Tüm simyacılar Pete'den tarifi aldıktan sonra kazanlarının başına geçmiş ve hap yapmaya başlamıştı.
Çoğu oldukça dikkatliydi ve en ufak bir hata yapmamaya özen gösteriyorlardı. Selia elindeki hapı Paul'e uzattı.
"Kardeş Paul, bunu al. Bu hap senin de katkılarınla üretildi. Ayrıca gelişimine katkıda bulunacaktır."
Paul başını salladı ve artık ormana gitmek için hazırlanmaya başladı. O sırada Selia bir kez daha konuştu.
"Ayrıca bunu da al."
Selia ona gümüş bir rozet uzattı. Rozetin üzerinde kırmızı bir güneş simgesi vardı.
"Bu Kızıl Güneş Rozeti. Bunun sayesinde dükkandaki hapları ve ilaçları %30 indirimle alabilirsin. Pete ilaçları direkt almayı reddettiğini söylediği için..."
Paul gülümsedi ve rozeti aldı. Onlardan bedava bir şey almak istemiyordu ama indirime hiçbir zaman hayır demezdi.
"O halde, sizinle sonra görüşürüz."
Pete ve Selia kazanların başına geçerken Paul odadan ayrıldı. Koridorda bir süre ilerledikten sonra tezgaha açılan kapıyı açtı ve dışarı çıktı.
Vera'nın bakışları altında tezgahın arkasından çıktı ve hızlı adımlarla dükkandan ayrıldı. Dükkandan ayrıldıktan sonra derin bir nefes aldı ve hızlıca şehrin kapısına koşmaya başladı. Fazla zaman kaybetmişti ve artık ormana gitmek istiyordu.
Bir süre sokaklardan ve ara sokaklardan geçerek koştuktan sonra şehrin kapısına vardı. Hızını kesmeden kapıdan çıktı ve ormana daldı.
Şimdi yapması gereken avlanmaktı. Büyülü canavarların birçok parçası kullanılabilirdi. Etleri normal hayvan etinden daha fazla enerji ve doygunluk verirdi, kanları ve çekirdekleri simyada ve tılsım yapımında kullanılırdı. Canavarın türüne ve sayısına göre büyülü canavar avlayan bir kişi oldukça iyi para kazanabilirdi.
Paul o anda hangi türden bir canavarı yakalaması gerektiğini düşünüyordu. Çekirdeklerini özümseyecekti, ne kadar az olursa olsun gelişmenin iyi olacağını düşünüyordu, bu yüzden eti ve kanı iyi para etmeliydi. Ayrıca bazı canavarların diğer parçaları -kemikleri, tüyleri, organları vb.- kullanıldığı için bunu da hesaba katmalıydı. Rastgele avlanmak sadece zamanını kaybetmesine neden olurdu.
Bir süre düşündü. Ormanın şehre yakın olan kısımlarında bir şey bulamayacağını anlayınca biraz daha ormanın derinlerine ilerledi. Bu sırada önceki gibi kaybolmamak için gittiği yolu iyice inceliyor ve zihnine kaydediyordu.
Paul bu şekilde hızlıca ormanın derinlerine ilerledi. Bir süre sonra bir koku aldı.
"Kan?"
Hızlıca kokuyu aldığı bölgeye ilerledi ve orada bir yılan cesedi buldu. Cesedin derisi tamamen parçalanmıştı ve kanı etrafa dağılmıştı. Etrafta onlarca pençe izi vardı.
Paul cesede yaklaştı ve eğilerek inceledi. Zehir kesesinin zarar görmediğini görünce onu cesetten ayırdı ve boyutuna attı. Daha sonra ise yılanın kalbinin parçalanmış olduğunu gördü. Çekirdek olması gereken yerde yoktu.
"Sadece çekirdeği almış. Pençe izlerine göre bir insan değil ama bu yılan B seviyeli bir canavar. Bunu yapan her neyse normal bir şey değil."
