"Başkente ulaştık!"
At arabalarından oluşan konvoy sonunda başkente ulaşmıştı. Beş gün önceki suikastçi pususundan sonra bir kez daha tehlikeyle karşılaşmamış ve yollarına devam etmişlerdi. Sonuçta tam zamanında varmayı başarmışlardı. At arabaları şehre girdikten kısa bir süre sonra Paul arabadan indi. Luke'a bakarken konuştu.
"Sizinle turnuvada görüşürüz. Benim birini bulmam lazım. Victor sizinle gelsin."
Luke başını salladı ve at arabası ilerlemeye devam etti. Paul bir ara sokağa girdi ve üzerinde siyah bir şeytan kafası resmi olan rozeti boyutundan çıkardı. Ruhsal fısıltısını içine yolladı.
"Başkentteyim. Yaşlı Klaus, nereye gelmem gerekiyor?"
Kısa bir süre sonra Yaşlı Klaus'un sesi rozetten geldi.
"Sonunda geldin. Şu anda bizim katılımcılarımız çalışmakla meşgul. Herkes senin gibi rahat değil sonuçta..."
"Kimmiş rahat!?"
Onu eğitim için devasa bir hapishaneye atan bir adamdan bu sözleri duymayı hiç istemiyordu. Yaşlı Klaus önemsiz bir şeymiş gibi geçiştirdi.
"Her neyse, yaklaşık bir saat sonra eğitimden çıkacaklar. O zaman gelirsin. Eğer birisine 'Ejder Pulu Oteli'ni sorarsan sana gösterirler. Özel oda 127'de olacağız."
"Anladım."
Rozeti yeniden boyutuna fırlattı. Daha sonra ara sokaktan ayrıldı ve yapacak bir şeyler aramaya başladı. Başkent kesinlikle büyük bir yerdi ve Paul'ün epey bir seçeneği vardı. Elbette, fazla seçenek olması yalnızca kararsızlığını arttırıyordu.
Bir süre düşündükten sonra buradaki Engin Gökyüzü Salonu'na gitmeye karar verdi. Ana Şube elbette diğer şubelerden daha iyi olmalıydı. Belki de kendine güzel bir şeyle bulabilirdi.
Yoldaki birkaç kişiye sorarak ilerledikten sonra devasa, masmavi bir binanın önünde durdu. Binanın kapısının üzerinde büyük harflerle "Engin Gökyüzü Salonu" yazıyordu.
Yavaş adımlarla içeriye girdi ve içeriyi süzmeye başladı. Cidden, içerisinin boyutu Altın Güneş Şehri'ndeki şubeden çok daha büyüktü.
Bir süre sonra yanına bir rehber geldi.
"Size yardımcı olabilir miyim?"
Paul gözlerini rehbere çevirdi. Henüz genç sayılabilecek bu kadının gözlerindeki gülümseme yapmacık ve göz boyamak için olsa da birçok kişinin kalbini alabilirdi. Engin Gökyüzü Salonu rehberlerinde epey seçiciydi.
Paul soğuk bir sesle konuştu.
"Aleve dayanıklı bir kıyafet istiyorum. Ne kadar dayanıklı, o kadar iyi."
Paul Kara Şafak Cübbesi parçalandığından beri alev büyülerini yaparken sıkıntı yaşıyordu. Sadece yakmak için kullandığında bir sıkıntı olmasa da daha komplike teknikler kullanırken en sonunda kıyafetleriyle beraber her şeyi yakmasıyla sonuçlanıyordu.
Rehber kadın başını salladı ve ilerledi. Paul'de onu takip etti.
Bir süre sonra rehber kadın bir tezgahın önünde durdu. Paul gözlerini tezgahın üzerindeki cübbeye çevirdi.
Cübbe tamamen siyah renkteydi ve görünüşü Kara Şafak Cübbesi'ne oldukça benziyordu. Tek farkı, göğsünde kırmızı bir yıldız motifinin olmaması ve köşelerinde kırmızı işlemelerin olmasıydı. O sırada rehber kadın açıklamaya başladı.
"Bin Yazıt Alev Cübbesi şubemize henüz geldi. Köşelerindeki işlemeler Mühür sanatıyla yazıldı ve ateşe karşı bir dayanıklılık sergiliyor. Aslında bu cübbe Kara Şafak Cübbesi'nin bir üst modeli olarak kabul ediliyor. Şu anki fiyatı 1000 altın."
"1000 altın..."
