"Ne cüretle!"
Kızın önünde duran deri zırhlı adam bağırırken atıldı. Normalde ufak bir hakareti önemseyecek biri değildi ama nişanlısının önünde genç efendisinin onurunu savunursa bu ona kazanç getirebilirdi.
Kanlı kılıcını hızla Paul'ün boynuna savurdu ama kılıcı Paul'ün kılıcı tarafından engellendi. Adam kılıcını geri çekti ve birkaç adım geri çekilerek saldırmak için bir boşluk aradı. O sırada Paul hafifçe gülümsedi.
"Bu iyi oldu. İlk saldıran siz olduğunuza göre, ben de saldırabilirim. Epey savaşmak istiyorum, yani..."
Gözlerini adama dikti ve gülümsemesi tüm yüzüne yayıldı.
"Hemen ölmesen iyi olur."
Paul'ün sözlerini duyan adam bunu başkasından duysa büyük ihtimalle sadece kibirli olduğunu düşünürdü ama Paul'ün gülümsemesini gördüğünde tüm vücudunu bir ölüm korkusu sarmıştı. Elindeki kılıç bile hafifçe titriyordu. Yutkundu ve birkaç adım daha geri çekildi. O sırada demir zırhlı adam ilerledi ve Paul'e doğru kılıcını uzattı.
"Velet, ne kadar güçlü olsan da ikimizi aynı anda yenemezsin. Hanımefendinin dediği gibi tüm avını burada bırak ve hakaretin yüzünden bir kolunu kes. Daha sonra buradan ayrılabilirsin."
Adamın sesi oldukça sakindi. Karşısındaki çocuğu anında yenebileceğini düşünüyordu.
Paul'ün ise sinirleri bozulmuştu. Karşısındaki kişinin gücünü tam olarak bilmiyordu ama Latai'nin korumasından düşük olması gerektiğini biliyordu. Sonuçta Helen daha Ferrua Ailesine girmemişti ve onlar Helen'i o kadar korumazdı. Bu adamın gücü Huan'ınkinden azdı ve Paul Huan'dan güçlüydü. Kendinden güçsüz birinin karşısında kibirli olması cidden onu sinir ediyordu.
Kılıcını kaldırdı ve yeniden bir gülümseme takındı.
"Benim karşımda bu kadar kibirli olmanın bir cezası olmalı. Tüm eşyalarınızı bıraktığınız ve bir kolunuzu kestiğiniz takdirde sizi bırakacağım."
Zırhlı adamın miğferinin altındaki yüzü buruştu. Kılıcını daha sıkı kavradı.
Helen ilk başlarda biraz şaşırmıştı ama şimdi sadece öfkeliydi. Demir zırhlı adama döndü.
"Cren, öldür onu."
Demir zırhlı adam anında ileri fırladı.
"Evet, hanımefendi!"
Üzerindeki zırh yüzünden yavaşlasa da oldukça hızlıydı. Paul'ün yanına vardığı anda kılıcını Paul'ün boynuna savurdu.
Paul kılıcıyla Cren'in kılıcını engelledi ve ve onu birkaç adım geri çekilmeye zorladı. Cren geri çekilmeye zorlandığına biraz şaşırmıştı ama şaşkınlığı uzun sürmedi. Hemen kılıcını Paul'ün göğsüne savurdu.
Paul göğsüne gelen kılıcı geri çekilerek savuşturdu ve kılıcını yukarıya kaldırdı. Cren onun ne yapacağını anlamıştı ve saldıracak zamanı olmadığı için hemen savunma pozisyonuna geçti.
Paul kılıcı aşağıya doğru savurdu ve Cren'in kılıcıyla buluşturdu. Cren kılıçlar buluştuğunda bir baskı hissetti. Karşısındaki çocuğun gücünü tam olarak bilmiyordu ama oldukça güçlü olduğunun farkındaydı. Onu hafife aldığı için kendine kızmaya başladı.
Paul ise adamın ne hissettiğini düşünmüyordu. Şu anda yeniden olmak istediği savaşın içindeydi ve savaşmak istiyordu.
