Paul ve Luke beyaz malikanenin kapısında bekliyorlardı. George ve Sylvia'da onlarla konuşuyordu.
"Küçük Paul, kendine dikkat et tamam mı?"
Paul aynı sözü en az onuncu kez duymuştu.
"Pekala, anne. Endişelenme artık."
"Luke, lütfen kardeşinin aptalca bir şey yapmasına engel ol."
Luke güldü.
"Merak etme baba. Küçük kardeş kendini tehlikeye atmayacak."
Onlar konuşurken malikaneye doğru bir at arabası yaklaştı. Beyaz-sarı renkli at arabasının etrafında atlara binen on zırhlı adam vardı. Bu grup yavaşça malikaneye yaklaştı ve kapının önünde durdu. Daha sonra atının üzerinde bir adam miğferini çıkarırken yaklaştı.
"Buraya Luke Veussia'yı almaya geldik."
Luke ileri çıktı.
"Bay Aluo, sizi görmek güzel."
Zırhlı adam gülerek konuştu.
"Sizi de görmek çok güzel Bay Veussia. Yanınızdaki genç kim?"
Luke Paul'ü göstererek konuşmaya başladı.
"Bu benim küçük kardeşim Paul. Altın Güneş Şehrine bizimle gelecek."
Paul gülümsedi. Zırhlı adam iyice Paul'ü inceledi ve gülerek konuştu.
"Merhaba genç adam, ben Frank, Frank Aluo. Tanıştığıma memnun oldum."
Atından inerek ilerledi ve Paul'e elini uzattı. Paul gülümserken cevap verdi.
"Ben Paul, Paul Veussia. Tanıştığıma memnun oldum."
Elini uzattı ve Frank'in elini sıktı. Daha sonra Frank Luke'a bakarak konuştu.
"Bay Veussia, erken yola çıkmamız bizim için daha iyi olur. Altın Güneş Şehri uzak sayılmaz ama geceleri ormandan ne çıkacağı belli değil."
Luke başını salladı ve at arabasına binerken Paul'e baktı.
"Gel, küçük kardeş."
Paul Luke'u takip etti ve at arabasına bindi. At arabasının içi oldukça konforluydu. Paul oturduktan sonra kapıyı kapattı ve at arabası hızlıca ilerlemeye başladı.
Paul bir Luke'a bir arabaya bakıyordu. Onun bakışlarını hisseden Luke güldü ve konuştu.
"Ne oldu küçük kardeş, bir şey mi sormak istiyorsun?"
Paul utanmış gibi göründü ve Luke'a sordu.
"Büyük kardeş, bu at arabası nereden çıktı? Ve ayrıca korumalar, neden seni almak için buraya kadar geldiler?"
Luke güldü.
"Altın Güneş Şehri'nde birçok oluşum ve aile var ve bunların çoğu bizim ailemizden güçlü. Ben bir sene önce bilgin oluşumlarından biri olan Altın Şafak Bilgin Birliği'ne katıldım ve gözlerimin de yardımıyla bir senede kıdemli bir pozisyona ulaştım. O yüzden birlik benim güvenliğimden emin olmak için korumaları gönderdi. Araba ise beni rahat tutmak için."
Paul şaşırmıştı.
"Bir sene içinde nasıl oldu da böyle bir pozisyona ulaştın?"
Luke gülerek cevap verdi.
"Unuttun mu? Benim sahip olduğum Meleğin Gözleri inceleme ve anlama konusunda kişiye büyük katkı sağlar. Bu gözler baştan aşağı bir hile."
Paul da güldü. O sırada zihninde bir ses duydu.
"O çocuğun gözleri hileyse seninkiler ne? Unutma bir ankanın gözlerine sahipsin ve bu inceleme yetini o gözlerden bile iyi yapıyor. Kutsal Zihin tekniği sayesinde gördüğün bir şeyi de unutmuyorsun zaten."
Paul söylendi.
"Onları uğraşlarım sonucunda kazandım ben. Doğuştan değiller."
Spadia bağırdı.
