“S-Sen…”
Paul gözlerinde muhteşem bir öfkeyle Velvaât’e bakarken Velvaât bu öfkeden mutlu olurmuşçasına gülümsüyordu. Onun gülümsemesi daha da büyümeye devam etti ve en sonunda kahkahalar atmaya başladı.
“Biliyor musun? Seni göndermeden önce o ifadeyi tamamen görmek istiyorum.”
Velvaât bu sözleri söyledikten sonra Paul bir şey diyemeden iki elini de sıktı ve iki küreyi parçaladı. Aynı anda, Paul iki ruhun dağılışını görebiliyordu.
“Hayır… Hayır…”
Bir kişinin ruhu kaldığı sürece, o kişi hâlâ reenkarnasyon çizgisine girip yeniden doğabilirdi. Ancak bir kişinin ruhu dağıldığında, o gerçeklikte bir kez daha bulunamazdı. Bunun imkanı yoktu.
“Puchi!”
Velvaât Paul’ün yüzündeki acılı ifadeyi izlerken kılıcını ileriye doğru saplamış ve Paul’ün kalbine sapladıktan sonra kılıç enerjisi ile kalbini tamamen parçalamıştı. Paul bir ağız dolusu kan kusarken Velvaât kılıcını çekmiş ve geriye doğru gitmeye başlamıştı.
“Neden? Neden gücüm yetmedi? Daha güçlü olmalıydım… Anne… Baba…”
Paul’ün gözyaşları gözlerinden akmaya devam ediyordu. Aynı zamanda, öfkesi git gide artıyordu.
“O piç… Öldüreceğim! Öldüreceğim! Öldüreceğim!”
O anda, Paul’ün parçalanmış kalbi birden altın renkli bir ışıkla birlikte birleşmeye başlamıştı. Bu ışık, Zara’dan ayrılmadan önce geri döndüğü dükkandaki tezgahtarın, Spadia’nın bile çekindiği o adamın bıraktığı ışıktı.
“Öldüreceğim! Öldüreceğim! Öldüreceğim!”
Paul kan akışının hızla arttığını hissederken bir anda bilincini kaybolmuştu. Aklında kalan tek şey öldürmekti. Öldürecekti, Velvaât’i parçalara ayıracaktı!
Onun vücudu yerden yükselmeye başlarken kan kızılı bir enerji tüm vücudunu sarmaya başlamıştı. Aynı anda, Velvaât korkudan sonuna kadar açılan gözleriyle arkasına bakmaya başlamıştı. Daha önce hiç bu kadar ölümcül bir aura hissetmemişti!
“Öldüreceğim! Öldüreceğim! Öldüreceğim!”
Paul’ün ruhu tamamen sarsılıyordu. Ruh sarayındaki tahtta oturan Spadia ise yüzünde ufak bir gülümsemeyle tahtın arkasındaki duvarda, üstü üste yazılmış olan iki siyah cümlenin üstte olanının kızıl bir renkte parlayışını izliyordu.
“Heheh… O aptal, kendi sonunu hazırladı. Etrafa kurduğu bariyer kendi sonunu getirecek.”
Yüzündeki gülümseme iyice acımasız bir hâl alırken mutluca bağırdı.
“O aptal evrim yaşayan bir Kan Kanatlı Anka ile kendisini bir kafese kapattı! Gerizekalı! Hahaha…”
Elbette, o anda tüm vücudu değişmeye başlayan Paul onun kahkahalarını duyamıyordu. Tüm bilincini öldürme arzusu kaplamıştı ve bedeni iyice değişiyordu. Gözleri kapalıydı.
Vücudu hızla büyümeye başlamıştı. Normalde 1.78-1.79 arasında olan boyu bir anda fırlayarak 1.90’a ulaşmıştı. Vücudu eskisinden çok daha yapılı bir hâle gelirken ten rengi biraz daha solmuştu. Vücudunu saran kaslar o kadar şişkin durmasalar da inanılmaz bir güç taşıyorlardı.
Ellerindeki kılıçlar çoktan boyutuna atılmışlardı ve o anda pençeleri git gide sivrileşiyordu. Bir süre sonra, pençelerinden kılıç enerjisi yayılmaya başlamıştı!
Gözlerini açan Paul’ün gözleri eskisi gibi değillerdi. Gözbebekleri hâlâ yoktu ama parlak kızıl irisleri artık boş değildi. Artık üzerini beş köşeli, parlak kırmızı bir yıldız sembolü kaplıyordu. Zihnini saran öldürme arzusuna rağmen sakin ve soğuk kalan gözleri Velvaât’in üzerine kilitlenmişti.
O anda, Velvaât tüm vücudunun titrediğini hissederken kendi kendine sövmek istiyordu.
“Evrim üst noktası… Lanet olsun! Böyle bir anda nasıl evrim geçirebilir! Bu… Bu…”
Etrafına koyduğu bariyere bakarken yüzünde korkulu bir bakış beliren Velvaât sertçe yutkunmuştu. Evrim üst noktası, kan soyunun evrimi sırasında gerçekleşen süreli bir noktaydı. Bu süre boyunca, kişi tüm bilincini kaybeder ve içgüdüleriyle hareket ederdi. Bu noktayı yaşamak yaygın olmasa da o kadar da nadir değildi.
Ancak sıkıntı, kan soyunun gücüne ve yatkınlığına göre bu noktanın verdiği güç ve yaptığı eylemlerin değişmesiydi. Paul’den yayılan aura, o anda kendisininkine eşti ve yaydığı katliam aurasından onu öldürmek üzerinde kararlı olduğu belliydi! O anda, önceden Paul’ün kaçmaması için kurduğu bariyer yalnızca kendisinin kaçmasını engelleyen bir kafese dönmüştü!
