçümseme daha makul ayrıca, bir ve ikinci düşüncelerinin birleşimi olabilir. Yani bizi o kadar küçümsüyor ki onu durduracak kimseyi kafasına takmıyor. Bu da bize onu yenmek için şans sunuyor.’’ Bilgin kıyafetleri giymiş, uzun siyah sakallı adam öne çıkarak fikrini belirtti.
Wiar ne kadar konuşurken kendine laf geldiğini görse de bir şey demedi. Çünkü bu kişiler adil ve saf düşünce yapısını savunuyordu. Eğer birisi onları baskılarsa düşünceleri sekteye uğrar ve yanlış karar verebilirlerdi. Bu yanlış kararda ölümlere yol açabilirdi, bunu bildiği için onların laflarını kafasına takmadı.
‘’Benim bir çözümüm var. Bence bu küçümsemeyi kullanabiliriz. 8 kişi gönderelim. Her Krallık tek kişi ve Kahraman Wiar bu grubun arasında olsun. Bir kişi Mızrağa saldırsın ve Mızrak üstüne gelince diğerleri Mızrağı alt etmek için en güçlü yeteneklerinizi kullanın fakat Kahraman Wiar kullanmamalı.’’ Son kısımlarını ses iletimi ile Wiar’a söyledi.
‘’Eğer gücünüz ortaya çıkarsa ve buna rağmen yine biri ölürse kalabalığın güveni sarsılacak. Bilerek sizden en uzaktaki kişiyi seçeceğim ve eğer o ölürse sizin itibarınız etkilenmesin diye bir bahane bulacağım fakat sizin gücünüzü göstermemeniz gerekiyor. Şimdi yapacağımız ortak karar olarak aldığımız bir deney.’’
‘’Pekâlâ, hiçbir şey yapmayacağım.’’ Mana Vaftizi hiç kimsenin küçümseyemeyeceği bir şeydi bu yüzden kendi yeteneklerinin işlememesi doğaldı.
‘’Hepimiz birilerini göndereceğiz. Umarım Prenses Mira ve Prenses Sakura bize yardım ederler.’’ Wiar iki kıza kışkırtıcı bakışlar atarak konuştu.
Mira istemese de bunu yapmak zorundaydı eğer bunu yapmazsa diğer krallıklar üstüne yürüyecek ve bu hazinede payı düşecekti. Belki de ileride olacak olaylarda da baskılanacaklardı.
Dişlerini sıktı ve kalabalıktan birisini seçerek gönderdi.
‘’Hayır, Bekleyin Kahraman-sama. Lütfen acele kararlar vermeyin. Sizin yerinize gidecek birini seçeceğim.’’ O sırada Dünya Krallığından Sakura’nın sesi duyuldu.
Mira o tarafa baktığında Sakura’nın birisini kolundan çekerek zorla götürmeye çalıştığını gördü.
Bu kişi 16 yaşlarında görünüyordu, sivri siyah saçları vardı ve dürüst bir yapısı vardı.
‘’Sakura-san lütfen bırakın gideyim. Bunda ölüm riski çok yüksek. Diğerlerinin gitmesindense benim gitmem en iyisi olacak.’’ Kahraman olarak tanıtılan çocuk kararlı bir duruşla ilerlemeye devam etti.
‘’Kahraman-sama siz bizim Krallığımızın en güçlü kişisisiniz. Lütfen bunu yapmayın. Sizi kaybetmek bizim gücümüzü çok düşürecektir. Ayrıca bu sadece bir deneme, kendinizi tehlikeye atmanıza gerek yok.’’
Bu sözleri duyunca Kahraman inanamayan bakışlar ile Sakuraya baktı.
‘’Bunu nasıl söylersin. Diğerlerinin canını bir kobay faresi olarak kullanmak… Buna izin vermeyeceğim.’’ Başka bir şey söylemeden, Sakuraya onu engelleme fırsatı vermeden hızlıca ayrıldı.
Mira bu olayı görünce Erthyo’nun ilk geldiği zamanlarda söylediği şeyler aklına geldi.
