Maoi elindeki mızrağa bakarken iyi bir ruh halindeydi. Elindeki mızrağın hangi materyallerden yapıldığını büyük bir bilgi birikimi olan kendisi bile bilmiyordu. Savaş sırasında eli her zaman yasalarla güçlendirilmemiş olsa bile, kolu Bilge seviye mana ile sağlamlaştırılmıştı, ayrıca yıllardır beden güçlendirme yapıyor ve değerli hazinelerle derisini ve kaslarını geliştirip, kemiklerini güçlendiriyordu.
Kolu yok edilemez olmasa da, Erthyo gibi birinin onu yaralamaması gerekiyordu. Ancak saldırıyı bedeniyle karşıladığında eli delinmişti.
Sadece bununla da kalmamış özel bir teknikle elini yasalarla güçlenirse bile beyaz çizgiler ortaya çıkarmıştı. Maoi açıkça bunun Erthyo'dan değil, mızrağın içinde olan bir teknikten dolayı olduğunu düşündü. Erthyo gibi sadece bedeni güçlü olan bir gencin böyle bir tekniğe sahip olabileceğine pek ihtimal vermedi.
Üçlünün karşısına geldiğinde şaşkın ve titreyen göz bebeklerini gördüğünde kaşlarını çattı. Yanlış bir şey mi yapmıştı? Neden onu övmüyorlar ve yaltaklanmıyorlardı?
Sonra aniden aklına geldi.
''Size vereceğimi söylemiştim fakat sinirimi kontrol edemedim. Uzun bir süredir yaralanmamıştım ve bu kadar önemsiz bir böceğin beni yaralaması gerçekten sinirlendirdi. Üzgünüm.'' Özür dilese bile elini sallamakla yetindi. Karşısındaki kişilere özür dileyip başını eğemeyecek kadar kibirliydi.
Ancak üçlü onun tarafına inanamaz gözlerle baktı. Deliliği yatışmış olan Aslan yeleli genç tekrar deliliğe sürüklenirken bağırmaya başladı.
''SENİ ÖLDÜRECEĞİM!!!!!'''
Maoi sonunda fark etmeye başladı. Yavaşça arkasına döndüğünde garip bir olayla karşılaştı.
İki kolu olmayan ve göğsünde büyük, kanlı bir yarık bulunan Erthyo ayağa kalkmıştı. Önceki seferin aksine saçları siyaha dönmüş ve beden yapısı çok değişmese de küçük değişikliklere uğramıştı.
Ayrıca yaydığı hava bile değişmişti fakat Maoi bunu fark edecek seviyede değildi. Bunun yerine yüzüne odaklanmıştı.
Yüzü, kollarından ve göğsünden kan akarken ifadesizdi. Acıya ve etrafındakilere tamamen ilgisiz bir suratı vardı. Sanki kendi bedeni değilmiş gibiydi, gözleri oradaki herkesi ilgisizce süpürdü, onlara karıncalar olarak bile görmüyordu. Sadece kenara çekilmesi gereken çöplerdi.
''Hm? Ölmedin mi?'' Maoi şüpheyle konuştu. Bilinçsizce kafasını eline indirdi. Pelteye dönüşmüş et, kan ve kemiklere baktı, ardından sol elinde duran mızrak tutan eli gördüğünde içinde huzursuz bir his belirdi.
''Nasıl ölmedi?''
Ancak Antik Hükümdar ona bakmadı. Geldiği yerdeki çoğu kişi bile onun bakışlarına layık değildi. Bu küçük, yarım yamalak yasalara sahip kişiye bir bakış atmasına gerek bile yoktu.
Fakat Erthyo'yu yine de taktir etmekten kendini alamadı. Ne kadar yarım yamalak ve düşük yasalara çalışmış olursa olsun Maoi yasalarla iletişime geçmiş biriydi. Normal birinin ya da yasaları anlamamış ve onlarla iletişime geçmemiş kimsenin ona dokunamaması gerekiyordu ancak Erthyo onu yaralamakla kalmadı neredeyse öldürecekti. Bu da onu takdir etmesinin sebebiydi.
