Paul Ruh Sarayındaki havuzun içinde meditasyon yapıyordu. Bir sonraki seviyeye geçmek için daha çok uzun bir yolu olsa da hiçbir şey yapmamaktan iyiydi.
İsyanın üzerinden bir hafta geçmişti. Babası ve annesi şehirle ilgili bazı konularla ilgileniyorlardı ve abisi kendi boş zamanında kütüphanede kitap okuyordu. Paul çoktan şehirdeki işini tamamladığı için sadece güçlenmeye odaklanıyordu.
Birkaç kez çalışmak için avluya çıkmıştı ama Ruh Sarayında çalışmanın daha verimli olduğunu anlayınca tamamen orada çalışmaya başlamıştı. İhtiyacı olan konularda yeterince bilgisi olduğundan daha fazla kütüphaneye gitme ihtiyacı duymuyordu.
Babası ve annesinin şehirdeki durumları yerine koymak için bir veya iki güne daha ihtiyaçları vardı. Onlar şehri düzene soktuktan sonra ise Paul şehirden ayrılacaktı ve Valer'ı öldürmek için bir yol arayacaktı.
Paul Valer'ın çoktan Ford ile ilgili haberleri almış olacağını biliyordu. Hala bir olay olmadığı için Valer'ın sadece ailesini umursamadığı söylenebilirdi. Ailesinin pozisyonunu takmamıştı bile.
Onun umursamazlığı Paul için kötüydü. Eğer Valer öfkelenip şehre gelseydi onu öldürmek için bir şansı olurdu ama Valer hiçbir şey yapmadığı için farklı yollar bulmak zorundaydı.
Gerindi ve Ruh Sarayındaki havuzdan çıktı. Ustasına son bir bakış attı. Ustasının meditasyona başlamasının ardından neredeyse bir ay geçmişti. Uyanmasına az kalmış olmalıydı.
Daha fazla beklemeyip Ruh Sarayından ayrıldı ve gerçekliğe döndü. Yatağının üzerinde bağdaş kurmuştu.
Yataktan kalktı ve dolabını açıp üzerine siyah bir gömlek ile siyah bir pantolon geçirdi. Dolabın yanındaki aynanın karşısına geçti ve uzun siyah saçlarını taradı. Daha sonra yatağının yanında duran kılıcını beline astı ve odasından çıktı.
Normalde zaten Veussia Malikanesinde birçok hizmetçi ve koruma vardı ama George yeni Şehir Lordu olduğunda bu sayı oldukça artmıştı.
Önceki Şehir Lordu'nun askerlerinin çoğu artık Veussia Malikanesini koruyordu. Hizmetçi sayısı da oldukça artmıştı.
Paul evin içinde dolanırken birçok hizmetçi ona doğru eğildi. Çoğunun bakışlarında saygı varken bazılarında da isteksizlik görünüyordu. Muhtemelen Guilla Ailesine sadık olanlar hala Veussia Ailesine hizmet etmeyi kabullenememiş ve Guilla Ailesinin bir şekilde geri dönmesini bekliyorlardı.
Acaba kalan tek Guilla'nın Valer olduğunu bilseler ne yaparlardı?
Paul bu insanları görmezden gelmeye karar verdi. Onlara hizmet etmek istemeseler de Şehir Lordu'na karşı çıkacak cesaretleri yoktu. Zaten George sadece çalışmak isteyenlerin malikaneye gelmesini söylemişti.
Çalışmak istemeyenler her zaman ayrılıp başka bir yere gidebilirdi.
Paul babasının onları zorlamadığını bildiği için isteksizliklerine anlam veremedi.
Düşünürken evden çıktı ve yeni korumaları gözlemeye başladı. Eski Şehir Lordu'nun askerleri hizmetçiler gibi değillerdi. Onlar Şehir Lordu'na hizmet ederlerdi, Guilla Ailesine değil.
Bu nedenle onlar çoktan işe başlamıştı. Aralarından güçlü olanlar bazılarına öneriler ve dersler bile veriyordu.
Paul korumaları gözetlerken birden omzunda bir el hissetti ve arkasına döndüğünde babasının ona doğru gülümsediğini gördü.
"Eee, yeni korumalar oldukça güçlü değil mi?"
Paul gülümsedi ama yüzünde hafif bir hüzün de vardı.
"Aynen öyle. Sanırım rahatça ayrılabilirim."
Güçlenmeyi oldukça istiyordu ama ailesinden ayrılmak cidden üzücüydü.
Paul'ün ne demek istediğini anlayan George'da hüzünlü bir sesle konuştu.
"Pekala, seni sonsuza kadar bu şehirde tutamam zaten. Potansiyelinin ne kadar iyi olduğunu herkes biliyor."
