Engebeli yolda ilerleyen atlı vagon grubu hızla ilerliyor ve etrafa gürültülü bir ses yayıyordu. Çeşitli renklerdeki atlar ilerlerken vagonlardaki askerler ise ya muhabbet ediyor ya da dinleniyorlardı.
Vagon grubunun orta kısımlarında diğerlerinden daha lüks olan ve bir çift güçlü, siyah at tarafından çekilen bir vagon vardı. Bu vagonun içerisinde ise yalnızca iki adam bulunuyordu. Bu iki adam da yapılı vücutlara sahiplerdi ve ikisi de aynı görünüyordu. Siyah gözlere ve siyah saçlara sahiplerdi. Aralarındaki tek fark birinin saçlarının uzun olmasıydı.
Uzun saçlı adam vagondan dışarıya bakarken yavaşça iç çekti ve yeniden içeriye geçerken mırıldanmadan edemedi.
“Hepsi senin suçun, bu kadar yolu giderken hiçbir şey yapmamak çok sinir bozucu. Fazladan bir ikisini alsak ne olacaktı yani?”
Kısa saçlı adam kaşlarını çatarken cevapladı.
“Kapa çeneni Taro, yol boyunca senin yarı ölü kişilere tecavüz etmeni izlemek istemiyorum. Yalnızca biraz daha dayan. Kısa bir süre sonra şehirde olacağız. Orada sokakta bulduğun herhangi birini istediğin zaman altına alabilirsin.”
Kısa saçlı adam kılıcını silmeye başlarken Taro isimli uzun saçlı adamın gözlerinde sapık bir parıltı belirmişti. Sanki ileride olacakları düşünürmüş gibi bir süre kendi kendine kıkırdadıktan sonra olduğu yere oturmuş ve kısa saçlı adam gibi kılıcını silmeye başlamıştı.
--
Betan Şehrinin duvarlarının üzerinde, Paul ellerini arkasından bağlamış bir şekilde duruyordu. Kapalı gözleri şehrin batısına doğru dikilmişti. Yüzünde herhangi bir duygu görünmüyordu.
Onun hemen arkasında omzunda Wulian’ın oturduğu Grim ile beyaz şapkasını kullanıp yüzünü gizleyen Semia duruyordu. Onların arkasında ise zırhlarının içindeki üç adam ile uzun bir cübbe giyen bir başaksı duruyordu.
“Geliyorlar. En fazla birkaç saat içinde hem de. Bir süre sonra engebeli kısmı aşıp yeniden düz topraklara geçecekler ve hızları artacak. Ön saldırı gruplarının çalışması tamamlandı mı?”
“Evet, Şehir Lordu.”
İki zırhlı adam aynı anda cevap vermişlerdi. Bu iki adam normal askerlerin ilk grubunun ve savaşçıların lideri olarak seçilmiş olanlardı ve güçleri grubun geri kalanından daha yüksekti.
“Büyücüler ve koruyucu grup gerekli formasyonlara alışabildi mi?”
“Evet, Şehir Lordu.”
Cübbeli adam ile diğer zırhlı adam da onayladığında Paul bir kez daha başını salladı.
“Gidin ve hazırlıklara başlayın. Olabildiğiniz kadar hızlı ancak eterince sağlam savunmalar kurun. Sivillerin güvenli yerlere çekilmelerini sağlayın. Ve sakın…”
Paul başını hafifçe yana çevirdi ve kapalı gözlerinin ardından dördüne bir bakış attı.
“Sakın düşmana acımayın.”
“Anlaşıldı, Şehir Lordu!”
Paul’ün soğuk sesine rağmen dörtlü çekinmeden onaylamışlardı. Vücutları dikti ve özgüvenleri belli oluyordu. Paul bir kez daha başını sallayınca hepsi birlikte oradan ayrılmış ve kendi gruplarına doğru ilerlemeye başlamışlardı.
Paul ise duvarların üzerinden bakmaya devam ediyordu. Uzaktan yaklaşan atlı vagon grubu diğerleri tarafından görülemese de kendisi görebiliyordu. Grim de aynı şekilde görebiliyordu ve üçlüden asker grubunu göremeyen tek kişi Semia’ydı.
Yaklaşan asker grubunun gücünü yeterince anladığını düşünen Paul o sırada şehrin sokaklarının hızla boşalmaya başladığını görebilmişti. Aynı zamanda şehrin asker grupları hızlıca toplanmaya başlıyorlardı.
“Bakalım nasıl bir savaş olacak…”
Paul’ün yüzünde soğuk bir gülümseme belirirken Semia arkasından ona seslenmişti.
“Savaşa katılmam gerekiyor mu? Söylediklerine göre askerler rakiple ilgilenebilir değil mi?”
Paul ona bir bakış atmış ve yüzündeki gülümsemeyi silmeden cevaplamıştı.
“Sen ve Simon’da belirgin bir şekilde eksik olan şeyin ne olduğunu biliyor musun Semia?”
Semia bir soruyla karşılaşmayı beklemediğinden şaşırsa da başını iki yana sallamıştı.
“Savaş ve öldürme arzusu. Güçlenmek istiyorsunuz ancak savaşmaya veya öldürmeye olan isteğiniz güç arzusuyla yarışamıyor. Başka birinin takipçisi olsaydınız bu katlanılabilir olabilirdi ancak takip ettiğiniz kişi benim.”