1000 altın şu anki parasıyla onun için fazla bir fiyat değildi. O sırada mühür sanatıyla işlenmiş yazıları inceliyordu. Bir süre inceledikten sonra yazılan dili anlamasa da cübbedeki aleve karşı dayanıklılığı hissetti. Yüzünde bir gülümseme belirirken konuştu.
"Alı-"
"Bu cübbeyi alıyorum!"
Sözünü kesen kişiyi görmek için başını çevirdi. O sırada tanıdık bir yüzü gördü. Uzun sarı saçları ve parlak yeşil gözlere sahip bu genç, ne kadar bir kıza benzese de bir erkekti. Latai Ferrua'yla ilk tanışmasını düşündüğünde, yine aynı sahneyi yaşıyorlar gibi görünüyordu.
Rehber kadın bir şey diyemeden Paul konuştu.
"Geri bas, Latai. Cübbeyi ilk almak isteyen bendim ve alıyorum da."
Rehber kadın başını salladı. Engin Gökyüzü Salonu'nun ilkesini elbette biliyordu. "İlk gelen alır" ilkesi tüm rehberlerin uyduğu yazısız bir kuraldı.
Latai'nin yüzü buruştu.
"Neden bahsediyorsun? Alıyorum dediysem alıyorum! Zaten daha önce sinirimi bir kez bozdun, siktir git şuradan!"
Paul kaşlarını çattı. Bu Latai fazla olmaya başlamıştı. Yüzüne soğuk bir gülümseme takınırken konuştu.
"Nişanlısı ölmesine rağmen hiçbir bok yapamayan birinin bu kadar 'yüce' davranması ne kadar da komik. Hatta, o kızın cesedi bile bulunamamıştı değil mi Latai? Hani siz korkup daha fazla kişi yollamak istemediğiniz için?"
Paul bunu Luke'tan duymuştu. Ferrua Ailesinden birçok kişi Helen'in cesedini ararken öldüğü için Ferrua Ailesi daha fazla kişiyi göndermemişti. Elbette, bu onlara epey yüz kaybettirmişti. Paul de bunu Latai'ye saldırmak için kullanmaktan çekinmiyordu.
"Ne oldu? Yoksa senin ulu ailen bir kızın cesedini bulmaktan bile aciz mi? Ya da senin gibi birinin nişanlısına değmeyeceğini mi düşündüler? Bak, eğer gerçek buysa babana gerçekten saygı duyarım. En azından düşünme yetisi varmış."
"S-sen! Kapa çeneni!"
Latai öfkeden kızarmıştı. Hayatında birçok kişiyle karşılaşmıştı ve bu kişilerin çok azı onunla konuşurken eşit bir ton kullanmıştı. Diğer herkes ise saygılı konuşmak zorunda kalmıştı. Ancak, bu adam ikinci kez ona saygısız davranıyor ve hatta ailesine laf atıyordu. Hem de oldukça acımasız bir şekilde!
Öfkesi hala sönmemişken Latai bağırdı.
"Yönetici Alvan!"
Orta yaşlı, siyah saçlı bir adam hızla Latai'ye doğru ilerledi. Rehber kadının bu adamı gördüğünde eğilmesine bakarak Paul onun Engin Gökyüzü Salonu'nda üst dereceli biri olduğunu anlamıştı. Aslında Latai bunu kendisi de söylemişti.
Latai öfkeyle Paul'e baktı, daha sonra yüzünde alaycı bir gülümseme oluştu.
"Bu cübbeyi alacağım."
"Ah, elbette Efendi Latai. Sizin için yarı fiyatına satacağım."
Alvan bir yönetici olsa bile onunla aynı kıdemde birçok kişi vardı. Bu nedenle güçlü kişilere yaltaklı yapmak onun için bir refleks haline gelmişti. Elbette, Latai tek başına güçlü değildi ama abisi Gren Ferrua ile bir ilişki kurarsa bu ona gelecekte büyük yarar kazandırırdı.
Paul kaşlarını çattı ve konuştu.
"Buraya ilk gelen kişi ben olmama rağmen nasıl oluyor da alamıyorum?"
Alvan gözlerini Paul'e dikti. Onun simasını hatırlayamayınca güldü. Onun tanımadığı güçlü birisi neredeyse yok denecek kadar azdı. Böyle genç birinin yeterince güçlü olmasına imkan yoktu. Ayrıca, arkaplanının da o kadar güçlü olacağını sanmıyordu. Alaycı bir sesle konuştu.