Daha sonra gülümsedi.
"Aslında seni bir büyü okuluna yazdırmayı düşünüyorum. Güçlü olmak için tekniklere ve kaynaklara ihtiyacın var sonuçta."
Paul başını salladı.
"Ben de bir okula katılmayı düşünüyorum. Ama hangi okula katılacağımdan emin değilim."
George hızlıca cevap verdi.
"Bir süre sonra Yeşil Ejder Büyü Akademisinin sınavları olacak. Yeteneğinle girebileceğini düşünüyorum. Ne dersin?"
Paul düşündü. Yeşil Ejder Büyü Akademisi ülkenin en güçlü 4 okulundan biriydi. Oldukça yüksek kaynakları ve güçlü teknikleri vardı. Oradan çıkan büyücüler oldukça güçlü olurlardı. Sadece tek bir kusurları olurdu.
"Bu asla olmaz."
Daha sonra başını sağa sola sallarken konuşmaya devam etti.
"Yeşil Ejder Büyü Akademisi direkt olarak krallığın ordusuna bağlı. Orada eğitim alırsam ordunun kurallarıyla kısıtlanırım."
Paul'ün ani reddedişini gören George şaşırdı ama açıklamasını duyunca başka bir şey demedi. Bir süre sonra sordu.
"O halde ne yapacaksın? 4 Büyük Okuldan Gökkılıç Sarayı da orduya bağlı ve orası bir savaşçı akademisi. Altın Peri Büyü Akademisi sadece kızlara özel bir akademi ve Sisli Gök Akademisi... Err, o okula nasıl gireceğini bile bilmiyorum. Onlar oldukça garip."
George'un sözleri Paul'ün dikkatini çekmişti.
"Garip?"
George konuştu.
"Sisli Gök Akademisinin sınavlarına sadece "hak edenler" katılabilir. Bir kişinin hak etmesi içinse bir şekilde okuldaki kıdemlilerin gözüne girmesi gerekiyor. Hemde daha onların kim olduğunu bile bilmeden. Yani rastgele yaptığın bir şeyi o akademiden birinin görmesi ve ilgisini çekmesi gerekiyor. Neredeyse şansa bağlı bir şey diyebiliriz."
Paul güldü.
"Kulağa ilginç geliyor. Her neyse, o halde rastgele bir kıdemlinin gözüne girmediğim sürece katılmak için bir okul arayacağım. Bu sürede ise kendimi canavar alanlarında eğiteceğim."
Paul'ün dediklerini duyan George birden Paul'e döndü.
"Paul..."
Paul George'un yüzündeki endişeli ifadeyi görünce hızlıca konuştu.
"Hayatımı hala seviyorum. Derinlere gitmeye cesaret edemem. Hem sadece canavar avlamayacağım. Elbette şehirleri de dolaşacağım."
George'un yüzündeki endişe hala gitmemişti ama başını sallamakla yetindi. Daha sonra ise konuşmaya başladı.
"Bu konuyu annen ve abine de söylesen iyi olur. Bu akşam yemeğinde onlara söylersin. Ben şimdilik gidiyorum."
"Peki."
George oradan ayrıldı ve Paul'de bir süre daha durduktan sonra odasına döndü ve akşam yemeği zamanına kadar meditasyon yaptı. Akşam yemeği zamanı geldiğinde Paul odasından çıktı ve yemek odasına yöneldi.
Değişik yemeklerle donanmış masaya diğerleri çoktan oturmuştu. O da abisinin yanına oturdu ve yemek yemeye başladı. Herkes yemeğini yedikten sonra masada ufak bir sohbet ve gülüşmeler başladı. Bu bir süre devam ettikten sonra George konuştu.
"Paul'ün size söyleyecekleri var."
Luke ve Sylvia Paul'e döndü ve meraklı gözlerle bakmaya başladı. Paul derin bir nefes aldı ve onlara yapmak istediklerini anlattı. Luke ve Sylvia arada başlarını salladı ama kendini eğitmek için canavar avlayacağını duyunca yüzlerinde endişeli ifadeler oluştu. Sylvia hemen konuştu.
"Küçük Paul, emin misin? Bence birkaç kural olması ölümle yüzleşmekten iyidir."
Luke da Paul'e bakıyordu. Paul kendinden emin bir sesle konuştu.
"Ormanın derinlerine gitmediğim sürece bir sorun olmayacaktır. Bana güvenebilirsiniz. Hem de sıkıntı sadece ordunun kuralları değil. Eğer gerçekten güçlenmek istiyorsam bir gün ülkeden ayrılmam gerekebilir. Eğer orduya katılırsam o zaman geldiğinde ne yapacağım?"
