"Küçük öğrenci kardeşim, görüyor musun? Bu ayak izleri kısa bir zaman önce oluşmuş. Ayak izlerinin derinliğine bakılırsa yürüyen kişinin acelesi yokmuş gibi görünüyor. Büyük ihtimalle yarışma henüz başladığı için fazla acele etmiyor. Bu bizim için iyi bir şans!"
"Evet Büyük Öğrenci Kardeşim."
16 yaşlarındaki bir çocuk hızla başını sallarken konuştu. "Büyük Öğrenci Kardeşim" dediği adam onun okulundaki üst seviyeli öğrencilerden biriydi. Kendisi de ona epey saygı duyuyordu. Onlarınki gibi ufak bir okulda onun gibi güçlü bir öğrencinin olması onu gururlandırıyordu.
İkili bir süre ayak izlerini takip ettiler ve sonunda ağaçların çevirdiği daire şeklindeki bir bölgeye ulaştılar. Bölgenin ortasında bir taş vardı ve bu taşın ortasında da siyah cübbeli bir genç oturuyordu.
Siyah cübbeli genç kan kırmızısı gözlerini ikiliye çevirdiğinde büyük olan öğrencinin yüzündeki kan çekildi. Küçük öğrenci ise kıçının üstüne düşerken bağırmadan edemedi.
"Kara Büyücü!"
Paul yavaşça gülümsedi ve oturduğu kayadan atladı. Gözlerini ikilinin üzerinde gezdirdi. İkisinin simasını hatırlayamamıştı. Onların aurası da yeterince güçlü görünmüyordu. Yavaşça iç çektikten sonra konuştu.
"20 puanımı verir misiniz, yoksa saldırmalı mıyım?"
Bu sırada elini belinde duran kılıcının üzerine koymuştu. Büyük öğrenci boynundaki künyeyi anında çıkardı ve künyeyi Paul'e atarken diz çöktü.
"Kıdemlinin merhameti için teşekkür ederim!"
Bu öğrenci, ne kadar güçlü olsa da bir Temsilciyle farklı kulvarlarda olduğunu biliyordu. Ne kadar gururlu biri olsa da, ölümün normal bir şey olduğu bu yarışmada gururunu kenara atmazsa öleceğinin farkındaydı.
Paul ona atılan künyeyi havada yakalamıştı. Büyük öğrenci sözlerini bitirdiğinde künyesini parçaladı ve içinden akan bir damla altın sarısı kanı kendi künyesine damlattı. Künyesi kanı anında çekti ve bir kez parladıktan sonra eski haline geri döndü.
Büyük öğrenci anında kolezyumun dışına ışınlanmıştı. Orada, onu yüzü ekşimiş bir okul kıdemlisi bekliyordu. Büyük öğrenci de yüzünü astı ve eğilerek konuştu.
"Özür dilerim usta. Bu öğrenci onunla savaşmaya cüret edemedi."
Okul kıdemlisi başını yavaşça salladı. Üzgün olsa da öğrencisinin yapabileceği bir şeyin olmadığını biliyordu.
"Hayatını kurtarmış olman iyi. Seneye bir kez daha katılabilirsin. Daha 19 yaşındasın."
Öğrenci yavaşça başını sallarken birden arkasında bir kişi daha ışınlandı. Bu, az önce diğerini takip eden küçük öğrenciden başkası değildi.
Küçük öğrenci başını eğip sessizce durmayı seçti. Herhangi bir şey demek için çok utanıyordu ama öyle bir durumda bir şey yapması imkansızdı. Onun kıdemlisi olan öğrenci bile anında pes etmişti. O ne yapabilirdi ki?
Bu sırada Paul oturduğu kayaya geri dönmüştü. Katıldığı andan itibaren yalnızca bu kayaya kadar yürümüştü. Yoldayken biriyle karşılaşmıştı ancak o da az önceki ikili gibi anında pes etmişti. Paul savaşmak istiyorsa diğer temsilcilerden birini bulmalıydı.
Grim'i Valer'ı bulması için göndermişti. Aralarındaki ruhsal bağ güçlendiğinden Valer'ı bulduğunda direkt olarak Paul'ü çağırabilecekti. Bu yüzden Valer'ı bulma işi ondaydı.
Paul aslında Gren'i bulup aradan çıkartmak istiyordu ancak rastgele gezerek birini bulamayacağını biliyordu. Bu yüzden oturduğu yerden ruhsal gücüyle etrafını araştırıyordu.
Sadece ruhsal gücü tüm alanı kaplamaya yeterli değildi ancak "Çevreyle Bir" durumuna geçtiğinde ruhsal gücü ve çevresi tamamen bir oluyordu. Bu sayede ruhsal gücünü yayabileceği alan kat kat genişliyordu.
Elbette, bu şekilde fazla kalamıyordu. Ruhsal gücü yüksek olsa da onun da bir sınırı vardı.