Daha gelişmiş evrenlerde daha üstün yasalar ve uzay olduğu için her yasa parçasında anlayış çok önemliydi. Kalite farkındaki herhangi bir sıçrayış onların arasındaki farkı sadece daha açabiliyordu.
Gelişmemiş evrenlerde ise bu fark fazla belli olmasa da ''yokluk'' kelimesi büyük bir fark yaratıyordu. Yasalara sahip olmayan ve olan iki kişi çarpışırsa kaybedecek kişi sahip olmayan olurdu.
Yasalar işte böyle dengesiz ve güçlü şeylerdi.
Bunu düşünürken Erthyo'ya vereceği cezayı biraz kısmaya karar verdi.
''Hey! Sana diyorum. Nasıl ölmedin? Bir hazine mi kullandın? Merak etme eğer söylersen seni acısız bir şekilde öldüreceğim. Tabii ki o hazineyi de alacağım.'' Maoi'nin içindeki açgözlülük alevleri tekrar kavruldu. Erthyo'nun hayatta kalmasını sadece bir hazineye bağlayabilirdi, sonuçta daha önce kalbi patlamasına rağmen ölmeyen birini hiç görmemişti.
Normal koşullarda olsaydı, Erthyo istese bile bunu yapamazdı. Kalbine saplanan bir kılıçtan sonra zar zor hayatta kalabilecek olsa da ya da Kalbi Yansa bile hayatta kalacak bir teknik geliştiriyor olsa da şu anki seviyesiyle kalp patlamasından ölürdü.
Antik Hükümdar ona bakış atmadan kafasını çevirdi. Gözleri belli bir yere kitlenmişti.
''Ne kadar küstah. Bir hazinen var diye beni küçük mü görüyorsun şimdi? Sana, seni ölüme yaklaştıran kişiyi tekrar hatırlatmam gerekiyor.'' Siniri atan Maoi olduğu yerden yok oldu, Erthyo ile savaşırken hiç kullanmadığı bir hızda Erthyo'nun önünde belirdi. Ancak Antik Hükümdar ona tek bir bakış bile atmadı.
''Tekrar ölmen gerekiyor evlat!''
Pat!
Ancak daha ne olduğunu görmeden arkaya doğru uçtu. Bedeni ipsiz bir uçurtma gibi süzülürken neredeyse Erthyo'nun mızrak tutan kolunu bırakacaktı.
''Ne?''
Dışarıda bekleyen ikili ve Maoi şaşkınca bağırdı. O kadar şaşırmıştı ki içini yiyip bitiren acıyı görmezden gelmişti.
Tepkileri normaldi sonuçta az önce ölümün kıyısına Maoi tarafından götürülmüş Erthyo bir anda inanılmaz bir güç kazanmış ve bir anda Maoi'ye karşı üstün gelmişti.
Antik Hükümdar onlara bakmadı, kafasını son bir kez çevirdi ve bedene girdiğinden beri ilk defa konuştu.
''Gel.'' Sesi antik çıkmıştı, ancak farklı bir havası da vardı. Sanki milyarlarca kilometre uzaktan geliyor fakat bir o kadar da yakından geliyordu.
Ses ortaya çıktığında havada bir vızıltı sesi ortaya çıktı.
''Vızıltı? Sinek mi? Ama bu sesi çıkarabilecek bir sinek bilmiyorum.'' Tiger Titan vızıltı sesini tahmin etmeye çalıştı.
''Belki de bir mana canavarıdır. Kontratlı canavarı olabilir.'' İkili tahminlerde bulunurken Maoi çoktan ayağa kalkmış ve kaşlarını çatmış bir şekilde bakıyordu.
''Hayır bu bir vızıltı değil. Kılıç kesimi.''
