“Meow!”
Bir anda Paul’ün omzunda yeniden beliren Grim seslice miyavlayıp simon ile Semia’yı şaşırtmıştı. Paul ise hafifçe gülümsemiş ve elini uzatarak hafifçe Grim’in başını okşamıştı.
“Aferin. İyi kız.”
Grim’in mutlu mırıldamasını bir süre dinledikten sonra arkasına dönen ve çoktan gözden kaybolmuş başkentin yönüne bakan Paul Simon’a sordu.
“Yakınlarda büyük bir şehir veya köy var mı?”
Simon bir süre düşündükten sonra cevapladı.
“Olmaması gerekiyor. Çölde bağımsız yaşayan bazı kabileler olsa da onlar başkente asla yaklaşmaz.”
Paul başını hafifçe salladıktan sonra hafifçe gerindi. Ardından, bir eliyle Simon’ın kolunu tutarken diğeriyle de Semia’nınkini tuttu.
İkisi ne olduğunu anlamamışken Paul derin bir nefes almış ve etrafındaki yasa enerjisini yönetmeye başlamıştı. Birkaç saniye sonra, yerden hafifçe yükselmeye başlamışlardı.
“Bu… Eh? Dur, uçuyor muyuz?”
“Nasıl?”
Simon ve Semia şaşkınlıklarını ifade ederlerken Paul çoktan yerden iki yüz metre yükseğe fırlamıştı. Ardından, Veuria’nın bulunduğu yöne dönmüş ve hızla ilerlemeye başlamıştı.
Kanatlarını kullanmasa bile uçuş hızı hafife alınabilecek bir şey değildi. Öyle ki, yalnızca birkaç saat içinde Keln’in sınırlarından ayrılıp Veuria’ya geçebilirdi.
--
“Veuria’ya gittiklerini mi söyledin?”
Veuria’nın yaşlı elçisi Waren karşısında tek dizi üzerine çökmüş siyah pelerinli adama bakarken konuştu. Adam bir anlığına titrese de sonrasında cevapladı.
“Yolları Veuria’ya doğruydu ancak bizi şaşırtmak için kullandıkları bir şey de olabilir. Diğerleri onların peşinden ilerliyor.”
Yaşlı kadın başını birkaç kez salladıktan sonra yavaşça konuştu.
“Bir numara onları avlamaya yetecektir. Ancak eğer bir numaranın elinden kurtulabilirlerse başımıza epey iş açılacak.”
Elçi kendi kendine konuşurken gerçekten de endişeliydi. Eğer Paul, Semia ve Simon diğerlerinden kaçar ve bir şekilde onları gönderenin kendisi olduğunu anlarlarsa oluşacak sıkıntılar cidden oldukça fazlaydı.
En çok korktuğu şey Paul’ün Veuria’ya ulaşıp bu konuyu krala açmasıydı. Eğer böyle bir şey olursa cezalandırılacak kişi kesinlikle kendisi olurdu. Kral yetenekli bir genç olan Paul’e değer veriyordu ve prensesin duyguları da onun seçimine kesinlikle karışırdı.
“Ne olursa olsun onlar ölmeli!”
Elçi bu şekilde düşünürken siyah pelerinli adama birkaç kişiyi daha yollaması için emir vermişti. Paul ve diğerleri Bir Numara’dan kaçabilseler bile daha fazla kişiden kaçamamalılardı. Onlardan anında kurtulacak bir hıza sahip olduklarını düşünmüyordu.
--
“Ah. Bırak beni. Toprak… Sonunda!”
Sonunda yere indiği için mutlu görünen Simon yüzüstü toprağa uzanırken Semia’nın yüzü biraz solmuştu. İkisi de beklemedikleri bir anda inanılmaz bir hızla uçtuklarından epey şaşırmışlardı.
“Yine de… Bu kadar hızlı ilerlemek senin için normal mi?”
Yalnızca birkaç saat içinde bir ülkeden başka bir ülkeye geçebilmek cidden oldukça yüksek bir hızı temsil ediyordu. Artık peşlerinden birileri gelse bile onları bulamazlardı.
Bir süre etrafına bakınan Paul yere yatan Simon’ı hafifçe ayağıyla ittirdikten sonra konuştu.
“Ayağa kalk. O kurdu bulmamız gerekiyor. Daha gideceğimiz bir ton yol var.”
Simon hafifçe homurdanırken yerden kalktıktan sonra önce ormana döndü. Ancak içeriye girmeden hemen önce birden adımlarını durdurdu ve Paul’e baktı.
“Bir saniye. Geri kalan yolu da aynı şekilde mi gideceğiz?”
Paul başını yavaşça salladıktan sonra Simon hafifçe iç çekti ve ormana yavaş adımlarla girerken kendi kendine mırıldandı.
“Eski dostum. Eğer azıcık iyiliğimi istiyorsan kendini benden biraz daha saklarsın. Daha yeni inmişken öyle bir yolu daha kaldıramam.”
Onun mırıldanmasını duyan Paul bunu umursamazken Semia ile birlikte Simon’ın arkasından ilerlemeye başlamıştı. Grim’i salıp kurdu kolayca bulabilirdi ancak birkaç saat önce önemli bir iş yaptırdığı kedi o anda kalkmayı reddediyordu.
Wulian ise Grim kalkmadığı için kalkmıyordu. Bu nedenle tek seçeneği Simon’ın bulmasını sağlamaktı.