Paul kayanın tepesinde bağdaş kurduktan sonra gözlerini kapadı ve ellerini birleştirdi. Yavaşça ruhsal gücünü etrafına saldı ve bu ruhsal güç havadaki ve yerdeki enerjiyle kaynaştı.
Paul artık etrafındaki doğal veya doğal olmayan her olayı hissedebiliyordu. O anda, kendi olduğu yerden birkaç kilometre uzakta iki kişi savaşıyordu. Kılıç enerjileri ve mana dalgalanmaları bir savaşçı ile bir büyücünün savaşı olduğunu gösteriyordu. İkisi de ortalama savaşçılardı. Büyücü biraz daha baskın gibiydi.
Paul bu savaşa dikkat etmeyi kesip etrafını biraz daha araştırdı ve yaklaşık 20 kilometre uzakta bir başka savaş olduğunu fark etti. Bu savaşta üç kişi tek bir kişiye karşı dövüşüyordu. Dövüşen kişilerin hepsi büyücüydü. Saldırıya uğrayan kişi bir alev büyücüsüydü ve yaydığı aura Paul'e oldukça tanıdık geliyordu.
Gözlerini açtı ve hemen savaşın bulunduğu bölgeye doğru fırladı. Bire bir olsaydı bir savaşta yardım etmezdi ama bire üç gibi dezavantajlı bir savaşta Jenne'ye yardım etmek zorundaydı.
Bölgeye ulaştığında hemen saldırmadan önce bir süre geride bekledi ve izledi. Jenne'nin sol kolu hafifçe yaralıydı. Sağ elinden durmadan alevler fırlarken kendisi de geriye çekiliyordu.
Rakiplerinin ikisi rüzgar büyücüleriydi ve ikisi de durmadan rüzgar bıçaklarını yolluyorlardı. Paul bir süre izledikten sonra aslında bu ikilinin Jenne'nin kaçmasını engellemeye çalıştığını fark etti. O sırada üçüncü büyücü iki elini birleştirmişti ve ellerine büyük miktarda mana yolluyordu. Paul bu tekniğin gücünü fark etmişti. Jenne'nin bu teknikten tek başına kaçmasının da, sağ kalmasının da bir yolu yoktu.
Bu sırada iki rüzgar büyücüsü Jenne'yi üçüncü büyücünün menziline sokmuştu. Büyücünün yüzünde büyük bir gülümseme belirdi.
"Çekilin! Şu orospuyu öldüreceğim!"
İki rüzgar büyücüsü anında geriye atılarak büyücünün menzilinden çekildiler. Jenne kaçacak bir yer aradı ama bulamadı. Gerçekten, böyle bir yerde ölecek miydi?
"Al bakalım! Gürleyen Tayf-"
Birden gümüş bir parıltı büyücünün boynundan geçti ve büyücünün sözlerinin kesilmesine neden oldu. Bundan sonra ise büyücünün başı boynunun kökünden koparak yere düştü ve bir süre yuvarlandı.
"Rüzgar büyüsünün hız avantajını kullanmayı bile bilmiyor bu mal."
Paul kılıcını omzuna yaslarken düşen başı bir kez daha tekmeledi. Daha sonra ise yere düşmüş künyeyi aldı ve cebine attı.
Bu sırada diğer iki büyücünün yüzleri solmuştu. Jenne'ye daha yakın kalan anında elini künyesine doğru götürdü ve onu parçalamaya çalıştı.
"Hayır yapmıyorsun."
Paul'ün elinden fırlayan rüzgardan bir bıçak fırladı ve adamın uzanmış olan elini keserek kopardı. Adam anında çığlıklar atmaya başlayarak yere kapandı. Bu sırada Paul'ün göremeyeceği bir şekilde diğer eliyle künyeye uzanıyordu.
"Akıllanmıyorsun değil mi?"
Bir anda gelen rüzgar bıçağı dalgası adamın vücudunu künyeyle birlikte ikiye böldü. Adamın ikiye bölünmüş cesedi künyenin parçalanması yüzünden dışarıya ışınlanırken Paul ilerledi ve adamın künyesinden çıkan altın rengi damlayı kendi künyesine çekti. Daha sonra ise gözlerini son büyücüye çevirdi.
Büyücü seslice yutkundu. O böyle bir şeyin olabileceğini hiç düşünmemişti. Kıdemli kardeşleriyle savaşın başında karşılaşmış olmak onun kendini şanslı görmesine neden olmuştu. Üçü birlikte olduğu için büyük okullardan birini öğrencisine saldırmaya cüret edebilmişlerdi. Ne de olsa bu kız yaralıydı, yalnız görünüyordu ve kıdemli kardeşi yeni bir teknik öğrendiğini söylemişti. Ne yanlış gidebilirdi ki?
Kara Büyücü'nün birden savaşa katılıp kıdemli kardeşlerini anında öldürebileceğini nasıl bilebilirdi!?