Sylvia cevap vermedi. Paul'ün dediklerinin doğru olduğunu biliyordu. Eğer Paul güçlenmek istiyorsa bir gün ülkeden ayrılmak zorunda kalacaktı.
Luke hemen Paul'e döndü ve konuştu.
"Küçük kardeş, ben yarın Altın Güneş Şehrine dönüyorum. Neden bana eşlik etmiyorsun?"
Sylvia ve George'da başlarıyla onayladı. Luke'un Altın Güneş Şehrinde asillerle bağlantısı vardı. Altın Güneş Şehri Ejderyiyen Şehrinden kat kat büyük bir şehirdi ve oradaki asiller Paul'e azda olsa yardım ederse yolculuğu kolaylaşabilirdi.
Paul bunun ona bir sorun çıkarmayacağını bildiği için gülümsedi ve cevap verdi.
"Elbette büyük kardeş. Sanırım bu daha iyi olur."
Paul'ün de kabul ettiğini görünce herkes derin bir nefes aldı. En azından Paul hemen canavarlarla savaşmaya başlamayacaktı.
George elini cebine attı ve oradan tahtadan ufak bir kutu çıkardı. Kutu oldukça sade duruyordu. Öyle ki bir hırsız gelse içine bakmaya tenezzül bile etmezdi.
George kutuyu Paul'e uzattı ve konuştu.
"Bunu al. İşine yarayacaktır."
Paul George'un verdiği kutuyu aldı. Sylvia ve Luke da kutuya bakıyordu. Yavaşça kapağını kaldırdı ve içine baktı.
Kutunun içinde gümüşten yapılmış bir yüzük vardı. Yüzüğün tepesinde mavi-yeşil renkli yuvarlak bir taş parlıyordu. Paul yüzüğü çıkardı ve incelemeye başladı.
Sylvia yüzüğün ne olduğunu anlamamıştı ama Luke'un gözleri büyümüştü. Babasına döndü ve konuştu.
"Baba, bu yüzüğün tepesindeki taş, evrentaşı olamaz değil mi?"
George güldü.
"Aynen öyle. O bir evrentaşı."
Paul ne olduğunu bilmediği için Luke'a döndü.
"Büyük Kardeş, bir evrentaşı nedir?"
Luke heyecanlı bir biçimde konuşmaya başladı.
"Küçük kardeş, bir evrentaşı kendi boyutuna sahip olan taşlardır. Bu boyutlar stabil olduğundan canlılar giremez ama cansız varlıklar için harika bir depodur. Yanında oldukça fazla şey taşıyabilirsin. Taşın boyutuna ve saflığına göre sahip olduğu alan da değişir. Böyle bir evrentaşı, yaklaşık 15 metreküplük bir alana sahip olmalı. Küçük kardeş, bu yüzük oldukça değerli bir şey. Ejderyiyen şehrinin küçüklüğünü de düşünürsek değerli, çok değerli."
Paul Luke'un heyecanlı konuşmasını dinledikten sonra yüzüğe bakmaya başladı. Aslında böyle bir yüzüğe ihtiyacı yoktu. Zaten kendi Boyutkesen tekniği vardı ve yüzüğün değerli olduğunu öğrendikten sonra onu babasına geri vermek istemişti ama babasının bunu kabul etmeyeceğini bildiği için ne yapacağını bilmiyordu. Boyutkesen tekniğini onlara açıklayamazdı ama böyle değerli bir şeyi ailesine bırakmak istiyordu.
Bir süre neler yapacağını düşündü ama bir şey bulamadı. Daha sonra aklında tanıdık bir ses belirdi.
"Al o yüzüğü."
Paul bu sesi duyduğu anda mutlu hissetti.
"Usta!"
Spadia güldü.
"Daha sonra konuşuruz. Şimdi, al o yüzüğü. Eğer üzerinde bir evrentaşı yokken Boyutkeseni kullanırsan çok tehlikeli olabilir. Bu yüzüğü tekniğini kamufle etmek için kullanabilirsin."
Paul üzgün bir sesle konuştu.
"Cidden bu şey değerli duruyor. Onu aileme bırakmamın bir yolu yok mu?"
Spadia konuştu.
"Biz ruhların atılımı farklıdır. Bir aydır meditasyondaydım ama zihnim kapalı değildi bu yüzden yaptığın her şeyi gördüm. O öldürdüğün adamdan aldığın eşyaları ailenin deposuna koyuver. Onlar yeterli olacaktır."
Paul başka bir şey söylemedi. Babasına döndü ve konuştu.
"Teşekkür ederim, baba."
George gülümsedi ve konuştu.
