Yaşlı adam kılıçları siyah kutudan çıkardığı anda Paul’ün gözleri çoktan parlamaya başlamıştı.
Kılıçlar Paul’ün istediği gibi bir yapıya sahiplerdi. Herhangi bir şekilde eğimleri yoktu ve yalnızca tek ağızları keskindi. Parlak kızıl bir bıçağa ve siyah renkli bir kabzaya sahiplerdi. Kabzalarında ufak, kırmızı bir işaret bulunuyordu ancak işaret nedense silinmiş gibiydi ve ne olduğu anlaşılmıyordu.
Yaşlı adam Paul’ün bu kılıçlara ilgi duyduğunu görünce hafifçe gülümsedi ve konuştu.
“Bu kılıç benim eserlerimden değil. Gençliğimde kıtayı gezerken bulduğum bir savaşçının mezarından alındılar. Oldukça eski olduklarını söyleyebilirim ancak kılıç herhangi bir şekilde eskimemiş veya yıpranmamış. Sağlamlığı benim kılıçlarımdan bile üstün.”
Yaşlı adamın da gözleri parlarken konuşmaya devam etti.
“Kılıcın en büyük özelliği dövüldüğü metal. Bu metal özel olarak yapılan ve doğada bulunmayan bir metaldir. Basitçe, kara altını özel bir dövme yolunu kullanarak canavarların kanıyla birleştirerek yapılsa da gereken kan miktarı çok yüksek olduğundan genelde bu metal çok değerlidir. Öyle ki, şu ana kadar onu satabileceğim birini bulamadım.”
“Kılıçların bir adı yok. Çünkü ilk sahibinin ne isim verdiğini bilmiyorum ve böyle bir çift kılıcı kuşanan birine saygı duyuyorum. Bu nedenle yeni bir isim vermeyeceğim. Gerçi sen alırsan ne isim vereceğin umurumda değil. Ancak uyarayım, kılıçlar pahalıdır.”
Yaşlı adam sözünün sonuna doğru özellikle uyarsa da Paul anında konuştu.
“Bana bir fiyat ver yaşlı adam.”
Yaşlı adam gülümserken başını iki yana salladı.
“Bu kılıçları parayla alamazsın genç adam. Onları yalnızca aynı değerde olabilecek bir şey ile takas ederim.”
Bunu duyan Paul kaşlarını hafifçe çatarken boyutunda hafifçe bir göz gezdirdi. Aslında yaşlı adama verebileceği birçok şey vardı ancak bu şeylerin en olduğunu kendisi de bilmediğinden vermek ile vermemek arasında kalmıştı.
Kılıçlara bir bakış daha attıktan sonra derince iç çekti ve sordu.
“Bir hazine veya materyal olması fark etmez değil mi? Yeterince değerli veya nadir olması yeterli.”
Yaşlı adam başını hafifçe sallarken konuştu.
“Elbette ancak fiyat olarak değerden bahsetmiyorum. Benim için değerli olmalı. Nadir bir metal veya hazine benim seçimim olacaktır. Kristaller veya özel ilaçlar da olabilir.”
Paul başını salladıktan sonra etrafında bir süre göz gezdirdi. Ardından yavaşça konuştu.
“İçeri geçelim yaşlı adam. Kılıçları alacağım.”
Yaşlı adam iki kılıcı da kutuya geri koyduktan sonra diğer kutuları da alarak içerideki kapalı bir alana yöneldi. Onun ardından kapalı odaya giren Paul odanın içindeki sandalyelerden birine otururken hemen karşısında oturan yaşlı adama ne vermesi gerektiğini düşünüyordu.
Bir süre düşündükten sonra hazinelikten aldığı metalleri gözden geçirmeye başladı. Bir demirci olan yaşlı adamın bunlara ihtiyaç duyabileceğini biliyordu ancak hangisinin yeterli olduğunu bilmiyordu. Madenlerin çoğu aynı boyutlarda olduğundan büyüklüklerine göre karşılaştıramıyordu.
En sonunda morumsu gümüş renkli bir madenin ufak bir parçasını vermeye karar vermişti. Elbette, madenin asıl boyutuna göre bu ‘ufak’ parça tam set bir zırh dövmeye yetecek kadar büyüktü.
Paul elini savurduğunda birden garip metalin parçası havada belirmiş ve yaşlı adam ile arasındaki masanın üzerine düşmüştü.
Maden masanın üzerine düştüğü anda masanın bacakları ve üst kısmı kırılmış, madenin yere gömülecek kadar düşmesine neden olmuştu. Çelik Kalp Sarayı’nın ikinci katı ile üçüncü katı arasındaki sağlam tabanda büyük bir kırık bırakan metal garip bir parıltı taşıyordu.
Yaşlı adam sonuna kadar açılmış gözleriyle metale bakarken sordu.
“Sen… Bu… Nasıl… O masa Arbanian metalinden yapıldı. Silahlarda işe yaramaz olsa da ağırlığı ve sağlamlığı birçok şeyden üstündür. Bu metal… Neyin nesi böyle?”
Adamın heyecanlı ses tonunu dinleyen Paul içten içe mutlu olsa da yüzünde bir şey belli etmemiş ve cevaplamıştı.
