"Sophia, selam verdiğin adam kimdi?"
Julia meraklı bir sesle sordu. Salondaki birçok erkeğin Sophia'ya baktığını görebiliyordu ama Sophia onların bakışlarına karşılık bile vermemişken bir başkasına selam vermişti. Bu onun merakını uyandırmıştı.
Sophia hafifçe gülümserken konuştu.
"Onun kim olduğunu bilmiyorum ama anlamak pek de zor değil. Jenne Hizz ve Teanor Wildriff ile içeriye girdi ve onların yanından hiç ayrılmadı. Ayrıca salondaki herkese sanki onlar kendisinin avı olacakmış gibi bakıyordu. Bana bakarken bile aynıydı. Gerçi daha az bir düşmanlık taşıyordu ama bu durumu değiştirmiyor. Şimdi, sen söyle. Sisli Gök Akademisi'nin iki katılımcısıyla yakın olan ve herkesi bir av olarak görebilecek kim var?"
Julia daha Sophia'nın cümlesi bitmeden kim olduğunu anlamıştı. Gözlerini bir kez daha Paul'e çevirip sessizce konuştu.
"Benden bile genç görünen şu çocuğun 'Kara Büyücü' olduğunu mu söylüyorsun?"
"Öyle."
Marie ikilinin konuşmasını böldü. Paul'ü iyice inceledikten sonra bir kez daha konuştu.
"Ben simya ve tılsım yarışmalarını da izledim. O 'Kara Büyücü'nün ta kendisi."
Julia iç çekti. "Kara Büyücü"nün diğer dallara da katılıp hepsini birincilikle kazanmış bir canavar olduğunu biliyordu ama bu canavarın ondan bile genç olmasını beklemiyordu!
"Bu sene kazanamasa bile, birkaç sene içinde savaş kısmında da iyi bir puan elde edebilir. Gerçi bu sene hayatta kalır mı bilmiyorum. Epey güçlü kişi var."
Sözünün bitişine doğru gözlerini Valer'a çevirip bir kez baktıktan sonra yeniden Sophia'yla muhabbet etmeye başladı.
Bu sırada Paul etraftakileri süzmeyi bırakmıştı. Jenne ve Teanor'un tartışmasını dinliyordu.
"Bak, birbirimizi bulursak sayı avantajımız olacak. Senin kafanın içi yalnızca sabrenle mi dolu?"
"Eğer savaş deneyimi kazanmak istiyorsak tek başımıza savaşmalıyız Jenne. Hem üç kişi olduğumuzda topladığımız puanları dağıtması da sıkıntı olacak."
"Biraz aklı olan herkes sayıları üçe bölebilir Teanor! Hadi ama, Paul, sen ne düşünüyorsun?"
Jenne ve Teanor'un gözleri ona dönmüştü. Paul bir süre düşündükten sonra omuz silkti ve cevap verdi.
"İki türlü de bana uyar ancak uyarayım. Direkt olarak 'Sabre Kaplanı'na saldıracağım. Eee? Ne diyorsunuz?"
Jenne'nin yüzü birden ekşidi.
"Neden bunu yapıyorsun ki? Bak, Yüce Ata'ya biraz daha baskı yaparsan sana 'Yokoluşun Fırtınası'nı öğretecektir. Bunun için bir intihar görevine gitmek zorunda değilsin."
Teanor tek başına savaşma taraftarı olsa da bu konuda Jenne'yi destekledi. O ikisi için Valer'a saldırmak kendini öldürmek istemekti. Paul sadece gülümserken konuştu.
"Beni hafife almayın. Emin olun onu yenemeyecek olsaydım ona saldırmazdım."
"Ah, emin ol yapardın."
Jenne iç çekti. Paul ile daha fazla tartışmanın mantığı yoktu. Teanor da tek başına savaşmak istediği için herkes kendi başına savaşmak zorunda kalacaktı.
Paul yüzünü asmış olan Jenne'ye baktığında hafifçe kıkırdadı. Daha sonra ise salonun kapıları açıldı ve onlarca görevli içeriye girdi. Görevlilerin ellerinde ufak evren torbaları bulunuyordu. Görevlilerden biri salonun merkezine geçti ve bağırarak konuştu.
"Lütfen, herkes beni dinlesin!"
Görevlinin etrafındaki katılımcılar dağıldığında görevli torbasının içinden ufak bir şişe çıkardı ve havaya kaldırdı.
"Bu, Güneş Şahini Kanı'dır. Demirden, gümüşten veya altından bir materyalle temas ettiğinde ona kendi kendine işlenen bu kan sizin savaş yarışmasındaki puanlama sisteminizde kullanılacak!"
Katılımcılar yavaşça hareketlenmişti. Görevli konuşmaya devam etti.
