"On altıncı kez soruyorsun. Yeşimgümüş hafif ve sağlam bir materyal. Genellikle kısa kılıçların ve hançerlerin yapımında kullanılıyor. Elbette, uzun kılıçlarda da kullanılıyor ama fazla hafif olduğu için pek tercih edilmiyor."
Paul bıkkınlıkla cevapladı. Bir ay önce aldığı kitapları yalnızca bir kere okumuştu ve Victor her seferinde ona sorular sorarak ayağını kaydırmaya çalışıyordu.
Victor'a göre daha fazla çalışması gerekiyordu ama Paul'ün her şeyi hatırlayabildiğini görünce o da şaşırmıştı. Elbette, kısa zamanda unutacağına inanmıştı. Ancak Paul ona materyali kaç kez sorduğunu bile hatırlıyordu.
Daha sonra Victor aklına bir şey gelmiş gibi konuştu.
"Bugün erzak dağıtım günü. Gel, gidelim. Oradan bir şeyler alırsak diğer yerleri parçalamana gerek kalmaz."
Paul hafifçe şaşırdı. Daha sonra ise içini bir heyecan kapladı. Yaşlı Klaus ona erzak dağıtım gününde askerlere rozetini gösterdiğinde çıkabileceğini söylemişti. Ve buradan çıkacağı zaman, turnuvanın başlangıcına çok yakın bir zamandı. Derin bir nefes aldı. Yüzünde büyük bir gülümseme yerleştirdi.
"Bana yolu göster. Buradan çıkma vakti geldi artık."
Victor şaşırarak Paul'e baktı. Daha sonra ise omuz silkti. Paul'ün ne yapacağını merak ettiğinden sadece onu götürmeye karar verdi.
Yaklaşık iki buçuk saatlik bir yürüyüşün sonunda Kara Ova'ya ulaştılar. Kara Ova'nın ortasında devasa, sarı renkte bir binek hayvanı duruyordu. Hayvanın yanında epeyce büyük küfeler vardı. Erzaklar onların içinde olmalıydı.
Binek hayvanının önünde büyük bir kalabalık toplanmıştı. Hiçbiri hayvana yaklaşmaya cüret edemese de daha yakın durmak için kavga edenler vardı. Binek hayvanının üzerindeki parlak zırhlı asker onları gülerek izliyordu. Binek hayvanının önünde bekleyen altı askerin ise onları durdurmaya hiç niyetleri yoktu.
O sırada parlak zırhlı asker bağırdı.
"Siz hayvanlar sürüsü bağırmayı kesin! En sonunda yine kavga edeceksiniz zaten. Enerjinizi saklayın! Askerler, küfeleri indirin!"
Üç asker bineğin sağındaki devasa küfeyi indirirken diğer üçü de sol taraftakini indiriyordu. Küfeler yere indikten sonra askerler küfeleri devirdi ve içindeki çuvallar ile varilleri kalabalığın önüne döktü.
Kalabalıktaki herkesin gözleri parladı. Karanlık Sürgün Alanı'nda erzak bulmak en zor şeylerden biriydi. Üç ayda bir verilen bu erzak için savaşlar bile çıkıyordu.
O sırada kalabalığın içindeki kalıplı, vücudunun üst kısmı çıplak bir adam gür sesle bağırdı.
"Bu erzağa elini süren herkes benim ve tüm Ruhyiyenler grubunun düşmanı olacaktır! Hayır, biraz öne çıkmanız bile sizi düşmanımız yapacak!"
Kalabalıktakiler yutkundu. Ruhyiyenler Karanlık Sürgün Alanı'ndaki büyük gruplardan biriydi. Yaklaşık bir buçuk ay önce binalarından biri tamamen yıkılmış ve erzaklarının üçte birini kaybetmişlerdi. Elbette bu erzağa el koymak isteyeceklerdi.
"Senin Ruhyiyenlerin benim umrumda değil! Ancak, bu erzağa dokunan herkes Şeytan Kaplan Birliği'nin düşmanıdır! Hadi bakalım!"
Kızıl saçlı bir adam öne çıkarken bağırdı. Onun üzerinde deri bir zırh vardı. Arkasında devasa bir kılıç asılıydı. Gözleri ilk bağıran kalıplı adama dikilmişti.