Paul ayağa kalktı ve derinlere ilerlemeye devam etti. O sırada ustasıyla konuşuyordu.
"Canavarlar birbirleriyle sık sık savaşır ama genelde ya üstünlük kurmak içindir, ya da rakibini yemek için. Çekirdeği için avlanan bir canavarı hiç duymadım. Usta, bu konu hakkında bir şey biliyor musunuz?"
Spadia gözlerini açtı ve konuştu.
"O şeyin ne olduğunu ben bile bilmiyorum. Ciddiyim. Çekirdeği almak bir canavarın işi değil diye düşünüyorum. Büyük ihtimalle bir canavar eğitimcisi yüzünden öyle bir şey oldu."
"Canavar eğitimcisi nedir?"
"Canavar eğitimcileri ruhsal güçlerini kullanarak canavarlar ile bağ kuran ve anlaşmalar sayesinde canavarları kontrol eden kişilerdir. Sen zaten canavarlarla direkt olarak konuşabiliyorsun. Yanına bir canavar alman pek kötü olmaz aslında."
"Hmm."
Paul düşünmeye başladı. O sırada yeniden kan kokusu aldı ve hemen oraya yöneldi. Belki bu sefer o yılanı öldüren kişiyi görebilirdi.
Bu düşünceyle bir süre ilerledi ve kan kokusunun geldiği yere varınca hayal kırıklığına uğradı. Orada beyaz bir panterin cesedi parçalanmış bir şekilde duruyordu. Kalbi tamamen parçalanmıştı ve çekirdek ortalarda gözükmüyordu. Paul iç çekti ve ilerleyerek panterin cesedini boyutuna attı. Yılanın aksine panterin eti yenebilirdi ve kemiklerinin hepsi parçalanmamıştı. Yani hala para edebilirdi.
"Şu an kolayca para kazanıyorum ama bunu yapan kişiyi görmeyi daha çok isterdim."
Paul ormanın içinde oldukça fazla ilerlemişti ve daha fazla ilerlemek istemiyordu. Canavarlardan korkmuyordu ama şehirden fazla uzaklaşmayı istemiyordu.
Bir süre olduğu bölgede dolaştı. Bir canavar bulamayınca ise olduğu yere oturdu ve alev ile rüzgar manasını saldı. Beklemeye başladı.
10 dakika... 20 dakika... 30 dakika... Bir saat geçmesine rağmen hiçbir canavar gelmedi ve Paul'ü şaşkın bıraktı.
"Usta, bunun nedeni ne olabilir?"
"İki nedeni olabilir. İlki, ortalıkta senden daha fazla mana salan bir şey vardır. İkincisi, canavarlar bu bölgeye yaklaşmaya korkuyorlardır."
Paul meraklı bir sesle sordu.
"Neden bu bölgeye yaklaşmaktan korksunlar ki?"
"Burası orman, güçlü olanın hayatta kaldığı bir yer. Eğer buraya girmeye korkuyorlarsa, burada hepsinden daha güçlü bir şey var demektir. Burayı hatırlasan iyi olur. Zamanı geldiğinde buradaki şeyi bulmalıyız. Şimdilik ayrıl, burada avlanamazsın."
Paul ustasının dediklerini mantıklı buldu. Orada yaşayan şeyin tam gücünü bilmediği için ona meydan okumaya o bile cüret edemezdi. Arkasını döndü ve hızlıca oradan ayrıldı. Bir süre uzaklaştıktan sonra ruhsal gücünü yaydı ve etrafını taramaya başladı. Hala o şeyin bölgesinden çıkıp çıkmadığını bilmiyordu ve etrafta bir canavar yoksa boşuna manasını yaymak istemiyordu.
O sırada ruhsal gücü bir şey yakaladı. Paul hemen o bölgeye ilerledi ve orada üstünde birçok yara olan bir aslanı gördü. Aslanın derisi ve yelesi kanla kaplanmıştı. Kanla kaplanmamış olan yerden ise kirli bir sarı renk belli oluyordu.