"Yarışmacı künyeleriniz gümüşten yapılmalar. İnce oldukları için anında kırılabilecek takılardır. Aynı zamanda, savaş yarışmasında sizi finale götürecek şeylerdir. Şu anda, her katılımcının künyesinde birer damla Güneş Şahini Kanı var. Her damla kan 10 puan ediyor. Yapmanız gereken, başkalarının künyelerini ele geçirmek ve onları parçalayarak kanın içinden çıkmasını sağlamak. Daha sonra ise onları kendi künyelerinize aktaracaksınız. Bir kişi 2000 puana, yani 200 damlaya ulaştığında yarışma bitecek."
Paul başını sallarken boynunda asılı olan künyeyi avcunun içine aldı. Onu iyi saklaması gerekiyordu.
"Ayrıca, bir konu daha var. Yeşildiş, Yıldırım Perisi, Sabre Kaplanı, Kara Büyücü, Yürüyen Dağ, Kanlıbıçak, Savaş Meleği ve Ruhçökerten'in künyelerinde onar damla kan, yüzer puan var!"
"Temsilciler, bu yarışmadaki en büyük hedeflerdir!"
Paul gülümsedi. Tek başına on adamın puanını taşıması onun için kötü bir şey değildi. Hatta bu onun peşinden gelecek kişileri ve onun kazanacağı puanları arttırırdı. Hatta belki Valer da onun peşinden gelebilirdi.
"Yarışma, kolezyumun içine kurulmuş bir uzay gerçekliği formasyonunda yapılacak. Künyesi kırılan kişi anında kolezyumun dışına ışınlanacak ve kaybetmiş sayılacak. Yarışmada, öldürmek serbest!"
Birçok yarışmacı yumruklarını sıktı ve etrafına daha endişeli gözlerle bakmaya başladı. Sadece künyeyi kırmak yetse de birçok kişinin bununla yetinmeyeceğini biliyorlardı.
"Şimdi, salondan ayrıldığınızda öncelikle kolezyumun merkezinde toplanmalısınız. Kral Hazretleri bizzat buraya geliyor. Ona bir karşılama yapacağız."
Birçok yarışmacının yüz ifadesi değişti. Heyecanlı olanlar vardı, yüzleri buruşanlar vardı. Paul gibi ifadesiz kalanlar da vardı.
Görevli bir kez tüm katılımcılara baktıktan sonra başını salladı ve salondan kolezyuma açılan kapıya ilerlerken bağırdı.
"Beni takip edin!"
Katılımcılar çoktan onun arkasına yığılmışlardı. Görevli devasa kapıları ittirerek açtı ve yarışmacıları kolezyuma bıraktı.
Paul kolezyuma girdiğinde kolezyumun çevresinde birbiriyle eş aralıklarla 16 siyah sütunun dikilmiş olduğunu gördü. Bu sütunlar, uzay gerçekliği formasyonunun yapıtaşlarıydı.
Onlara daha fazla önem vermeden yeniden Jenne ve Teanor'un yanına geçti. Bu sefer üçlü kalabalığın arasına karışmış bir halde duruyordu. Paul'ün genç yüzü dışında neredeyse hiç dikkat çekmiyorlardı.
Paul gözleriyle izleyici tribünlerini taradı. Diğer yarışmalarda yarısı bile dolmamış olan bu tribünler şimdi ağzına kadar doluydu. Kolezyumun üç köşesinde tribünlerin üzerinde üç özel loca bulunuyordu.
Localardan birinde Yaşlı Klaus oturuyordu. Arkasında ise Akademi Başkanı ve Sisli Gök Akademisi'nden bir kıdemli oturuyordu. Akademi Başkanı'nın ve Kıdemli'nin endişeli gözlerinin aksine Yaşlı Klaus'un yüzünde hafif bir gülümseme vardı. Paul'ün gücünü denediği için onun hakkında endişeli değildi. Paul çift gelişim yapıyordu. Üstüne ruh gücünü de geliştiriyordu. Onu zorlayacak kişiler yalnızca Temsilciler olabilirdi.
Yaşlı Klaus'un locasının altında kalan tribünlerde Sisli Gök Akademisi'nin öğrencileri vardı. Birçoğu heyecanlı ifadelerle yarışmanın başlamasını bekliyordu. Bu heyecanlı öğrencilerin arasında yüzü asık ve sinirli bir ifade taşıyan tek bir kişi vardı.
Shijin, Jenne ve Teanor'un yanında duran Paul'e bakarken içindeki sinirini atacak bir yer arıyordu.
-Bu velet yüzünden katılma hakkımı mı kaybettim yani? Olamaz! Onun Temsilci olacak özellikleri var mı!?-
Ancak etrafında çok fazla izleyici olduğundan istese de bir şey yapamazdı. Öfkesini kendi içine atmak zorundaydı.
Paul elbette onlarca öğrencinin içine karışmış tek bir öğrencinin ifadesini fark etmemiş ve gözlerini çoktan başka bir locaya çevirmişti.
Bu locada saçları beyazlamış, yaşlıca bir kadın oturuyordu. Kadının normal bir nineden tek farkı, aynı Yaşlı Klaus'unkiler gibi capcanlı gözlere sahip olmasıydı. Yaşlı kadın gözlerini tek bir noktaya çevirmiş bakıyordu.