O anda kalabalık bir anda geri çekildi. Şeytan Kaplan Birliği ve Ruhyiyenler, iki büyük gruptu. Aynı zamanda ikisi de erzak konusunda sıkıntı yaşıyordu çünkü iki grupta saldırıya uğramıştı. Böyle iki grubun arasına girenlerin sonu ölüm olurdu.
O sırada Paul yavaşça ilerledi ve erzağa yaklaşmaya başladı. Victor'da arkasından yürüyordu. Zaten biliyordu ki Ruhyiyenleri ve Şeytan Kaplan Birliği'ni basıp erzaklarını çalan Paul'dü. Onlar bir şey yapmaya cesaret edemezdi.
"Kim olduğunu sanıyor-"
İki grup lideri de Paul'ü gördükleri anda bembeyaz kesildi ve sözlerini yutup geri çekilmek zorunda kaldılar. Bu adamı görmemiş olsalar da tanıyabilmişlerdi. Siyah kıyafetler ve kırmızı parlak gözler, yanında dolaşan ufak bir kedi. Bu adam onların binalarını tek başına yıkan şeytanın ta kendisiydi!
İki grup lideri Paul'ün gelmesiyle sessizleşince kalabalık kendi arasında konuşmaya başladı. Kimse saldırıları yapanı bilmiyordu ama bunun kırmızı gözlü bir genç ve ufak bir kedi tarafından yapıldığı dedikodularını duymuşlardı. Sadece iki, hayır, bir kişinin bunları yapması onlara garip geldiği için buna inanmamışlardı ama şu anda gördükleri manzara canlı bir kanıttı!
Paul bir süre ilerledi ve erzağın önüne geldi. Daha sonra erzağa elini bile sürmeden gözlerini bineğin üzerindeki adama çevirdi.
Bineği süren parlak zırhlı adam o sırada şaşkındı. Karanlık Sürgün Alanı'nda büyük toplar olarak bilinen iki adam nasıl oluyor da genç bir çocuğun önünde suspus olabiliyorlardı? Aklı almıyordu.
O sırada Paul yavaşça konuştu.
"Buraya giren en yetkili kişi sen misin?"
Adam kaşlarını çattı. Karanlık Sürgün Alanı bir hapishane ile eşdeğerdi. Yani karşısındaki çocuk yalnızca bir mahkumdu ve hala ona "sen" olarak hitap ediyordu. Cevap vermeden bir süre beklemeye karar verdi.
Paul kaşlarını çattı ve bir kez daha sordu.
"Buraya giren en yetkili kişi sen misin?"
Adam yalnızca gözlerini Paul'e dikip bakmaya başladı. Neden onun gibi birine cevap vermeliydi ki?
Paul sinirle sordu.
"Bir soru soruyorum. Dediğimi duyamayacak kadar sağır mı yoksa anlamayacak kadar aptal mısın?"
Adamın yüzü sinirden kızardı. Bu mahkum kim oluyordu da onunla böyle konuşuyordu!? O sırada aşağıdaki askerlerden ikisi Paul'ün üzerine atıldı.
"Sen kim olduğunu sanıyorsun!?"
Bu iki asker üstlerine yaranma şansını kaçırmaya niyetli değillerdi. Elbette, Paul'ün öfkeli olduğu bir anda ona saldırmak cidden büyük bir hataydı.
Paul sağ ve sol elleriyle hızlıca iki askerin göğsüne vurdu. İki asker metrelerce geri fırlarken kan kustular. Zırhlarının üzerinde Paul'ün yumruğu yüzünden göçük oluşmuştu.
Bineğin üzerindeki adam yutkundu. Bunu kendisinin bile yapıp yapamayacağını bilmiyordu. İki askeri zırhları olmadan bile o kadar fırlatabileceğine emin değildi.
Paul bir kez daha sordu.
"Son kez soruyorum. Buradaki en yetkili kişi sen misin?"
Adam hızlıca başını sallarken konuştu.
"Buraya gönderilen tek takım biziz ve en yetkili kişi de benim. Sen... Sen de kimsin?"
Adam Paul'ü geçen aylarda burada gördüğünü hatırlamıyordu. Buraya bu ay gönderilen kişilerin arasında ise böyle genç ve güçlü birini görmemişti. Bu genç nereden gelmişti böyle?
