Bu seferki beyaz oda önceki gibi boş değildi. İçinde, yere saplanmış onlarca farklı şekildeki ve renklerdeki kılıca sahip olan bu odada yoğun bir kılıç enerjisi yayılıyordu.
Tüm odayı kaplayan kılıç enerjisinin baskın gücünü hisseden Paul kendi aurasının kolayca bastırıldığını fark etmişti. Bu kılıç enerjisi Karva’nın bıraktığı bir kılıç enerjisi olmalıydı.
Gözlerini odanın içinde çevirip kılıç enerjisinin yayıldığı yeri arayan Paul onlarca kılıcın her birinin enerjiyle bir olduğunu ve hangi kılıçtan yayıldığını seçemediğini fark etmişti.
Bunu fark ettiğinde, ikinci testin büyük ihtimalle kılıç enerjisini yayan kılıcı bulmak olduğunu anlayan Paul anında yere oturup gözlerini kapattı. Derin bir nefes aldıktan sonra meditasyon yapmaya başlamıştı.
Odayı kaplayan kılıç enerjisi oldukça heybetli ve güçlü olmanın yanında içinde yasaların derin enerjisini de taşıyordu. Öyle ki Paul enerjiyi kavramaya çalıştıkça enerjinin yayıldığı yeri bulmak yerine zihni enerjinin içinde kayboluyor ve o derinliğe dalıyordu.
O kılıç enerjisinin üzerine çalışırken odadaki kılıçlar ise garip, renk renk ışıltılar yaymaya başlamışlardı. Beyaz, kırmızı, siyah… Tüm bu renkler kılıçlardan yükseliyor ve bir sis şeklinde odayı doldurmaya başlıyordu.
Aklı tamamen kılıç enerjisine gömülü olan Paul bu değişimleri göremese de vücudunu saran bölgedeki yasa enerjisinin anormal bir şekilde arttığını hissedebiliyordu. Bu onun dikkatini bozduğu için aklını bu histen uzaklaştırsa da yasa enerjisinin gittikçe yükselmesi hedefine yaklaştığını düşünmesine neden olmuş ve onu bir miktar heyecanlandırmıştı.
--
[YN]: Sonunda Arcın sonuna yaklaşıyoruz bu yüzden şu kısmı da yazayım gitsin :d
--
Paul Zara’da iken, asıl dünyası Vals’te onun yüzünden gerçekten de büyük olaylar gerçekleşiyordu.
O sırada, siyah renkli basit görünen bir at arabası ormanın içinde son hızda ilerliyordu. At arabasının etrafında herhangi bir koruma olmasa da herhangi bir büyülü canavar at arabasına yaklaşmıyorlardı. Canavarları rahatsız eden bir çeşit ilacın kullanıldığı belliydi.
At arabası uzun bir süre boyunca durmadan ilerlemeye devam etmişti. Atları kullanan siyah cübbeli ve maskeli adam bu süre boyunca at arabasının içindeki kişilerle herhangi bir şekilde konuşmamış veya atları sürmekten başka bir şey yapmamıştı.
At arabası en sonunda durduğunda, geldikleri yer Sisli Gök Akademisinin girişiydi.
Siyah cübbeli adam arabayı durdurduğunda at arabasının içinden iki kişi birlikte inmişti. Bu kişilerden birisi, daha önce Paul ile dövüşmüş olan Kanlıbıçak idi. Etrafına kanlı bir aura yayan genç adam içeriye girerken arkasından başka birisi onu takip etmeye başlamıştı.
Bu kişi, Paul’ün abisi Luke’tu. Ancak Paul’ün olmadığı zaman sürecinde oldukça değişmişti.
Eski nazik bilgin havasını tamamen yitirmişti ve etrafını aynı Kanlıbıçak’ın sahip olduğu gibi kanlı bir aura sarmıştı.
Parlak mavi gözleri sakin olsalar da bu eski nazik ve narin sakinlik değildi. Aksine, soğuk ve ölümcül bir sakinlikti.
O sırada siyah bir cübbe giyen Luke’un belinin sağında ve solunda birer bıçak asılıydı. Bu gümüş renkli bıçaklar o sırada kınlarında olsalar da etrafa soğuk bir his yayıyorlardı.
Onlar içeriye girerlerken okulun kıdemlilerinden birisi onları almak için gelmişti. Okul kıdemlisi ikiliye bakarak hafifçe eğildikten sonra konuştu.
“Lütfen içeri girin. Toplantı başlamak üzere.”
Kanlıbıçak başını salladıktan sonra Luke ile birlikte akademinin içine doğru ilerlemeye başlamıştı. Onlar içinde büyük, yuvarlak bir masanın bulunduğu yere girdiklerinde oradaki her göz onlara dönmüştü.
Yuvarlak masanın etrafında ülkenin genel olarak büyük isimleri oturuyorlardı. Akademi başkanı zaten orada otururken Engin Gökyüzü Salonu’nun bir sonraki sahibi olan Altıngöz de yerini almıştı.