Bu sırada Jenne de şok olmuştu. Yarışma başladığında şanssız bir olayla karşı karşıya geldiği için yaralanmıştı ve daha sonra bu üç büyücünün ortasına düşmüştü. Rüzgar büyücüleriyle dövüşmek zaten onun için bir baş ağrısıyken bir de bunu yaralıyken yapmak zorunda kalmıştı!
Eğer Paul birden ortaya çıkmasaydı o saldırı onu kesinlikle öldürürdü. Bu yüzden o anda Paul'e minnettardı.
Bu sırada Paul hala son yarışmacıya bakmaya devam ediyordu. Sonra kılıcını kınına geri soktu ve konuştu.
"Diğer Temsilcilerden biriyle karşılaştınız mı? Karşılaştıysanız neredeler?"
Büyücü hızla başını sağa sola salladı. Paul'den önce başka bir Temsilciyle karşılaşmamıştı. Zaten karşılaşmış olsalardı büyük ihtimalle çoktan ölmüş olurlardı.
"Peki ya Gren Ferrua?"
Büyücü yeniden başını sağa sola sallarken Jenne'nin ifadesi karardı. Paul de bunu fark etmişti.
Bu sırada Büyücü titreyerek konuştu.
"K-kıdemli, h-hayatımı bağışlayabilir misiniz acaba?"
Paul gözlerini bir kez daha büyücüye çevirdi. Daha sonra ise elini yavaşça kaldırdı ve elinden fırlayan parlak alevlerden oluşan bir kılıç hızla büyücünün kalbine saplandı.
Büyücü çığlık atma fırsatı bulamadan tüm vücudu küllere dönmüştü. Künyesi erimişti ve içindeki kan alevlerin arasında altın bir nokta olarak parlıyordu.
Paul önce gidip büyücünün künyesinden çıkan kan damlasını kendi künyesine çektikten sonra kafasını kopardığı adamın künyesini Jenne'ye fırlattı.
Jenne künyeyi havada tuttuktan sonra bir süre Paul'e baktı. Daha sonra ise künyeyi geri uzattı.
"Onları öldüren sendin. Al şunu."
Paul gülümsedi.
"Bedavaya bir şey vermiyorum zaten. Gren Ferrua'yı gördün mü?"
Jenne bir süre sessiz kaldı. Daha sonra konuşmaya karar verdi.
"Yarışmanın başında o piçle aynı yere düştüm. Beni yaralayan da oydu zaten. Eğer beni yaralamamış olsaydı bu adamların karşısında böyle bir durumda kalmazdım."
Paul başını salladı. Jenne'nin gücünü biliyordu ve bu üçüyle dövüşemese de en azından kaçabilecek kadar güçlüydü. Yarası onun için büyük bir dezavantaj olmuştu.
"Yaralandıktan sonra nasıl kaçtın?"
Jenne hafifçe gülümsedi.
"Özel bir kaçış tekniğim var. Fazla kullanamıyorum ama orada kullanmasaydım çoktan ölmüş olurdum."
Paul başını salladı. Daha sonra ise başından beri sormak istediği soruya geldi.
"Gren'le nerede savaştınız? Nereye gitmiş olabilir?"
Jenne bu sırada çıkardığı bir hapı yutmuştu. Paul'e cevap vermeden önce bir süre düşündü.
"Siyah çimenlerle dolu bir ova var. Buranın biraz doğusunda kalıyor. Orada olan kişiler yalnızca bizler değildik. Başka yarışmacılar da vardı. Sanırsam hala savaşıyorlardır."
Paul başını salladı ve hemen gözlerini doğuya çevirdi. Aslında, doğunun nerede kaldığını bilmiyordu. Ancak yön duygusu kötü olsa da bir yerde yeterince vakit geçirince orayı ezberleyebiliyordu. Jenne'nin bahsettiği yerin Kara Ova olduğunu anlamış ve hemen oraya dönmüştü.
O sırada Jenne endişeli bir sesle konuştu.
"Gren'in yanında iki kişi daha var. Ferrua ailesinin katılımcıları sanırım. İkisi de zirve seviye savaşçılar. Onlara dikkat et. Tek başına onlara karşı güçlü olsan bile o ikisi birbirlerinin tekniklerini tamamlıyor."
Paul bir kez daha başını salladı. Daha sonra yavaşça sordu.
"Yaran iyileşti mi?"
"Hmm."
Jenne yavaşça başını sallarken artık iyileşmiş olan sol elini kaldırdı. Az önce içtiği hap yaraları iyileştirmekte kullanılan basit ve yaygın bir ilaçtı. Ancak yeterli süre verildiğinde oldukça etkiliydi.
Paul başını yeniden Kara Ova'nın bulunduğu yöne çevirdi. Daha sonra ise hızla ilerlemeye başladı.
--------------------
[YN]: Yine yazacak bir şey bulamadım. Toplu hazırlarken bir de not düşünmek ne kadar zor biliyor musunuz?
(4/18)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..