Paul dağın zirvesinde diğer bölgeleri incelerken gerçekten titriyordu. Kalbi yerinden çıkacakmış gibi atıyordu. Onun bu korku dolu halini gören Spadia'yı bir gülme almıştı. Abyss'e düşerken bile sakin kalmış olan bu çocuk hareket bile edemiyordu.
Paul derin nefesler alarak kalbini sakinleştirdi. "Bu kadar korkunç olmalarını beklemiyordum. Sanırım buradan çıkmak epey zaman alacak değil mi?"
"Dediğim gibi İnsanların ve Abyss'in zaman akışı farklıdır. Dış dünya ile ilgili endişelenme. Artık odaya dönsen diyorum. Zaten şuanda o kulelere bakmaktan başka bir şey yapamazsın."
Paul itiraz etmedi, çünkü ihtiyarın haklı olduğunu biliyordu. O kuleler onu ölümüne korkutuyordu. Merdivenlerden aşağı inip odaya girdi. Yatağın üstüne oturdu.
"Hey ihtiyar! Buradan çıkmak için ne kadar güçlenmem gerekiyor?"
Spadia güldü. "Canavarların koruduğu kuleleri gördün değil mi? O kulelerin her birinin 3 katı var ve her katında bir canavar var. Senin o canavarları yenip kulelerdeki mirasları alman gerekiyor. Sen alev, rüzgar, karanlık ve ışık miraslarını alacaksın yani 4 kule, on iki canavar ediyor."
Paul korkudan soldu. Daha önce normal bir hayvan bile avlamamış olan bir çocuğun 12 canavarı duyması bile korkutmaya yeterdi zaten.
"Mirasların ne olduğunu bilmiyorum ama Abyss'ten çıkmamın anahtarı onlar. Şuanki gücümle onlardan birini almayı bırak kuleye bile giremem. İhtiyar! Bana yardım edebilir misin?"
"Burası senin güçlenme potansiyelini ölçen bir yer. Dışarıdan yardım alırsan ne anlamı kalır ki?"
Paul sessizleşti. Tek başına 12 canavar öldürmesi gerekiyordu ve bunu fazla uzatamazdı. Dışarıya geç çıkmak istemiyordu. Ailesinin yanına dönmeyi cidden istiyordu.
"Ama güçlenmene yardım etmemem için herhangi bir sebep yok. Beni ustan kabul ettiğin sürece."
Paul'ün gözleri parladı ve yüzünde bir gülümseme belirdi. "Ustamı selamlıyorum."
"Peh. Kişiliğini nasıl 180 derece döndürebiliyorsun hiç anlamıyorum ancak hızlı olmasan iyi edersin. Güçleneceğini söyledim ama bu sana epey acı çektirecek. Muhtemelen hiçbir şey öğrenmeden kulelere dalmaya çalışsan daha az acı çekersin."
"O zaman ölürüm."
"Küstah velet öldü ve ustası birkaç bin yıl bekleyip yeni ve saygılı bir varis buldu. Mutlu son. Hahaha..."
Spadia bir süre güldü. Daha sonra Paul'ün sessiz halini görünce sustu.
"Eee, kabul ediyor musun?"
Paul bir süre düşündü. Güçlü olmak icin acı çekmek gerekiyordu ama buradan kurtulmanın en hızlı buydu. Bunu biliyordu çünkü o dalga geçsede ihtiyarın üstün bir figür olduğunu biliyordu. Eğer epey acı çektirecek diyorsa cidden can yakardı ama güçleneceksin diyorsa aynı şekilde oldukça güçlenirdi.
"Kabul ediyorum!"
Spadia güldü. "Öyle olsun. Bir süre çığlıklarını duymak benim de hoşuma gider. Pekala şimdi rahat olacağın bir pozisyona geç. Zaten sonradan rahatsız olsan bile hissetmeyeceksin ama neyse."
Paul yatağın ortasına geçti ve bağdaş kurdu. Bir süre uzun nefesler aldı ve sakinleşti.
"Pekala, dolaptan aldığın meyveleri hatırlıyor musun? İçlerinden kırmızı birini al ve ye."
Paul şaşırdı. Meyvelerin eğitimi ile ilgisi olmasını hiç beklemiyordu.
Elini cebine attı ve üzüm boyutundaki meyvelerden bazılarını çıkardı. Kırmızı olan birini seçtikten sonra diğerlerini cebine koydu ve kırmızı meyveyi ağzına attı. Meyve tatsızdı ve yumuşaktı. Birkaç kez çiğnedikten sonra hemen yuttu ve beklemeye başladı.
İhtiyarın devamını söyleyeceğini düşünmüştü ama birden vücudu alevlerle kaplıymışçasına acımaya başladı. Paul yatağa uzandı ve acı katlanarak artarken çığlıklar atmaya başladı. İhtiyar eğleniyormuşçasına gülüyordu.