‘’Böyle diğer dünya İsekai’lerinde bazı aptal karakterler vardır. Bunlar genelde kahraman olarak seçilir ve güçleri hiç antrenman olmadan hile gibi bir şekilde artar. Kendinden güçlü düşmanlara ikinci kez düşünmeden meydan okurlar ve taktik uygulamak için hiçbir zaman tanımazlar. Ayrıca tehlikeli bir durum olduğunda ilk onlar öne çıkar fakat arkada onlar için endişelenen kişileri önemsemezler. Kendilerini kahraman, doğrulun adamı ya da herkese yardım eden kişi olarak görürler fakat benim açımdan en bencil ve kibirli kişiler onlardır. Kazandıkları güce alışamadan ya da öleceğini bilerek ölüme yürüyerek hayatlarını tehlikeye atarlar, başka kimsenin ne dediğini umursamadan, kendi bildiklerini okuyarak kendinden güçlü düşmanlara saldırıp hayatlarını tehlikeye atarak en büyük kibre ve bencilliğe sahip insanlardır. Eğer bir yararlarını söyle dersen harem kurmakta üstlerine yok diyebilirim.’’
Bunu düşündüğünde ne kadar haklı olduğunu fark etti. Bu kahraman bir kişinin canını kurtarmak için kendi canını tehlikeye atıyordu. Ayrıca ölüm riski bu kadar yüksek iken, eğer burada ölürse kendine göre sıkıntı yoktu fakat arkada bıraktığı sevdiklerini ve halkın ne kadar acı çekeceğini düşünmüyordu.
Dünya Krallığının arkasına baktığında birkaç kadının gözlerinden yaşlar akıyor, bağırıp onu ikna etmeye çalıştığını gördü.
**
Grup hızlıca toplandı. Hepsi bunun bir intihar görevi olduğunu biliyordu fakat yapabilecekleri hiçbir şey yoktu. Kendileri seçildiği için sadece kaderlerini suçlayabilirlerdi.
Wiar grubun ortasında olacak şekilde bir daire formasyonu aldılar. Böylece Mızrak aralarından birisine saldırırsa, yakından iki saldırı yiyecekti, kaçış yollarını ise diğer saldırılar kapatarak Mızrağı sıkıştıracaklardı.
‘’Burada kimseyi ölüme yollamak istemem. Bu yüzden herkese eşit olacak şekilde bir kura seçerek kimin saldıracağına karar vermek istiyoru-‘’ (Wiar)
‘’Ben yaparım.’’
Wiar daha sözünü biteremeden çaprazından bir ses geldi. O tarafa döndüğünde göğsünde büyük binalar olan bir arma taşıyan, hafif çekik gözlü, sivri siyah saçlı, dürüst bakışları olan bir genç gördü.
Genç atlın zırh, kırmızı pelerin giyiyordu, pelerininin altında ise altın bir kılıç vardı.
‘’Oh, Bu Dünya Krallığının kahramanı Matsuzaki Narihari olmalı. Bu görevi üstüne alacak kadar cesur, sizi takdir ediyorum.’’ Wiar alkışlamaya başladı.
‘’Evet, Kahraman çok cesur, Takdirimizi hak ediyor.’’
‘’Kurtarıcımız bu kadar istekliyse bence fırsatı ona vermeliyiz.’’
‘’Hehe… Fazla bir şey değil. Bu herkesin yapacağı bir şey.’’ Kahraman burnunu kaşıdı, yüzündeki hafif kızarıkla utandığı belli oluyordu.
Bunu görünce Wiar bu çocuğun saf ve adalet delisi olduğunu anladı. Tam kullanabileceği bir piyondu. Ancak yüzüne bunu yansıtmadı. Onun için endişeleniyormuş gibi bir bakış sergiledi.
