Bu savaş tek taraflı katliamdan, yıpratma savaşına dönmüştü.
Ya da öyle mi olmuştu?
Hava bir anda titredi, mana bile bu titreme ile rezonansa girerek ayak uydurmaya başladı. Mingu’nun çektiği mana bir anda mızrağa doğru yönelmeye başladı. Her gittiği 1 metrede daha da saflaşıyor ve materyalleşiyordu.
Görünmez Mana önce bir buluta, arından kristal gibi mavi bir su damlasına dönüştü. Bu su damlası ise ana mızrağa damladı.
Tıp!
Babump!
Mana damlası mızrağa damladığı anda bir kalp atış sesi geldi. Bu kalp atış sesi ortamdaki manayı 6 mızrağa yönlendirdi ve güçlerini arttırdı.
Vennngg!!!
6 Mızrak şiddetli bir şekilde titredi. 6 Element ortamı kapladı ve ana mızrağı korumaya başladı. Ana mızrak ise titreşerek, kalp atışlarına devam ediyor. Manayı emiyor, ardından gelen saldırılara karşı koyuyordu.
‘’Neler oluyor?’’ Bu Mingu’nun bile bilmediği bir olaydı. Az önce kendini çaresizce korumaya çalışan mızrak, resmen Ejderha İmparatoruna dönüşmüş ve tahtına oturmuş gibiydi.
Birkaç kalp atışından sonra Mızraklarda Çin Ejderhalarının silüetleri belirdi. Ejderhalar mızraklara sarılmış, rakiplerine kükrüyordu.
Fakat kimse ilk adımı atmıyordu.
Çünkü gerçekten de doğru tahmin etmişlerdi. 6 Element ve karşıtları hariç bu mızrağın en büyük düşmanı etki edemeyeceği elementlerdi. Bir sahibi olmadığı içinde bu saldırılara kendi başına karşı koyamazdı. Birkaçını yıkabilirdi fakat ardı ardına gelen saldırıları karşılarsa eninde sonunda rakiplerinin eline düşerdi.
Bu yüzden en mantıklısını yaparak, Mana Vaftizi avantajını kullanarak kendini korumaya başladı.
‘’Al, Cehennem Kapısını kullan.’’ Usta Lan elini salladı. Kırmızı bir bayrak havada süzülerek Mingu’ya gitti.
Kırmızı bayrağın üstünde Şeytanlar vardı, her türlü şeytan farklı boyutlarda bayrağa işlenmişti. Kırmızı Cehennem Alevleri ise bayrağın her tarafına yayılarak, etraftakilere cehennemi anımsatıyordu.
Mingu bayrağı tuttu ve arkasına döndü.
‘’Açıl’’
Bayrağı gökyüzüne fırlattı ve bağırdı. Bayrak havada bir şimşek gibi hareket etti fakat fazla gitmeden aniden durdu.
Cırtttt!!
Bütün odayı bir yırtılma sesi doldurdu. Bayrağın durdurduğu yerde iki büyük pençe vardı. Pençeler sanki boyutu ikiye yarmaya çalışıyormuş gibi iki tarafa bakmıştı.
Cırrrrttt!!
Tekrar yırtılma sesi ile kaledeki boyut bir anda yırtıldı. Boyutsal tribülansın havası bir anda etrafı sardı fakat çok geçmeden durdu.
Ancak kimse buna dikkat etmedi. Şu an herkesin yüzü bembeyazdı ve titriyorlardı.
Çünkü gözlerinin önündeki canlılar akıllarının alamayacağı kadar korkunçtu.
Sivri dişleri ve pençeleri olan, simsiyah derili, demir gibi kasları olan canlılar vardı karşılarında. Gözleri kıpkırmızı alevler ile yanıyordu. Sivri dişlerinden taze kan akıyor, etraflarında cehennem aurası ortamı boğuyordu.
‘’Ş…Şeytanlar!!!’’ Bir kadın sesi ortamdaki fitili ateşlemişti. Bütün insanlar geri kaçmaya başladı.
Şeytanlar halk ve maceracılar arasında tabuydu. Çok acımasızlardı, tek bildikleri katliamdı ve ölümü umursamazlardı. Ayrıca güçleri normal canavarlardan kat kat daha güçlüydü. Ölmeleri de bir o kadar zordu, bedenleri metallerden kat kat güçlüydü ve etraftaki kanlarla iyileşebiliyorlardı.
Bam!
Kapıdan ilk çıkacak maceracı bir engelle çarpıştı ve geri uçtu.
Daha ne olduğunu anlayamadan kar beyazı zırhı olan, ağır kılıç taşıyan bir adam kapının önünde belirdi. Sert bir surat ifadesi vardı ve öldürme niyetini hiç sakınmadan salıyordu. Bu Ay Ülkesinin Kraliyet muhafızlarının kaptanı, Fran’dı. Ayrıca kendisi Francesca’nın kardeşiydi.