"Uğraş? Kutsal Zihin için sadece bir iki canavar öldürdün. Anka gözlerin sadece şanstı!"
"Tamam tamam. Anladım. Şans eseri harika bir hile yaptım o halde. Oldu mu?"
Spadia daha fazla konuşmadı. Ruh Sarayına girmediği için onu göremeyen Paul şu an yüz ifadesini cidden merak ediyordu. Birden Luke'un onu sarsmasıyla kendine geldi.
"Küçük kardeş!"
Paul birden Luke'un bağırışını duyunca korktu. Ona döndü ve konuştu.
"Büyük kardeş, neden bağırıyorsun. Zaten dibindeyim."
Luke iç çektikten sonra konuştu.
"Çok şükür iyisin, orada kendi kendine gülüyordun da."
Paul birkaç kez öksürdü ve yüzünde utanmış bir ifade belirdi.
"Büyük kardeş bunu fazla üstelemezse sevinirim. Aklıma komik bir şey gelince gülüyorum işte."
Luke başını salladı ama başka bir şey demedi. Paul bacaklarını çekerek oturduğu yerde bağdaş kurdu ve Luke'a döndü.
"Büyük kardeş, bir süre meditasyon yapacağım. Önemli bir şey olmadığı sürece çağırma lütfen."
Luke başını salladı ve Paul gözlerini kapattı. Nefesleri gittikçe yavaşladı ve Ruh Sarayına girdi.
Ruh Sarayına girdiği anda karşısındaki tahtta oturan Spadia'yı gördü. Ona yaklaştı.
"Usta, size sormam gereken bir şey var."
Spadia biraz şaşırdı. Daha sonra başını salladı. Paul konuşmaya başladı.
"Şu anda büyü gücümü geliştirmek için gereken kaynaklara sahip değilim. Bildiğiniz gibi benim gelişmem için aşırı derecede fazla ve yoğun mana gerekiyor. Bunu bulmam şimdilik imkansız. Dünyadaki mana işime yaramadığı için büyü gücümü geliştiremiyorum."
Spadia başını salladı, ardından ne geleceğini merak ediyordu. Paul konuşmaya devam etti.
"Gökyaran Kılıç Tekniğinde gelişebilmek için vücudumu da geliştirmem lazım ama büyü gücümü yükseltmediğim sürece Habisvücudu geliştiremem ve vücudum güçlenmez. Bu nedenle kılıç tekniğimde de ilerleyemiyorum."
Paul derin bir nefes aldı.
"Bu nedenle kendime doğru dürüst bir kaynak bulana kadar ruhsal gücüme odaklanmak istiyorum ama ruhsal gücümü nasıl geliştireceğimi bilmiyorum. Bu yüzden sizden bana yardım etmenizi istiyorum."
Spadia başını salladı ve gülerken konuşmaya başladı.
"Doğru bir seçim. Gerçekten kendine iyi bir kaynak bulmadığın sürece gelişmen çok uzun sürer ama ruhsal gücünü geliştirmene ben kolayca yardım edebilirim."
Daha sonra gülümsemesi yavaşça arttı.
"Zihinsel bakımdan yorucu ve acı verici olacak. Hazır mısın?"
Paul Spadia'nın gülümsemesini gördüğünde aslında içinde bir vazgeçme isteği doğmuştu ama daha sonra düşündü. Şu anda gücünü arttırmanın en hızlı yolu ruhsal gücünü eğitmekti. Spadia'ya bakarak konuştu.
"Ne zaman başlayacağız?"
Spadia ufak bir kahkaha attı. Daha sonra Paul'e baktı.
"Hemen şimdi."
"Eh?"
Paul şaşkın yüzüyle Spadia'ya bakarken Spadia parmaklarını şıklattı ve kan kırmızısı ruh sarayı yavaşça yok olarak yerine sadece beyaz bir boşluk bıraktı. Daha sonra ise boşluktan Spadia'nın sesi duyuldu.
"Burası benim ruhsal gücümle oluşturduğum bir alan. Miras kulelerindekinin daha basit bir versiyonu. Seni eğitmek için burayı kullanacağım."