"Yüzüğü tak. İçine ihtiyacın olacağını düşündüğüm birkaç şey koydum."
Paul yüzüğü taktı ve içini inceledi. İçinde kıyafetler, iksirler, haplar ve paralar vardı.
İtiraz etmek için ağzını açtı ama George ondan önce konuştu.
"Al onları. Her şekilde ihtiyacın olacaktır. Ayrılmadan önce sana verebileceğim tek şey bu."
Paul başını salladı. Ondan sonra masadakiler bir süre daha sohbet edip kalktılar.
Paul önce gizlice depoya gidip boyutundaki eşyaları yerleştirdikten sonra doğrudan odasına gitti. Zaten yarın erkenden yola çıkacakları için erken yatması gerekiyordu. Üstüne ustasıyla da konuşmak istiyordu.
Odasına girdiğinde hemen kapıyı kapattı ve yüzüğün içindeki her şeyi çıkardı. Onları kendi boyutuna aktardıktan sonra kılıcını da o boyuta attı ve yatağın üzerine oturdu. Bağdaş kurdu ve derin nefesler aldı, bir süre sonra ise Ruh Sarayı'na girdi.
Ruh Sarayındaki tahtın üzerinde 30 yaşlarında gözüken beyaz saçlı bir adam mor gözlerini ona dikmişti. Paul adamı gördüğü gibi bağırdı.
"Usta!"
Spadia güldü.
"Ne oldu, özledin mi beni?"
Paul konuştu.
"Siz olmayınca laf atacak kimsem kalmıyor. Dışarıda eğlenmek cidden zor."
Spadia sinirlendi ama daha sonra gülerek konuştu.
"Evet, ilaç dükkanının önündeki adama yaptığın şeyi hatırlıyorum. Adamın o korku dolu yüzü... Pftt..."
Spadia kendini tutamayıp bir kahkaha patlattı ve Paul'de ona katıldı. Daha sonra Spadia Paul'e döndü ve konuşmaya başladı.
"Bin Şeytan Kılıcını cidden kullanmadın. Bu iyi, fazla ilgi çekmemeli. Ayrıca ışık ve karanlık içeren teknikleri de fazla kullanmamalısın."
Paul buna şaşırmıştı.
"Usta, neden?"
Spadia kollarını birleştirip cevap verdi.
"Normal bir insan bu iki elementi kullanamaz da ondan. Unuttun mu? Işık elementi Cennetin İradesidir. Yalnızca bazı özel soylardan gelenler kullanabilir ve bu soylar oldukça nadirdir. Karanlık elementiyse daha da nadirdir. Cehennemin İradesini kaldırabilecek kadar güçlü bir soy zor bulunur. Sen bu elementleri direkt olarak kullanırsan sana epey sıkıntı olur."
Paul bir süre ustasının dediklerini hazmetti. Daha sonra sordu.
"O halde Boyutkeseni nasıl kullanacağım?"
Spadia cevap verdi.
"Boyutkesen karanlığın alt elementlerinden biri olan uzay elementinden geliyor. Yüzüğü taktığın sürece fark edilmeyecektir."
"Anladım. Yani Cennetkesen'i veya Yargı Işığı'nı kullanamam."
"Cehennem Alevini ve Kutsal Desteği de kullanamazsın."
Paul üzüldü. Sırf kendini gizlemek için oldukça güçlü teknikleri kullanamıyordu. Onun üzgün halini gören Spadia konuştu.
"Son ikisi için mantıklı mazeretler bulabildiğin sürece zor durumlarda onları kullanabilirsin. Buralarda fark edecek birini bulamazsın zaten. Ayrıca onları kullanamasan bile geliştirmeyi ihmal etmeyeceksin."
"Anladım!"
Paul bağırarak konuştu. Daha sonra yorgun bir yüzle Spadia'ya baktı.
"Usta, ben artık uyusam iyi olacak. Yarın konuşuruz."
Paul konuştuktan sonra hemen Ruh Sarayından ayrıldı ve yatağa uzanıp uyumaya başladı.
O uyurken Spadia ise Ruh Sarayındaki top şeklindeki kırmızı sisi inceliyordu. Paul fark etmemişti ama geçen sürede bu sisin içinde bir şey yoğunlaşmaya başlamıştı. Bu şeyin henüz bir şekli yoktu ama yavaşça yoğunlaşıyordu ve yavaşça şekil alacaktı.
Spadia sise bakarken güldü ve kendi kendine konuştu.
"Sanırım bu velet ilk ödülünü kısa sürede alacak. Ah, ne olacağını merak ediyorum."
Konuştuktan sonra ise gülerek sisi izlemeye devam etti.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..