‘’Bu sahneyi gördüğünüze göre ölmelisiniz. Değil mi Francesca?’’ (Fran)
Fran’ın sözleri herkesin kafasında yıldırım çakması etkisi yarattı. Bazı maceracılar savaşın ortasındaki Francesca’ya dönünce onun buz gibi gözleri ile karşılaştı.
‘’Eğer ölmek istemiyorsanız bizimle köle-efendi anlaşması yapacaksınız. Eğer yapmazsanız buradan canlı çıkmayı düşünmeyin.’’ Francesca zaten bunun olucağını biliyordu. Bu yüzden hazırlattığı sözleşmeleri ortaya çıkarmak için elini salladı.
Önünde yüzlerce sarı, büyülü kâğıt belirdi. Üstündeki yazılar yazıyordu, ruh enerjisi etrafını sarmıştı.
Maceracılardan biri önündeki kağıdı aldı ve okudu. Okudukça yüzündeki ifade daha da çirkinleşti.
‘’Hayatımızın yarısı boyunca size hizmet edeceğiz ancak eğer erken ölürsek çocuklarımız ve torunlarımız bizim yerimizi alacak ve bu süre sıfırlanacak!’’
‘’Kendi irademizi size bırakacağız, kendi ve efendi arasında bir düşünce seçiminde efendinin düşüncesini takip edecek!’’
Sözleşme okudukça kötü hale geliyordu ve gittikçe bir kuklaya dönüşüyordun.
‘’Bu nasıl saçmalık! Bizi bir kuklaya dönüştürmeye mi çalışıyorsunuz, benim bu ruh sözleşmesini kabul etmeme imkan yok.’’ Bir maceracı önündeki sözleşmeyi yırttı ve alevleri ile yaktı.
Pat!
Fakat bunu yaptığı anda bedeni patlamıştı. Kanı, eti ve kemikleri diğer maceracıların suratına ve bedenlerine saçıldı.
‘’Eğer reddeden olursa onunla aynı sonu yaşar.’’ Fran buz gibi bir sesle konuştu. Öldürme niyeti insanları buzlu bir odadaymış hissi veriyordu.
Maceracılar dehşete düşmüştü, bu resmen zorla köleleştirmeydi. Eğer bunu kabul ederlerse Krallık elini kolunu sallayarak buradan çıkacaktı, ayrıca bir sürü yüksek seviye maceracı kazanacaktı. Ancak kabul etmezlerse sonları ölümdü, belki de aileleri bile öldürülecekti.
Bu yüzden bazıları kalplerine taş bastı ve sözleşmeyi kabul etti.
Maceracılar bunu yaşarken savaş daha da kızışmıştı.
Şeytanları kontrol eden Mingu onlara mızrağa saldırmasını emretmişti. Her şeytan durdurulamaz bir ivme ile saldırmaya başladılar.
İlk Şeytan bariyere çarptığında bir koru anında kırıldı fakat sanki hiçbir şey olmamış gibi saldırmaya devam etti. Kafa atıyor, pençeleri ile delmeye çalışıyor ya da ısırıyordu. Saldırı hızı da çok fazlaydı.
Kapıdan şeytanlar çıkmaya devam ediyor, bariyere acımasızca saldırıyorlardı. Bazılarının ellerinde silahları vardı ve saldırıları diğerlerinden daha etkili oluyordu. Ayrıca arkalarında 12 Özel yetenek kullanıcısı ve Mingu vardı. Bu yüzden kalkanda kırıklar oluşmaya başladı.
Mana ile kırıklar yenileniyordu fakat mana giderek inceliyordu. Bu yüzden kırıkları düzeltmek daha da zorlaşıyordu.
Amansız saldırılar 3 saat devam etti. Bu zaman kadar çoktan maceracıların 3 katı kadar şeytan birikmişti, hatta aralarında Şeytan Lideri gibi özel şeytanlarda vardı.
Maceracıların çoğu ise dişlerini sıkarak anlaşmayı kabul etmişlerdi ve kenarda itaatkârca duruyorlardı. Tabii aralarında ölenlerde vardı, bedenlerinden geriye sadece kemikleri kalmış, kalanlar şeytanlar tarafından emilmişti.
Bir Kraliyet muhafızı grubu, ana gruptan ayrıldı. Hedefleri Dünya ve Kılıç Krallığıydı.
O sırada Makatsuzaki daha iyileşmemişti, yardım ettiği insanların bu yüzünü görünce bir ağız dolusu kan kusmuştu ve bayılmıştı.
Grubun lideri olarak, Mira ve Sakura öne çıkmıştı. Silahlarını çoktan ellerine almış, baskıcı auraları etrafı doldurmuştu.