Başkentteki birkaç asil ailenin başları orada oturuyorlardı. Aynı zamanda Altın Peri Büyü Akademisinin temsilcisi olan Sophia da omzundaki küçük sarı serçe ile birlikte oradaydı.
Kanlıbıçak ve Luke masadaki yerlerini alırlarken Akademi Başkanı ikisine bir kez bakmış ve en sonunda derin bir nefes aldıktan sonra konuşmuştu.
“Geçen hafta gerçekleştirilen saldırıda bir kez daha Kraliyet Ordusu galip geldi. O adam bir kez daha ortaya çıkmamış olsa bile Kraliyet Ordusu hâlâ oldukça güçlü iki azize sahip. Bugünkü toplantının amacı nasıl bir yolda ilerleyeceğimiz hakkında olacak.”
Akademi başkanı sözünü bitirdiği anda asil ailelerden birinin temsilcisi anında ayaklanmış ve konuşmuştu.
“Bizim ailemiz bundan sonra birlikte yer almayacak. O adam… gücünün ne kadar engin olduğunu kendi gözlerinizle gördünüz. Özellikle siz Sisli Gök Akademisinden olanlar. Ailemiz daha fazla sizinle beraber olamaz.”
Adam sözlerini bitirdiği anda sert adımlarla odadan ayrılmıştı. Onun ayrılışından sonra asil ailelerden birkaçı da ayaklanmış ve gitmeye başlamışlardı.
Masanın etrafında o sırada yalnızca beş kişi kalmıştı. Bu kişiler Akademi Başkanı, Kanlıbıçak, Luke, Altıngöz ve Sophia’ydı.
Ayrılan kişilerin ayrıldığı yere soğuk gözlerle bakan Altıngöz sertçe konuştu.
“Buradaki herkesin karşı koymayı planladığını düşünüyorum.”
Diğer dördü başını salladıkları anda Altıngöz devam etmişti.
“Ayrılanların aileleriyle olan anlaşmalarımızı tamamen keseceğim ve onların diğer şirketlerle olan anlaşmalarını da güç ile bitireceğim. Bu konuda endişelenmeyin.”
“İkinci kısmı bizim loncamıza bırakabilirsin. Bu konuda biraz daha profesyoneliz.”
Kanlıbıçak sözünü kesse de Altıngöz bir şey dememiş ve başını yavaşça sallamıştı. Kanlıbıçak’ın dediği şey sonuçta doğruydu.
“Altın Peri Büyü Akademisi sizleri büyülü eşyalar ile desteklemeye devam edecek. Aynı anda bazı gönüllü kıdemlileri de buraya göndereceğiz.”
Sophia konuşurken Akademi Başkanı hafifçe başını sallamış ve konuşmuştu.
“Sizler, hepinize tüm akademi adına teşekkür ederim.”
Kanlıbıçak hafif bir gülümseme gösterirken konuştu.
“Kalsın, ben teşekkürümü o manyak gelince alacağım. En sonunda bir yerden çıkacağını biliyorum ve eminim ki o ortaya çıktığında ülke şu anki halinden bile daha büyük bir kaosun içinde olacak.”
Sophia ve Altıngöz onaylar şekilde başlarını sallarlarken Akademi Başkanı yavaşça iç çekmişti. Ardından, birkaç konu hakkında daha konuştuktan sonra diğerleri ayrılmışlardı.
Akademide kalan Luke Kanlıbıçak’ın ayrılışını gördükten sonra yavaşça dağın üst kısımlarına ilerlemeye başlamıştı. O merdivenlerde ilerlerken birkaç akademi öğrencisinin ona bakışlar attığını fark edebiliyordu.
Ancak bu bakışlar önem vermeden akademinin üzerinde bulunan kendi kaldığı yere ilerlemeye devam etmişti. En sonunda oraya ulaştığında kapıyı yavaşça açmış ve içeriye girmişti.
Selia ve kardeşi Pete oradalardı ve Luke’un geldiğini görünce şaşırmışlardı. Selia anında koşup Luke’a sıcak bir şekilde sarılırken Pete de ona selam vermişti.
Ona sarılan Selia’nın başını okşayan Luke’un yüzünde sonunda bir kez daha sıcak bir ifade belirmişti. Bir süre kızın başını okşadıktan ve onu rahatlattıktan sonra Pete ve Selia ile birlikte yemek yemiş ve oradan ayrılıp dağın daha üst kısımlarına ilerlemeye başlamıştı.
Onun nereye gittiğini bilen Selia ve Pete onu durdurmamışlardı. Luke sert adımlarla dağın üst kısımlarına ilerlerken etrafına oldukça yalnız bir his veriyordu.
En sonunda, dağın üst kısmında istediği yere ulaştığında duran Luke yavaşça yere diz üstü çöktü ve önündeki iki mezar taşına bakarken sessizce beklemeye başladı. Gözlerinde üzgünlük, öfke ve pişmanlık gibi birçok duygu belirirken gözyaşları belirmeye başlamış ve birkaç saniye sonra yere kapanarak ağlamaya başlamıştı.
Mezar taşlarında sırasıyla ‘George Veussia’ ve ‘Sylvia Veussia’ yazıyordu.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..