"O velet... Hehehe..."
Yaşlı Klaus kıkırdıyordu. Paul'e bir şey dememesine rağmen Kralın karşısında takındığı tavır hoşuna gitmişti. İlk başta Paul yalnızca umursamıyor gibi yapıp beklemişti ama Kral'ın hala diz çökenleri izlediğini gördüğünde gözlerini ona dikmişti. O anda, Kral ile göz gözeydi.
Yaşlı Klaus'un aksine Akademi Başkanı ve Okul Kıdemlisi endişeli ifadelere sahipti. Kralın sinirlenmesini istemiyorlardı.
"Gerçekten de onun gibi... Ah..."
Yüce Ata Saf Beyaz iç çekti. Bu genç, tavırları bakımından temsil ettiği kişiyle neredeyse aynıydı.
"Bu küçük piç de kim?"
Prens kaşlarını çatmış bir biçimde Yüce Ata Kılıç Ejderi'ne sordu. Babasına karşı yapılan bir saygısızlığı görmezden gelecek değildi.
Kraliçe başını sallayarak Prens'in sorusunu tekrarladı. Kraliyet Ailesi'nin önünde böyle bir saygısızlığa izin veremezdi. Kendi gururu buna izin vermezdi.
Kılıç Ejderi ayağa kalktı ve Prens'in bahsettiği kişiye baktı. Paul'ü gördüğü anda yüzü ekşidi. Bunu Kraliçe de fark etmişti.
"Kılıç Ejderi, o kim?"
Kraliçe sorusunu tekrarladığında Kılıç Ejderi yavaşça iç çekti. Daha sonra ise yavaşça konuştu.
"O, Kara Büyücü. Yaşlı Kabus'un Temsilcisi."
Bunu duyduğunda Kraliçe'nin yüzü de ekşidi. Yüce Ata Kabus... Kraliçe onun ne kadar korkutucu olabileceğini en iyi bilen kişilerden biriydi. Şu anda 180 yaşında olan Kraliçe 60 sene önce yaşanan olayı oldukça iyi hatırlıyordu.
İç çekti. İstese de bir şey yapamazdı. Eğer yapsaydı, kendi başına felaketi çekmiş olurdu.
Kral ve Paul bir süre bakıştılar. Kral, Paul ile göz göze olsa da onu görmüyormuş gibi duruyordu. Hayır... Onu önemsemiyordu. Paul onun dünyasında değil gibiydi. Kral, ondan çok daha üstün bir diyarda bulunuyordu.
Paul kaşlarını çattı. Küçümsenmeyi sevmiyordu.
"Kardeş, kardeş... Neden bunu yapıyorsun ki..."
Luke birlikten birkaç kişi, Victor, Pete, Selia ve Nina'yla birlikte tribünlerdeydi. Paul'ün ifadesini gördüğünde alnında soğuk terler birikmeye başlamıştı.
Kardeşiyle gurur duyuyordu. Çünkü o önceki dört yarışmayı da birincilikle kazanmıştı ve gerçek bir dahiydi. Ancak Paul'ün direkt olarak Kral'a meydan okuması onun geleceğini etkileyebilirdi. Luke epey endişeliydi.
Kral bir süre daha Paul'ün gözlerine bakmaya devam etti. Daha sonra ise gözlerini diz çökmüş öğrencilerin üzerinde gezdirdi ve konuştu.
"Kalkın."
Diz çökmüş tüm öğrenciler ayağa kalktı. Hala diz çökmekte olan Zehirnefes de onlarla birlikte kalkmıştı.
Savaş Meleği gözlerini Paul'e dikti. Yüzünde çekici bir gülümseme belirirken hafifçe dudaklarını yaladı. Yanında duran genç adam iç çekti ve kendi kendine mırıldandı.
"Ablam yine kendine bir hedef buldu. O adama acıyorum."
Genç adam yeniden iç çekti. Yapacak bir şeyi yoktu. Ablasının onu öldürmemesi için dua etmek yapabileceği tek şeydi.