"İlk gelen? Senin ilk gelen olduğunu da nereden çıkardın? Efendi Latai senden önce geldi ki buna şahidim. Peki senin şahidin kim? Yanındaki rehber mi?"
Rehber kadın titredi ve yavaşça geriye çekildi. Tanımadığı bir genç için yöneticiye karşı gelme cesaretini gösteremezdi.
Latai ona gösterilen hürmeti görünce daha da kibirlendi ve kibirli bir sesle konuştu.
"Alvan, bu adamı Engin Gökyüzü Salonu'ndan hemen atmanı istiyorum. Bir daha ona satış yapılmayacak!"
"Bu..."
Alvan bir anlığına tereddüt etti. Yönetici olarak elbette buna izni ve gücü vardı ama bu durum en kötü anlarda kullanılırdı. Derin bir nefes aldı ve konuştu.
"Hemen burayı terk et! Duydun, bundan sonra sana satış yapılmayacak!"
Paul kaşlarını çattı ama bir şey demedi. En kötü senaryo burada bir sıkıntı çıkarması olurdu ve bir suçlu bile ilan edilebilirdi. Yavaşça salonun kapılarına yürümeye başladı. O sırada Alvan cübbeyi tezgahtan indirmiş ve katlamıştı. Onu Latai'ye vermek üzere ilerliyordu.
"Efendi Latai, bu cübbenin size çok yakışacağından eminim."
"Ver bakal-"
"Hey!"
Paul sesli bir biçimde bağırdığında Alvan yeniden ona döndü. Paul'ün yüzündeki soğuk gülümsemeyi fark edince kötü hissetse de bağırdı.
"Sen hala çıkmadın mı? Siktir git!"
Paul o sırada aklına gelen bir şey yüzünden gülüyordu. Yavaşça konuştu.
"Sadece söylemek istemiştim. Benim şahidimin kim olduğunu sormuştun, değil mi?"
Alvan ona soru soran gözlerle baktı. Bu aptal genç durumu anlamıyor muydu? Neden hala konuşuyordu ki?
"Benim şahidim bu adam."
Paul boyutundan bir rozet çıkardı.
Alvan'ın gözleri anında rozete kilitlendi. Üzerindeki siyah şeytan kafasını görünce yüzündeki tüm kan çekildi. Dizleri titremeye başladı. Gözleri inanamaz bir ifadeyle parlıyordu.
-Hassiktir! B-bu Yüce Ata Kabus'un simgesi! Bu çocuk, Yüce Ata Kabus'la nasıl bir bağlantısı var!?-
Paul gülümseyerek rozetini boyutuna geri yolladı. Daha sonra yavaşça konuştu.
"Yarışma başlamadan önce bu adamla konuşacağım. Ona senden de bahsedeceğim. Merak etme."
Alvan'ın dizlerinin üzerine çökmemek için kendini zor tuttu. Latai onun bu durumunu fark ettiği için Paul'e farklı bir şekilde bakıyordu.
-O rozet kimindi? Engin Gökyüzü Salonu'nun bir yöneticisi kimden bu kadar korkuyor?-
O sırada Alvan bir şeyler fark etmeye başlamıştı.
-Onu daha önce görmedim... Bu kadar genç ve turnuvanın başlamasına kısa bir zaman kaldı... Bir katılımcı? Ama, o rozete sahip... Yoksa!?-
O anda kendinin canlı canlı gömmek istiyordu.
-Bir katılımcının kardeşine yaranmak için bir Temsilciyi mi kızdırdım!?-
Nefesi ağırlaştı. Olmasını hiç istemediği şeylerden biri başına gelmişti. Hızla Paul'ün önüne koştu ve diz çöktü.
"Ah, lütfen gitmeyin! Bu, bu küçük bir hata yaptı. Lütfen Bin Yazıt Alev Cübbesi'ni özür hediyem olarak görün! Lütfen, bu küçüğün özürlerini kabul edin!"
Paul gülümsedi ve cübbeyi adamın ellerinden aldı. Daha sonra ise yavaşça konuştu.
"O halde hediyenizi memnuniyetle kabul edeceğim. Ve Latai, seninle turnuvada görüşeceğiz. Gerçi, ailen senin gibi birinin katılmasını isteyecek midir bilmem ama..."
Cümlesinin sonlarına doğru kıkırdadı. Daha sonra arkasında öfkeden kızarmış bir Latai bırakarak salondan ayrıldı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..