"Hayat Damlası?"
Paul bir süre daha şişenin içindeki sıvıyı inceledi. Daha sonra Spadia'nın bağırışları zihninde yankılandı.
"Ne Hayat Damlası!? Bu gerizekalı daha ne olduğunu bile bilmiyor. Onu sadece ilaç olarak kullanmıştır kesin. Çabuk, onu nereden bulduğunu sor!"
Paul gözlerini Juo'ya dikti.
"Nereden buldun bunu?"
Juo yutkunduktan sonra konuştu.
"Merkez anıttaki cesede yüze yakın adam gönderdim. On damla alabildiler ve üç kişi geri döndüler. Geri dönen üç kişi de karanlık mana onların vücuduna çoktan zarar verdiği için fazla dayanmadı."
"Merkez Anıt demek..."
Paul sessiz kalmıştı. En azından dışarıdan öyleydi. İçinde ise ustasıyla konuşuyordu.
"Usta, bu şey ne?"
Spadia bağırarak cevap verdi.
"Bu şey harika bir ilaç, kaynak ve materyal! Bu şey bir ankanın kanı!"
Paul yutkundu. En düşük seviyeli ankalar S dereceli canavarlardı. Peki S dereceli bir canavar neydi?
S dereceli bir canavar ile A dereceli bir canavarın arasındaki fark dağlar kadardı. Bir S dereceli canavar kolayca bir ülkeyi devirebilirdi. Ve böyle bir canavarın kanı şu an ellerinde duruyordu.
Paul gözlerini Juo'ya dikti.
"Merkez Anıt dediğin şey ne ve nerede?"
Juo o sırada düşüncelerini topladı ve bu adamın alana yeni gelen biri olduğunu fark etti. Merkez Anıt'ı alanda biraz zaman geçiren herkes bilirdi. Bu genç buraya yeni gelmiş olmalıydı.
Hafifçe yutkunduktan sonra konuştu.
"Alanın tam merkezinde bir tabut var. Biz ona Merkez Anıt diyoruz. Orada Hayat Damlası üreten ufak bir gölet olduğu söyleniyor. Elbette, direkt olarak gölete yaklaşılamıyor. Tabut aşırı yüksek seviyede karanlık mana yayıyor çünkü."
Paul hafifçe başını salladı. Daha sonra Spadia'nın sesini duydu.
"Velet, burada olmak çok işine yarayabilir."
Paul onayladı. Diğerlerinin aksine karanlık manayla kendini geliştirebilirdi ve anka kanı çok yüksek enerji taşıyordu. Gelişimini yükseltmek için harika bir şanstı.
Spadia konuşmaya devam etti.
"Şu gerizekalıya söyle de biri seni oraya götürsün. Sendeki yön duygusuyla siksen gidemezsin çünkü. Bir kez daha rastgele dolaşmanı istemiyorum."
Paul somurttu ve Juo'ya döndü.
"Bana beni Merkez Anıt'a götürebilecek birini bul. Karşılığında, burayı terk edeceğim."
Juo heyecanlandı. Hala hayatta kalma şansı vardı! Hemen yüzünde bir gülümseme takınıp konuştu.
"Elbette, elbette, hemen size eşlik etmesi için bir savaşçı ayarlayacağım."
O sırada Spadia bağırdı.
"Kabul etme! Yanına bir savaşçı getirmek bir işine yaramaz. Zaten güçsüzlerdir. Yanına bir demirci al."
"Demirci?"
Paul şaşırmıştı. Spadia hızlıca açıkladı.
"Şu Turnuvanın beş aşaması var değil mi? Savaş aşamasında zaten kaybetmezsin. Simya aşamasına gelince, olağanüstü bir mana kontrolün var. Tılsım yazarken kullanabileceğin Antik Ejder Dili'n var. Anka gözlerin sana harika bir görüş katıyor bu yüzden Değer biçme bölümünde de sıkıntı yok. Ancak Demircilik kısmı sıkıntı. Demircilik hakkında bir bok bilmiyorsun. Sana en ufak bir şeyler öğretse bile iyidir."
Paul şaşırmıştı. Aslında sadece savaş kısmına katılmayı planlıyordu ama ustası hepsine katılmasını istiyor gibiydi. Fikir biraz aklına yattığı için karşı çıkmadı. Juo'ya döndü.
"Bir savaşçı istemez. Bana bir demirci ver. Merkez Anıt'ın yolunu bilmesi yeterli."
Juo hafifçe şaşırdı. Daha sonra az önce köşeye sinmiş olan kadına döndü ve bağırdı.
"Kalk ayağa! Genç Efendi'yi demircilerin olduğu yere götür!"
Olan her şeyi gören kadın tereddüt etmeye cüret edemedi. Juo bile Paul'ü "Genç Efendi" olarak çağırmıştı zaten.
Paul kadının arkasından odadan çıkarken Juo kesilmiş kolu için tahtın yanından bir bandaj çıkardı ve sardı.
Paul kadını takip etti ve bir süre sonra demire vuran çekiç seslerinin geldiği bir bölgeye yaklaştılar. Kadın önden ilerledi ve kapıyı açarken konuştu.
"Genç Efendi istediği kişiyi seçebilir. O kişiyi iyice tembihleyeceğiz."
Paul başını salladı ve içeriye girdi. O sırada sesler iyice yükselmişti. Oldukça yüksek bir sıcakla birlikte...