Kaşları çatılırken sesi iyice soğuklaştı.
“Benimle birlikteyken sizden güçsüzleri ezecek, sizden güçlülerle ölümüne kapışacaksınız. Eğer beni takip etmekte tamamen kararlıysanız, kandan oluşmuş okyanusların üzerinden geçeceğiniz günler de gelecek. Eğer o zaman geldiğinde öldürme arzusuna sahip değilseniz zaten beni takip etseniz de bana bir yararınız olmaz.”
Kapalı gözlerini bir kez daha yaklaşan atlı vagonlarına çevirirken öldürme arzusunun bir kısmı etrafa yayılmış ve Semia’nın vücudunun titremesini sağlamıştı.
“Simon’ın sana katılmaması yalnızca vücut yapılandırmasında olduğu için değil. Aynı zamanda seni yalnız bırakmak için. Düşman askerlerinin arasına senden çok daha güçsüz kişilerle birlikte saldıracak ve aynı şekilde senden güçsüz kişileri katledeceksin. Bu, bana göre sana öldürme niyetini kazandırmanın en iyi yolu ve başkalarının fikirlerini umursamıyorum. Ancak sana söylemek istediğim bir şey var…”
Paul’ün çatılı kaşları rahatlamış, saldığı öldürme arzusu yeniden vücuduna çekilmişti.
“Eğer güç kazanma yolundaysa binlerce yıllık barış ile savaş arasında herhangi bir fark yoktur. Eğer sonunda güçleneceksem barışı, eğer barıştan daha çok güçleneceksem o zaman savaşı seçerim. Bu kadar basit.”
Paul sözlerini bitirdikten sonra duvarlardan inmeye başlamıştı ve Grim de arkasından onu takip ediyordu. Duvarların üzerinde kalan tek kişi Semia’ydı ve o da bir şeylere dalmışa benziyordu. İki elindeki beyaz bıçakların kısa kabzalarını sıkıca kavramıştı.
Paul Semia’nın düşünmeye başladığını görünce hafifçe gülümsemiş ve yoluna devam etmişti. Gittiği yer daha önceden yakalanan askerleri fırlatıp attığı yerdi. Bir süredir orada işleri vardı ve orayı biraz düzenlemişti.
Grim ile birlikte girdiği odanın içerisinde, yeni birkaç tahta ve taş masa vardı. Tahta masaların üzerinde kağıtlar, haplar ve iksirler bulunuyordu. Taş masaların üzerinde ise daha önceden yakaladığı dört Shinu Krallığı askeri vardı.
O anda, dört Shinu Krallığı askerleri onun girişini görmüş ve korkulu gözlerini ona dikmişlerdi. İki gündür yaşadıkları şeyler hayatlarının geri kalanından çok daha korkunçtu.
Paul basitçe iki günde yapabileceği bir şey kalmadığı için Abyss’teki su mirasından kazandığı iki farklı konuyu çalışmayı denemişti. Biri vücudu tamamen incelemeyi, ayırmayı ve yeniden birleştirmeyi kapsarken diğeri zehirleri kapsadığı için bu dört asker onun denekleri olmuşlardı.
Aslında o kadar zorlu bir şey değildi. Ölümcül olarak bilinen birçok zehri bu iki günde askerlere aşılamış ve sonrasında ilk mirastan aldığı bilgilerle onları iyileştirmeyi denemişti. O anda zehir ve insan vücudu üzerine olan bilgisi birçok doktordan daha iyi gibi görünüyordu. Zehrin ilerleme aşamasını yalnızca nabızdan hissedebilecek bir hâle gelmişti.
Paul zehir ve ilaç konusunda ilerlemeyi düşünmese de boş zamanlarında yapabilecek bir şeyi yoktu. Müzik yasalarını sürekli olarak olduğu yerde durup geliştiremezdi ve birçok yeri dolaşmayı gerektiriyordu. Zehir ve ilaçlar üzerine çalışmak içinse yalnızca materyallere ihtiyacı vardı. Aynı şey demircilik için de geçerliydi.
Dört askerin üzerinde gözlerini gezdiren Paul ikisinin içinde gezinen zehirleri hissedebiliyordu. İkisine oldukça fazla zehir çeşidi enjekte etmiş ve hepsini çıkaramamıştı. En sonunda içinde biriken zehirler vücutlarına yerleşmiş ve onları içten içe çürütmeye başlamıştı. Onları iyileştirmenin bir yolu yoktu. En azından, kendisi bilmiyordu.
Wulian’ın iyileştirme büyüsü zehirler üzerinde etkili olsa da bu seferki etki özeldi. Zehirler vücudun içinde dolaşmıyorlardı. Vücudu tamamen ele geçiriyor ve vücudun kendisi oluyorlardı. Wulian’ın büyüsü vücudu yenilemeye yarıyordu ve bu nedenle zehri dışarıya atamıyordu. Paul zehirli olan iki askerden gözlerini çekmiş ve sağlıklı olanlardan birisine yaklaşırken ufak bir bıçak çıkarmıştı. Savaş başlayana kadar birkaç deney daha yapabilirdi.
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..