Elbette, Paul kadının nereye baktığını kontrol etmek zorunda değildi. Yüce Ata Saf Beyaz'ın öğrencisine düşkün olduğunu Yaşlı Klaus ona söylemişti. Elbette Yüce Ata Saf Beyaz Sophia'yı izliyordu.
Gözlerini locanın aşağısına, Altın Peri Büyü Akademisi'nin öğrencilerinin bulunduğu alana çevirdi.
Çoğu beyaz cübbeler giymiş birbirinden güzel kız öğrencilerle dolu bu ufak cennet, birçok erkeğin yaklaşmaya çalıştığı bir yerdi. Ancak yaklaşmaya çalışan herhangi biri erkek ya da kadın fark edilmeden iki okul kıdemlisi tarafından acımasızca uçuruluyordu. Mavi cübbeler giymiş olan bu kıdemlilerin yüzlerinde tüller vardı. Ve yüzleri herhangi bir şekilde görünmüyordu.
Paul orada olanları görünce bir şeyi anladı. Yüce Ata Saf Beyaz sadece kendi öğrencisine değil, okulunun tüm öğrencilerine düşkün biriydi.
Paul gözlerini aldı ve son locaya baktı. Orada, beyaz saçlara ve tek göze sahip bir adam dikiliyordu. Belinde gümüş renkli bir sabre taşıyan bu adam, tüm öğrencilere küçümsemeyle bakıyordu.
Ancak, locada bir başkası daha vardı. Bu adamın beyaz saçları, parlak siyah gözleri vardı. Diğerinin aksine bu adam gözlerini direkt olarak Paul'e dikmişti. Yüzünde kurnaz bir gülümseme vardı.
Paul Yüce Ata Kılıç Ejderi ve Yüce Ata Zehirnefes'i de sonunda görmüştü. Aynı zamanda Zehirnefes'in ona açık bir düşmanlık gösterdiğini de fark etmişti. Büyük ihtimalle Salan da ustasının isteğiyle ona saldıracaktı. İçten içe güldü. Salan ona en az tehlike oluşturan kişilerden biriydi.
Bu sırada birden Kılıç Ejderi ve Zehirnefes geriye doğru döndüler ve tek dizlerinin üzerinde eğildiler. Paul bunun anlamını biliyordu. Zaten görevli de yüksek sesle duyurmuştu.
"Kral Hazretleri, Kraliçe Hazretleri ve Prens Hazretleri teşrif ettiler!"
Paul adamın bu kadar saygılı bir tonda konuştuğunu ilk kez duyuyordu.
Bu sırada Yüce Ata Kılıç Ejderi ve Zehirnefes'in diz çöktüğü yerden bir adam yavaşça locanın köşesine yaklaştı. Sarı saçlara ve yeşil gözlere sahip bu adamın hafif bir keçi sakalı vardı. Üzerinde altın işlemelere sahip beyaz bir takım elbise giymişti. Etrafına yaydığı asil aura onun 'Kral' olduğunu kanıtlar nitelikteydi.
O locanın köşesine yaklaşırken arkasından bir kadın da ona yaklaşmaya başladı. Sarı saçlara ve mavi gözlere sahip bu kadın, üzerine parlak sarı bir elbise giymişti. Soğuk yüzü ve küçümseyici gözleri tribünleri izlerken Kralın aksine daha az asil, daha fazla baskıcı bir aura yayıyordu.
O sırada ikilinin arkasından 20 yaşlarında görünen bir adam yaklaştı. Adam, aynı Kral gibi görünüyordu. Kısa sarı saçlarını taramıştı. Yeşil gözleri tribünleri süzüyordu. Üzerinde babasınınkinin eşi olan bir takım elbise vardı. Babasının sahip olduğu asil auraya sahip olsa da annesinin baskıcı aurasına da sahip gibi görünüyordu.
O sırada Kral locanın köşesine geldi ve katılımcıların üzerinde gözlerini gezdirdi. Bu sırada katılımcılar birden tek dizlerinin üzerlerine çöktü ve birlikte bağırdılar.
"Kral Hazretleri'ne saygılarımızı sunuyoruz!"
Diğer katılımcılara ayak uyduramamış olan birkaç öğrenci sonradan diz çöktü ve diğerlerinin söylediklerini yavaşça mırıldandılar.
Kısa bir süre sonra, ayakta yalnızca birkaç kişi vardı.
Kanlıbıçak, o sırada gri cübbesinin içinden çıkardığı gümüş bir hançeri elindeki bezle temizliyordu. Başını kaldırmaya tenezzül bile etmemişti.
Jenne ve Teanor, bunu yapmamaları için Yaşlı Klaus tarafından tembihlenmişlerdi. O sırada yüzleri yere dönüktü ve nedense kötü bir şey yapmış küçük çocuklar gibi duruyorlardı.
Paul ise... Yaşlı Klaus ona bir şey dememişti. Yalnızca yapmak istemiyordu.
--------------------
[YN]: Not bırakacağım dedim ama buraya yazacak bir şey bulamadım. Neyse hadi okumaya devam :P
(2/18)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..