‘’Bundan emin misiniz? Bu ölüm tehlikesi olan bir görev.'' (Wiar)
‘’Eminim. Tehlikeyi göğüslemeye hazırım.’’ (Matsuzaki)
‘’Çok iyi. Madem bu kadar ısrar ediyorsunuz. Lütfen saldırınızı yapın.’’ (Wiar)
Matsuzaki olduğu yerden bir adım öne çıktı ve sırtındaki altın kılıcı çekti. Kılıç 1 metreden uzundu ve üstünde işlemeler, özel rünler vardı. Tam ucunda ise ellerini kullarına doğru açan bir Işık Tanrısı vardı.
Matsuzaki altın ışık enerjisi ile kılıcı kapladı. Gözlerini kapattı ve bir süre odaklandı.
Aniden gözlerini açtı, bir nara atarak kılıcını salladı.
Fiuuuvv!!
Altın enerjili kılıç saldırısı süzülmeye başladı.
Dink!
Havada asılı duran Mızrak ile Altın enerji çarpıştığında kıvılcımlar ortaya çıktı.
Mızrak gözlerini açan bir yaratık gibi hafifçe titredi ve saldırının geldiği yere uçmaya başladı.
Matsuzaki bir adım geri attı ve formasyona girdi.
Mızrak üstüne gelmeye devam etti. Formasyona girip üstüne hücum ettiğinde kükredi ve kılıcını tekrar salladı.
Aynı anda diğer 6 kişide saldırmaya başladı.
Matsuzaki’nin kılıcından altın alevlerden oluşmuş bir kılıç saldırısı çıktı, yanında ise 2 Su canavarı, 1 toprak güllesi, 1 Lanet saldırısı, 1 rüzgâr perisi ve bir Rüzgâr fırtınası saldırısı, bir tanede küçük güneş vardı.
Gruptan birisi tam emin olamamış ve bir saldırı yapmaya daha karar vermişti.
Saldırıyı yapanlarda rahat bir nefes verdi. Saldırılar yaklaştıkça baskı birleşiyordu ve bu baskı bir BüyükUsta-Üst seviyeyi aşıyordu.
Bu baskı ise diğerlerini güvende hissettiriyordu.
Tam rahatlayacakları zamanda şaşırtıcı bir olay oldu.
Mızrak anında 6 parçaya bölündü, her parça farklı bir renkteydi ve farklı bir Ejderha motifi vardı. Ana mızrak ise yoluna devam etti, üstündeki renkler solmuş, ejderha motifleri kaybolmuştu.
Kırmızı Mızrak hızlıca ilerledi ve üstüne gelen Su Canavarını acımasızca deldi.
Su Mızrağı ise diğer canavarı deldi fakat içinden çıkmadı, Omurgasının üstüne yerleşerek su canavarını özümsemeye başladı.
Karanlık Mızrağı, Toprak güllesine ucunu sapladı. Bunu yaptığı anda mızrağın ucundaki toprak erimeye başladı, bu güllenin tamamına yayılarak tüm gülleyi eritti.
Işık Mızrağı Lanet yüzünden oluşmuş kuru kafayı ışığı ile boğarak arındırdı.
Rüzgar Mızrağı ise hareket etmedi. Olduğu yerde durmaya başladı fakat etrafta acımasız rüzgarlar esiyordu. Bu rüzgarlar ise saldıran Rüzgar Perisini geride tutuyordu.
Son Mızrak olan Toprak mızrağı ise yere dik bir şekilde durdu. Düz bir çizgi üzerinde ilerleyen fırtınanın önünde yıkılmaz bir dağ gibi dikildi.
Bütün mızraklar bir saldırıyı engelliyordu fakat Alev büyüsü olan Küçük Güneşi engelleyen bir mızrak yoktu.
Ana mızrakta bunu fark etmişti fakat kendine saldıran küçük insanı öldürmek için devam etmesi gerekiyordu. Eğer durup güneşi karşılarsa bu insan kaçacaktı.
Fakat karşılamaz ise insanı delemeden, küçük güneş kendine çarpacaktı.
Kararsızlığı bir saniye sürdü. Hızını arttırdı ve ilerlemeye devam etti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..