“Ne olduğunu bilmiyorum ancak normal bir şey değil.”
Yaşlı adam metalin yanına eğilip incelemeye başlarken bir kez daha sordu.
“Bu şeyi nereden buldun?”
Paul kaşlarını çatarken soğukça konuştu.
“Bu seni ilgilendirmez.”
Yaşlı adam bundan sonra herhangi bir şey sormadan metali parçasını incelemeye devam etmişti. Bazen yasa enerjisiyle işlenmiş bir monokl takarak özel olarak inceliyor bazen ise sertliğini özellikle inceliyordu.
En sonunda derin bir nefes alarak sandalyesine geri oturan yaşlı adamın yüzü heyecandan hafifçe kızarmıştı. Kılıçların bulunduğu kutuyu Paul’e uzatırken konuştu.
“Bu metalin değeri oldukça fazla. Bunu işleyebilir miyim bilmiyorum ancak bu metal ile işlenmiş bir şeyin büyük şeyler yapabileceğinden eminim. Kılıçları al. Aynı zamanda…”
Odanın köşesindeki dolabın yanına giden yaşlı adam bir kutu daha çıkardıktan sonra yeniden Paul’ün yanına geldi. Kutuyu açtı ve içindekileri direkt olarak Paul’e uzattı.
Kutunun içinden çıkardığı şey kızıl bir ‘X’ simgesine sahip bir çift siyah kındı. Boyutları Paul’ün aldığı kılıçlara tam olarak uyan kınların özel olarak yapıldıkları belliydi.
“Bu kınları yapan kişi benim. Seviyeleri kılıçlarınkiyle aynı değil ancak onları sürekli olarak kutuda taşıyamazsın sonuçta değil mi?”
Yaşlı adam gülerek konuşurken Paul kılıçları kınlarına sokmuş ve belinin iki yanına asmıştı. Ağırlıklarının tam istediği gibi olduğunu fark eden Paul yaşlı adama daha fazla önem vermeden demirci ocağından ayrıldı.
İstediği şeyi çoktan aldığından şimdi çalışmaya başlaması gerekiyordu. Bunun için en iyi seçeneği ise Yaradan Yetiştirme Zindanına girmekti.
Kılıçlar ruhuna bağlı olmadıklarından onları ruh sarayında canlandıramıyordu. Ancak zindana gittiğinde bu dünyadan kopacaktı ve birden ortadan kaybolması garip olabilirdi.
Derin bir nefes alırken önce kalacak bir yer bulması gerektiğini düşünen Paul etrafında Mutlak Sezgiyi kullanarak Simon’ı araştırmıştı. Ancak o sırada Simon zaten ona doğru geldiğinden fazla araştırmasına gerek kalmamıştı.
Simon’ı çağırıp Çelik Kalp Sarayından ayrılırken bir yandan da ona kalabileceği bir yeri soruyordu. Onu anında cevaplayan Simon nedense ona daha saygılı davranıyordu.
Paul bilmiyordu ancak o kılıçları alırken Simon da başka bir demirciye gitmiş ve Paul’ün ona verdiği büyülü kılıcı inceletmişti. Parasını aldıktan sonra kılıcı iyice inceleyen demirci ise incelemesi bittikten sonra şok olmuş bir şekilde kılıcın oldukça büyük bir hazine olduğundan bahsetmişti.
Paul’ün kendisine böyle bir hazineyi kolayca verebilmesine şaşıran Simon yanındaki kılıca artık daha da dikkatli davranmaya başlamıştı. Bir daha böyle bir kılıcı bir daha bulup bulamayacağından emin değildi.
--
“Ellen, buraya doğru gel. Kalacağımız yere buradan gidiliyor.”
“Geliyorum.”
Ellen gülümseyerek Alean’ın elçisi olan yaşlı kadını yollarda takip ederken bir yandan da sokakta olan her dükkânı gözleriyle inceliyordu. Satılan farklı yiyecekler, eşyalar ve hatta dükkânların şekilleri bile ilgisini çekiyordu.
“Oh, burası cidden büyük.”
Gözleri Çelik Kalp Sarayının üzerinde bir anlığına duran Ellen aslında fazla ilgi göstermemişti. Çelik Kalp Sarayı birçok şeyin satıldığı bir yer olsa bile ruh ile ilgili şeyler böyle yerlerde bulunmazlardı ve daha çok savaşçılar böyle yerlerde bulunurlardı.
O tam gözlerini çekecekken kapıdan ayrılan bir figürü görmüş ve adımlarını durdurmuştu. Yanındaki genç adamla konuşan Paul’ü fark ettiğinde ise yüzünde hafif bir gülümseme belirmişti.
Ellen’in durduğunu fark eden yaşlı elçi de adımlarını durdurmuş ve beklemeye başlamıştı. Ellen’in Paul’e ilgi duyduğunu anlamıştı ve buna fazla karşı olduğu söylenemezdi. Ellen’in ailesinin ne diyeceğinden emin olmasa da iki yetenekli kişinin arasına girecek birisi değildi.
Bu sırada Ellen Paul’e doğru ilerlemeye başlamıştı.
(YN: Şu sıralar nedense yazamıyorum. Tatil olmasına rağmen üzerime bi lanet çöktü. İnşallah düzelir yakında.)
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..