O sırada, Semia bir şeyin kokusunu almışçasına burnunu kaldırdı ve bir süre havayı kokladı. Ardından gözlerini bir noktaya çevirerek konuştu.
“Oradan bir koku alıyorum. Biraz uzak olduğundan tam anlaşılmasa da pişen etin kokusu belli oluyor. Etin kokusu bastırdığı için pişiren kişilerin kaç kişi olduklarını bilmiyorum.”
Dikkat ettiğinde kokuyu hisseden Paul şaşırmış bir bakışla ona bakarken Semia açıkladı.
“Kan soyum uyandığından beri koku alma yeteneğim oldukça yükseldi. Biraz daha yakınlaşırsak kaç kişi olduklarını ve hatta cinsiyetlerini bile anlayabilirim.”
Paul bir süre düşündükten sonra konuştu.
“Gidelim. O kurt normal bir yaratık değildi. Çoktan haberleri yayılmış olmalı. Onlardan birkaç şey öğrenebiliriz.”
Bu sırada Paul siyah maskesini bir kez daha takmıştı. Pelerinini takmayı bırakmış olan Semia yavaşça oraya doğru ilerlerken Paul ve Simon onun peşinden ilerliyorlardı.
Bir süre sonra kokunun geldiği yere ulaşan Paul oradaki kişileri anında incelemeye başlamıştı.
Toplamda dört kişilerdi ve dördü de erkekti. O sırada kendi etini yiyen yakışıklı bir yüze sahip genç, zayıf olan adam onları ilk fark eden olmuştu.
Onun ardından ise birbirlerine oldukça benzeyen diğer üç yapılı adam da onları fark etmişlerdi. Bu adamların aralarındaki tek fark saçlarıydı. Biri keldi, diğer kısa saçlıydı ve sonuncusu da uzun saçlıydı.
Üç yapılı adam ilk olarak bellerindeki kılıçlarına davranırlarken zayıf genç adamın gözleri Semia’nın vücudunu iyice süzmüştü. En sonunda, gözlerindeki ahlâksız parıltıyı bastırarak ilerleyen genç adam hafifçe reverans yaparken sormuştu.
“Ah, ormanda böyle bir güzellikle karşılaşmak ne kadar büyük bir onur. Buyurun. Canavar eti hepimizin yiyebileceğinden çok daha fazla. Siz de bir parça alın.”
Genç adamın gözlerindeki bakışı çoktan yakalamış olan Semia ondan iğrenirken Simon’ın içinden genç adamın yüzüne ser bir yumruk yapıştırmak geçiyordu. Gencin tavırlarından dolayı rahatsız olsa da duygusuz sesini koruyabilen Paul Semia’nın ilerisine çıkarken konuştu.
“Ormanın bu kısımlarında güçlü bir yaratık olması gerekiyor. Sizler neden buradasınız?”
Paul’ün Semia’nın önüne çıktığını gören genç adam kaşlarını bir anlığına çattıktan sonra gülümsemesini yeniden takınarak cevapladı.
“Yoldaş burada yaşayan Beyaz Kurt Kralından bahsediyor olmalı. Merak etmeyin. Zayıf görünsem de basit bir köpekle karşılaştırılamayacak bir güce sahibim. Aslında, buraya gelme amacımız onun inine bir baskın yapmaktı.”
Genç adam kendi gücünü göstererek Semia’yı etkilemeye çalışırken Paul onun aptallığına üzülüyordu. Kurdun gücüyle bu genç adamın grubu gibi onlarca grubu tek seferde yenebilirdi.
“O halde amacımız aynı. Ne zaman saldıracağınız kesin mi? Ona göre bir hareket yapmayı düşünüyoruz.”
Paul’ün duygusuz sesi bir anda soğuklaşırken konuştu.
“Sonuçta, ini bana gösteremeden bir cesede dönersen orayı bulamam değil mi?”
Genç adamın yüzündeki ifade anında çarpılıp çirkinleşirken soğukça konuştu.
“Yoldaşın sözlerine dikkat etmesi gerekiyor. Sonuçta, böyle bir ortamda her söz yanlış anlaşılmalara yol açabilir ve bu yanlış anlaşılmalar canına bile kıyabilir.”
Üç yapılı adam aynı anda kılıçlarını çekerlerken yüzlerinde acımasız gülümsemeler belirmişti. Paul ise genç adamın yüzüne bakarken yavaşça konuştu.
“Genelde, canına kıyılan kişiler beni yanlış anlama aptallığını gösterenler olurlar.”
Aynı anda üç adam birden Paul’ün üzerine atılırlarken genç adamın yüzünde acımasız bir ifade belirmişti. Paul ise hâlâ endişesiz gibi duruyordu.
“Argh!”
Paul elini uzatmış ve ona en yakın olan kısa saçlı adamın yüzünü tutup sıkıca kavramıştı. En sonunda, adamın kafatası tamamen ezilmiş ve yerde ufak bir kan göleti oluşturmuştu.
Semia kel adamın göğsünün sol kısmında kanlı bir delik bırakmış ve adamın ölümünü hızlıca getirmişti. Simon ise kılıcını bir kez çekmiş ve uzun saçlı adamın vücudunu ortadan ikiye yarmıştı.
“Şimdi, şu inin yerini öğrenmemiz lazım değil mi?”
Paul soğuk bir sesle konuşurken genç adamın yüzündeki tüm kan çekilmişti. Vücudu baştan aşağıya titriyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..