Sönük gönlerini bir anlığına Paul'e çevirdi ve bir kez arkasına baktıktan sonra Paul'den ve önceki geldiği yerden uzaklaşmaya başladı.
Yaralı olduğu için o kadar da hızlı koşamıyordu ve arkasında kandan bir iz bırakıyordu. Paul hemen peşine takıldı ve aslan daha tepki veremeden kılıcını savurarak kafasını uçurdu. Daha sonra aslanın cesedine yaklaştı. Cesedin göğsünde bir delik açıp elini içeri soktu ve kalbini parçalayıp çekirdeğini çıkardı. Daha sonra çekirdeği ve aslanın cesedini boyutuna attı. Kafasını da almayı unutmadı. Bazı zengin insanlar bu kafaları evlerine asmayı seviyordu.
Paul aslında avlanmış sayılmazdı ve bu durum onu biraz rahatsız ediyordu. Canavarlar insanlarla aynı hissi vermese de savaşmak istiyordu.
Kılıcını sıktı ve bir süre ustasının fikrini düşündü. Belki de gerçekten bir patika bulup orada haydutları aramalıydı.
O düşüncelere dalmışken birden ayak sesleri duydu ve başını çevirdi. Hızlı adımlarla ona yaklaşan üç kişiyi gördü. Bunların ikisi erkek ve biri kızdı. Erkeklerin genç olanı deri bir zırh giymişti ve diğerlerinin önünden ilerliyordu. Çektiği kılıç kanla kaplanmıştı.
Arkada yürüyen erkek demir bir zırh giymişti. Zırh o kadar ağır gözükmese de deri zırhtan daha ağır olduğu kesindi. Aynı şekilde onun da elindeki kılıç kanlıydı.
Kız ise herhangi bir zırh giymemişti. Sıkı, kırmızı bir kıyafeti vardı ve vücut hatları kıyafetin üzerinden belli oluyordu. Elinde bir silah gözükmüyordu ama Paul'e en çok sinirle bakan oydu.
Paul'den hafifçe uzak bir mesafede durdular ve daha önde ilerleyen genç bir şey demeden kız öne çıktı.
"O aslanı öldürdün değil mi?"
Paul güldü ve kılıcını omzuna yasladı.
"Evet, öldürdüm."
Kızın gözlerinde bir kibir parladı.
"O bizim avımızdı ve sen onu çalmaya cüret ettin. Benim kim olduğumu biliyor musun sen? Ben Helen Viare'yim. Ferrua Ailesinin genç efendisi Latai Ferrua'nın nişanlısıyım. Normalde benden bir şey çalmaya cüret eden kişi ölümü hak eder ama sana bir şans vereceğim. Avladığın her şeyi burada bırak ve toz ol."
Helen'in yüzünde kibirli bir gülümseme vardı. Latai'nin nişanlısı olarak kimliğini oldukça fazla kullanırdı ve sonuçları her zaman kazançlı olurdu. Bugün de karşısındaki kişinin güçlü biri olduğunu anlamıştı ve avladıklarını ondan alırsa daha fazla kazanç sağlayabilirdi. Latai'nin nişanlısı olmasına rağmen hâla onunla evlenmemişti ve Ferrua Ailesi ona fazla harcama yapmayı reddediyordu. Bu yüzden ailenin ona verdiği korumaları avlanmak için kullanıyordu.
Paul Helen'in kibirli gülümsemesini görünce sinirleri bozuldu. Daha sonra Helen'in dediklerini düşününce hafifçe mırıldandı.
"Ferrua Ailesinin Genç Efendisi, Latai Ferrua..."
Aslında ismi tam olarak hatırlamıyordu. Bu yüzden bir süre düşündü.
Onun düşüncelere dalmasını Helen kendi kazancı olarak algıladı. Ta ki Paul parmağını şıklatıp onu şok eden bir şekilde konuşana kadar.
"Latai Ferrua... Şu kız bozmasından mı bahsediyorsun?"
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..