Paul evren yüzüğünden Yaşlı Klaus'un rozetini çıkardı.
"Bu rozeti tanıyor musun?"
Adam gözlerini rozete diktiği anda yüzü soldu. Siyah bir şeytan kafası, Yüce Ata Kabus'un simgesi! O sırada düşünmeden edemedi.
-Böyle birini nasıl olur da buraya gönderirler!?-
Paul adamın ifadesindeki değişimi fark etmişti. Hafifçe gülümsedi.
"Beni buraya gönderen bu adamdı. Buraya erzak dağıtan kişiler geldiğinde onlarla birlikte çıkabileceğimi söyledi. Gelebilir miyim?"
Adam hemen bineğinden indi ve Paul'ün önünde eğildi.
"Evet, evet... Yaptığım saygısızlıklar için özür dilerim. Lütfen gelin!"
Paul bu kadar büyük bir tepkiyi beklemediğinden şaşırmıştı. Yaşlı Klaus'un ne kadar tanındığını merak ediyordu.
Victor ise ondan bile daha şaşkındı. Paul ona direkt olarak çıkacaklarını söylediğinde buna hiç inanmamıştı. Buradan sayısız kez çıkmaya çalışmıştı ve en ufak bir ilerleme bile gösterememişti ama bu çocuk sadece bir rozet göstererek onu çıkartabiliyordu! O sırada Paul'ün geçmişini veya arkaplanını hiç bilmediğini fark etti. Paul bir keresinde Kraliyet Onur Turnuvasının her dalında yarışacağını söylemişti değil mi? Böyle yetenekli birini kim yetiştirebilirdi?
O sırada Paul arkasına döndü.
"Gel Victor. Çıkıyoruz."
Victor yalnızca başını salladı ve Paul'ü takip etti. Adamın indiği bineğe ikisi birden bindi ve beklemeye başladılar.
Adam Victor'a bir şey demeye cüret edemedi. Paul'ün yanında olması bile ondan daha yüksek bir rütbede olmasını sağlıyordu.
Mahkumlar erzaklarını aldıktan sonra bineğin üzerindeki Paul, Victor ve askerler alandan ayrılmaya başladı. Paul kucağındaki Grim'le oynarken Turnuvayla ilgili düşüncelere dalmıştı.
----------------------------------------------------------------------------------------
"Hazır mısın?"
Tek gözlü yaşlı adam karşısındaki gence bakıyordu. Yüzünde ciddi bir ifade vardı.
Genç bağırarak konuştu.
"Hazırım Yüce Ata!"
Yüce Ata başını salladı. Daha sonra çocuğun üzerinde sabre şeklinde bir dövme olan sol elini yakaladı.
"Şeytani Gece Sabresi'ni güçlü bir düşmanla dövüşmen haricinde sana yasaklıyorum! Özel yeteneğini ise kullanmamanı yeğlerim. Ancak senden kesin olarak istediğim bir şey var Valer."
Valer hafifçe şaşırdı. Yüce Ata Kılıç Ejderi gibi üstün biri istediği şeyi istediği zaman yapabilecek birisiydi. Ondan ne istiyor olabilirdi ki?
Yüce Ata Kılıç Ejderi yavaşça konuştu.
"Yaklaşık 50 veya 60 yıl önce, bizim bağlı olduğumuz kraliyet ailesi çok daha güçlüydü. Birçok güçlü büyücüye ve savaşçıya sahipti ve tüm okulların üzerinde bir güç sayılıyordu. Elbette, bu o şerefsiz çıldırana kadardı."
Yavaşça iç çekti.
"Senin Yüce Ata Kabus olarak bildiğin Klaus, küçük bir kardeşe sahipti. Küçük kardeşi şu anki imparatorun kardeşi tarafından öldürüldüğünde, çıldırdı. Kraliyet sarayına tek başına daldı ve yüzlerce uzmanı öldürdü. İmparatorun kardeşini ve birçok kraliyet görevlisini kendi başına kılıçtan geçirdi. O günden sonra, Kraliyetin kabusu oldu Yüce Ata Kabus olarak adlandırıldı. Onun yaptığı şey yüzünden, kraliyet ailesinin gücü zayıfladı. Okullar sayesinde birçok uzmanımız olsa da diğer krallıklar tarafından küçük düşürüldük. Ve İmparator, bunun intikamını almak istiyor."