''Kılıç Kesimi?'' İkili şaşkınca ona baktı fakat birazdan gözleriyle göreceklerini bildikleri için başka kelime etmeden Erthyo'yu izlediler.
Bir saniye sonra yüksek hızda bir şey geldi ve koluna girdi. Giriş şiddetinden dolayı şok dalgası bile çıkmıştı ancak Erthyo bir santim bile kıpırdamadı. Olduğu yerde heykel gibi bekledi.
''Kol? Bu ondan kopardığınız kol değil mi?'' Haklıydı, bu Maoi'nin Erthyo'dan kopardığı koldu.
Kol yerine oturdu, ardından beden ve kol arasındaki ince çizgi kayboldu. Hiç kopmamış gibi bedenine geri yerleşti.
Vzzzz!!
Havanın kesilme sesi dördünün kulaklarına geldi. Titan, Maoi ve Lonca çalışanı sesin geldiği yere baktıklarında, Antik Kılıcın Erthyo'ya geri geldiğini gördüler.
Antik Hükümdar kılıcı yakaladı. Nostaljik bir bakışla kılıcı okşadı. Demir kısmını yavaşça okşadı ve bıçağına parmağını sürerek kanının akmasına neden oldu.
Antik Hükümdar kılıca bir daha bakmadı ve Maoi'nin elindeki kola baktı. Elini ona doğru uzattı ve konuştu.
''Gel!''
Pa!
Sesi ağzından çıktığında Erthyo'nun kolu Maoi'nin elinden çıktı ve ona doğru uçtu. Çıkış gücünün şiddeti yüzünden Maoi'nin elinden kan damlamaya başladı. Maoi hipnotize olmuş gibi eline baktı ve konuştu.
''Üç, Üçüncü defa beni yaralıyorsun. Uzun süredir yaralanmıyorum fakat bugün sen, önemsiz böcek beni üç defa yaraladın.'' Son sözleri ağzından kükreme olarak çıkmıştı. Gözlerindeki öfke ve hiddet, yaşadığı aşağılanmayı kan ile ödetmeden durmayacağını gösteriyordu.
Ancak Antik Hükümdar yine ona bakmadı. Sol eliyle diğer kolunu tuttu ve sağ omzuna yerleştirdi. İyice yerleştiğine emin olduğunda aralardaki çizgiler silindi ve kol yerine yerleşti. Arından mızrağa parmaklarıyla birkaç kez tıkladı ve birkaç cümle fısıldadı.
''Beni görmezden gelme velet!'' Yasa parçaları etrafında şekillenirken atmosfer ağırlaştı. Yanındaki üç kişi nefes alamaz oldu ve neredeyse diz çöküyordu. Manalarıyla bedenlerini sardılar, Titan özellikle delirmiş aslan yeleli çocuğu sardı ve orayı terk ederek belli bir mesafeye çekildiler.
Antik Hükümdar kafasını mızraktan kaldırmadan önce birkaç kelime daha fısıldadıktan sonra kafasını kaldırdı. Bedene yerleşmesinden beri ilk defa üçlüye bakıyordu.
İşte o zaman hepsi fark etti. Antik Hükümdarın gözleri boştu, sanki onlara bakmaya veya onları düşman olarak görmüyormuş gibi boştu. Öldürme niyeti, öfke ya da başak bir duygu yoktu, sadece basitçe onlara bakıyordu.
Bakışları boş ve duygusuz olsa da, üçlü için özellikle Maoi için anlamı vardı. Gözlerindeki boşlukta kibir ve küçümseme görebiliyordu.
Bu Maoi'nin neredeyse ona saldırmasına neden oluyordu. Ancak Erthyo'nun sahip olduğunu düşündüğü hazine ve etkisi aklına gelince geri adım attı.
Antik Hükümdar onu bekleyecek kadar sabırlı değildi. Elini ona salladı ve sabit, ilgisi ve duygusuz bir tonda konuştu.
''Gel.''
''Ne?''