"Yediğin meyveye ateş özü meyvesi denir. Vücuda yayılarak etinin, kanının ve kemiklerinin alev tipi manaya olan aşinalığını arttırır. Tamamen aşina olana kadar epey acı çekeceksin."
Paul acıdan kıvranırken bir yandan da öfkeden kuduruyordu. Bu, uzun süre işkenceye uğramış birinin acıyı hissetmemesi gibi bir şeydi. Hayır tamamen aynı şeydi! Üstüne üstlük o burada acıdan kıvranırken ihtiyar gülüyordu!
Bu acı hali yaklaşık 10 dakika sürdü. 10 dakika geçtikten sonra Paul olduğu yerden kalkmadı. Vücudu herhangi bir şey hissetmiyordu. Yatağın üzerinde kendinden geçti.
Bir süre baygın kaldı ama daha sonra rahatsız edici bir ses onu yeniden ayılttı.
"Hey, hey velet! Uyan bakalım. Eğitimin henüz bitmedi. Daha üç veya dört ateş özü meyvesi daha yiyeceksin."
Üç veya dört? Paul bir tane daha yemeyi bırak görmek bile istemiyordu ve bu manyak ihtiyar ona üç veya dört tane daha yemesi gerektiğini mi söylüyordu? Çok beklersin!
Paul elini cebine attığı gibi tüm meyveleri avuçladı ve odanın bir köşesine fırlattı. Öyle bir acıyı bir daha asla çekmek istemiyordu.
"Ah, aptal velet. Bu eğitimin sana getireceği yararları göremiyor musun? Alev manasına aşinalığın arttıkça alev büyülerini daha kolay kullanırsın ve vücudun alevlere karşı daha dayanıklı olur ama senin gibi bir aptal ne anlar ki? Ustan olarak sana acıyıp ateş özü meyvesinin nazik manasıyla seni eğitmek istemiştim ama bu senin suçun."
Bir anda Paul'ün göğsündeki taç dövmesinin kırmızı mücevherleri parlamaya başladı ve Spadia Paul'ün vücuduna kendi alev manasını yaymaya başladı. Mana yayılmaya başladığı anda Paul çığlık çığlığa kaldı. Az önceki acı bunun yanında hiçbir şeydi. Bu seferki alev manasının sıcaklığı o kadar yüksekti ki Paul vücudunun içinin yandığını düşündü.
Alev manası yavaş yavaş etine işlemeye başlamıştı. Paul acıdan kıvranıyordu ama Spadia manayı kesmiyordu. Bu sefer oldukça ciddiydi.
Manasını Paul'ün etine iyice işledikten sonra kanına işlemeye başladı. Paul o anda ağlamaya başladı. Vücudu sanki lavla dolu bir okyanusa atılmışçasına yanıyordu. Kanının alev manasına aşinalığı arttıkça kanı daha hızlı akıyor, kalbi daha hızlı atıyordu.
Kana işlenme süreci bittikten sonra Spadia manasını kemiklere yönlendirdi. Paul'ün artık ağlayacak enerjisi bile kalmamıştı. Sadece bilincini açık tutmak için direniyordu çünkü Spadia'nın sözlerinden bunun son aşama olduğunu biliyordu.
Mana yavaşça kemiklere işlendi ve Paul'e başlangıçtan beri olan en acı dolu anı yaşattı. Paul artık sadece bu işkencenin bitmesini bekliyordu. Birkaç dakikalık bir süreçten sonra işlenme süreci bitti ve dövmedeki mücevherlerin parlaklığı söndü.
Spadia acıyan bir sesle konuştu. "Biraz dinlensen iyi olur. Alev bitti ama hala rüzgarla işimiz var."
Paul ihtiyarın ne dediğini umursamadı bile. Hemen kendini yatağa attı ve kendinden geçti. Spadia yavaşça Paul'ün vücudunu süzüyordu.
"Eh, biraz beni uğraştıracak ama sanırım bilinci kapalıyken rüzgar ile işimi bitirebilirim."
Dövmedeki yeşil mücevherler parlamaya ve Paul'e hızlı ve keskin bir mana göndermeye başladı ama Spadia manayı kısa sürede ve Paul uyanmadan tüm vücuda işlemeyi başardı.
Vücudunun ve zihninin yorgunluğuyla Paul 3 gün boyunca uyudu. Uyurken hareket bile etmiyordu. Hatta bir seferinde Spadia hala yaşıyor mu diye kontrol bile etti.
3 günün sonunda Paul gözlerini yeniden açtı. Gözlerinde bıkkın bir ifade vardı. Ustasının son sözlerinden o çektiği acıya benzer bir şey yaşayacağını biliyordu. O uyumadan önce "Hala rüzgarla işimiz var." demişti çünkü.
