“Hm?”
Omzundaki Wulian’a bir bakış atan Paul yaşlı adamın önüne bir para daha attıktan sonra oradan uzaklaştı. Oradaki diğerleri onun gümüş rengindeki parayı kolayca vermesine şaşmışlardı ve yaşlı adam da onlara dahildi.
Çalmayı bir anlığına kesen yaşlı adam yerdeki parayı aldıktan sonra bir sür inceledi ve sonraki saniyede gözlerini sonuna kadar açarken parayı ve flütünü alarak oradan uzaklaştı. Önceden yaşlı adamı dinleyen kişiler bunu neden yaptığını anlamasalar da Paul biliyordu.
Attığı para bir gümüş para değil, platin paraydı. Kıtadaki en yüksek para birimi olan platini gören adam elbette başkalarının bunu görmesini istememişti.
O sırada Simon ve Semia Paul’ün yanına ulaşmışlardı. Bir süre önce karşı karşıya gelmiş olan ikili beyaz kuşun onları bir yere götürmek istediğini anlamış olsalar da en sonunda Paul’e ulaşacaklarını düşünmemişlerdi.
Sarayda gördüğü gücü hatırlayan Semia anında gerilirken Simon daha rahat bir durumdaydı. Şehri gezerlerken Paul’e biraz alışmıştı.
Paul ikisine bir bakış attıktan sonra yavaşça konuştu.
“Veuria’ya gidiyorum. Seni direkt olarak kurda götüreceğim Simon. Ve sen…”
Semia’ya bir bakış atan Paul onun hafifçe titrediğini fark ettiğinde iç çekti ve konuştu.
“Büyücülük bu dünyada yayılmaması gereken bir şey. O yolda gelişmek istiyorsan bir şansın olacak. Ancak buradaki her şeye veda etmeli ve beni takip etmelisin. Kabul ediyor musun?”
Semia bir anlığına düşüncelere dalmıştı. Aklına ustasıyla geçirdiği zamanlar bir anlığına dolsa da sonraki anda zihnini sakinleştirmiş ve kararlı bir şekilde konuşmuştu.
“Evet.”
Paul hafifçe başını salladı. Semia’nın kan soyunun değerini ve sahip olduğu Aziz mana çekirdeğinin değerini biliyordu. Bir habislord veya habistanrı çekirdeği kadar önemli olmasa da en azından büyücü yolunda aziz seviyeye çıkması o kadar zor olmayacaktı.
Zara gibi mananın kullanılamaz miktarda olduğu bir dünyada kalması cidden yazık olurdu. Aynı zamanda, Paul ilerideki zamanlarda tek başına kalmamasının daha iyi olacağına karar vermişti. Etrafında birkça kişi tutmalıydı ve bu birkaç kişi güçlü figürler olmalılardı.
Semia’nın kararlı cevabından sonra Simon bir süre sessiz kalsa da sonrasında konuşmuştu.
“Eğer izin verirsen… Ben de seni takip etmek istiyorum.”
Simon bu kararı neden verdiğini bilmiyordu. Daha önce hep kendi yolunda ilerlemişti ve hayatının kalanında böyle ilerleyeceğini düşünmüştü.
Peki neden bu adamı takip ediyordu? Aslında, cevabı epey basitti.
Simon merak ediyordu. Paul’ü saran sırları ve bu sırların içinde yatan şeyleri merak ediyordu. Büyü adı verilen gücü merak ediyordu. Aynı zamanda, zirveye ulaşmanın vereceği hissi merak ediyordu.
Bu genç adam bunu yapabilir miydi? Bilmiyordu. Ancak içinden bir his bundan başka bir şansı olmadığını söylüyordu.
Paul Simon’ın ani isteği nedeniyle şaşırsa da sonrasında başını sallayarak onayladı. Simon’ın kendi kılıç tekniğini oluşturmuş olması ve Kaderin Çemberinde kılıca dayalı bir heykelden yardım alması onun kılıca olan yatkınlığını ve yeteneğini temsil ediyordu. Onu yanında bulundurmamasının bir nedeni yoktu.
Paul’ün onayladığını görünce Simon rahat bir nefes almıştı. Sonrasında, üçü birlikte şehrin çıkışına ilerlemeye başlamışlardı.
Onların ayrıldığı yerdeki bir binanın tepesinde o sırada beş siyah pelrinli adam belirmişti. Yüzlerine taktıkları siyah maskeler ile yüzlerini gizleyen pelerinli adamlar birbirlerine baktıktan sonra aralarından birisi konuştu.
“Dört numara, git ve elçiye haber ver. Bir kez Veuria’nın sınırlarını geçiklerinde onları yakalamak kolaylaşacaktır. İki, üç, beş, siz benimle birlikte geleceksiniz. Sınırları geçmelerini beklemek mantıklı olsa da burada işlerini bitirmek daha yararlı olacaktır.”
Aralarından birisi anında başını sallayıp oradan ayrılırken diğerleri ilk konuşan siyah pelerinli adamı takip etmeye başlamış ve hızla Paul’ün peşine düşmüşlerdi.
--
Kısa bir süre içinde başkentten ayrılan Paul, Simon ve Semia o sırada yavaş adımlarla şehirden uzaklaşan bir patikada ilerliyorlardı. Patika Veuria’ya yakın olan bir başka şehre doğru ilerliyordu.
