Işık, altı element arasında sonsuzluğu temsil eden iki elementten biriydi. O sırada kendini Işık Elementinin yasalarının rahatlatıcı doğasına bırakmış olan Paul’ün aklında Spadia’nın söylediği sözler gelmişti.
“Işık elementi mutlak sonsuzluğu temsil eder. O, derin ve rahatlatıcıdır. Ölümlüler onun varlığına taparlar ve ona zarar vermezler. O, başlangıçtır ve sonun hazırlayıcısıdır.”
Işığın rahatlatıcı ve kutsal doğasını hisseden Paul vücudunun yavaş yavaş ışığın kendisiyle bir olduğunu hissedebiliyordu. Yasa enerjisi vücudunun her bir köşesine işlerken düşünceleri buğulanmaya başlamıştı.
Bu sırada, kan akışı birden hızlandı. Paul’ün zihninin bir varlığı kutsal olarak görmeye başladığını gören Kan Kanatlı Anka kanı hızlanıp ısınarak onun vücudunu uyarmış, yüzünde sert bir ifadenin oluşmasına neden olmuştu.
Paul’ün vücuduna işlenen ışık yasaları hızla dağılırken Paul kaşlarını çatmıştı. Az önce onun zihnini bastıran bu yasa enerjisini artık tamamen hissedebildiğinden onu bırakmayı düşünmüyordu.
Yasa enerjisini anka aurasıyla baskıladıktan sonra yavaşça enerjiyi kısıtlamaya başladı. Yaklaşık bir saatlik bir süreden sonra yasa enerjisi tamamen kısıtlanmıştı.
Bu bir saatlik sürede, Paul garip bir şeyi fark etmişti. Anka aurasıyla karşılaşan yasa enerjisi bir bilince sahipmiş gibi görünüyordu.
Bu oldukça garip gelmişti. Çünkü bu yasa enerjisi sanki kafese kısılmış bir hayvan gibi aurasını zorlamış ve Paul’den uzak kalmaya çalışmıştı.
Yasa enerjisinin bu garip halini fark eden Paul kaşlarını çatmış ve anka aurasını iyice baskın bir hale getirmişti. Işık yasası enerjisinin ona istemsizce olsa da yaklaştığını fark edince ağzını yavaşça açmıştı.
Bu sırada, kanının derinlerinden gelen bir istek tüm vücudunu sardı. Etrafına yayılan anka aurası gittikçe güçlenirken kanatları kendi kendine ortaya çıktı. Gözleri hızla incelirken ruh sarayının içindeki kızıl ruh parçası anında parlak bir şekilde parlamaya başlamıştı.
Bu değişimleri izleyen Spadia’nın ağzı sonuna kadar açık kalmıştı. Aynı zamanda, Paul’ün ağzından gür ve hırıltılı bir ses yükselmişti.
“Ben, kanla boyanmış kızıl sarayın imparatoru ve ilk cehennemin mutlak lideriyim.”
Onun sözleri Spadia’nın anlayamadığı bir dilde sarayda yankılanırken Allatra’nın bıraktığı kan kırmızısı ruh parçası iyice sarsılmaya başlamıştı.
“Ben, milyon ankadan oluşan ölüm ordusunun lideri, kıyameti getiren elçiyim.”
Paul’ün iki eli havaya kalkarken pençeleri kızıl bir aurayla kaplanmıştı. Gözleri Spadia’nın daha önce görmediği bir kibir ve gurur taşıyordu.
“Sana, ismimle emrediyorum. İtaat et!”
Işığın yasa enerjisi bir anda durgunlaştı ve sakinleşti. Az önce Paul’den uzak duran ve ona yaklaşmayan yasa enerjisi bir anda Paul’ün etrafını sarmaya başladığında Paul’den yayılan anka aurası da kesilmişti.
Allatra’nın bıraktığı ruh parçası yavaşça eski haline dönerken Spadia gözleri sonuna kadar açık bir halde orada bekliyordu. Az önce olan şeylerin ne olduğunu anlamasa da Paul’ün bundan bir kazanç kazandığı belliydi.
Paul’ün vücudunu saran ışık yasası enerjisi ondan ayrılmıyor ve Paul’ün emrinde gibi görünüyordu. Bu ışığın yasası üzerinde küçük kavrayışa ulaştığını belirtiyordu.
Ancak Paul’ün ruhsal durumu biraz farklıydı. Direkt olarak Paul’ün ruh sarayında bulunan Spadia bu değişikleri kolayca fark edebiliyordu. Paul’ün ruhu tam olarak gelişmese de güçleniyordu.
Paul’ün baygın vücudunu yerden kaldırıp sarayın içindeki havuza götüren Spadia onu suya daldırdıktan sonra derin bir iç çekti. Gözlerini tahtın arkasındaki yazılara doğru çevirmişti.
Nedense, az önce Paul konuştuğunda o yazıtların da parıldadığını gördüğünü fark etmişti.
------------------------------
“Hah…”
Paul gözlerini açtığında çoktan ruh sarayından ayrılmıştı. At arabasının tavanına bakarken başındaki ağrı epey canını yakıyordu.
Bir süre ağrının azalmasını bekledikten sonra yavaşça dikleşti. O dikleşirken gri renkli bir örtü de üzerinden kayarak düştü.
Paul düşen örtüye bir süre baktıktan sonra at arabasının diğer tarafında uyuyakalmış kısa boylu figüre baktı. Büyük ihtimalle onun üzerini örten kişi oydu.