Sıkılarak kendi vücudunu inceledi. Mana çekirdeği artık daha keskin ve sıcak bir mana yayıyordu ve mana doğrudan tüm vücudunda dolanıyordu. Vücudu yine epey bir güçlenmişti. Bu fark cidden o acıya değer bir şeydi.
Paul düşüncelerine dalmışken bir ses duydu. "Oh, günaydın velet."
Spadia'nın sesi neşeli geliyordu ama o bunu yapan kendisi olmasına rağmen Paul'e acıyordu. Alev manasının verdiği acıyı normal bir insanın kolay kolay unutması imkansızdı. O Paul'ün sinirli bir şekilde kendisine çıkışmasını beklerken Paul bıkmış bir sesle konuştu.
"Günaydın usta. Rüzgarla olan işimizi hemen bitirebilir miyiz? Tüm acıyı tek seferde çekip unutmak istiyorum."
Spadia Paul'ün sakin tavrını görünce şaşırdı ama hemen ciddi bir sesle konuştu.
"Rüzgar manasını bilincin kapalıyken vücuduna işledim. Yani o kısım bitti."
Spadia konuşmayı bitirince Paul'ün gözleri önce mutlulukla daha sonra öfkeyle doldu.
"Madem bilincim kapalıyken yapabiliyorsun ben neden o kadar acıyı çektim be!?"
"Kolay bir şey mi sanıyorsun küstah velet!? Bu benim zihnimi epey zorluyor."
"Zihnini zorlamamak için öğrencini acıdan kıvrandırttın yani. Benim ustam bir numara yahu. Harika bir sadistlik örneği."
"Küstah velet!" Spadia kızıyordu ama sesinde mutluluk da vardı. Paul'ün eski halinde olması nedense daha rahattı.
"Pekala, şimdi eğitiminin ikinci aşamasına geçeceğiz. Vücudun alev ve rüzgar manasına aşina ama bu manayı kullanabilmen gerekiyor."
"Nasıl yapacağım?"
"Çok kolay. Alev manasını kullanmak istediğin yere odakla ve yak. Birkaç güne alev çıka-" Spadia'nın sözü yarıda kesildi çünkü o sırada Paul'ün elinin üzerinde alevden oluşan ufak bir top oluştu. Top sıcaklığı ve parlaklığı yüzünden minyatür bir güneş gibi görünüyordu.
"Manayı çoktan yaktın ve hatta şekil mi verdin? Hahaha... Ben bunun için birkaç hafta beklemeyi düşünüyordum."
Paul elindeki ateş topuyla bir süre oynadı. Daha sonra onu çiziklerle dolu duvara doğru fırlattı. Taş duvar bir süre yandı ve duvarda bir göçük oluştu. Daha sonra ateş söndü.
"Taş bir duvarı yakabilmek, oldukça iyi! Görüyorum ki alev üzerindeki kontrolün muazzam. Pekala, birde rüzgarı dene."
Paul sağ elini savurdu. Savurduğu yerde rüzgardan oluşan bir dalga hızlıca ilerleyerek taş duvarda büyük bir kesik oluşturdu.
"Epey iyi, epey iyi. Şu anda dağın yakınlarında avlanabilirsin sanırım."
"Usta, tam olarak neden avlanmam gerekiyor? Manayı kontrol edebildiğime göre büyü kullanmakta ustalaşmam gerekmiyor mu?"
Spadia alaylı bir "Hmph!" sesi çıkardı.
"Manayı kontrol edebiliyorsun ama mana miktarın uzun süren bir savaşta yeter mi? Manan oldukça yoğun olduğundan büyülerin daha güçlü olur ama miktarını arttırmazsan birkaç büyüden sonra zayıflarsın. Mana çekirdeğin bir insan çekirdeği olsaydı dünyadaki manayı çekerek birkaç yılda bir aşama atlayabilirdin ama artık bir habistanrı çekirdeğine sahipsin. Dünyadaki normal manayı kullanarak on yılda tek bir aşama bile atlayamazsın. Belki bazı özel bölgeler hariç. Normalde bu oldukça kötü olurdu ama burada habistanrı çekirdeğinin özelliği devreye giriyor. Habistanrı çekirdeği canavar enerjisini özümseyerek kolayca seviye atlayabilir ama bunun için avlanmak zorundasın. O yüzden dediğimi ikiletme. Çık ve en az 5 canavar çekirdeği topla. Alev veya rüzgar tipi canavarlar olursa daha iyi olur."