Kılıcını geri çekti ve Cren'in göğsüne doğru savurdu. Cren üzerinde demir bir zırh olmasına rağmen kılıcı karşılamaya cüret edemedi ve geri çekildi. Derin nefesler alırken Paul'ü incelemeye başladı.
O sırada Helen şaşırmıştı. Paul'ün Cren'i baskılayabileceğini düşünmüyordu. Deri zırhlı adama döndü ve bağırdı.
"Vinn! Git ve ona yardım et!"
Deri zırhlı adam hafifçe titredi. Aslında bu dövüşte yer almayı istemiyordu. Karşısındaki çocuğun sadece gülümsemesi bile onu korkutmuştu ve nedense çocuğun Cren ile dövüşürken tam gücünü kullanmadığını hissediyordu.
"Vinn!"
Helen'in ikinci bağırışını duyduktan sonra istemese de ileri çıktı. Eğer şimdi savaşmazsa ve eve geri dönerse büyük ihtimalle Helen daha beter bir biçimde onu cezalandıracaktı.
Paul Vinn'inde dövüşe katıldığını duyunca korkmadı. Aksine heyecanlandı. Sadece Cren'le dövüşmek yeterince eğlenceli değildi. Ama bu düşünceleri ve heyecanı Vinn'e baktığında sönüverdi. Vinn titreyerek ilerliyordu ve gözlerinde sadece korku vardı. Dövüşmek istemediği her halinden belliydi.
Paul iç çekti ve Vinn'e doğru koştu. Daha önce duyduğu bir sözü hatırlamıştı.
"Savaşmaktan korkan biri savaş alanında hiçbir işe yaramaz. Onlar sadece rakipleri için bir avantaj ve dostları için bir dezavantajdır."
O anda Vinn'in üzerine gitmesinin tek sebebi savaşına karışmasını istememesiydi. Paul bir avantaj istemiyordu. O savaşmak istiyordu.
Vinn Paul'ün birden ona doğru atıldığını görünce geri çekilmeye çalıştı ama geç kalmıştı. Paul'ün kılıcı göğsünde derin bir yara bıraktı.
Vinn kan kusarak geriye doğru çekilmeye çalıştı ama kılıcın ikinci savruluşuyla kafası uçtu. Paul onun cesedine bir kez daha bakmadan Cren'e döndü. Yüzünde yeniden bir gülümseme parladı.
"Devam edelim mi?"
Cren yutkundu. Kılıcını daha sıkı kavramaya başladı. Karşısındaki çocuğun ne kadar güçlü olduğunu kavramıştı. Vinn güçlü sayılabilecek biri olmasına rağmen iki kılıç darbesiyle ölmüştü. Mümkünse aynı sonla karşılaşmak istemiyordu.
O sırada Cren Helen'in yavaş ve küçük adımlarla geri çekildiğini gördü. Bu dövüşe onun yüzünden girmesine rağmen onu bırakıp kaçması onu öfkelendirse de yapacak bir şeyi yoktu. O sadece bir korumaydı. Helen ise Genç Efendisinin nişanlısıydı.
Helen'in geri çekildiğini Paul'de görmüştü. Yüzündeki gülümsemeyi silmeden kılıcını Helen'e çevirdi. Helen ona çevrilen kılıcı gördüğü anda soldu. O sırada Paul konuştu.
"İlk başta söylemiştim. Sahip olduğunuz her eşyayı vermeniz ve bir kolunuzu kesmeniz gerekiyordu. Şimdiyse... Sanırım hiçbir şansınız kalmadı."
Helen'e doğru hızlıca fırladı ve kılıcını savurdu. Helen korkudan yere düşmüştü ve elleriyle gözlerini kapatarak ağlamaya başlamıştı. Ama kılıcı hissetmediğini anlayınca şaşırdı. Ellerini gözlerinden çekti ve Cren'in onun önünde durduğunu ve Paul'ü kılıcıyla engellediğini gördü. Kılıçlar birbirini iterken Cren'in kolları hafifçe titriyordu.
Helen yutkundu ve yerdeyken yavaşça geriye çekilmeye başladı. Daha sonra ayağa kalktı ve Cren Paul'ü oyalarken ağaçların arasında kayboldu.