O sırada Valer da gözlerini Paul'e dikti. Binkılıç Akademisi direkt olarak Krallığa bağlıydı. Kral'a yapılan bir saygısızlığı engellemek onun işiydi. Yavaşça ona yaklaşacağı anda birden Paul gözlerini ona çevirdi.
Paul ve Valer göz göze geldiğinde, Valer onun kan kırmızısı gözlerinde bir şey göremedi. Ancak bunun nedeni Paul'ün gözlerinin boş olması değildi. Bunun nedeni Paul'ün gözlerindeki öfke ve öldürme isteği Valer'ın tüm duyularını kapatmıştı. Sanki sonsuz bir deliğe düşüyormuş gibiydi.
Sonsuz bir deliğe düşmek... Nedense Paul'ün gözlerinin ona tanıdık geldiğini hissetti. Ancak bu his eski bir dostu görmekle aynı değildi. Bu öldürme yemini etmiş bir düşmanla karşı karşıya gelmek gibiydi!
Yavaşça yutkundu ve geri çekildi. Sol elindeki dövmeyi ovmaya başladı. Salondaki hissin kaynağını bulmuştu ve onu ortadan kaldırmak için bir plan yapması gerekiyordu. Eğer plan yapmazsa veya planı başarısız olursa, kendisi kesin olarak ölecekti. Bunu biliyordu.
Paul Valer'ın onu tanımadığını anlamıştı. Paul Abyss'e düştüğünde saç ve göz rengi kahverengiydi. Vücudu fazla sağlam da değildi. Onun şu anki uzun siyah saçlı ve kan kırmızısı gözlü, habis görünüşlü genç adamla karşılaştırmak bile hata olurdu.
Paul gözlerini Valer'dan çektiği anda bir başkasını gördü. Gren Ferrua, onun olduğu yere kısılmış gözlerle bakıyordu. Paul buna fazla şaşırmadı.
Gren onun peşinden İki'yi gönderdiğinde Paul'ün öleceğinden emin gibi görünüyordu. Onu bir Temsilci olarak burada görmek hiç beklemediği bir şeydi. Ancak, bu onun ne yapacağını değiştirmiyordu. Onun işi toplayabildiği kadar puan toplamaktı. Şehri tamamen ele geçirmeleri için bu adımı atmaları lazımdı.
Paul'ü ise umursamıyordu. En son sefer, Paul Gren yüzünden geri çekilmişti. Bu sefer onu kovalayıp direkt olarak öldürebilirdi. Bir kişi 3-4 ayda o kadar da büyük bir gelişme yapamazdı.
Paul onun düşüncelerini umursamıyordu. Ancak Victor'a verdiği bir söz vardı ve bu sözü gerçekleştirmenin ilk ve ikinci adımı burada atılacaktı.
Bu sırada, Kral yavaşça konuştu.
"Bu sene, yedi temsilcinin turnuvaya katılacağını duydum. Bu kişiler bir adım öne çıkıp kendilerini gösterebilir mi acaba?"
Sesi nazik gibi duyulsa da, öğrenciler bu sözlerin altındaki emri anlamıştı. Valer derin bir nefes aldı ve hızla ilerledi. Diğer öğrencilerden daha ileride ve Kral'ın bulunduğu locaya daha yakın bir bölgeye ilerledikten sonra hafifçe eğilerek selam verdi.
"Sabre Kaplanı Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
Kılıç Ejderi memnuniyetle başını salladı. Valer Kral'a karşı nasıl davranması gerektiğini biliyordu.
Bu sırada beyaz cübbe giymiş genç bir kız ilerledi.
"Yıldırım Perisi Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
Sophia Valer'ın yaptığı selamlamadan sonra sessiz bir biçimde ilerlemesinin garip kalacağını düşünmüş, bu yüzden de Valer'la aynı cümleleri kullanmıştı.
Daha sonra ise parlak yeşil saçlara ve gözlere sahip olan Salan ilerledi.
"Yeşildiş Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
Üç Temsilcinin ardından diğerleri de yavaşça ilerlemişlerdi.
"Yürüyen Dağ Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
"Ruhçökerten Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
"Savaş Meleği Kral Hazretleri'ni selamlıyor."