''O zaman ben geliyorum.'' Antik Hükümdar kaşlarını çattı. Anında olduğu yerden yok oldu ve Maoi'nin önünde belirdi. Bilge seviyesinde ve rüzgar yasalarına çalışmış Maoi bile onun nasıl geldiğini görememişti. Hareketinin esintisini bile hissetmemişti, sanki ışınlanmış gibiydi.
Bam!
Maoi kendini koruyamadan bir yumruk suratında patladı, kan ve diş ağzından çıkarken metrelerce uçtu.
Antik Hükümdar onu takip etmedi. Bunun yerine olduğu yerde durdu ve tekrar konuştu.
''Öğrencimle alay ettin, onunla oynadın ve iki kolunu kopardın. Bugün elimden o kadar kolay kurtulamayacaksın.''
''Sen... Ughhhh!!'' Maoi konuşmak için kafasını kaldırdı ancak bir bacak kafasına basarak onu yere yapıştırdı.
''Benim huzurumda daha fazla konuşmana izin vermiyorum. Kapa çeneni.'' Sadece bir hükümdarın ortaya çıkarabileceği hükmeden ve asil bir aura ortaya çıkmaya başladı. Ortamdaki kişiler sanki yüce ve görkemli İmparatorla konuşuyorlarmış gibi hissediyorlardı.
''SENİ ÖLDÜRECEĞİM!!!''
Bu ses Maoi'den çıkmamıştı. Ses kükrediğinde Kaplan Titan'ın yüzü soldu, çaresizce bağırmaktan başka bir şey yapamadı. Çünkü şu anda Antik Hükümdardan sızan aura onu olduğu yere sabitlemişti.
''Küçük aslan yapma!!!''
''GEBER!!! Kükreyen Aslan Vuruşu!'' Ellerinde alevler aslan kafaları olarak şekillendi, aslan kafaları varlıklarını belli etmeye çalışıyormuş gibi yürek korkutan şekilde kükrediler.
''Ölümden dönmek sana yaramamış gibi, geri döndürülemez.'' Antik Hükümdar soğukça homurdandı ve elini ileri itti.
Basit bir itişti, ne mana vardı ne de arkasında bir güç. Fakat ortaya çıkardığı güç tamamen şok ediciydi. Basit itiş dünyanın kendisini itiyormuş gibiydi.
Vijikk!!
Et ezildi, Aslan yeleli gencin bedeni sanki üzerine dağ konmuş gibi et peltesine döndü. Kan bedenden çıkmadı, kemikler bile kırılmadı, hiçbir ses çıkarmadan yerde ezilmiş ete döndü.
Antik Hükümdar ikinci bir bakış atmadan yüzü solmuş ikiliye baktı.
''Gelin.'' Onlarla daha fazla uğraşmak istemiyordu. Ayağının altındaki adamla yapacakları vardı.
Aslında başından beri hiçbir şey yapmadan onları öldürebilirdi. Nefes almaya bile ihtiyacı yoktu. Gözüyle onlara baktığı anda ölümlerine kavuşacaktı fakat milyarlarca yıldır böyle şeyler yapmadığı için kendine eğlence çıkarmaya karar vermiş ve süreyi uzatmıştı.
''Efendim lütfen böyle yapmayın. Maceracılar Loncası öğrencinize yaptığı şeylerden dolayı tazminat ödemeye razı. Sadece istediğiniz söyleyin, onu almak için her şeyimizi vereceğiz.'' Lonca çalışanı Erthyo'nun soğuk ve uzak gözlerine baktığında titredi. Sonunda aynı kişiyle konuşmadığını fark etti ve hemen bir teklif sundu.
Burada ölmek istemiyordu, daha yapmadığı bir sürü şey vardı. Ölmeden buradan kurtulabilecekse her şeyi ödemeye razıydı.
''Ölümden bu kadar korktuğuna göre sana yaşamak için fırsat vereceğim.'' Antik Hükümdarın sözleri lonca çalışanına umut ışığı oldu. Gözleri heyecandan parlarken söz verdi.