Paul Cren'e bakıyordu. Daha sonra geri çekildi ve kılıcı Cren'e doğru tutarken sordu.
"Neden onu korudun?"
Cren derin nefesler alıyordu. Hızlıca konuştu.
"Bu benim görevim. Peki ya sen? Neden benimle savaşırken onu öldürmeye çalıştın?"
Paul ileriye doğru atıldı ve kılıcını savurdu. Kılıç Cren'in kılıcıyla çarpıştı ve birbirini itti. Paul gözlerini Cren'e dikti ve konuştu.
"Görevin savaşıma engel oluyordu. Bu yüzden onu yok etmeye çalıştım."
Cren bir şey demedi. Yavaşça kılıcını desteklemeyi bıraktı ve dizlerinin üzerine çöktü. Derin bir nefes verdikten sonra konuştu.
"Yanlış olduğun bir nokta var. Görevim, seninle savaşma nedenimdi benim. Şimdi burada olmadığına göre savaşmak için bir nedenim yok."
Kılıcını yere bıraktı. Miğferini çıkardı ve siyah gözlerini Paul'e dikti. Yüzünde bir ifade yoktu. Aynı zamanda gözlerinde bir savaşma isteği de yoktu.
Paul'ün yüzü buruştu. Yavaş adımlarla Cren'e ilerlerken kılıcını kaldırdı. Kendi kendine mırıldandı.
"Savaşma isteğini kaybedenlerden nefret ediyorum."
Cren gözlerini kapamıştı. Bir sonraki saniye ise kafası Paul tarafından uçurulmuştu.
Paul Cren'in kafasını uçurduktan sonra iç çekti. Savaşma isteğini kaybeden kişileri cidden hiç sevmiyordu.
Daha sonra gözlerini Helen'in kaçtığı yöne çevirdi. Onu bırakmayı planlamıyordu. Tam ileri bir adım atacaktı ki Spadia'nın sesini duydu.
"Bekle bekle bekle! Onların eşyaları ne olacak?"
Paul gözlerini Cren ve Vinn'in cesetlerine çevirdi. Daha sonra ormana asıl gelme nedeni aklına geldi.
Cren'in cesedinin yanına gitti ve bedenini biraz araştırdı. Daha sonra zırhının altında bir torba buldu. Torba hafifti ve boş görünüyordu ama Paul elini içine soktuğu anda orada birçok şey olduğunu hissetti. Torbanın bir uzaysal eşya olduğunu anlamıştı ve içini genellikle canavar parçaları ile paralar doldurmuştu.
Daha sonra Vinn'in cesedinin yanına gitti ve direk olarak parmağındaki yüzüğü aldı. Yüzüğün bir evren yüzüğü olduğunu anlamıştı. İçine baktı ve onun yüzüğünün de canavar parçaları ve paralar ile dolu olduğunu gördü. Ormana gelmesindeki asıl amacı tamamlamıştı.
O sırada kendi kendine mırıldanıyordu.
"Onlardan çalmak iyi hissettirmiyor."
Spadia azarlarcasına konuştu.
"Onlardan çalmıyorsun. Ölmüş birinin eşyalara ihtiyacı yoktur. Aynı şekilde düşmanlarının da!"
Paul iç çekti ve konuştu.
"Pekala, ölmüş birini anladım ama düşmanlar ne alaka?"
Spadia yine azarlarcasına konuştu.
"Sen bir Habistanrı olmayı planlıyorsun. Senin düşmanların zaten kendilerini ölü saymalı!"
Paul hafifçe güldü ve yüzük ile torbadaki her şeyi kendi boyutuna boşalttı. Daha sonra ise yeniden Helen'in kaçtığı yöne döndü.
"Pekala, madem öyle diyorsun, o kadın da düşmanım sayılır. Madem kendini ölü saymalı, neden şimdiden onu ölü hale getirmiyoruz?"