Paul meraklı bir sesle konuştu.
"Ruhsal gücümü nasıl eğiteceğim?"
Sözünü bitirdiği anda üzerine birkaç ton ağırlığında bir baskı uygulandı. O anında yere yapışmışken Spadia'nın gülen sesi yankılandı.
"Benim alanıma giren şey en sonunda senin fiziksel bedenin değil, Ruhun! Onu güçlendirmek içinse bu baskının altındayken ayağa kalkabilecek duruma gelmelisin. Unutma, bir ağırlığı geçtiğin sürece daha ağırı gelecek ve sen daha ağırına dayanabildiğin sürece ruhun güçlenecek!"
Paul Spadia'nın sözlerini duyuyordu ama bu ona çok uzak bir gelecek gibi geliyordu. Şu an onun üzerine çöken ağırlık o kadar fazlaydı ki Paul nefes almakta bile zorlanıyordu. Ayağa kalkmak ise bir rüya gibiydi.
Onun ayağa kalkmak için çabalamaya bile çalışmadığını gören Spadia bağırmaya başladı.
"Ayağa kalk ulan! Daha çalışmıyorken bile nasıl güçleneceksin! Böyle davrandığın sürece sen güçlenene kadar o öldürmek istediğin çocuk sana tozunu yutturur!"
Spadia'nın son sözlerini duyan Paul'ün tepesi atmıştı. Kollarını yerden kaldırdı ve elleriyle kendini destekleyip kalkmaya çalışırken konuşmaya başladı.
"S-s-siktir lan ordan! Onu öldüreceğim! Hem de en acılı şekilde!"
Yavaşça dizlerinin üstünde durdu ve ayağa kalkmak için çalışmaya başladı. Bu sırada yüzünden hala öfke okunuyordu.
"O şerefsizin beni geçmesine izin verir miyim cidden? Onu öldüreceğim!"
Üzerine çöken baskı yüzünden bacakları titriyordu ve buna rağmen yavaşça ayağa kalktı. Tamamen ayağa kalktığında tüm baskı yok oldu ve Paul birkaç kez öksürdükten sonra yere yığıldı ve bayıldı.
Etraftaki beyaz boşluk yok oldu ve Paul yeniden Ruh Sarayının merkezine geldi. Spadia hemen yanına geldi ve eğildi. Paul'ün yüzüne bakarak gülümsedi ve konuşmaya başladı.
"Cidden ilk seferde tamamen ayağa kalktın, vay be. Her neyse, şimdi biraz dinlensen iyi olur."
Paul'ün başına dokundu ve onu Ruh Sarayından gönderdi. Daha sonra ise tahta oturdu ve kırmızı topu izlemeye başladı. Sisin içinde yoğunlaşan şeyin ne olduğunu bilmiyordu. Herhangi bir şekli yok gibi görünüyordu. Normalde bir teknik olsa bile şekli olması gerekirdi bu yüzden bu durum ona epey garip geliyordu. Bir süre daha topu incelemeye koyuldu.
O sırada Paul'ün zihni yeniden vücuduna dönmüştü ve bağdaş kurmuş bir haldeyken uyumaya başlamıştı. Zihni o ağırlık yüzünden epey yorulmuştu ve bu yorgunluk kısa bir uykuyla geçecek bir şey değildi.
Luke Paul'ün meditasyondan çıktığını ama uyuduğunu görünce gülümsedi ve onun pozisyonunu değiştirerek uzanmasını sağladı. Oturduğu yerin altından bir örtü çıkardı ve bununla Paul'ün üstünü örttü.
Paul'ün üstünü örttükten sonra arabanın dışında duran korumalara bağırdı.
"Altın Güneş Şehrine giden en kısa yolu seçin! Ayrıca en hızlı şekilde gidiyoruz!"
Korumalar sadece arabayı korumuyorlardı. Ayrıca arabayı olası tehlikelerden uzak tutmak için sürücüyü de yönlendiriyorlardı. Luke konuştuktan sonra hemen şehre giden en kısa rota seçildi ve at arabası son hızda ilerlemeye başladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..