Bir kez daha iç çekti.
"Ancak, Yaşlı Kabus çok güçlü. Ben ve Zehirnefes birleşsek bile onu yenebileceğimizden emin değilim. Bu yüzden ona zarar vermenin başka yollarını kullanacağız. Kraliyet Onur Turnuvası'nda, savaşırken öldürmek yasak değildir. Senden onun temsilcisini öldürmeni istiyorum."
Yüce Ata'nın sesi ciddileşirken Valer rahatlamıştı. Kendi gücünden emindi.
"Onun ölü olacağından emin olabilirsiniz!"
Yüce Ata Kılıç Ejderi gülümsedi. Daha sonra derin bir nefes aldı.
"Gel bakalım, başkente gidiyoruz!"
Valer emin adımlarla peşinden ilerlemeye başladı.
----------------------------------------------------------------------------------------
Çiçeklerle dolu bir bahçede, parlak sarı tüylere sahip küçük bir kuş uçuyordu. Hızı anormal seviyede olan bu kuş uçarken ufak bir cızırtı sesi çıkarıyordu. Bir süre daha çiçeklerin arasında dönüp durduktan sonra sarı saçlı bir kızın ona doğru uzattığı parmağına kondu. Sarı saçlı kız kuşun küçük kafasını okşarken gözleri karşısındaki yaşlı kadındaydı.
Yaşlı kadın hafifçe gülümsedi.
"Onu iyi büyütüyor gibisin Sophia."
Sophia gülümseyerek başını salladı. Yaşlı kadın yeniden konuştu.
"Tekniklerinde üçüncü seviyeye geçtiğin için mutluyum ama Kılıç Ejderi'nin temsilcisi de epey güçlüymüş diye duydum. Onunla karşılaşırsan kendini fazla zorlama, tamam mı?"
Sophia başını salladı.
"Korkunuz olmasın Usta, kendi sınırlarımı biliyorum."
Yüce Ata Saf Beyaz hafifçe gülümsedi. Daha sonra ciddi bir sesle konuştu.
"Eğer Kabus'un Temsilcisi ile karşılaşırsan dövüşmeye kalkma. Bu zamana kadar hakkında bir şey bulamadığıma göre Kabus ona garip bir eğitim yaptırıyordur. Nasıl bir canavar olduğunu epey merak ediyorum aslında ama neyse. Hayatın daha önemli."
Sophia başını sallarken içindeki merak duygusunu bastıramıyordu. Yüce Ata Kabus'un Temsilcisi hakkında hiçbir şey bulamamaları cidden kötü bir şeydi.
Yüce Ata Saf Beyaz bir kez daha konuştu.
"Zehirnefes'in Temsilcisini görürsen işini hızlı bitir. O da ustası gibi bir zehir ustası."
Sophia bir kez daha başını salladı. Yüce Ata Saf Beyaz gülümserken bahçenin çıkışına döndü ve yürümeye başladı.
"Takip et beni. Başkent'e gidiyoruz!"
Sophia hızlı adımlarla Yüce Ata Saf Beyaz'ı takip etmeye başladı.
----------------------------------------------------------------------------------------
"Vücudunu tam olarak kullanabiliyor musun?"
Yaşlı adam parlak siyah gözlerini gence dikmişti. Gencin üstünde sadece pantolonu vardı ve soluk beyaz teni gözüküyordu. Eskiden kahverengi olan gözleri ve saçları şimdi parlak bir yeşil renkteydi. Yaşlı adam başını salladı.
"Zehirli vücudu kullanmak zordur ama kullanabilirsen rakibinin şansı kalmaz. Harika bir üstünlük elde ettin Salan!"
Daha sonra iç çekti.
"Kabus denen o şerefsizin Temsilcisini tanımasak da buna karşı koyamayacaktır. Salan, senden onu öldürmeni istiyorum. Başarısızlık kabul edilemez!"
"Evet Yüce Ata!"
Salan seslice bağırınca Yüce Ata Zehirnefes gülümsedi. Daha sonra ise yavaşça yürümeye başladı.
"Haydi, başkente gidiyoruz!"
Salan Yüce Ata'nın peşinden ilerlemeye başladı.
------------------------------------------------------------
(4/4)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..