Elbette, Paul tüm bu patikayı yürümeyi düşünmüyordu. Başkentten yeterince uzaklaştığı anda Simon ve Semia’yı alıp uçmaya başlayacaktı. Yoksa Veuria’ya olan bu yolculuğun oldukça uzun süreceğini biliyordu.
“Meow!”
Bir anda omzundaki Grim’in miyavlamasına şaşıran Paul gözlerini ona çevirmişti. Grim ise bir süre gözlrini onunkilere dikmiş v sonra birden omzundan aşağıya atlamıştı.
Ne olduğunu hiç anlamayan Simon ve Semia’nın aksine kan anlaşması sayesinde basitçe anlayan Paul birilerinin onları takip ettiğini anlamıştı. Kendi ruhu yaralı olduğundan onları hissedemese de Grim’in hislerinden kaçınamamışlardı.
Grim’i grubu halletmek için arkasında bırakırken diğer ikisine döndü ve konuştu.
“İşaret verdiğim anda beni takip ederek koşun. En hızlı şekilde.”
İkili anlamasalar da başlarını salladılar. Ardından Paul yere sertçe bastı. Hızının ikisine yetişecek bir seviyede olmasına dikkat ederken konuştu.
“Şimdi!”
Üçü bir anda başkentten uzaklaşmaya başladıklarında peşlerinden gizlice yaklaşan siyah pelerinli adamlar endişelenmişlerdi.
Onlar Paul’den gizli almak için uzak durduklarından konuşmalarını duyamamışlardı ve Paul’ün onları hissettiğini düşünüyorlardı. Eğer Paul onlarla savaşmak isteseydi bu onların yararına olurdu ancak kaçması oldukça kötü bir haberdi.
“Lanet olsun! Gizlilik önemli değil! Yakalayın!”
Siyah pelerinli adamlar aynı anda ileriye atılırlarken oldukça hızlı hareket ediyorlardı. Pelerinleri hızlı hareketleri yüzünden dalgalanıyordu.
“Hm? Bu… Ne?”
Bir anda oldukları yerin tamamen değiştiğini fark eden dört adam istemsizce birbirlerine bakmışlardı. Az önce güneşin tepede olduğu sıcak çöl o anda yerini sonsuza kadar uzanan soğuk bir karanlığa bırakmıştı.
“Ruh tekniği? Hayır. Olamaz. Fazla gerçekçi.”
Bir numaralı siyah pelerinli adam etrafını incelerken kendi kendine mırıldanıyordu. Ruh gücünü birkaç kez etrafına salmış olmasına rağmen etrafındaki karanlığın bir ruh tekniği olup olmadığını kavrayamamıştı.
O anda, birden karanlık zeminde parlak kırmızı çatlaklar belirmiş ve kızıl renkli bir sis bu çatlaklardan sızmaya başlamıştı. Sis direkt olarak havaya yükselmek yerine aşağıya çöktüğünden sanki karanlığı dolduran bir sıvıymış gibi görünüyordu.
“Argh!”
“B-Bu da ne!?”
“Siktir! Argh!”
Dört pelerinli adam aynı anda acılı çığlıklar atmaya başlamışlardı. Kızıl sisin değdiği ayaklarını hareket ettiremiyorlardı ve ayak derileri yüzülüyormuş gibi bir acıyı devamlı olarak hissediyorlardı.
Ancak bu acı yalnızca başlangıçtı. Kızıl sis birikmeye devam ederek önce diz seviyesine, oradan da bel seviyesine kadar ulaşmıştı. Ardından boyunlarına kadar ulaşarak her birini inanılmaz bir acıya maruz bırakmaya başlamıştı.
Acıya dayanamayan üç pelerinli adam çoktan ağızlarındaki gizli zehirleri yutarak intihar etmişlerdi. O anda hâlâ dayanan, daha doğrusu dayanmaya çalışan tek kişi bir numaraydı.
Bir numara doğumundan beri Veuria için yetiştirilmiş birisiydi ve bağlılığı kelimelerle açıklanamazdı. O anda elçiye geri dönmesi ve her şeyden vazgeçmesini söylemesi gerekiyordu.
Bunu yapan kişi her kimse onun o gençleri koruduğu belliydi ve gücünü kendisi gibi bir Büyükusta bile hissedemiyordu. Böyle birini ülkeye düşman etmek yalnızca kesin yıkımı getirirdi.
Hayatta kalabileceğinden emin olmasa bile denemek zorundaydı.
Bu sırada, gözlerinin önünde inanamadığı bir şey belirmişti. Kendisinin içinde acı çektiği kızıl sisin üzerinde sanki normal bir zeminde yürürmüş gibi yürüyen siyah bir kedi yavaşça ona yaklaşıyordu!
Siyah kedinin her ufak adımıyla istemsizce titrediğini hisseden bir numara kendisini sakinleştirmeye çalışsa da başaramamıştı. Kedi tam önüne geldiğinde sonuna kadar açılmış gözlerinde korku belirmişti.
Kedi ise yalnızca ufak patilerinden birini ileriye uzattı ve yavaşça adamın başının üzerine doğru bastırdı.
“Crack!”
Bir numaranın kafatası anında içeriye doğru gömülmüş ve kafası parçalanmıştı.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..