''Yüce kişiliğiniz benim gibi küçük biriyle uğraşmayacağını biliyordum. Size tazminat ödemek için her şeyi-''
''Bu öğrenci-usta ikilisini öldürene kadar yaşaman izin veriyorum.'' Antik Hükümdar ona olan ilgisin kaybetti. Kaçmasından korkmuyordu, aslında eğer elinden kaçmayı başarırsa onu bırakmakta tereddüt etmezdi. Uzun bir süredir görmediği bir şeyi gösterdiği için ona ödül olarak bu şansı verebilirdi.
''Gel.'' Kafasını çevirdi ve Tiger Titana baktı.
Tiger Titanın yüzü çirkinleşti. Buradan kaçamayacağını anlamaya başladı, bu yüzden kan özünü yakmakta tereddüt etmedi.
Aynı zamanda önünde küçük bir kitap belirdi. Üstüne ''Dağdaki Kaplanın Yolu'' yazıyordu. Ağzından çıkan kan özünü üstüne tükürdü ve tüm manasını içine akıttı.
''Kaplan Hükümdarının Gerçek Formu- Titan Kaplan!'' Kan kitaba ulaştığında dünyayı birkaç saniyeliğine kaplan kükremesi sardı. Bulundukları bölgenin 100 metre çevresindeki tüm alan anında boşaltıldı, hiçbir mana canavarı oraya girmeye cüret edemedi.
Aynı anda kitap açıldı, kırmızı bir çift kaplan gözü parladı. Kaplanın bedeni yavaşça kitaptan çıktı. Başı, gövdesi, bacakları ve kuyruğu sırayla kitaptan çıktı. Bedeni göklere uzanıyordu. Devasa cüssesi 500 metre yüksekliğinde 100 metre genişliğindeydi. Evrene küçümsemeyle bakarken alnında ''Kral'' dövmesi vardı.
Antik Hükümdar ilgisini çekmiş gibi kaplana baktı. Dudakları, küçük bir gülümseme halini aldığında konuştu.
''Kaplan Hükümdarı? Eğer o kedicik bunu duysaydı bu evrene gelip tüm evreni yıkardı, parçalarını da sana sokardı ihtiyar.'' Antik Hükümdar kafasını salladı ve olduğu yerden yok oldu, ışınlanmadan daha hızlı bir şekilde Kaplanın gözlerinin arasında belirdi.
''Benim huzurumda kibirli ve yüce olmaya mı çalışıyorsun? Kafanı eğ!'' Elini alnına koydu ve kafasını yere yapıştırdı.
Pat!!!!!
Küçük bir kediyle oynuyormuş gibi kafası yere yapıştı. Antik Hükümdar ayağıyla kafasına basarken huşu uyandıran, yüce bir aura yaydı.
''Kafan yerde kalsın, Ruh Formu olarak yaşamaya devam etmek istiyorsan orada kal.'' Antik Hükümdar başka söz söylemeden yerde belirdi. Kaplan o gitse bile kafasını yerde tuttu, az önceki aura yüzünden titremeden duramıyordu.
Antik Hükümdar Titan'ın önünde belirdi. Gözlerindeki umutsuzluğu gördüğünde küçümsemeyle konuştu.
''Bu kadar mıydı? Sizin düşündüğünüz Kaplan Hükümdarı nasıl bir şey merak ediyorum.'' Antik Hükümdar elini amaçsızca salladı. Sadece basit bir sallayıştı ancak arkasında açan kan çiçekleri ortaya çıkarabilmişti.
Kan çiçekleri göğü boyarken, Kaplan Titan'ın kafası havaya yükseldi. Birkaç metre uçtuktan sonra yere düştü. Ancak canlılık alevleri gözünde görünebiliyordu, yavaşça solarken gözü huşu ve saygıyla parladı.