Beş Temsilci orada bekliyordu. Paul aslında arkada kalmak istemişti ancak bu kadar kişinin ardından çıkmazsa garip bir durumun olabileceğini düşündü ve yavaşça ilerlemeye başladı. Onunla aynı şeyi düşünmüş gibi görünen Kanlıbıçak da ilerlemişti.
Bu ikisi, diğer temsilcilerin yanına gelseler de herhangi bir selamlama belirtisi göstermeden yalnızca dikildiler.
Bu durum biraz garip kaçsa da ikisi de az önce eğilmediğinden böyle bir şeyi bekliyorlardı. Elbette, Prens'in yüzü hafifçe buruşmuştu.
Kral bir süre ilerlemiş olan Temsilcilerin üzerinde gözlerini gezdirdi. Daha sonra ise yavaşça konuştu.
"Sizler, kendi sınıfınızda en güçlü olanlarsınız. Ayrıca, buradaki her öğrenci ve katılımcı için de birer örneksiniz. Umarım iyi bir savaş olur."
Temsilciler ne diyeceklerini bilemedikleri için sessiz kalmayı tercih ettiler. Paul ne dediğini dinlememişti bile.
Bu sırada Kral geri çekildi ve taht benzeri koltuğuna oturdu. Onun hemen arkasında Kraliçe ve Prens oturuyordu. Onların arkasında ise Kılıç Ejderi ve Zehirnefes vardı.
Kral yavaşça konuştu.
"Artık başlayalım."
"Hemen Ekselansları."
Yarışma görevlisi anında bağırarak konuşmaya başladı.
"Formasyonu başlatın!"
16 kırmızı cübbeli görevli formasyonun sütunlarına ilerledi ve her biri bir sütunun arkasına geçerek ellerini sütuna koydular. Bu sırada yarışma görevlisi bağırmaya devam ediyordu.
"Savaşlarınız, Görüntü-yansıtma formasyonlarıyla tüm kolezyuma ekranlar halinde yansıtılacak! Savaşın büyüklüğü, savaşan kişilerin sahip olduğu puan gibi etkenler gösterme sırasını değiştirecek! Eğer ki yeterince iyi bir savaş çıkarırsanız, oluşumlarınız tarafından ödüllendirilebilirsiniz!"
"Savaş kısmı, bir kişi 2000 puana ulaşana kadar bitmeyecek! Eğer formasyondan çıkmak isterseniz, künyenizi kırın veya 2000 puana ulaşın!"
Derin bir nefes aldıktan sonra konuştu.
"Savaş kısmında kopyaladığımız alan, bizzat Kral Hazretleri tarafından seçildi!"
O sırada kolezyumun savaş alanını beyaz bir kubbe örtmüştü. İçerideki yarışmacılar neler yapacağını bilemezken alan gittikçe genişledi ve oldukça büyük bir yere dönüştü. Artık, kolezyumdan katlarca daha büyüktü.
O sırada, tüm katılımcılar birbirinden farklı yerlere ışınlandı. Paul etrafına bakınsa da hiç kimseyi göremiyordu. Ancak hala görevlinin sesini duyuyordu.
"Burası, insanlarla barınamayacak suçluların atıldığı, en büyük doğal hapishane!"
Bu sırada Paul'ün ayakları sonunda zemine değmişti. Birden zemini siyah bir renk kapladı. Siyah renkli çimenler ve ağaçlar etrafı doldurdu ve Paul'e oldukça tanıdık bir görüntü oluşturdu.
"Burası, Valheia'nın Karanlık Sürgün Alanı!"
Paul gülümsemeden edemedi. Aynı anda Yaşlı Klaus kahkahalara boğuluyordu.
"Küçük piç Antonius, şu velede ve bana güzel bir hediye vermiş oldun. Pftt... Hahahaha..."
--------------------
[YN]: Karanlık Sürgün Alanı'nı seçmemin nedeni MC'nin şansıdır. Bir MC için şans oldukça büyük bir etkendir. Yeni yer yazmak için üşendiğimden değil yani.
(3/18)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..