Paul itiraz edecek bir şey bulamadı ve odanın çıkışına yöneldi. Merdivenlerden indi ve dağın çevresinde dolaşmaya başladı. İki tane D seviyeli Çelik pençeli köstebek buldu ama ustası alev veya rüzgar tipi çekirdek istediği için onları es geçti. Dağdan yavaşça uzaklaştı.
Biraz ileride ufak bir alev ışığı görünce kendini gizleyerek ilerledi. Bir süre ilerledikten sonra canavarı gördü. Canavarın kocaman kanatları ve alev kırmızısı tüyleri vardı. Altın sarısı gagası, gözleri ve başının üstündeki üç altın tüyü ona ayrı bir asillik katıyordu. Paul'ün büyülenmiş halini gören Spadia konuşmaya başladı.
"C seviyeli canavar Asil Alev Şahini. Alev ve Rüzgar'ın özelliklerini taşır. Azda olsa ışığa da sahip. Mükemmel!"
Spadia'nın sözlerini duyan Paul sessizce şahinin arkasına dolandı. Hala korksa da savaşmak zorunda olduğunu biliyordu. İki rüzgar bıçağı fırlattı ve şahinin kanatlarının birini kökten kesti. Diğer kanadının yarısı hala duruyordu.
Şahin acıyla çığlık atarken Paul bir rüzgar bıçağı daha atmak için ellerini uzattı ama şahin son anda arkasını dönüp Paul'e doğru alev üfledi. Paul korkuyla geri çekildi ama kaçamadı ve alevlerin arasında kaldı. Paul canının yanmasını beklerken sadece ufak bir sıcaklık hissetti. Şaşkın haliyle vücuduna bakarken onun bu tavrını gören Spadia konuştu.
"Vücudun Habistanrı aleviyle güçlendirildi. Böyle dandik bir ateş sana zarar veremez."
Paul bir gülümsemeyle alev denizinden atladı. Şahin ile göz göze geldi. Elini savurdu ve bir rüzgar bıçağıyla onun alev denizinden çıkmasına şaşıran şahinin kafasını kopardı.
"Canavar çekirdeğini nasıl alacağım?"
"Canavar çekirdeği ile mana çekirdeği aynıdır. Kalbinin içinden alacaksın."
Paul iğrendi ama şahinin yanına gitti. Rüzgar bıçaklarıyla etini ve kalbini kesti. İğrenmesi kat kat artarken elini şahinin kalbinin içine soktu ve canavar çekirdeğini söküp aldı. Çekirdek kırmızı renkteydi ama yeşil renkte bir ışık yayıyordu. Paul çekirdeği cebine attı ve tam oradan ayrılacakken birden şahinin kopan kafasına doğru ilerledi.
Kafasının üstündeki üç altın tüyü aldı ve cebine attı. Spadia o bunu yaparken bir şey demedi ama Paul oradan ayrılırken ona sordu.
"O tüyleri neden aldın?"
"Görünüşleri hoşuma gitti ve ayrıca bir şeyin değerli olup olmadığını anlamak zor değil. Değerli olduğunu varsaydım."
Paul'ün cevabını duyan Spadia uzunca bir süre güldü ve sonrasında konuştu.
"Bir hırsızın gözlerine sahipsin evlat. Haklısın. Bu tüyler Altın Yazgı Tüyü olarak bilinir ve tılsım yazarken kullanılır. Ancak onları bulmak zordur."
Paul biraz şaşırdı. "C seviyeli bir yaratıktı sadece. Eğitimli bir büyücü veya savaşçı için avlaması oldukça kolay bir av. Neden öyle olsun ki?"
"Heheheh... Çünkü o tüyler bir alıcı-verici görevi görür. Canavar öldürülürse diğer sürü üyelerine bunu iletir ve diğer üyeler oraya üşüşür. Eğer tüyleri alırsan diğerleri hemen peşinden gelir."
Paul'ün eli cebine giderken yüzü soldu. "Bunu bana şimdi mi söylüyorsun?"
"Dur, dur, dur seni aptal velet! O tüyler işine yarayacak. Merkez habitattaki sürülere en fazla grup denebilir. En yüksek 7 canavardan oluşurlar yani o kadar korkutucu bir şey değil. Aksine canavarları sana çekecek ve alev-rüzgar özellikli birkaç çekirdek epey işine yarar."
Paul Spadia'nın sözlerini biraz düşündü. Onun bulabileceği en iyi çekirdeğin bu türden olduğu doğruydu ve canavarları bulmak yerine canavarların onu bulması daha kolaydı. O düşünürken birden havadan çığlıklar yükseldi.
Paul başını kaldırıp baktığında üç Asil Alev Şahini ona bakıyordu. Paul düşünmeyi bıraktı ve ellerini rahatlattı. Onlar onun ayağına kadar gelmişken neden bu fırsatı kaçırsın ki?
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..