''Şimdi size gelelim.'' Antik Hükümdar kafasını çevirdi ve ikiliye baktı. Lonca Çalışanı ve Maoi Erthyo'nun kaplanla ilgilenmesini fırsat bilip kaçmaya çalışıyorlardı.
Aralarında 1000 metreden fazla mesafe açılmıştı ve giderek açılmaya devam ediyordu. Hızları şaşırtıcı derece fazlaydı, azalma belirtisi göstermiyor giderek artıyordu. Antik Hükümdar Lonca Çalışanının kan özünü yaktığını görmese bile hissedebiliyordu.
Antik Hükümdar ikiliye baktı. Elini ileriye doğru itti ve işaret parmağını yere doğru gösterdi. Ağzından sadece tek kelime çıkmıştı.
''İn!'' Sözleri ağzından çıktığında kaçan ikili vurulmuş bir kuş gibi yere düştü.
Pat!
Pat!
''Getir onları.'' Antik Hükümdar daha sözlerini bitirmeden kaplan derin bir kükremeyle ileri atıldı. Antik Hükümdarla karşılaştırılamaz olsa da kendi çapında bir hızla iki kişiden önce Lonca Çalışanına atıldı.
Birkaç dakika sonunda ağzında iki bedenle geri döndü. İkili üstlerinden biri baskı yapıyormuş gibi çarpık bedenlerle yerde sürünüyordu.
Kaplan iyi bir kedi olduğunu göstermek istiyormuş gibi kuyruğunu sallamaya ve toz bulutları ortaya çıkarmaya başladı.
''İyi iş.'' Antik Hükümdardan aldığı övgüyle kuyruğu daha hızlı sallandı. Birkaç ağaç ve tepe çoktan çökmüştü.
''Önce sen. Söyleyeceğin şeyler varmış gibi görünüyor. Konuş.'' Antik Hükümdar korkudan titreyen, gözleri kanlanmış Lonca Çalışanına döndü.
''Sana beni bırakmanı tavsiye ediyorum. Lonca Kralı senin peşini bırakmaz. Onun kim olduğunu-''
Pu çi!
''Sana gevezelik yapabilirsin demedim.'' Kopan kafaya bakarken umursamazca konuştu. Maoi'ye kışkırtıcı bir bakış attı.
''Sıra sende. Gevezelik yapmana izin veriyorum.'' Gevezelik yapmasını istiyormuş gibi konuştu. Ancak Maoi biliyordu ki eğer bunu yaparsa onu tereddüt etmeden öldürecekti.
Maoi anında konuşmadı. Pelteye dönmüş gencin bedenine, kafası kopmuş Titana, yanında kanlar içinde yatan ve yüzünde sıcak kanını hissettiği lonca çalışanına baktı, ardından uysal kediye dönüşmüş dev kan rengi kaplana göz ucuyla baktı ve umutsuzca iç çekti.
''Düello istiyorum.''
''Oh? Bak bu ilgimi çekti. Devam et.'' Antik Hükümdar şaşırtıcı şekilde ilgisinin çekildiğini hissetti. Uzun yıllardır kimse ona meydan okumamıştı.
''Tek saldırı düellosu istiyorum. Tek bir saldırı yapacağız, kim hayatta kalırsa buradan gidecek.'' Son çaresi buydu, daha son kozunu kullanmamıştı. Eğer kullanabilirse Antik Hükümdarı öldürebileceğine güveniyordu.
''Gerçekten ilginç. Kabul ediyorum. Kalk ayağa.'' Ardından kaplana döndü ve konuştu.
''Ölmek istemiyorsan kitabın içine gir ve kılıcın arkasında bekle.'' Konuşması bittiğinde rastgele fırlattı. Fırlatmaya uğraşmamıştı fakat kılıç tam kitabın önüne saplanmıştı.
Kaplan kafasını hızlıca salladı ve kitabin içine girdi. Kitabı kontrol ederek kılıcın arkasına tam saklandığından emin oldu.