“Hayır… Güçlü olsa da bu süreli olacak. Eğer onu oyalayabilirsem ben kazanırım.”
O kararlı bir bakış gösterirken elindeki kılıcı havaya karışmıştı. Aynı anda, bir kez daha mırıldanmaya başladı.
"Kötülüğü yok eden ve karanlığı dağıtan ışık, 83 cennetin ismi adına ellerimde bir silah şekline bürün."
“64.Silah, Günışığı’nın Eşlikçisi, Ascalis.”
Elinde bir kısa kılıç belirdiği anda kısa kılıcı havaya kaldırmıştı.
"64.Küçük Cennet'in yüce kahramanı, Günışığı Lordu Elhevial'ın kılıcı Ascalis, bu küçük olana kötüyü yok edecek üstün hızı bahşet!"
Kılıcın bıçağı bir anlığına bir parıltı yaydıktan sonra Velvaât bir anda bariyerin içinde koşmaya başlamıştı. Ascalis’in hız artırma gücü ve kendi hızıyla Paul’den belirli bir süre boyunca kaçabilmesi gerekiyordu. Sonrasında ise ondan tamamen kurtulduğundan emin olacaktı.
O etrafta koşuştururken Paul ise olduğu yerde duruyordu. Yıldız işaretlerine sahip olan gözleri sürekli olarak Velvaât’i takip ederken etrafında oluşan kızıl sis git gide yoğunlaşıyordu.
O sırada, birden ağzını açtı ve Velvaât’in, hatta Spadia’nın bile bilmediği bir dilde mırıldandı. Aynı anda, etrafındaki kızıl sis bir anda Velvaât’in koştuğu bölgenin hemen önünde belirdi ve ona doğru saldırdı.
“Ne!?”
Bir anda önünde beliren sisten zar zor kaçınan Velvaât daha fazlasının geldiğini de hissedebiliyordu. Sisin yaydığı katliam aurası fazla belirgindi ve hissetmemek imkansızdı.
“Lanet olsun!”
Sisin git gide daha fazlalaştığını ve ona saldırmaya devam ettiğini gören Velvaât anında Paul’e doğru atıldı. Kısa kılıcının kabzasını sıkıca kavrarken Paul’e doğru tüm gücüyle bir saldırı yapmıştı.
Paul kendisine yaklaşan beyaz kılıç enerjisine bir bakış atmış ve sağ elini hızla havaya doğru savurmuştu. Pençelerinden yayılan kılıç enerjisi aynı anda beş kılıç enerjisi dalgasının fırlamasına neden olmuş ve Velvaât’in saldırısını parçaladıktan sonra ona doğru ilerlemeye devam etmişti.
Gözleri sonuna kadar açılan Velvaât kendini korumak için geri çekilmeye çalışsa da zamanında yetişememiş ve kılıç enerjilerini vücuduyla karşılamak zorunda kalmıştı. O göğsünde açılan yaraların acısını çekerken bir anda Paul onun önünde belirmişti.
Velvaât onun yakındaki yıldız sembolüne sahip gözlerine bakarken bir anda az önce yaralarının açıldığı yerde bir yumruğun çarpışını hissetmiş ve sertçe geriye doğru fırlamıştı. Bariyere çarparak kan kusarken çektiği acı sayesinde durumunun kötüleştiğini hissedebiliyordu.
“Nasıl olur!?”
Velvaât o anda gerçekten de şaşkındı. Paul evrim üst noktasında olsa bile hâlâ bir ölümlüydü. Bu kadar yüksek bir güce sahip olmaması gerekiyordu. Kanı ne kadar antik olsa da kendisinden daha zayıf olmalıydı.
Ancak bilmediği bir değişken vardı. Kan Kanatlı Ankaların savaş potansiyeli hissettikleri öfke, öldürme arzusu ve her çeşit negatif duygu ile katlanırdı. O anda Paul’ün öldürme arzusu, öfkesi, üzüntüsü ve farklı duyguları tamamen birbirine girmişti ve bilinci kaos altındaydı. Gücü ise bilinci ne kadar karmaşıklaşırsa o kadar artıyordu!
Kaosgetiren Anka evrimine ‘Kaosgetiren’ ismi boşuna verilmemişti. Bu evrimi yaşayan bir varlık öfkelendiğinde yakınındaki her varlığa kaosun kendisini yaşatırdı ve buna kendisi bile dahildi!
Bariyerden ayrılıp kısık gözleriyle Paul’e bakan Velvaât’in gözlerinde belirgin bir öfke vardı. O anda yapabilseydi Paul’ün ruhunu alır ve on binlerce parçaya ayırırdı!
Ne kadar zaman olmuştu? Ölümlülüğün sınırlarını aştığından beri ne kadar zamandır bu kadar küçük düşmüştü? Hatırlayamıyordu. Üzerinden çok fazla zaman geçmişti.
Ailesi ve arkadaşları onu hep överlerdi. O ölümlülükten kurtulmuş bir dâhiydi ve bir Kutsaldoğan’dı. Bunun gibi küçük dünyalarda tanrı olarak çağrılabilecek birisiydi. O halde neden böyle küçük düşüyordu?
“Seni öldüreceğim!”
Cübbesinin altından beyaz renkli bir tablet çıkaran Velvaât bir anda kanını bu tabletin üzerine akıttı. Aynı anda, tablet birden parıldamaya başlamıştı.
Bölüm Adı: Evrim Üst Noktası
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..