Paul bir süre içeriyi gözledi. Demirciler onun gelişine hiç önem vermemiş gibiydi.
Demircilerin çoğu yaşlıca adamlardı. Bazılarının yüzlerinde ve kollarında yaralar vardı. O sırada Paul'ün gözüne biri takıldı.
Bu kişi o kadar da yaşlı görünmüyordu. En fazla 30 yaşındaydı ama yeşil gözleri ölü gibiydi. Parlak kahverengi saçları kirden karamıştı. Elindeki çekici örsün üzerinde duran demire rastgele bir biçimde vuruyordu. Normal biri onun yaptığı işi isteksiz yaptığını ve sadece yapmak istemediğini görebilirdi. Ancak Paul normal biri değildi.
Adamın gözleri boş ve hareketleri rastgele olsa bile her hareketinde içindeki saklı öfkeyi salıyordu. Normal birinin fark edemeyeceği bu öfkenin seviyesi Paul'ü bile şaşırtmıştı. Bu adamın öfkesi direkt olarak yöneltilse Juo denen adamı savaşmadan yere bile serebilirdi.
Paul yavaşça adamın önüne daha ilerledi. Daha sonra yavaşça konuştu.
"Merkez Anıt'ın yolunu biliyor musun?"
Adam yavaşça başını kaldırdı. Gözlerini kısarak Paul'e baktı.
"Kim soruyor?"
Paul ifadesini değiştirmeden bir kez daha sordu.
"Merkez Anıt'ın yolunu biliyor musun?"
Adam cevap vermedi ve gözlerini yeniden önünde duran örse çevirdi. Çekicini tam kaldırmıştı ki birden sarsıcı bir aurayı hissetti. Paul aurasını bilerek ona yönlendirmişti.
Gözlerini Paul'ünkilere dikti ve konuştu.
"Biliyorum."
Paul güldü.
"İyi, bana eşlik etmeni istiyorum. En azından onu görebileceğim bir yere kadar."
Demirci gözlerini kıstı.
"Neden bunu yapmalıyım?"
O sırada kapıda bekleyen kadın hızlıca ileri atıldı.
"Bu Patron'un emridir. Genç Efendi'ye eşlik edeceksin."
"Patron" ve "Genç Efendi" sözlerini duyan demirciler gözlerini Paul'e dikti. Adam yavaşça konuştu.
"Öyle olsun bakalım."
Ayağa kalktı. Daha sonra odanın köşesinde duran bir çantaya birkaç şey doldurdu. Çantayı sırtına taktıktan sonra konuştu.
"Ne zaman gideceğiz?"
Paul gülümsedi.
"Hemen."
Adam başını salladı. Daha sonra Paul'ün önüne geçti ve ilerlemeye başladı.
Kısa bir süre sonra Paul ve adam kaleden ayrıldı. Hızlıca siyah çimlerin içinde yürümeye başladılar.
O sırada Paul adamın yanına ilerledi ve konuştu.
"Kardeşin adını sorabilir miyim?"
Adam Paul'e garipseyen bir bakış attı. Daha sonra konuştu.
"Benim gibi biri nasıl olur da bir 'Genç Efendi'nin 'Kardeş'i olabilir? Bu senin için utanç verici olmaz mı?"
Paul gülümsedi.
"Kalbinde o kadar öfkeyi taşıyabilen ve saklayabilen biri ile kardeş olmanın nesi utanç verici?"
Adam şaşkın bir yüz gösterdi. Daha sonra konuştu.
"Hissedebildiysen saklamış olmuyorum ama."
Paul sadece gülümsemekle yetindi. Daha sonra yeniden konuştu.
"Kardeş, hala bana ismini söylemedin. Söylememeye devam edersen emin ol başını şişireceğim."
Adamın yüzünde bir anlığına bir gülümseme oluştu. Daha sonra konuştu.
"Adım Victor, Victor Fraus."
Bir süre sessiz kaldıktan sonra bir kez daha konuştu.
"Bana kardeş diyorsun ama ismini söylemeyecek misin?"
Paul gülümsedi.
"Kabalığımı affet Kardeş Victor, ben Paul, Paul Veussia."
"Paul, güzel isim."
Victor sessiz kalmaya devam etse de Paul denen bu genç hoşuna gitmişti. Yaydığı aura güçlü olmasına rağmen kendisini kardeş olarak çağırması zaten onu sevmesi için yeterliydi.
Paul ise bu adamın kardeş olmaya değecek biri olduğunu düşünmüştü. Nedense bu adamın kalbindeki öfke ona anlamlı geliyordu. Hem de öfkenin nedeninin bilmemesine rağmen.
Bir süre boyunca sessizce yürüdüler. Daha sonra Paul sordu.
"Önemli bir mesele değilse, bana öfkenin nedenini anlatabilir misin Victor?"
Victor bir süre Paul'e baktı. Daha sonra yavaşça konuştu.
"Seni çoktan kardeş olarak kabul ettim. Sana değil de kime anlatacağım? Sadece geceyi beklesen iyi olur Paul. Gece bir yerde kamp yaparız. O sırada neler olduğunu sana anlatacağım."
Paul yavaşça başını salladıktan sonra sessiz kaldı. İkili hızlı adımlarla ilerlemeye devam ettiler.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..