Spadia cevap vermedi ama Ruh Sarayında, yüzünde bir gülümseme belirmişti. Paul onun gülümsemesini göremese bile Spadia sessiz kaldığı için kabul ettiğini varsaydı. Hızlıca Helen'in kaçtığı yöne doğru koşmaya başladı ve ruhsal gücünü anında yaydı.
Bir süre koştu ama canlı hiçbir şey hissedemedi. Kaşlarını hafifçe çattıktan sonra kendi kendine mırıldandı.
"Neler oluyor burada?"
Helen'in o kadar hızlı kaçması imkansızdı. Eğer bir büyülü hazinesi varsa bu durum değişirdi ama öyle bir hazinesi olsaydı onu hemen kullanmaz mıydı? Paul ruhsal gücünü tamamen yaydı ve etrafını dikkatlice aramaya başladı. Yine bir şey bulamayınca pes edecekti ama birden bir koku aldı. Hafif metalik olan kokuyu tanıyordu.
"Kan?"
Hemen kokunun kaynağına yöneldi ve hızlıca ilerledi. Bir süre koştuktan sonra ise hafifçe yutkundu. Karşısındaki manzara oldukça tanıdıktı.
Helen'in parçalanmış vücudu kanlar içinde yerdeydi. Bölgenin etrafında ve Helen'in vücudunda hala belli olan birkaç parçada onlarca pençe izi vardı. Kalbi delinmişti.
Paul yutkunarak Helen'in parçalanmış cesedine yaklaştı ve etrafına bakındı.
"Yine o şeyin bölgesine mi girdik?"
"Yön duygun epey boktan bir şey. Nereye gittiğini bile fark edemiyor musun?"
Ustasının hakaretini duymamış gibi yaptı ve bir süre daha etrafını inceledi. Daha sonra Helen'in cesedine döndü ve konuştu.
"Usta, canavar çekirdeklerini almak için onların kalbini delmesini anlıyorum ama neden Helen'in kalbi delinmiş?"
Spadia bir süre düşündü. Daha sonra yavaşça konuştu.
"Onun bir eğitimci değil de bir büyülü canavar olma şansı var. Eğer öyleyse ve canavar çekirdeklerini topluyorsa aynı şekilde büyücülerin mana çekirdeklerini de toplayacaktır. Birbirleriyle aynı gibiler zaten."
Paul yutkundu. Daha sonra yavaşça konuştu.
"Yani canavar çekirdekleri ile büyücü çekirdeklerini toplayan bir canavar mı yaşıyor burada?"
Spadia umursamaz bir sesle konuştu.
"Büyük ihtimalle. Eğer böyle düşünürsek o kız bir büyücüydü ama kaçmayı tercih etti yani. Aptal. Her neyse, yapman gereken şeyi unutma. O şey çekirdeklerin peşinde, hazinenin değil. Burada daha önceden bulunmana rağmen seni öldürmediğine bakarsak seni avlamayı da düşünmüyor. Sadece kızın eşyalarını al ve gidelim buradan."
Paul bir süre cesedin etrafına bakındı ve Helen'in kopmuş elini buldu. Parmağında bir yüzük parlıyordu.
Yüzüğü çıkardı ve içindeki paraya baktı. Daha önce Cren'in yüzüğünden 20000 altın bulmuştu. Vinn'inkinden ise 18000 altın çıkmıştı. Şu anda eğer kaliteli bir hap alırsa yalnızca bir tane yasaklı hap alabiliyordu. Elbette bu Kızıl Güneş Rozeti'nin indirimi olmadan bir fiyattı ama 2 veya 3 tane alsa bile ona yeteceğini düşünmüyordu. Bu yüzden daha fazla kazanması gerekiyordu.
Yüzüğün içinde hiçbir canavar cesedi bulunmuyordu ve bu onu biraz sinirlendirmişti ama oradaki para yığınını gördüğünde tüm öfkesi silinmişti. Orada 120000 altın paradan oluşan bir yığın duruyordu!
Hafif bir gülümsemeyle yüzükteki tüm parayı kendi boyutuna attı ve yüzüğü de aynı şekilde boyutuna yolladı. Daha sonra bir kez daha etrafına bakındı ve ilk başta geldiği yönü bularak hızlıca ilerlemeye başladı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..