Antik Hükümdar aralarında mesafe açtı ve arkasını döndü.
''Kan özünü kullanmakta tereddüt etme. Hayatından daha değerli değil sonuçta, eğer kullanmazsan diğer dünyada pişman olursun.'' Antik Hükümdar mızrağını koluyla desteklerken alaycı bir şekilde konuştu. Bu yapacağı son uyarıydı.
Maoi tereddüt etmeden kan özünü yaktı ve büyük bir güç ortaya çıkardı. Aynı anda elinde gök mavisi bir alev belirdi. Alev sonsuza dek yanacak gibi görünüyordu ancak çip ve toydu. Çocuk Alev olduğu belliydi.
Alev ortaya çıktığında ardından küçük bir kun peng içinde belirdi. Alevde, okyanusta yüzüyormuş gibi dolaşıyordu.
Kan ve alev birleştiğinde mor alevler gür şekilde yandı. Alevlerin içindeki kun peng daha hızlı dönmeye başladı.
''Kun Peng Yumruğu, Kun Peng ayrılır. K'un ve P'eng'e dönüşür. Birleş! K'un P'eng yumruğu! Kâinat Evrimi!'' Seviyesinden daha üstte bir teknik kullanıyordu ve bu seviyeye ulaşmamıştı. Ancak bunu kullanırken tereddüt etmedi, bedeninde çatlaklar oluştu ve manası titredi fakat kan özü sayesinde geri tepmeyi savaştan sonra yaşayacaktı.
Antik Hükümdar böyle bir teknik kullanabildiğine şaşırmadı. Geldiği yerde bu teknikten binlerce kat daha iyi teknikler vardı ve genç dahiler rahatlıkla bu teknikleri kullanabiliyordu.
''%1 belki fakat gereksiz. Binde bir daha iyi, herhalde bu dünya buna dayanabilir. '' Antik Hükümdar kararını verdiğinde mızrağı tuttu.
Hiçbir aura yaymadı, ne de değişik bir hava ortaya çıktı. Ancak Erthyo'nun bedeni mızrağa dönüşmüş ve mızrakta Erthyo'ya dönüşmüş gibiydi. Antik Hükümdar Erthyo'dan iki seviye üstte olan bir seviyeyi kullanıyordu;
Mızrak Ben, Ben Mızrağım.
Mızrağıyla gelişigüzel bir şekilde süpürdü.
Svoşşş!!
Antik Hükümdarın saldırısı mızraktan çıktığı anda gök yarıldı, mavi gökyüzünde ince siyah bir çizgi belirdi. Birisi göğü tam ortadan ikiye bölmüş gibiydi. Dağlar titredi ve çeşitli sahalardaki göller mızrak saldırısından dolayı kurumuştu.
Maoi'nin tekniği daha saldırıyı yapamadan alevleri söndü. Sonsuza dek yanan alev olarak bilinen alevler şaşırtıcı bir şekilde sönmüştü. Küçük Kun Peng korkudan hareketsiz şekilde titremeye başladı. Saldırısından toplanan yasalar kılıç saldırısından dolayı çoktan paramparça olup dağılmıştı, aslında burdan kurtulabilse bile yasaların geri tepmesinden dolayı ölecekti.
''Dur!'' Saldırı devam ederken haşmetli ve güçlü bir ses belirdi ancak saldırı durmadı.
Pu çi!
Göğü yaran bir saldırı Maoi gibi önemsiz birinin durdurabileceği bir şey değildi. Tüm bedeni ikiye bölündü fakat bunun farkına bile varmadan ölmüştü. Mızrak Niyeti daha varmadan onu boğmuş ve öldürmüştü.
Saldırı bunla kalmadı, arkasındaki binlerce yıllık dağları ikiye böldü ve parçalara ayırdı. Uzay saldırıya daha fazla dayanamadı ve paramparça oldu. Kırık cam gibi parçalanan uzay çeşitli uzaysal yarık ve tribülanslar oluşturdu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..