Derin bir nefes aldıktan sonra ayağa kalktı. Bu sırada ondan fazla uzakta durmayan Grim hızla onun sırtından omzuna tırmanmıştı.
Grim’in başını hafifçe okşayan Paul bir süre kendi vücudunu inceledi. Vücudu oldukça hafif hissettiriyordu ve hareketleri öncesinden daha hızlı geliyordu.
Bu durumu fark ettiğinde bayılmadan önce olan şeyleri düşünmeye çalıştı. Spadia’nın ışık yasası enerjisiyle onun etrafını sardığını hatırlıyordu. Daha sonra, bu enerjiyi aurasıyla kaplamış ve bastırmıştı. Ardından…
Hatırlayamadı. Anılarında bir boşluk, daha doğrusu bir engel vardı. O an olan şeyleri hatırlamaya çalıştığında başına öyle güçlü bir ağrı girmişti ki az daha yeniden bayılıyordu.
Ama bu Paul’ün merakını yükseltmişti. Tam olarak ne olmuştu da kendi anılarına bile ulaşamaz hâle gelmişti?
Eliyle alnını ovuşturdu. Daha doğrusu, siyah maskenin alın kısmını ovuşturdu. Yere oturdu ve düşüncelere daldı.
Bu sırada Spadia’nın sesi zihninde yankılandı.
“Fazla kurcalama velet. Bu durumu anlamaya çalışırken zihnini bile kaybedebilirsin.”
“Hm?”
Paul Spadia’nın sözleri yüzünden şaşırmıştı. Bu sırada Spadia konuşmaya başladı.
“Ankalar, gerçeklikteki en gururlu varlıklardır. Bu tüm gerçeklik tarafından bilinen bir durumdur. Onların yüksek türleri genelde farklı türlerle konuşmayı bile reddeder. Bu nedenle ankaların yalnızca türler arası olarak konuştukları bir Anka Dili vardır.”
“Anka Dili, kan ile taşınır ve kan belirli bir seviyeye evrimleştiğinde ortaya çıkmaya başlar. Kan Kanatlı Ankaların evrim çizgisine göre, şu anda Kaosgetiren Anka evriminin sınırlarında olmalısın. Yalnızca bir kıvılcıma ihtiyacın var.”
Paul’ün gözleri bir anda heyecanla dolmuştu.
“Yani evrim geçirmek üzere miyim?”
“Öyle de diyebilirsin. Aslında, çoktan yarım adımı atmış olarak sayılırsın. Ruhun gerçek bir ankanın ruhuna evrimleşmeye başladı bile. Bu nedenle Anka Dili de iyice içine işleniyor.”
Spadia ufak bir kahkaha attıktan sonra konuşmaya devam etti.
“Aslında, evrimleşmeden önce Aziz seviye bir büyücü olursan çok mutlu olacağım. Çünkü o zaman aslında dillerin ne kadar önemli olduğunu anlayacaksın.”
“Hm?”
“Bir şey yok. Aziz seviyeye varana kadar bu önemli değil.”
Paul kafası karışmış olsa da Spadia’nın ona anlatmayacağını biliyordu. Bu nedenle bu konuyu şimdilik bırakmaya karar vermişti.
Yavaşça yeniden ayaklanırken at arabasının dışına bir bakış attı. Parlak beyaz ay karanlık gecenin ortasında oldukça güzel bir gece oluşturuyordu.
“Ayrıca, çoktan ışık yasasında küçük kavrayışa ulaştın.”
Spadia’nın sözleri zihninde yankılandığında Paul bir kez daha şaşırdı. Eğer Spadia’nın dediği şey doğruysa o halde savaşçı olarak Aziz seviyeye ulaşması beklediğinden daha kısa sürebilirdi.
Derin bir nefes aldıktan sonra at arabasının sürücü koltuğuna ilerledi. Orada iki kişi için yeterince yer olduğundan siyah pelerinli adamın yanında oturacak yer vardı.
Adamın yanına geçtiğinde adam ona bir bakış attı. Ardından yeniden önüne döndü.
İkisi de herhangi bir şey konuşmadan yalnızca at arabası ile birlikte yol alıyorlardı.
-----------------------------
Devasa, yıldırımlarla kaplı adanın ortasında duran beyaz, adanın tam merkezinde duran büyük sarayın derinlerinde, saf siyah renkli 15-16 metrelik bir çekiç duruyordu. Yuvarlak bir başa sahip olan bu çekicin ön yüzünde morumsu siyah bir çember vardı.
Üzerinde oldukça küçük, garip yazılar ve farklı yuvarlaklar bulunan bu çember sürekli olarak kendi etrafından dönüyor ve değişiyordu. Bazen, çemberin ortasında mor bir güneş, ay veya yıldız şekli ortaya çıkıyordu.
Bu çemberin olduğu çekiç, bu sırada havadan çıkan saf siyah zincirlerle olduğu yere bağlıydı. Hemen karşısında yalnızca bu devasa çekicin kullanılabileceği mor bir örs duruyordu.
Bu çekicin olduğu oda sarayın içinde olsa da başka bir yerde gibiydi. Oldukça garip ve kafa karıştırıcıydı.
Aynı zamanda, bu oda tüm saraydaki mananın merkeziydi. Aynı zamanda, mana bu kısımda toplanarak çekice ve çembere eklenmeye devam ediyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..