Ancak Kraliyet Muhafızları bir saniye tereddüt ettikten sonra yüzlerinde pişkin gülümsemelerle ikiliye yaklaştılar.
‘’Ne istiyorsun?’’ BüyükUsta-Orta seviye gücünün tamamını yaymıştı. İnce, yumuşak kılıcı çoktan ellerindeydi.
‘’Bayan Miraya bizimle ortaklık kurmasını istemeye geldik. Bu olaylardan bahsetmeyeceksiniz o kadar. Ancak bunu garanti edemeyiz, bu yüzden bir süreliğine bu anlaşmayı ruhunuza işlemenizi istiyoruz.’’ Kraliyet Muhafızı nazik ve saygılı konuşsa da, sesinde gizli büyük bir küçümseme ve kışkırtma vardı.
Bu sözleri duyunca iki prenseste silahlarını sıktı. Bu anlaşmayı kabul edemezlerdi, bu anlaşma onları köle yapardı, köle bir prenses tarihte daha önce hiç ortaya çıkmamıştı. Zaten çıksa da Mira’nın onuru bunu kaldırmazdı.
‘’Asla!’’ (Mira)
‘’Sakura ailesinin bir üyesi asla köle olmayacak!!’’ (Sakura)
Yumuşak bir enerji Mira’dan yayılmaya başlamıştı, Sakura’nın etrafında kırmızı kiraz yaprakları uçuşmaya başladı, Arkasında ise kırmızı bir prajna maskesi belirdi.
Ermy ve İreny yaylarını çekerek Muhafızlara nişan aldılar. Ermy’nin gözleri bir kartal gibi keskinleşti, havası ise avına bakan bir kartal gibi tehditkâr oldu.
‘’Bayan Ermy size köle anlaşması yapmaya zorlamaya cüret edemeyiz. Bu olaylara karışmadığınız sürece hiçbir şey yapmayacağımıza emin olabilirsiniz. Buradan kılınıza zarar gelmeden çıkacaksınız.’’
Ay Ülkesi, Kılıç Ülkesi Prensesine köle anlaşması yapmaya cüret edebilirlerdi. Sonuçta aynı kulvarda yürüyorlardı. Fakat Ermy onların kızdırmaması gereken bir arkaya sahipti, Usta Lan bile o arka planla Ermy’e zarar vermeye cüret edemezdi.
‘’Saçmalamayı kes. Geliyorsan gel.’’ Mira Erthyo’nun yakın bir arkadaşıydı, onu terk edip gidemezdi.
Bu sözleri duyunca muhafızın yüzü çarpıldı. Uzun kılıcını alırken yüzündeki gülümse daha da zalimleşmeye başladı.
‘’Tamam, o zaman. Eğer bu kadar gözüpeksen önce sizi yeneceğim. Sonra ödül olarak seni alıp, biraz eğleneceğim. Hahaha.’’ Büyük bir gülüşle kılıcını kırmızı alevler sardı.
Yeri tekmeledi ve kendini ileri fırlattı. Takımı da onun peşinden ileri hücum etti.
‘’Ho, Benim kadınıma dokunmayı düşünmek ha. Bu bile ölümün için bir neden.’’ Tam gruplar çarpışıcak iken bir ses alanı doldurdu.
Baskı bir anda tüm muhafızların üstüne çöktü.
Puçi!!
Ermy’e laf atan Muhafızı Liderinin kafası bir anda patladı.
‘’Kim o?’’
‘’Liderimizi öldürecek kadar cüretkar. Cidden ölümün nasıl yazıldığını bilmiyor.’’
Muhafızlar etrafa bakmaya başladı. Burada Liderlerini öldürecek kadar cesur birini beklemiyorlardı, ayrıca Liderleri Usta-Üst seviyeydi ve düşman onu tek hareketle öldürmüştü. Hepsi biraz ürpermişti.
Ancak kormuyorlardı. Çünkü arkalarında Kaptan Fran vardı, yakında işlerini bitirecek olan Prensesler ve Mingu, hatta hiç hareket etmemiş Usta Lan olunca hepsinin yüreklerindeki korku fazla kalmadan dağıldı. Korkusuzca etrafa bakmaya başladılar.
Mira’da etrafına baktı, Erthyo’nun gözlerini açmış olduğunu gördü. Gözleri buz göleti kadar soğuktu, parmağı ise bu tarafı işaret ediyordu.
Aynı anda patlayan kafadan kalanlar titredi. Kafadan bir saç teli çıktı, Erthyo’ya süzüldü ve eline kondu. Kanlar arasından çıkmasına rağmen üstünde hiç kan yoktu.
Tel eline değdiği anda yok oldu. Ayrıca saçlarının arası titredi ve yeni bir tel saç ortaya çıktı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..